Paylaş
Onun adı, Bozcaada Çavuş üzümü.
Geçen yıl, İstanbul’da bir manavdan çavuş üzümü istediğimde, sanki çok tuhaf bir talepte bulunmuşum gibi yüzüme bakmıştı.
“Yıllardan beri, çavuş arayan ilk müşteri sizsiniz. Arayan olmadığı için biz de getirmiyoruz” demiş, beni kapkara kederlere gark etmişti.
O Bozcaada çavuşu ki, başka hiçbir çavuşa benzemeyen bir incelik, zerafet, nezaket ve letafetle arz-ı endam
etmeden İstanbul sofralarında üzüm
mevsimi başlamazdı.
Sultanların, Bozcaada Bağlarından gelen bu sarışın güzelleri bekleyişleri de tesadüf değildi tabii ki.
Güneşte ısınmış ballı bir çavuş tanesi, yaz serinliklerinin ayrılmaz taamıydı.
Evliye Çelebi’nin övgüyle sözünü ettiği Bozcaada Çavuşu’nu, kimyasal aromalar ile nefis körelten yeni nesiller tanımıyorlar.
Onlar, ne yazık ki meyve de yemiyorlar.
Yaprağından ağacını ayırt etmesini de bilmiyorlar.
Kadim bir meyve çeşidi olan üzümün kraliçesi Bozcaada Çavuşu’nun doğum yeri neresi tam bilinmiyor. İtalya’nın “Prenses” üzümünün hısmı olduğu iddiası var.
Ama bu ince tenli, minik çekirdekli, zengin aromalı üzüm, talep olmadığı için kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya.
Şili’den gelen fahiş fiyatlı kalın kabuklu üzümlere raflarda rastlıyoruz da, kimse Sultanların üzümü Çavuş’un farkını bilmiyor.
Oysa çavuş, Anadolu’nun incelmiş damak tadının en özgün ürünlerinden.
Ama değerbilmezliğin koyulaştığı yerde değerleri markalaştırmak mümkün olmadığı için Bozcaada Çavuşu da kendi haline terk edilmiş durumda.
Turizmin zorlayıcı baskısına göğüs
gererek bağlarını korumaya çalışan çilekeş bir avuç bağcının fedakârlığı ile yaşamaya devam ediyor.
HER şey bitti de sıra üzüme mi geldi? Evet öyle.
12 ay bebek bakar gibi kütüklerin başında dolaşıp duran bağcılar ve aileleri için, hele de bu hasat günlerinde en ciddi konu budur. Onların üzümlerini bekleyip de raflarda bulamayanlar için de.
Türkiye tarım politikalarına bir türlü ciddiyetle yaklaşamadı. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr Hüseyin Ekinci’yi, bu hafta içinde ziyaretim sırasında Türkiye’nin doğru düzgün bir toprak analizinin bile yapılmadığını şaşkınlıkla öğrendim.
Topraklarımızı o kadar bilmiyoruz ki üzerinde yetişenin de farkında değiliz.
Pazarda nektarin adıyla satılan beyaz kabuklu bir meyvenin, “Bayramiç Tüysüzü” adıyla bilinen ve yüz yıllardan beri Çanakkale civarında yetişen bir meyve olduğunu biliyor muydunuz?
“Atın Çilek” adıyla pazara sunulan ithal meyveye en üst siyasi düzeyde tanıtım yapılırken, bizim “Bayramiç Tüysüzü”nün adının bile bilinmemesi ne kadar hazin.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekan Yardımcısı Doçent Doktor Murat Şeker bu konudaki araştırmasından söz etmemiş olsaydı ben de Bayramiç Tüysüzü’nü genleriyle oynanmış nektarin sanıp yüzüne bakmayacaktım.
İTALYA’dan sonra ikinci üzüm ihracatçısı ülke olan Türkiye’de, üreticinin hal mafyaları ile karşı karşıya bırakılması da bir başka gerçeğimiz.
Bunlar ciddi konular listesinin
neresine girer bilemiyorum. Ama benim
için çok ciddi.
Siz de önce Bozcaada Çavuşu’nun bir tadına bakın ve bu üzümü yaşatmak ciddi bir iş midir değil midir öyle karar verin.
Paylaş