Ulusal gururuma dokunanlar

HAYRETLE bir şeyi fark ettim. Geçen hafta benim ulusal gururuma fena halde dokunan iki konuyla ilgili pek ses çıkmadı.

Bir haftadır ‘‘izzet-i nefis’’ meselesi yaptığım ilk açıklama Soros'tan geldi. Hani bir sözüyle Asya krizini tetikleyen adam.

Soros dedi ki, ‘‘Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ordusudur.’’

Ne demek oluyor bu? Yani, bu ülkede uluslararası standartlara uygun hiçbir şey üretilmemekte midir?

Türk mallarının, teknolojik ve entellektüel üretiminin beş paralık değeri yok mudur uluslararası rekabet ortamında?

‘‘Küstah adam!...’’ Bu üslupta devam edecek kültürel zenginliğe sahip olmadığım için söyleyecek söz bulamıyorum.

* * *

DEMEK
Türkiye'nin piyasaya sürebileceği tek şeyi vardır. Ordusu.

Düşüncesini büyük bir samimiyetle dillendiren Soros, Türkiye'nin, uluslararası platformda sadece ‘‘jandarmalık’’ rolü oynayabileceğini mi kast ediyor ediyor bu açıklamasıyla?

Yani Türkiye, önümüzdeki dönemde çatışma bölgelerinde Amerika'nın öngördüğü askeri sorumlulukları üstlenmede sorun çıkarmadan ‘‘ordusunu ihraç ettiği’’ sürece ‘‘girdi’’lerini artıracak. Öyle mi?

Türkiye'nin kritik dönemeçteki tek güvencesi bu mu?

O zaman, U2 casus uçaklarının İncirlik'te konuşlandırılması gibi sorunlar çıkmamalı, ABD'nin Irak operasyonunda ve Saddam sonrasıyla ilgili siyasi hedeflerinde engelleyici tavırlara girilmemeli. Kürt devleti hassasiyeti fazla dillendirmemeli.

Hatta, ‘‘en iyi ihraç ürünümüz’’ defosuz, yani tepe tepe kullanılabilir olmalı.

Örneğin, Afganistan'da Avrupa'nın bir an önce sıyrılmaya çalıştığı ‘‘enkazı kaldırma’’ görevini öyle fazla pazarlık yapmağa kalkışmadan üstlenmeli.

Mi?

İşte benim ulusal gururumu inciten, içimi Soros'a karşı değil, Türkiye'nin bu duruma düşürülmüş olmasına karşı isyan ile dolduran bu açıklama oldu geçen hafta.

‘‘Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ordusudur!’’

* * *

ULUSAL
gururumu inciten ikinci darbe ise ABD Büyükelçisi Pearson'dan geldi. Büyükelçi'nin geçen hafta yaptığı açıklama, usta bir diplomatik üslup içindeydi ama yine de çok açıktı ve kendi adıma söyleyeyim ‘‘acıtıcıydı’’.

Büyükelçi Pearson, Türkiye'yi krizden çıkartmak için sağlanan kredilerden büyük bir bölümünün Amerikan vatandaşlarının ödediği vergilerden geldiğini hatırlattı.

Demek ki bugün yöneticilerimiz, ‘‘tünelin ucu göründü’’, ‘‘krizden çıkış başladı’’ diyebiliyorlarsa eğer, bunu onlara Amerikan vatandaşları sağlamıştı.

Demek ki bugün Arjantin gibi yağmalama olayları yaşamıyorsak, o kadar aç kalmadıysak eğer bunu, Amerikan vatandaşlarının, çalışmış kazanmış ve kazançlarının bir kısmını bize vermiş olmalarına borçluyduk.

Eh biz de ne gerekiyorsa yapmalıydık artık değil mi ama?

* * *

İŞTE
benim ulusal gururumu bunlar kırıyor. Türkiye'yi ‘‘muhtaç’’ ülke durumuna sokanlardan hesap sormak için içim ‘‘kalkışıyor’’.

Peki ne yapmalı? ‘‘ABD ile ittifak gurur kırıcı bir hale geldi. Biz de Kuzey Kore'yi de içine alacak bir arayış içine girelim’’ mi demeli?

Hayır. Dünya artık soğuk savaş döneminin ittifaklar dünyası değil. ‘‘Düşmanlar ve dostlar’’ ayrımı miadını çoktan dolduran soğuk savaş zihniyeti.

Yeni dönem, ‘‘işbirliği’’ dönemidir. Herkesin birbirini etkilediği, birbirinden yararlandığı, taleplerini açıkça söylediği, müzakere temeline dayalı işbirliği dönemi. Bunu görmeyenler, ‘‘eksenler’’ yaratanlar, hata yaparlar.
Yazarın Tüm Yazıları