Ferai Tınç

ETA’nın ateşkes ilanı

6 Eylül 2010
DÜN sabah İngiliz BBC televizyonu tarafından dünyaya yayılan haberden sonra gözler İspanya’ya döndü.

ETA terör örgütü BBC’ye gönderdiği bir teyp kaydında, demokratik sürecin işleyebilmesi için ateşkes ilan ettiğini açıkladı.
Ancak ateşkesin süreli olup olmadığı belli değil.

Yeni bir dönem açmak için eylemlerine son verdiğini söyleyen ETA, hükümeti “asgari demokratik taleplerin karşılanması” için hemen görüşmelere davet ediyor.

Yüzleri maskeli üç ETA militanını gösteren filmin arkasından bildiriyi okuyan kadın sesi, kararın birkaç ay önce alındığını belirtip uluslararası topluma ve bölgedeki tüm sivil toplum örgütlerine, siyasi parti ve sendikalara sürece yardımcı olma çağrısı yapıyordu.

Yazının Devamını Oku

Değişim sözde değil özde olmalı

5 Eylül 2010
ŞİDDETE son vermek için tarafların gizli ve açık değişik kanallardan bir araya gelip, ciddi görüşmeler sonucu barış sürecini başlatmalarına karşı değilim. Bugüne kadar şiddet batağına yuvarlanmış bütün toplumlarda barışa giden yol tek taraflı gayretlerle açılmadı. Ne isyan eden örgütler, ne de onları bastırmaya çalışan devletler şiddet sarmalından tek başına ve bütün topluma damgasını vuran bir “zafer” ile çıkmadılar.
İspanya, İngiltere benzeri ülkelerde bu süreç tarafların oturup konuşması ile yol aldı.
Bu yüzden, silahları susturma ihtimali taşıyan her girişimi halkın yararına atılmış bir adım olarak görüyorum.
Ama bizde bir tuhaflık var.
Başbakan Erdoğan, önceki akşam HaberTürk’ten Yiğit Bulut ile yaptığı söyleşide, “Daha önce de olduğu gibi bugün de görüşülüyor” dedi PKK’nın adını vermeden, “devlet görüşüyor.”
Ama bunun kesinlikle hükümetin dışında bir süreç olduğunu ısrarla tekrarladı.
Abdullah Öcalan da doğruluyor. Avukatlarıyla son yaptığı görüşmede yine aynı şeyi söyledi, “benimle görüşüyorlar, ama hem görüşüyorlar, hem de Başbakan milliyetçi söylemi tırmandırıyor.”
Başbakan “devlet” in görüştüğünü söylüyor. “Biz değil” diyor
Pekiyi bu kimin devleti?
¡¡¡
DEVLETİN sahibi kim?
Devlet ya da Başbakan’ın sözünü ettiği “kanallar” siyasi onay almadan kendi başlarına hareket edebilirler mi? Hangi demokratik ülkede böyle bir şey olabilir? Hangi siyasi liderlik buna izin verir.
Anayasa değişikliklerini savunurken,“Bakan arkadaşlarıma söylüyorum, (bakanlık bürokrasisini kast ederek) altınızdakilere dikkat edin” diye konuşan, yargıdan ve bürokrasiden “ayaklarımızın prangaları” diye söz eden ve devletle sürekli bilek güreşi içinde olan Başbakan, Kürt sorununun çözümünde bu “prangalar” ile gönüllü bir görev bölümü yaptığı izlenimini veriyor topluma. .
Anayasa referandumuna giderken, Başbakan kestanelere elini uzatmıyor, ama siyasi liderlik olmadan hiçbir maşa o kestaneleri ateşten alamaz, yanmaktan kurtaramaz.
Her nabza ayrı şerbet vererek Anayasa’yı istediğiniz kadar değiştirin, onu hayata uygulayacak toplumsal mutabakata ulaşamaz ve değişikliklerin kağıt üzerinde kalmasını engelleyemezsiniz.
¡¡¡
ANAYASA esasta toplumsal mutabakat belgesidir. Bunu önceki akşam yine HaberTürk’teki röportajda Başbakan da kabul ediyor ve bu paket geçerse, seçimlerden sonra yeni bir Anayasa hazırlığı sözü veriyor. Hem de bu kez “Parlamentodaki partilerin uzlaşmasıyla” diye de altını çiziyor.
Anayasa ilkeleri belirliyor. Yasal değişimleri gerçekleştiren ise siyasi irade.
Hâkim siyasi irade ise Anayasa değişikliğini toplumun önüne getiriyor ama ona uygun davranmıyor.
Bugün insan haklarını genişletmenin, ifade ve basın özgürlüğünü ileri götürmenin, pozitif ayrımcılık dâhil toplumda gerçek eşitliği sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılmasının önünü Anayasa mı tıkıyor?
Kürt meselesinin çözümü için gerekli siyasi önderliğin önünü Anayasa mı kesiyor?
Evet, yeni bir Anayasa Türkiye için şart. Ama önce değişim için toplumsal iradeyi harekete geçirecek siyasi önderlik, elini taşın altına koyma, barış ve uzlaşma söylemini öne çıkartmak gerekiyor. Yoksa uzlaşmaya dayanmayan her değişiklik kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur.
Yazının Devamını Oku

Savaş yanlıları ayağa kalkın

3 Eylül 2010
IRAK savaşı öncesinde, ABD işgalini savunanları işaret etmek, bugün başka iddiaları aynı ateşli biatla yazıp çizenlerden hesap sormak değil niyetim.

Onlar her zaman olduğu gibi, bugün de bağımlısı oldukları güç merkezlerinin çekim alanı içinde tatlı tatlı yüzerken “dün” yaptıklarının yükünü taşımazlar.       
Saddam’ın, Türkiye dahil komşularını Avrupa ve hatta Amerika’yı menzili içine alan o muazzam “süper top” projesiyle ilgili haberlerle başlayan sürecin önemli bir aşaması daha sona erdi.
Hikayenin başlangıcı Irak-İran savaşının sonlarına denk geliyor. Bugün hatırlayan kaldı mı? 1985. Yani yirmibeş yıl önce.
90’lara doğru Amerikan kaynaklı haber ve resimlerde Saddam’ın süper top projesinin ayrıntıları ve silahın ele geçen bazı parçalarını görmeye başladık.
Sonra Saddam’ın Kuveyt’i işgali geldi.
Sırra kadem bastığı için bir türlü doğrulatma ya da yalanlatma fırsatı bulunamayan ABD’nin Bağdat Büyükelçi’sinin rızası ile böyle bir harekete kalkıştığı haberleri arasında, birinci Körfez Savaşı’nı o zaman yeni kurulan CNN televizyonundan izledik.

ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Strobe Talbott’un yıllar önce bir toplantıda, “Ortadoğu’nun en güçlü ordusu olması”nı savaşın esas gerekçesi olarak gösterdiği Irak Ordusu, birinci Körfez Savaşı’nda koalisyon güçleri karşısında varlık bile gösteremedi. 

Yazının Devamını Oku

Kürt meselesinde esasa dönmek

23 Ağustos 2010
PKK’nın eylemsizlik kararı, şiddete bir süre de olsa ara verdiği için iyi bir şeydir. Ama şiddet tehdidi ile sürdürülen politikaların sonucundan kesinlikle bir “çözüm” çıkmaz. Demokratik özerklik, konfederasyon gibi sadece Kürtlerin değil, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin kaderini çizecek bir proje, “ya bu kabul edilir ya da biz silahları size doğrultmaya devam ederiz” dayatması ile tartışmaya açılamaz.
O zaman ne olur biliyor musunuz?
İşin esasını konuşup, karşılıklı anlayış iklimini yaygınlaştırmak yerine bugün olduğu gibi şiddet dili meydanlardan sokaklara, sokaklardan odalara yayılarak her tarafımızı kuşatır.
Toplumsal söylem “Teröristle görüştün-görüşmedim” üzerinden kurgulanmaya devam eder. Ve biz her gün nefreti sularız bu topraklarda.

ŞİDDETİN kesin olarak sona ermesi tabii ki görüşerek olacak. Dünyadaki diğer örneklerde de gördüğümüz gibi, Türkiye’de de herkes birbiriyle görüşecek. Ama bunun yolları da kendine özgü olacak. Kimse dışarıdan alınan bir modelin tıpa tıp burada da uygulanabileceğini düşünmesin.
Bu modeli, kendilerini barış ve çözüme adayan insanlar geliştirecek. Çözüm politikalarını halka benimsetmeye kararlı siyasi liderler ellerini taşların altına koyacak.
Diğer ülkelerden örnek alınacak tek genel doğru var o da, önce ilkelerin belirlenmesi.
İlkeler belirlenecek ki, Habur’dan girişlerde olduğu gibi çocukluklar yapılmasın. “Buyursunlar gelsinler” diye davet edilen insanlar teker teker hapislere atılmasın.
Yumuşama beklerken çatışma ortamı daha da tırmanmasın.
Bu ilkelerin nasıl, hangi yollarla, ne gibi yöntemlerle belirleneceğine ise siyaset karar verecek.
Bu süreçlerle ilgili aşırı bir şeffaflık beklemek doğru olmaz ama karartmalarla da yol alınmaz.
Hele de iletişim kanallarının bu kadar zengin olduğu bir çağda karartmalar, yasaklar, ifade özgürlükleri önündeki engellerden hiç yarar gelmez.

AVUKATLARININ son ziyaretin ardından kamuoyuna duyurdukları açıklamalarda Öcalan gelişmelerle ilgili mesajlar veriyor.
Örneğin, referandumda halkı serbest bırakma gibi yorumlanan bir önceki tavrı değişmiş. Diyarbakır’da referanduma “evet” diyeceklerini açıklayan sivil toplum örgütleri için “devletle anlaşmışlar. Tabi biz buna engel oluyoruz. Onların planları tutmuyor” diyor.
AKP, seçim yasasında baraj düşürme gibi bazı adımlar atsa, bu pozisyonun tekrar değişmesi kuvvetle muhtemel.
Aslında pazarlıklar, kapalı kapılar ardında değil, açıktan açığa yapılıyor.

SON açıklamasında Öcalan demokratik özerkliği ulus devlete alternatif olarak savunuyor. “?’Küçük bir devletimiz olsun bize yeter’ diyorlar. Bu anlayış yüz binlerce insanın ölümü anlamına gelir.” diyor.
Hatta daha derin bir tahlille “devletleşme”nin önünü kesiyor:
“Bu ulus devlet anlayışı reel sosyalizmi bitirdi. Kendi kaderini tayin etme hakkı, ister ulus devlet ister sosyalizmin ister liberalizmin görüşü olarak ortaya çıksın, nihayetinde bu kapitalizme hizmet etmektir. Marx, Engels, Lenin hepsi bunu yanlış yorumladılar.”
Demokratik özerklik talebinin tartışılması çağrısını yaparken de, “yarın seçimlerden sonra devletle çözüm önerisi tartışılırken Kürtlerin somut önerileri olmalıdır” diyor.
Çözüm önerisi devletle Kürtler arasında tartışılmayacak. Bunu hepimiz birlikte tartışacağız.
Eğer şiddete tamamen son verilse, silahlar ilelebet gömülse, esas meseleleri tartışabilecek ve hep birlikte adım atabileceğiz. Ama olmuyor. Silahların gölgesinde sadece şiddet kazanıyor. Şiddet dili besleniyor, toplum geriliyor, “alçak-sen benden alçak” kısır döngüsünün içine hapsedilen toplumun enerjisi emiliyor. Her rüzgârın önünde sürüklenir hale geliyoruz.
Esasa dönebilmek, meselelerimizi tartışabilmek için silahların tamamen susması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Sadece Hamas mı dışarıda kaldı

22 Ağustos 2010
CUMA akşamı, Filistin ile İsrail arasında doğrudan görüşmelerin başlayacağı haberi geldiğinde Hamas’ın ne tepki vereceği zaten belliydi. Hamas ve diğer bazı silahlı Filistin grupları, Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Netanyahu ile doğrudan görüşmesine karşı olduklarını açıkladılar.
Buna rağmen, Mısır ve Ürdün başta
olmak üzere Arap Birliği bu görüşmeye
açık destek veriyor.
Mahmut Abbas, Mısır Devlet Başkanı Mübarek ve Ürdün Kralı Abdullah ile görüştükten sonra Obama’nın davetine katılacağını açıkladı.
1 Eylül’de Filistin Devlet Başkanı ve İsrail Başbakanı Amerikan başkanı ile yemek yiyecekler.
2 Eylül’de de görüşmelere başlanacak.
Netanyahu, Washington’un çağrısı ile doğrudan görüşmelere “evet” dedi. Çünkü orada herhangi bir önkoşul iması yoktu.
Mahmut Abbas’ı ise ABD-Rusya-Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’in içinde bulunduğu Ortadoğu Dörtlüsü’nün daveti ikna etti.
Çünkü Dörtlü’nün bugüne kadar yaptıkları açıklamalarda İsrail’in yerleşim merkezlerinin inşasını durdurması gerektiği vurgulanıyordu. Avrupa, BM, Rusya herkes devrede.
ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Kral Abdullah ve Hüsnü Mübarek’i de görüşmelere davet edildiklerini açıkladı. 
Yani önümüzdeki ay başında Ortadoğu barış süreci yeniden canlanmaya başlarken herkes orada olacak.
* * *  
FİLİSTİN ile İsrail asındaki doğrudan görüşmeler, çok zor süreçler sonunda Obama Yönetimi’nin girişimi ile canlandırılıyor.
Kısaca, Obama ikiliyi masaya oturtuyor.
Masanın etrafı kalabalık ama arabuluculuk rollerinin biricik aktörü Ankara orada
değil. Ankara’nın adı Mavi Marmara dosyasında geçiyor. 
Bir başka toplumun iç siyasi meselelerinde taraf olmanın bedeli işte budur.
Bazı meselelerde taraf olmak da insanı “bertaraf” edebilirmiş demek ki.
Bu tutumu eleştirirken kesinlikle İsrail’in haksızlıkları karşısında sessiz kalmak gerektiğini savunmuyorum. 
Filistin halkının arkasında olmak başka,
iç politikasında etki alanı yaratmaya
çalışmak başka. 
Sonuçları ortada.
* * *
HAMAS ile iyi ilişkiler içinde olmanın, onun ılımlı bir çizgiye çekilmesine yararlı olacağını ileri sürenlere bu gün sormak istiyorum.
Madem öyle, Hamas’ı doğrudan görüşmelere destek verme konusunda ikna etmenin şimdi tam zamanı değil mi?
Ama Hamas liderleri açıklama üstüne açıklama yapıyor ve görüşme masasına oturacağı için Abbas’ı hain ilan ediyorlar.
“Biz gereken girişimleri sessizce yapıyoruz” diyorsanız, o zaman bir sorum daha var.
Neden, desteklerken yaptığınız gibi eleştirirken de kamuoyu ile bunu paylaşmıyorsunuz? Barış için atılan her adım gibi, doğrudan görüşmeleri de desteklemek gerektiğini söylemiyorsunuz?
Gazze’ye ablukanın kalkması için bu görüşmelere fırsat tanımak gerektiğini yüksek sesle söylemenin iç politikada siyasi getirisinin olmayacağını düşünüyorsunuz belki de. Öyleyse haklısınız. 
Dış politika iç politikanın enstrümanı haline gelince, işte böyle oluyor.
Yazının Devamını Oku

ABD’nin Irak’ta işi bitmedi

20 Ağustos 2010
ABD Başkanı Barack Obama, ne olursa olsun verdiği sözü tutmakta direndi ve Irak’tan asker çekme takvimine uydu.

ABD’nin son muharip birliği de Kuveyt üzerinden Irak’ı terk etti.

Geride kalan 50 bin askerin de, Irak güvenlik güçlerini eğittikten sonra ülkelerine dönmesi geçen yıl Irak ve Amerika arasında imzalanan antlaşmaya göre belirlenmişti. O takvime uyulacak mı henüz kesin kesin değil.

Amerikalılar Irak’tan ayrıldıkları için memnunlar. Ama birçok yorumcu ve üst düzey asker gibi Iraklılar da bu çekilmeye şüpheyle bakıyorlar.

Hükümet kurmakta bile aylardan beri uzlaşma sağlanamayan Irak’ta, Amerikan askerlerinin ayrılmasından sonra çatışmaların tırmanacağı endişesi hakim.

Yazının Devamını Oku

Ramazan ateşkesi

16 Ağustos 2010
PKK’nın son ateşkes kararı dikkatle incelendiğinde ilginç ipuçları taşıyor. PKK da, artık kamuoyunu dikkate almak zorunda. Halkın nabzına göre şerbet vermek durumunda. Şiddeti siyaset aracı olarak kullanan diğer uluslararası örgütlere baktığımızda terörün esas olarak uyuyan kitleleri uyandırmak ve siyaset sahnesinde kendisine yer açabilmek için bir süre kullanıldığına tanık oluyoruz. 

Tarih boyu, bastırılan ve görmezden gelinen siyasi bir talebe dikkat çekmenin en son aşaması şiddet olmuştur.

Şiddetin siyaset aracı olarak kullanılması sürecinde kararları örgütünün merkezi belirler. ETA ve İRA örneklerinde olduğu gibi. Yani, seçim kaygısı olan siyasi partilerin aksine, terör örgütleri kamuoyu tepkisine öncelik vermezler.

Ancak hedef kitlelerinin talepleri ile bu örgütlerin pozisyonları arasındaki makas açıldıkça örgütler de kamuoyunun taleplerini dikkate almak zorunda kalıyorlar. PKK’nın son ateşkes kararında da böyle bir gelişmenin izleri var.

PKK’nın, 15 Ağustos ile ilgili açıklamasında “Halkımızın ve demokratik kamuoyunun talepleri ve Önderliğimizin çağrısı üzerine Hareketimiz, mübarek Ramazan ayının huzur ortamında geçmesi amacıyla 13 Ağustos- 20 Eylül tarihleri arasında pasif savunma konumuna geçme kararı almıştır. Bu kararı kamuoyuna ilan etmiştir. Bu kararımızın halkımızın beklentilerine ve Önderliğimizin çağrısına cevap olduğunun herkes tarafından bilinmesi önem taşımaktadır” deniyor. İki ay önce şiddeti tırmandırma kararı alan PKK, Ramazan ayı nedeniyle ateşkese geri dönüyor. Referandum öncesi bölgede AKP ile rekabetin artmasının bu kararda hiç mi etkisi yok sizce?
 
* * *

İKİNCİ neden de yine kamuoyu baskısı.

PKK açıklamasında görüldüğü gibi Kongre Gel açıklamasında da “Savaşın giderek boyutlanması, Kürt ve Türk halkına büyük zararlar vermesi nedeniyle, Önderliğimize ve Hareketimize yönelik birçok çevreden eylemsizlik yapılması konusunda öneriler gelmiştir. Bunun sonucu olarak Önderliğimizin önerisi temelinde, Hareketimiz sürecin giderek diyalog ve müzakereye dönüşmesi koşuluyla şartlı ve süreli bir eylemsizlik kararı aldı” deniliyor.

KCK bildirisindeki ifade de şöyle: “Önemli gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, devletin bazı kurumları ile çeşitli çevrelerin öneri ve çağrılarını dikkate alan Önder Apo hareketimizin yönetimine gönderdiği mesajda bir kez daha barışçıl çözüme şans verilmesini istemiştir. Bu temelde hareketimizin 20 Eylül’e kadar geliştirdiği pasif savunma duruşu, barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümün gelişmesi için ciddi bir fırsat ortaya koymaktadır. Türk devletinin ve AKP hükümetinin attığımız bu adıma ve yaptığımız çağrıya olumlu cevap vermesi halinde Kürt sorununun demokratik yollarla çözümün yolu açılacaktır.”

Öcalan da, dağdakilere bu kararı onayladığını söylüyor, “Zaten benim de daha önce bu yönde çağrılarım olmuştu. Bana kalsa referanduma kadar sürmesi kafiydi, 13-14 Eylül’e kadar yeterdi” diyor.

Ramazan ve Referandum süreci, şiddet ve terörü frenliyor.

Ne olursa olsun şiddetin durması iyi bir şey. Barış çabalarına fırsat veriyor.

Öcalan ve PKK bu kısa sürede tüm aydınları barış için çaba harcamaya çağırıyor. Masanın bir tarafından silahlar, mayınlar sallanırken, PKK’nın demokratik özerklik talebi ve ortak geleceğimiz konusunda konuşabilmemiz mümkün mü? Şiddet tehdidi altında düşüncelerin samimi biçimde ortaya konmasından ve tartışarak ortak bir zeminde güç birliği noktasına varmaktan nasıl söz edilebilir? Şiddet sona ermeli. Ve bugün PKK’dan talepte bulunmak için harekete geçebilen kurumlarla birlikte Türkiye’nin yöneticileri, gerçek demokrasinin yolunu açmak ve acı dolu bir döneme nokta koymak yolunda cesaretle sorumluluk almalılar.
Yazının Devamını Oku

Bozcaada çavuşunun tam zamanı

15 Ağustos 2010
GÖĞSÜMÜ gere gere bir çavuş için mücadele ediyorum.

Onun adı, Bozcaada Çavuş üzümü.
Geçen yıl, İstanbul’da bir manavdan çavuş üzümü istediğimde, sanki çok tuhaf bir talepte bulunmuşum gibi yüzüme bakmıştı.
“Yıllardan beri, çavuş arayan ilk müşteri sizsiniz. Arayan olmadığı için biz de getirmiyoruz” demiş, beni kapkara kederlere gark etmişti.
O Bozcaada çavuşu ki, başka hiçbir çavuşa benzemeyen bir incelik, zerafet, nezaket ve letafetle arz-ı endam
etmeden İstanbul sofralarında üzüm
mevsimi başlamazdı.
Sultanların, Bozcaada Bağlarından gelen bu sarışın güzelleri bekleyişleri de tesadüf değildi tabii ki.

Yazının Devamını Oku