Ferai Tınç

Filistin savaşı Suriye ile baharı gölgeliyor

5 Nisan 2002
YASER Arafat'ı hedef alırmış gibi görünen ama aslında, Filistin halkına ders vermeyi amaçlayan tırmanma, Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerini etkiliyor. Irak'tan sonra şimdi de Suriye ile ilişkiler Washington ipoteği ile karşı karşıya.ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'den sonra, Dışişleri Bakanı Colin Powell da Suriye'yi, ‘‘terörizmi destekleyen şer ekseni ülkeleri’’ arasına soktu.Bunun esas nedeni, Suriye'nin BM Güvenlik Konseyi'nin geçici üyeleri arasına seçilir seçilmez, İsrail konusundaki karara karşı çıkması ve toplantıyı terk etmesi. Bu davranışın Güvenlik Konseyi adabına uymadığı ileri sürülüyor.Washington'dan bu açıklamalar yapılırken, Suriye Yüksek Öğrenim Bakanı Hassan Risheh, Suriye Turizm Odaları Başkanı Saeb Nahhas ve bir grup Suriyeli iş adamıyla birlikte İstanbul'daydı. 1999'da 300 milyon dolar olan dış ticaret işlem hacminin, bu yıl 1 milyar dolara ulaştığı ve en kısa zamanda 1.5 milyar doların hedeflendiği konuşuluyordu işadamları arasında.TESEV'in iki taraf işadamları arasında düzenlediği ve ekonomi ile sivil toplum arasındaki ilişkilerin nasıl geliştirileceğinin tartışıldığı toplantıda çok ilginç çalışmalardan haberim oldu. Örneğin iki ülke arasında uçak seferleri hergüne çıkıyordu artık. Suriye, vizeyi çok kolaylaştırmıştı. Sınır kapılarında vize almak mümkündü artık. Ankara'daki Suriye Büyükelçisi Said Al Bunni, bazen bir günde verdiği vize sayısının bine ulaştığını söylüyordu. Turizm şirketleri, ortak projeler üretiyorlar, İzmir Ticaret Odası Lazkiye'ye doğrudan gemi seferler düzenlemek üzere girişimde bulunuyordu. * * *İLİŞKİLERİN ne kadar ilerlediğini, PKK yöneticilerinden Bayık'ın İran'da yakalandığı haberi doğrulanınca daha iyi anladım.Çünkü, Türk istihbaratı, PKK'nın Suriye'deki hesaplarında hareketlenme olduğunu fark edince olaya el koymuştu. Bayık'ın 1.5 milyon doları aldığının öğrenilmesiyle düğmeye basılmıştı.Pekiyi bu habere nasıl ulaşıldı. Çünkü Öcalan'ın yakalanmasından sonra iki ülke arasındaki ilişkilerde başlayan normalleşme sürecinin ilk döneminde, Türkiye'nin talep etmesine rağmen, PKK arşivlerine ve banka hesaplarına ulaşılamıyordu. Oysa artık, özellikle banka hesapları konusunda bir işbirliğine gidildiği anlaşılıyor. Bu da, her iki ülke halkının yıllardır özlemini duyduğu işbirliğinin adım adım ilerlediğini gösteriyor. Bu gelişmenin gölgelenmemesi gerekiyor. * * *SURİYELİ Bakan Risheh toplantıda, ‘‘Suriye'nin stratejik seçeneği barıştır. Biz refah ve istikrar istiyoruz. Bunun için BM kararları ve Madrid Konferansı'nın sonuçları hayata geçirilmelidir. Terör eylemlerine ve terörizme karşıyız. Dış politikamızı bu samimi çizgiye oturtuyoruz’’ sözleriyle Rumsfeld ve Powell'ın sözlerine İstanbul'dan yanıt veriyordu.Suriye Büyükelçisi Said Al Bunni ise önemli bir noktaya dikkat çekti: ‘‘Eğer sadece ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinden söz eder ve Filistin'de olan biteni çok uzağımızda görürsek. Bu yanlış olur. Filistin'de işlenen suçlar, bölgemizin istikrarına değecektir sonunda. Barış ve güvenlik sağlanmadan, gelişme de sağlanamaz.’’Filistin'e huzur gelmeden kimseye huzur yok bu coğrafyada. Diğerlerinde de.
Yazının Devamını Oku

Şiddete seyirci olamayız

1 Nisan 2002
<B>'AMAN Arafat'a bir şey yapmayın.' <br><br></B>Geçen haftadan bu yana tırmanan şiddetle ilgili Washington'un tek müdahalesi bu. Daha ne yapılsın? Bir fare gibi kıstırmaktan, hırpalaya hırpalaya teslim almaktan daha kötü ne yapılabilir? ABD'nin, şiddet sarmalına müdahaleyi Arafat'ın canını korumakla sınırlaması, Filistin halkının, top yekun cezalandırılması anlamına geliyor.

Teröre karşı böyle bir mücadele yöntemi etkili olabilir mi? Teröristleri tecrit edeceğine, bir halka kendisini savunmak için ölmekten ve terörden başka hiçbir seçenek bırakmayarak terörizme karşı mücadele başarıya ulaşabilir mi?

* * *

ARAFAT, terörizmi durdurabilir mi? Hayır durduramaz. Bunun çeşitli nedenleri var. Birincisi Filistin Yönetimi, bölgeyi ekonomik olarak kalkındıramadı. Bunda, Arafat ve çevresinin anti demokratik ve yolsuzluklara açık yapısının etkisi var.

BBC'de önceki gece yayınlanan bir programda, intihar komandolarının bağlı olduğu El Aksa Şehitleri Tugayı'nın liderleri tanıtıldı. Genç insanlar. İşleri olmadığı için gündüz uyuyorlar, akşamları da ellerinde silah devriye dolaşıyorlar. İlginç olanı silahlarının büyük kısmı İsrail askerlerinden, aracılar vasıtasıyla edinilmiş. Bölgede silah kaçakçılığı had safhada.

Ekonomik sorunlar yüzünden yarınlarını yaratamayan gençler terörün alt yapısının ancak nedenlerinden biri. Esas neden Filistin'in hiçbir zaman gerçek bir barış ortamı yaşayamamış olması.

Arafat, terörü durduramaz. Kaldı ki dünden beri herkesi şahadete çağırıyor Filistin lideri. İçinde bulunduğu durumda, başka bir şey yapması beklenebilir mi zaten?

Bir şey yapabilecek olan tek merci İsrail hükümetidir. Çünkü gerçek devlet olan odur. Polisi, askeri, parlamentosu, demokratik kurumları, parası, egemenliği, gerçek bir hükümranlığı vardır.

Ama Şaron ve yandaşları, intikam refleksiyle vurdukça vuruyor ve Filistin'i yok etmeye uğraşıyorlar.

Ekranlardan, büyük bir tahribat yansıyor. Bölge derin bir düşmanlık çukuruna yuvarlanıyor.

* * *

BU duruma seyirci kalmak, 'kan dökmekten yoruluncaya kadar birbirlerini yesinler sonra biz gider işleri düzeltiriz' demek Bush için mümkün. Washington'dan bakınca durum daha farklı gözükebilir.

Ama bu coğrafyada işler öyle kolay değil.

Ürdün Kralı'nın uyarısı önemliydi. Kral, 'İşler çığrından çıkabilir burada' diyordu.

Hizbullah'ın, Lübnan sınırından ikinci bir cephe açacağı haberleri ciddiye alınmalı, dünden beri hareketli bölge.

Sadece Arap dünyası değil ama Türkiye de huzursuz.

Gazeteci arkadaşlarımıza yapılanlar, esir alınan insanların kafalarına kurşun sıkılıp öldürülmeleri, bunca şiddet ve umursamazlığa nereye kadar dayanacak Türk kamuoyu?

Ankara'nın sessizliğini sorgulama dönemi de gelebilir. Başbakan Ecevit'in Arafat ile telefonla konuşması yeterli değil. Mutlaka, daha etkili biçimde şiddetin önüne geçecek ve tarafları aklı selime davet edecek bir yöntem bulunmalı. Bush Yönetimi hareketsiz ama Türkiye, Avrupa Birliği'ni harekete geçiremez mi?

Fransa, bu olaylar yüzünden ülkede Yahudi düşmanlığının arttığını tespit etmiş. Aynı şey bizde de geçerli. Hem şiddeti durdurmak, hem düşmanlıkların tırmanmasını engellemek için bir an önce harekete geçilmeli. Artık ABD olmadan parmağımızı kımıldatamayacak mıyız?
Yazının Devamını Oku

Bu şiddet Ortadoğu'yu sarsar

31 Mart 2002
<B>FİLİSTİN</B> Lideri <B>Yaser Arafat</B>'ı, Ramallah'ta kıstıran tanklar ve <B>‘‘hareket eden her şeye ateş açın’’ </B>emri ile Filistin topraklarına dalan İsrail askeri varlığı, Filistinli bir intihar komandosunun Cuma günü giriştiği kanlı eyleme yanıt olabilir mi? Tabii ki, değil.

Şaron'un yanıtı dosdoğru Arap Zirvesi'nden çıkan barış önerisinedir.

Uzun tartışmalar sonunda tüm Arap ülkelerinin ortak pozisyonu haline gelen Suudi Arabistan Prensi'nin önerisini inceleyip, barışa fırsat tanımadı Şaron.

Bu önerinin içinde, gözlerden kaçan bir başka şey daha vardı. İntifada'nın desteklenmesi maddesi. Arap dünyası, İsrail'in ‘‘terör' dediği eylemlere ‘‘kurtuluş mücadelesi’’ damgasını vurdu.

Eğer barış sağlanamıyorsa, Filistin halkının kendisini savunması, meşru bir haktı. Terör değil.

Bir Arap ülkesinin Büyükelçisi bu konuyla ilgili soruma verdiği yanıtta, bu yaklaşıma açıklık getirdi: ‘‘Filistin toprakları işgal altında olduğu sürece, her türlü mücadele savunma hakkı çerçevesinde değerlendirilmelidir.’’

* * *

ŞARON'un, şiddete daha fazla şiddetle yanıt vermek ve Filistin Yönetimi'ni yok edip Arafat'ı, kolu kanadı kırık bir insan olarak masaya oturtma çabası, olayları tırmandıran eylemleri daha da meşrulaştırıyor.

Bu politikanın yol açtığı bir başka tehlike var. Ortadoğu ülkelerinin yönetimlerini sarsıyor.

Arap ülkelerinin liderleri, Filistin halkına ve liderine karşı yapılan muamelenin kendi kamuoylarında uyandırdığı tepkiyle karşı karşıya kalıyorlar. Bu tepki bastırılsa da bastırılmasa da aşırılıkçı akımların etkileri artıyor.

Dün Ürdün'de Filistinliler, sınırların açılması için polisle çatıştı. İsrail'e karşı savaşmak için Filistin topraklarına gitmek istiyorlardı. Ürdün Yönetimi, şimdilik olayları kontrol edebiliyor. Ya yarın?

Şaron zihniyeti, Ortadoğu'yu teröre ve istikrarsızlığa mahkum ediyor.

Bütün bu gelişmeler karısında ise herkes susmuş oturuyor. Birleşmiş Milletler karar almışmış. İsrail askerinin çekilmesi isteniyormuş?

Bu kadar mı? Rafa kalkacak bir BM kararı, İsrail tanklarını geri döndürmeye yetecek mi?

Elli yıldır, küçük bir toprakta kendilerine ülke yaratmaya çalışan iki halk, birbirini yok ederken özellikle Washington'un suskunluğu isyan ettirici. Tenet Planı'nın, ‘‘barış için önce ateşkes’’ pazarlıklarının bir anlamı kaldı mı artık?

* * *

ŞARON ve Arafat halklarını mahva sürükleyen iki lider. İkisi de tarihi barış fırsatlarını kaçırdılar. Her şeyi birden kazanıp masadan kalkmak isteyen liderler, yarar değil sonunda zarar getiriyorlar halklarına.

Olaylar, her ikisinin de sonunun geldiğini gösteriyor. Başka türlü Ortadoğu'da yeni bir sayfa açılamayacak.

BU NE BİÇİM SEFERBERLİK?

Cuma günü Ankara Üniversitesi , Avrupa Toplulukları Araştırma Ve Uygulama Merkezi'nde, ‘‘Avrupa Birliği yolunda Türkiye. AB Müktesebatı konusunda Adalet Bakanlığı'nın çalışmaları’’ konulu panele katıldım. Adalet Bakanı Sami Türk'ü dinledik. Ardından Bakanlık AB Genel Müdürü Saadet Arıkan yapılan çalışmaları anlattı. Türkiye'de yargı sistemini kökten değiştirecek, Avrupa müktesebatına uyum yasalarını yerleştirecek büyük bir seferberlikten söz etti. Adalet Bakanı, ‘‘Yasalarımızı AB müktesebatına göre yeniden düzenlemek görevimiz. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili tüm maddelerde değişiklikler gerekiyor. Bu da başladı zaten’’ dedi. Onları dinlerken, gerçekten de önemli adımlar atıldığını düşüyor insan. Ama Türkiye'de, son üç yıl içinde, düşünce suçları kapsamında açılan davalara bakınca farklı bir tablo çıkıyor ortaya. Düşünce suçu işlediği gerekçesiyle 1999'da 166, 2000'de 418 kişi hakkında dava açılıyor. Geçen sene ise bu sayı 3 bin 473'e çıkıyor. Bu ne biçim seferberlik? Ne biçim demokratikleşme?
Yazının Devamını Oku

Şiddet sarmalı hepimizi yakabilir

29 Mart 2002
<b>İSRAİL</B>'i kavuran şiddet sarmalı, hepimizi içine çekebilecek güçte terör dalgaları yaratıyor. Binbaşı Cengiz Toytunç'u hedef alan karanlık güçler, bu coğrafyada yaşayan herkesin tehdit altında olduğunun ilk işareti.

İsrail ve Filistin olayların kontrolünü yitirmiş görünüyor.

İntikam ve şiddet, siyasetin önüne geçiyor.

Ama Arap Zirvesi kararı yeni bir fırsat yaratıyor.

Arap Birliği Zirvesi, ilk günkü sorunlara rağmen, Suudi Arabistan barış planının, diğer üyeler tarafından benimsenmesiyle sona erdi.

Tabii ki, Suudi Arabistan Prensi Abdullah'ın önerisiyken, Arap barış planı haline gelmesi sırasında bazı değişiklikler oldu.

En önemli değişiklik, İsrail'e tanınma garantisi veren ‘‘ilişkilerin tam olarak normalleşmesi’’ ifadesindeki değişiklik.

Arap barış önerisinde, İsrail'den öncelikle Suriye, Lübnan ve Filistin'deki işgal topraklarından geri çekilmesi isteniyor. Sonra başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletini tanıması çağrısı yapılıyor. Bunun karşılığında da İsrail ile ‘‘normal ilişkiler kurulacağı’’ belirtiliyor. Bu ifade İsrail'i memnun etmedi. İlk tepkilerde, İsrail tarafı bu ifadeyi net bulmadığını açıkladı.

Ama daha da önemlisi mülteciler konusu. Arap önerisinde, mülteci meselesine hakkaniyet çerçevesinde çözüm bulunması isteniyor. BM Güvenlik Konseyi'nin kararları hatırlatılıyor. Buna göre İsrail, isteyen Filistinli göçmenlerin geri dönmelerine izin vermeye, istemeyenlere ise tazminat ödemeye çağrılıyor.

İsrail ise mülteciler konusunda kesin kararlı. Ülkedeki Filistinli nüfusun artmasına ve önümüzdeki yıllarda Yahudilerin azınlığa düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmalarına yol açabilecek hiçbir öneri tartışmasız ret ediliyor.

* * *

ARAP barış planı bir fırsat. Hem de aralarında çeşitli sorunlar olan Arap dünyasının verdiği bir birlik mesajı.

Eğer bu fırsat değerlendirilebilirse bölgede iki devlet doğacak. İsrail, kurulduğundan bu yana - Mısır ve Ürdün dışında- diğer komşuları tarafından ilk kez tanınacak.

Filistinliler de, bağımsız devletlerine kavuşacaklar.

Bu fırsatın değerlendirilmesi için, bölgeye daha aktif bir müdahale gerekiyor. İkinci Camp David sürecinin başarısızlığa uğramasından sonra kenara çekilen Amerikan Yönetimi'nin daha etkili olması gerekiyor bölgede. Şimdilik, Bosna'da olduğu gibi Washington kenarda durarak, müdahale etmediği zaman olacakları kanıtlamak, vaz geçilmezliğini göstermek istiyor.

Ama Zirve sonrası yayınlanan bildiri, bir tehlike haberi de veriyor.

Çünkü Arap dünyası, İsrail işgali sona ermedikçe, Filistin'den gelecek hareketlerinin ‘‘kendini savunma hakkı’’ çerçevesinde değerlendirileceğinin altını çiziyor dünkü bildiride. Bu da, teröre meşrulaşma ve yaygınlaşma alt yapısı sağlıyor.

Barış planı bir şans ama aynı zamanda, Ortadoğu'da istikrarın ve geleceğin bıçak sırtında olduğunun da kanıtı.

Arap Birliği Zirvesi'nden çıkar kararda bu tehlike açıkça görülüyor.
Yazının Devamını Oku

Cem: MHP sıkıştırılmamalı

25 Mart 2002
<B>DIŞİŞLERİ</B> Bakanı <B>İsmail Cem</B>, Avrupa Birliği ile ilgili tartışmalardan rahatsız. <B>‘‘Tabii ki tartışacağız ama yapılan tartışmalarda özden uzaklaşılıyor’’</B> diyor <B>Cem. Tartışmaları tıkayan kim? MHP mi?

Cem, 'Hayır' diyor. ANAP'ın üslubunun, tartışmayı özünden saptırdığını düşünüyor.

Uyum yasalarının tartışılması sırasında, Türkiye için çok önemli olan bazı konuların tırmandırılarak, koalisyon ortakları arasındaki tartışmaların kamu oyu önüne taşınmasının yarardan çok zarar getirdiğini söylüyor.

Cem, MHP'nin sıkıştırılmasından rahatsız.

Önemli olan sorunların çözülmesiyse eğer, koalisyon ortaklarının birbirlerine karşı ikna edici olmaları gerekiyor.

Geçmişte idam konusunda, kapalı kapılar ardında süren tartışmayı anımsatıyor Dışişleri Bakanı.

Türkiye'nin geleceğinin söz konusu olduğu tartışmaların, iç politika amaçlı tüketilmemesi gerektiğini vurguluyor.

Cem açıkça ANAP ve Yılmaz'ı eleştiriyor. Sözlerini dikkatle çeken bir siyasetçinin ilk açıkça karşı çıkışı bu.

Ne yazık ki Avrupa Birliği sürecinde hükümet içinde koordinasyon yok.

Ecevit ve İsmail Cem'in Barcelona Zirvesi'nde olduğu günlerde, kamuoyunun Barcelona'yı tartışıp anlaması gerektiği bir anda, Mesut Yılmaz'ın, özel basın toplantıları düzenleyerek gündemi ele geçirmesi sadece bir tesadüf müydü?

Avrupa Birliği'ne uyum sürecinin başından beri tuhaf bir ikilik yaşanıyor. Cem Avrupa ile ilişkileri, Yılmaz da Türkiye'nin değişim sürecini yönlendiriyor. Buraya kadar diyeceğim yok ama bunu bağlantısız iki ayrı süreçmiş gibi, birbirinden tamamen kopuk bir biçimde götürmek, Türkiye'yi bu tarihi anda doğru dürüst siyasi liderlikten yoksun bırakıyor.


Afganistan, mayın ve sorularla dolu

HÜKÜMET siyasi olarak, Genelkurmay da asker*ı olarak Afganistan'da barış destek gücü komutanlığını almaya ikna oldu mu? Belli değil. Amerikan kaynaklarına bakılırsa, sorun çözüldü gibi. Türkiye'ye para karşılığı komutanlık. Neyse ki, Türk ordusunu, paralı asker konumuna sokan bu yaklaşıma karşı, 'Tek sorunun para olmadığı' ortaya konuyor. Pekiyi diğer sorunlar çözüldü mü? O belli değil.

Görev alanı neresi olacak? Ne iş yapılacak? Türk askerleri mayınlarla dolu bir alanda, birbirleriyle her an kapışmaya hazır derebeyleri, uyuşturucu çeteleri arasında sıkışıp kalacak mı? Avrupa asker göndermek istemiyor. Kim oluşturacak bu gücü? Bangladeş, Pakistan gibi ülkelerin adı geçiyor. Bir CIA raporuna göre, savaş ağaları uluslararası barış gücünü istiyorlar ama Afganistan iç çatışmalara gebe.

ABD Başkan Yardımcısı Cheney, Türkiye ziyaretinin sonunda Amerikalı gazetecilerle yaptığı basın toplantısında, ISAF'ın görev alanının, güvenliğin belli ölçüde sağlandığı Kabil ile sınırlı kalacağını söyledi. Küçük bir sözcük gözden kaçtı. 'Şimdilik.'

Bugünkü görev sınırı Kabil ve çevresi ama ya yarın?

Barcelona Zirvesi'nde, Avrupa Ordusu'nun Makedonya'da görev alacağı açıklandı. Balkanları yeniden yapılandırma Avrupa'ya bırakılıyor. Türkiye ise Asya'ya yönlendiriliyor.

Yoksa Türkiye Modeli'nin ihracı, askerî rolün ağırlaşması anlamına mı geliyor? Bakû-Ceyhan'ın karşılığı Kafkasya ve Orta Asya enerji yollarının bekçiliği mi oluyor?

Uluslararası Güvenlik Destek Gücü'nün komutanlığı konusunda karar vermeden önce sorumluların, tabutlar gelmeye başladığında karşılaşacakları sorulara yanıtlarını hazırlamaları gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Cem'e kritik soru

24 Mart 2002
<B>‘‘ÇOK güzel şeyler söylediniz. Ama onları burada söylemek kolay. Hepimiz sizin gibi düşünüyoruz. Ama katıldığınız diğer toplantılarda da aynı şeyleri söyleyebilir misiniz?’’ İsmail Cem, ‘‘Söyleyebileceğimi düşünüyorum’’ dedi.

***

İSMAİL Cem'in, erkeklerin çoğunlukta olduğu toplantılarda da tekrarlayabileceğini düşündüğü konuşma, kadınların çatışmaları engelemede ve barışı sağlamada erkeklerden çok daha etkili olduğunu açıkça, çarpıcı ifadelerle dile getirdiği açıklamalarıydı.

Merkezi Strasbourg'da olan Uluslararası Demokrasi Enstitüsü ile Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği KA-DER'in ev sahipliği altında, Güneydoğu Avrupa'dan kadın parlamenterler İstanbul'da ikinci konferanslarını düzenlediler.

Konu, kadınlar ve çatışma yönetimiydi.

İlk Konferans geçen yıl Yunanistan'da yapılmış ve açılışa Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu katılmıştı. İstanbul'dakini de İsmail Cem açtı.

DSP her zaman, kadınların siyasete katılımlarıyla ilgili etkinliklerde öne çıkıyor. DSP milletvekili Gönül Saray, bu işin yakın takipçilerinden. Bu toplantıda da vardı ve yeni açılımlar getirdi. Irak'ı hatırlattı, Ortadoğulu kadınların da dahil edilmesini önerdi. Keşke diğer kadın politikacılar da kadının siyasete katılımı konusunda aynı hassasiyeti gösterseler.

O zaman belki Türkiye, Güneydoğu Avrupa'da, parlamentosunda en az kadın milletvekiline sahip ülke olmaktan kurtulurdu.

Diğer bölge parlamentolarına baktığımızda Türkiye'nin durumu, çok geri.

Parlamentosunda yüzde 26.2 ile, en fazla kadın temsilciye Bulgaristan sahip. Onu yüzde 20.5 ile Hırvatistan izliyor. Romanya yüzde 10.7, Yunanistan yüzde 8.7, Arnavutluk yüzde 5. Türkiye ise yüzde 4.2 ile 12 ülke arasında en sonuncusu. Üstelik de bir çoğunun aksine, bizim anneannelerimiz bile seçme ve seçilme hakkına sahipti.

***

İSMAİL Cem, ‘‘Kadınlar hayatı, geleceği yani çocuklarını kendi vücutlarında geliştiriyorlar. Hayatı korumak, geleceği korumak, barışı korumak ve inşa etmek kadınlarda içgüdüsel bir inat’’ diyordu.

Bunlar, çok kuvvetli ifadeler. Kadınların, çözüm üretme konusundaki yeteneklerinin bu kadar farkında olan bir dışişleri bakanından bazı şeyler beklenebilir o zaman.

O zaman, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin iki yıl önce kabul ettiği ve ‘‘barışı koruma ve güçlendirme yolundaki tüm çabalara kadının eşit katılımı ve bu alandaki karar verme mekanizmalarında rollerini arttırmak’’ gerektiğini vurgulayan kararını hayata geçirmeye Dışişleri Bakanlığı'ndan başlanabilir örneğin.

Silahlı çatışmaları önlemeye yönelik barış görüşmelerinde, sorunların çözümü müzakerelerinde, yani diplomaside kadınlar da görünür ağırlıkta var olabilirler.

Kadınların, Cem'e ‘‘Bu sözlerinizi başka toplantılarda da tekrarlayabilir misiniz?’’ sorusunun altındaki beklenti buydu belki di.
Yazının Devamını Oku

Cheney dinledi yanıt CIA'den geldi

22 Mart 2002
<B>ABD</B> Başkan Yardımcısı <B>Dick Cheney</B>, Türkiye'ye gelmeden önce ziyaret ettiği her ülkede, devlet ve hükümet başkanları ile ikili basın toplantısı düzenledi. Türkiye'de bu mümkün olmadı. Çünkü daha görüşmeler sürerken, Başbakan Ecevit, tek başına gazetecilerin karşısına çıkarak ‘‘Irak'a müdahale yok’’ mesajı verince Cheney de ziyaret sonrası sadece Amerikan basınına konuştu.

Bu yüzden, ziyaret sonuçları tam bir netlik kazanamadı.

Dün, Cheney'in Amerikan basınına neler söylediğine baktım.

ABD Başkan Yardımcısı, ‘‘Oradayken, ziyaret ettiğim diğer yerlerde ele alınan, Afganistan, teröre karşı savaş ve bölgenin üzerinde durmadık sadece. Ama Türkiye'ye gittiğiniz zaman Prag Zirvesi'nden, NATO'nun genişlemesinden de söz ediyorsunuz. Daha fazla Avrupa ile ilgili konular bunlar’’ sözleriyle başlıyor konuşmasına.

ABD'nin, enerji kaynaklarını çeşitlendirmesini sağlayacak olan Hazar havzası petrollerine ulaşmasının Türkiye sayesinde kolaylaştığının altını çiziyor.

Ve ‘‘bizim için birçok konuda özel bir ortak’’ dediği Türkiye'nin ekonomik alanda zor bir dönemden geçtiğini hatırlattıktan sonra ‘‘Onlara IMF ile yardım ediyoruz. Ve buna ek olarak, önümüzdeki dönemde destek sağlamak için ESF fonundan 200 milyon dolar vereceğiz’’ diyor.

Beyaz Saray,'ın istediği ve Kongre'nin onayına gönderilen öneri, ekonomik destek fonundan ve hibe yardımı. Borç değil.

28 milyon dolar ise ayrı. O Afganistan operasyonu için ayrılan miktar.

* * *

BU yardım manidar.

Bunun nedenini anlamak için, CIA başkanı Tenet'in salı günü Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi'nde yaptığı konuşmaya bir göz atmakta yarar var.

Cheney Türkiye'de, Irak'a karşı bir operasyonun ekonomiyi olumsuz etkileyeceğini dinlerken Tenet şunları anlatıyordu.

‘‘Irak, BM yaptırımlarına karşı destek sağlamak için komşu ülkeleri ekonomik ilişkilerle kendisine bağımlı hale getiriyor. Bu ilişkilerden elde ettiği kazançla Saddam Hüseyin hem kendisini destekleyenleri ödüllendiriyor hem de bu kitle imha silahları geliştiriyor.’’

Cheney
'in çantasındaki yardım, bu çerçevede değerlendirildiğinde, siyasi bir teşvik niteliği kazanıyor.

* * *

ABD Başkan Yardımcısı'nın, 10 günde 11 ülkeye yaptığı ziyaret sırasında karşılaştığı ‘‘Saddam komşuları için tehdit değil. Kitle imha silahlarını geliştirecek parası yok, El Kaide ile ilişkisi yok’’ iddialarına yanıt yine istihbarat örgütünün başkanından geliyor.

‘‘Saddam, askeri gücünün azalmasına rağmen, muhalefeti bastıracak kapasiteye sahiptir ve komnşuları için tehdittir.’’

‘‘Kitle imha silahları üretecek alt yapısını geliştirmektedir. Balistik füze kapasitesini geliştirmektedir. Nükleer silah programından hiçbir zaman vazgeçmedi.’’

‘‘El Kaide ile de ilişkileri vardır. İlişkileri sınırlı olabilir ama ikisi de ABD'ye ve Suudi Kraliyet ailesine karşıdır. Aralarında taktik işbirliği olabilir.’’

Cheney
'in, Irak'a askeri müdahale iddiaları için ‘‘hemen bir müdahale söz konusu değil’’ demesine rağmen, Washington'da geri sayım devam ediyor.
Yazının Devamını Oku

Bulgar Kralı'nın ilginç önerisi

18 Mart 2002
<B>AVRUPA</B> Komisyonu Başkanı <B>Romano Prodi</B>, Barcelona Zirvesi'nin sonunda, AB Dönem Başkanı İspanyol Başbakanı <B>Jose Maria Aznar</B> ile birlikte düzenlediği basın toplantısına Katalanca ile başladı. Duvarlarında ‘‘Burası İspanya değil’’ sloganlarına sık sık rastlanan bölge halkına doğrudan mesaj.

Turizm broşürlerinde kendisini ‘‘Bir Akdeniz gücü’’ diye tanımlayan aşırı özerk Katalanya, ilhamını peri bacalarından aldığı söylenen dahi mimar Gaudi ile bir başka dahi Salvador Dali'nin anavatanı olmakla gurur duyuyor.

Barcelona'nın, çelişkiler ve farklılıklar arasında uzlaşma noktasını yakalamaya eğilimli kent ruhu, cumartesi akşamı globalizme hınçlı yüz binler ile, Barcelona-Real Madrid maçından sokaklara dökülen seksen bin kişiyi aynı anda taşımayı biliyor.

Yüzyılın başında, farklı çıkarları, ortak gelecek hedefinde birleştirmeyi başaran Barcelona Zirvesi'nde olduğu gibi.

* * *

AVRUPA iddialı hedefler koydu Barcelona'da.

İki yıl sonra, enerji piyasalarının liberalleşmesini, Avrupa alanında ulusal bütçe politikalarının birbiri ile uyumlu hale getirilmesini, sürdürülebilir kalkınma modeli çerçevesinde Kyoto protokolünün hayata geçirilmesini, 2006 yılına kadar, her ülkenin gayrı safi milli hasılasının yüzde 0.39'nu kalkınmakta olan ülkelere yardım fonuna aktarmasını, 2003 sonuna kadar üye ülkelerin sosyal yardım bütçelerini kısarak, ortak sosyal politikalara yönelinmesini, refah devletlerinden yavaş yavaş uzaklaşarak yerine 2010'dan önce yeni iş alanları ve kaliteli iş gücü yaratma hedefini gerçekleştirmeyi, 20 milyon kişi için istihdam yaratmayı, ortak sağlık sigortası sistemini gerçekleştirmeyi hedefliyor.

Avrupa uydusu Galileo'ya daha fazla kaynak sağlayarak, Amerikan ve Rusya'nın gözlerinden dünyayı izlemek istemediğini yineliyor.

2003'e kadar AB üyesi ülkelerde her 15 öğrenci için en az bir bilgisayar sağlanmasını, Avrupa alanında insanların birbirlerini anlayabilmeleri için eğitimde en az iki yabancı dil zorunluluğunu kararlaştırıyor.

En önemlisi, 13 adaya bakıp bakıp, hantallaşarak etkisizleşme tehlikesine karşı önlem almaya çalışıyor.

İtalyan Başbakanı Berlusconi, toplantı sonunda yaptığı basın toplantısında, ‘‘Aman Allahım, adayların da katıldığı toplantıda masanın etrafındakilerin bir merhaba demesi saatler sürdü. İleride ne yaparız. Buna karşı Solana'nın önerisini tartışıyoruz. Önümüzdeki günlerde üye ülkelerin başbakanları birer temsilci atayacak. Onlar Sevilla Zirvesi'ne kadar AB Konseyi'nin yeni koşullarda daha etkili çalışabilmesi için formüller üretecekler’’ diyor.

* * *

GENİŞLEME, Avrupa'nın en dikenli korkusu. Polonya Başbakanı 2004'te üyeliğe kabul edilmemeleri halinde Avrupa hedeflerinin sisler altında kalacağını söylüyor. 10 üye için hazırlık sürüyor.

Türkiye, Romanya ve Bulgaristan için aynı heyecan yok.

Bulgaristan Başbakanı Kral Simeon, konuşmasında bu durumun üzerinde duruyor ve bir öneriyle geliyor Barcelona'ya.

‘‘Bizim için özel bir statü hazırlayın!’’

Kral Simeon'un önerisi, Avrupa'da yeni bir tartışmanın alttan alta yapılanmaya başladığının da göstergesi. Tam üyeliğe hazırlanmaları 2004'e yetişmeyecek olanların, dışarıda kalmamalarını sağlayacak yeni bir yaklaşım. Çekirdek Avrupa'nın etrafında oluşturulacak halkalar modeli.

Bu yaklaşım bizde de, özellikle uyum konusunda zorlanan çevrelerde, olgunlaşıyor.

‘Genişleme’nin ağırlık kazanacağı, haziran ayındaki Sevilla Zirvesi'ne kadar bizi hareketli günler bekliyor.
Yazının Devamını Oku