Ferai Tınç

Yeni bir sayfa

26 Eylül 2010
SAYIN Başbakan, dün medya temsilcileri ile yaptığınız konuşmada yeni bir sayfa açmaktan söz ediyorsunuz. Bu çok iyi.
Birkaç yıl önce Basın Enstitüsü Derneği olarak sizinle görüşerek, hapis ve orantısız para cezalarının basın özgürlüğüne ciddi bir tehdit oluşturduğunu söylemek ve kaygılarımızı paylaşmak istedik.
Şimdilerde eski mesleği gazeteciliğe geri dönen bir “meslektaş”ımız, bu talebimizi ilettiğimiz zaman “Neden siz geliyorsunuz patronunuz gelsin” diyince girişimimiz sonuçsuz kaldı.  
Her ne kadar, muhalefet de dâhil siyasilerin ve devlet kurumlarının medyaya seslerini, medya kuruluşlarının patron ve yöneticileri yerine, kendilerine akredite muhabirler aracılığıyla duyurmalarını yeğlesem de dünkü toplantınızı sevinçle karşılıyorum.
Bu yakınlaşma mesleğimizin içinde bulunduğu ciddi sorunların aşılmasının ve demokrasinin güvencesi olan basın özgürlüğünün önünü açabilir. 
Bugün Türkiye’de medya hem yasaların hem de tahammülsüzlüğün tehdidi altındadır. 
Yazdıkları yazılar, yaptıkları haberler ve not defterleri, bilgisayardaki dosyaları nedeniyle tutuklu bulunan gazetecilerin sayısı Türkiye için utançtır.
* * *   
TÜRKİYE’nin içinde bulunduğu ve gizli belgelerin ortalıklara yayıldığı bu dönem gazetecilerin işlerini daha da zorlaştırmaktadır. Çünkü gizli belgelerin yayınlanmasıyla ilgili sınırlamalar, araştırmacı gazeteciliğin önündeki en büyük engel durumundadır.
Kamuoyuna çeşitli kanallardan zaten ulaşmış olan belge ve bilgilere “gizlilik” kılıfı ile dokunulmazlık kazandırmak demokrasi değildir.
Evet, her belge ve bilgiyi ham haliyle yayınlamak da kötü gazeteciliktir. Ama iyi ve kötü gazeteciliğin değerlendirmesini okur eninde sonunda zaten yapar. Hapis cezalarıyla gazetecilerin işlerini yapamaz hale getirilmeleri doğru bir seçenek midir sizce?
Hükümetin icraatlarını yeterin kadar övmeyen, size göre haklı ya da haksız eleştiri ve yorumlardan da şikâyetçisiniz.
“Medyaya yönelik sert eleştirilerimiz bir sindirme ya da baskı niyetiyle değil, haksız eleştiriye, hakarete, iftiraya yönelik bir isyanın tezahürü” diyorsunuz.
Haksız eleştiri, hakaret, iftira aynı şeyler değildir. Demokrasilerde bunlara karşı tepkinin dozu, yani “orantısallığı”  da önemlidir.
Bir noktayı anımsatmama izin verin. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında ifade özgürlüğü, “onaylanan, zararsız olduğu kabul edilen, nasıl olursa olsun fark etmeyen bilgi ya da düşünceler” ile sınırlı değildir. Aksine AİHM, ifade özgürlüğünün hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğunu söyler.    
Bunlara karşı verilecek tepki, yaptırımları tetikleyen “isyan” değil tolerans olmalıdır.
Çünkü bu isyan başbakanın ağzından patronları, yazarlarını işten kovmaya davet boyutlarına varabilir. Karşıt görüşleri “darbeci-hain” ilan etmeye ulaşabilir. İşte o zaman ifade ve basın özgürlüğü iklimi ağır darbe alır.
Patronlar, bu baskı altında kendilerini hükümet ya da başbakanın yerine koyup, keskin dilli muhalif yazarlarını işten atacak kadar “iktidar empatisi” gösterme durumunda kalırlar.
Oto sansürün ağır baskısı altında, iktidar şakşakçısı medya ile nereye kadar demokrasiden söz edilebilir? 
Eğer Türkiye 21’inci yüzyılın bölgesel gücü olma hedefine ulaşacaksa, bunu şakşakçı değil, sorumlu ve özgür medya ile gerçekleştirecek.     
Evet, gelin yeni bir sayfa açalım.  Ve buna bugün, hapis ve orantısız para cezaları ile gazetecileri mesleklerini yapamaz hale getiren yasaları gözden geçirerek başlayalım.
Yazının Devamını Oku

Ferai Tınç

24 Eylül 2010
Yazarımız seyahatte olduğundan bugün yazısını yazamamıştır.  
Yazının Devamını Oku

Bir ilk ve Pangalos

20 Eylül 2010
İZMİR’e bu yakışırdı. Dün Türkiye ve Yunanistan’dan bir grup gazeteci on yıllık bir çabanın son noktasını birlikte koyarken böyle düşündüm. İzmire bu yakışırdı. İki ülkenin gazetecileri. on yıllık çabayı genç meslektaşlar için işbirliği platformu sağlayacak daha kurumsal bir noktaya taşıdılar.

Oktay Ekşi’nin inatçı ısrarları, Haluk Şahin, Nur Batur, Yorgo Kirbaki ve Yannis Tzanetakos, Panos Koliopanos, Alkis Kurkulas’ın da ilk adımı atmaları ile başlayan süreç dün yeni bir aşamaya girdi.

Türk-Yunan Gazeteciler Birliği kurulması için kararı verildi. 

Kuruluş toplantısı, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı ve Yunanistan Başbakan Yardımcısı Theodoros Pangalos’un katılımlarıyla açıldı.
Yazıcı, beklendiği gibi, Türkiye’nin iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine verdiği önemi ve katkıyı anlattı.

Yazının Devamını Oku

Eğitim boykotu Kürt çocuklarına cezadır

19 Eylül 2010
KOSOVA’da Arnavutlar, Miloşeviç’in feshettiği özerkliklerini geri kazanmak için Sırbistan devleti ile bütün ilişkilerini kopardıkları zaman çocuklarını da okullardan aldılar. Bütün bankalar ile de ilişkilerini kestiler, vergilerini ödemediler, kendi kendilerini yönetmeye başladılar.
Evlerde açtıkları okullarda çocuklarını eğittiler.
Ama bütün bunları yapabilmek için önce aralarında büyük bir anlaşma sağladılar. ABD ve Avrupa’dan gelen desteği de göz ardı etmemek lazım.
Yine bütün bunlara kalkıştıkları zaman Bosna savaşı yüzünden Sırbistan dünyada yalnız kalmış, diğer bütün bölgelerini kaybetmiş, Belgrad’da bile Miloşeviç Yönetimi’ne karşı ciddi bir muhalefet yükselmeye başlamıştı.
Neden yazıyorum?
BDP, yanlış hesaptan hemen dönsün diye. Türkiye’de durum Kosova’dakine hiç benzemiyor bir, özerkliğe çocukların eğitim hakkına el koyarak başlanmaz iki.
Ayrıca bu tek taraflı değil, herkesin birlikte vereceği bir karardır.
* * *
BİR toplumun kendi kendini yönetecek olgunluğa ulaşması ile oradaki eğitim düzeyinin hiç mi ilgisi yoktur?
Biz yıllardan beri eğitimde fırsat eşitliğinin tüm Türkiye’de özellikle de Güneydoğu Anadolu’da mümkün olabilmesi için sesimizi yükseltmedik ki?
Hatta eğitimin teşvik edilmesi için, bütün kızlar okula gidebilsin diye devletin bu bölgelerde pozitif ayrımcılık uygulamasını gönüllü olarak kabul etmedik ki?
Ne İstanbul’da ne Ankara ya da İzmir’de, Adana veyahut Konya’da bu ülkenin vatandaşları “Güneydoğu’da çocuklarını okula göndersinler diye kadınlara para veriyorsunuz. Bizim de ihtiyacımız var, bize de verin” dedi mi?
İtiraz etti mi?
Çünkü bugün bu ülke insanları için bir çocuğun okula gitmesinden daha önemli, daha hayati, daha sevap bir şey yoktur. Ve eğer o paralar çocukların okula gidebilmesi için gerekliyse mutlak eşitlikte kimse ısrar etmez.  
Türkiye cehaletini aşmaya çalışırken, Türk olsun Kürt olsun herkes ancak eğitim ile küresel rekabete hazırlanacağının bu kadar farkındayken BDP’nin okulları boykot kararı tam bir fiyaskodur. 
* * *           
KİMLİĞİNİ açıklamak istemediğim bir Güneydoğu kentinin belediye başkanı ile bölgede açılan Kürtçe kursların neden devam etmediğini tartışırken bana söylediklerini size aktarmak istiyorum. “Herkes çocuklarını İngilizce kurslarına gönderiyor, sınavlara hazırlansın diye dershanelere yolluyor” demişti.
Kabul ediyorum, bir çocuğun ana dilini düzgün biçimde öğrenmesi için devlet yardımcı olmalıdır. Bir kişi bile olsa dershanenin kapısını açık tutacak bir sübvansiyon gerekebilir, ama bu ciddi meseleyi çözmek için çocukların okula gitme hakkı ellerinden alınmalı mıdır?
Referandum boykotu, oy kullanma hakkından gönüllü feragat anlamına gelen siyasi bir karardı.
Bu, oy kullanma hakkına sahip her bireyin özgür iradesi aldığı bir karardı sonunda. 
Ama eğitim boykotu, çocuğun en doğal hakkına dışarıdan müdahale etmektir. Çocuklar üzerinden siyaset yapma çapsızlığıdır. 
* * *
BU arada Hakkâri’deki patlamanın BDP ile Hükümet arasındaki görüşmeleri sekteye uğratması da üzücü. Bozguncunun da amacı zaten barış yollarını tıkamak. 
O zaman onun oyununa gelmemek lazım. Keşke AKP Hükümeti, siyasi diyalog kanallarının açılması için, referandum sonrası yelkenine doldurduğu rüzgâra uygun bir cesaretle görüşmeme kararını yeniden gözden geçirse. BDP de eğitim hakkını ihlal eden kararını değiştirse. Ve yarın bir çocuk bile okulların açılış heyecanını yaşamaktan mahrum kalmasa.
Yazının Devamını Oku

Demokrasinin garantisi yok

17 Eylül 2010
SESSİZ sedasız ayrılığın ardından geçen yirmi yıl içinde Slovakya’da demokrasinin ne kadar zor bir süreç olduğunu anlatırken Başbakan İveta Radicova, “demokrasi ve özgürlükler aşk gibidir. İlgilenmezseniz kaybedersiniz” diyordu.

En eski uluslar arası basın özgürlüğü örgütü olan IPI’ın altmışıncı kuruluş yıldönümünde Slovakya Başbakanı’nın ne kadar haklı olduğunu bugün içinde bulunduğumuz durum gösteriyor. 
Pazartesi günü Viyana’da başlayan ve Bratislava’da sona eren genel kurul toplantılarının sonunda oy birliği ile kabul edilen kınamalar bu yıl her yılkinden daha fazlaydı.
Ama en ilginci bu kınamaların arasına Avrupa ile ilgili olan bir tanesinin de eklenmesiydi.
Kazanılmış hakların gölgesinde yaşayan Avrupa, bir gün gelip bu hakların aşınabileceğini düşünmediği için tehlike çanlarını da duymuyor.
IPI’ın oy birliğe ile kabul ettiği kararda, “Avrupa’da barış özgürlüğü ikliminin kötüleşmesine” dikkat çekildi.

Demokratik kurumların güçlü olduğu inancı taşınan bazı ülkelerde bile basın özgürlüğünün yeni getirilen yasalarla kısıtlanmak istendiği vurgulanan açıklamada, telefon dinlemelerini yayınlayacak gazetecilere hapis ve yüksek tazminat cezalarını öngören İtalya kınandı.

Yazının Devamını Oku

İşe basın özgürlüğü ile başlayalım

13 Eylül 2010
YORGUN bir gün ve gecenin ardından, her şeyin bitmediğine, daha yeni başladığına ayılmak zaman alır. İşe nereden başlayacağını bilemez insan.
Bugün hiç zaman kaybetmeden işe nereden başlayacağımız konusunda önerilerim var.
Yamalı bohça haline gelen bu anayasayı yeni baştan ama bu kez çok geniş bir uzlaşmayla hazırlamak için çalışmaya başlayalım.
Ama bunun için özgür düşünce, özgür ifade ortamını yaratmalıyız. İletişim özgürlüğü tam olmadan, herkesin kendisini tabulara ve kanunlara çarpmadan en rahat biçimde ifade edebileceği bir ortam yaratmadan uzlaşmaya varmak zor. Toplumsal sözleşmeye ulaşmak ise daha da zor.
Türkiye’de bugün böyle bir ortam yok. Haydi öyleyse basın özgürlüğünden başlayalım. 
  
ULUSLARARASI Basın Enstitüsü’nun 2010 raporu dün Viyana’da açıklandı. 
Bu yıl bütün dünyada basın özgürlüğü açısından sorunlu bir yıl.
İlk on ayda dünyanın çeşitli yerlerinde ölen gazetecilerin sayıları 50’yi aşıyor.
Raporda Türkiye Avrupa ülkeleri arasında yer alıyor. Ama “tedirginlik” yaratanlar ülkeler arasında.
Kendisi de gazeteci olan, Boston Globe ve Detroit News gibi Amerikan gazetelerinde muhabirlikten editörlüğe kadar çeşitli görevlerde bulunan IPI direktörü Allison McKenzie, “Bazı Avrupa ülkelerindeki gelişmeler kaygıyla izliyoruz” diyor.
Yunanistan’da bir gazetecinin öldürülmesi, İtalya’da politikacılarla ilgili her belge ve bilgiye neredeyse gizlilik damgası vuracak bir yasanın yürürlüğe sokulması, gazetelere açılan davalarda para cezalarının ödenemez derecede yüksek oluşuna dikkat çekiliyor raporda.
Türkiye ise, basın özgürlüğü konusunda notu en kırık Avrupa ülkeleri arasında.
Türkiye’de çok sayıda gazetecinin, yorumları ve haberler nedeniyle hapiste olduğu, 700’den fazla gazeteci hakkında hapis cezası istemi ile davalar açıldığı belirtiliyor raporda. Türkiye’de yasaların bu duruma imkan sağladığı da vurgulanıyor.
      
ANAYASA, hakları ve özgürlükleri teminat altına alıyorsa demokratik demektir. Ama bugün Türkiye’de öyle değil. Basın özgürlüğü, üç ayrı yasa ve oralarda yer alan birçok maddenin varlığı yüzünden tehdit altında. 
Üstelik de Avrupa Birliği reformlarına uyum sağlarken yapılmıştı bu yasalar.
O gün itiraz ederken yeterince ısrarcı olamadığımız, güç birliği sağlayamadığımız için bugün acı sonuçlarını Türkiye’de değişik görüşteki, farklı kamplardaki bütün gazeteciler paylaşıyor.
Hapis cezası istemi ile 700 gazetecinin yargılanıyor olması ne demek?
Teselli etmek için “bu cezalar erteleniyor” deniyor. Çok teşekkür ederiz, hapise girmiyorsunuz ama ceza orada duruyor “susmazsan kötü olur” tehdidi başınızın üzerinde sallanan bir kılıç.
Bu gerçeğin yarattığı sonuç ortada. 
“Taraftar” olmaktan başka seçenek bırakılmayan gölgeler tayfası.
Bu içler acısı durumu yüzünden de  Türkiye bugün Avrupa’nın basın özgürlüğü sıralamasında en geri ülkeleri arasında. 
Anayasayı en geniş uzlaşma ile yeniden kaleme almadan önce köklü değişiklikler gerekiyor.
Basın özgürlünü sınırlayan yasaların değişmesi ilk adım olmalı. 
Değiştirmeye var mısınız?
Yazının Devamını Oku

Avrupa’dan “geri dön” mesajı

12 Eylül 2010
AVRUPA Birliği Dışişleri bakanları Brüksel’de önceki gün ve dün bir araya geldiler. Ne var bunda diyebilirsiniz, Anayasa paketi için son sözün söyleneceği böyle bir günde bu mesele sıradan gibi de gelebilir.
Ama değil. Bu toplantı, öncesinde gelen işaretleri değerlendirdiğimde Türkiye açısından sıradan bir toplantının ötesine geçtiğini anlıyorum.
Yarından sonra referandum sonuçlarını nasılsa birlikte değerlendirip, “aman kaçınılsın” dediğimiz her şeyi birbirimizin gözünün içine baka baka yapacağız. 
Unuttunuz mu, seçimlerden sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “bana oy vermeyenlerin de başbakanı olacağım” demişti, “Bertaraf olursunuz, hain olursunuz”lara kadar geldik. Muhalefet de kavgaya hazır. 
Ne yazık ki iç politikada sorunları gerilim yaratmadan çözecek bir anlayış geliştiremiyoruz. Çatışma eğilimi uzlaşma arayışının önüne geçiyor. Ama bütün bunlara rağmen dıyarıda olup biteni de gözden kaçırmamak gerekiyor. Olayları yönlendirmek için olmasa bile, olan biten karşısında şaşırmamak için en azından.
* * *
BRÜKSEL’deki toplantıda, Avrupa uygulanabilir ortak dış politika oluşturmayı konuşuyor.
Ama Pakistan, en önemli tehdit olarak masada. Küresel bir tehdit halini almakta olan sel felaketinin sonuçlarının ne olacağı henüz hesaplanabilmiş değil ama daha şimdiden önümüzdeki günlerin ciddi sorunlara gebe olduğu anlaşılıyor. 
Pakistan Ordusu’ndan gelen açıklamalar düşündürücü. “Felaketzedelere yardım ile meşgul olduğumuz için, El Kaide ve Taliban ile uğraşacak gücümüz kalmadı” diyorlar ve askeri yardım istiyorlar.
Bu kritik durum karşısında Avrupa Birliği’nin insani ve güvenlik boyutlarıyla konuyu gündeme taşımasından daha anlaşılabilir bir şey olamaz.
Sorunlar arttıkça Avrupa, Türkiye’nin rolünün önemini daha net biçimde görüyor.
Türkiye’nin, sistem dışı adımlar atmaya başlaması da Avrupa’yı uyandıran nedenler arasında tabii ki.    
* * *
İNGİLTERE ve Finlandiya dışişleri bakanlarının bu toplantı nedeniyle kaleme aldıkları ve Financial Times Gazetesi’nde yayınlanan makalesi önümüzdeki dönemle ilginç bazı önerileri üstü kapalı da olsa içeriyordu. Makale genel olarak, “Türkiye de Avrupa da üzerlerine düşeni yapsınlar” çerçevesindeki o bildiğimiz yaklaşımı yansıtıyor. Ama bugüne kadarkilerden daha farklı tonlamalar ve mesajlar içeren cümleler var. Benim dikkatimi onlar çekti. İki bakan, Türkiye’nin dünya sahnesinde gelişen rolüne dikkat çekip, ancak tam üyelikten sonra Türkiye’nin tam olarak Avrupa’ya katkıda bulunabileceğini belirttikleri yazıda diğer meslektaşlarının bir noktada dikkatini çekiyorlar.
“Türkiye ile müzakereler yavaş gidiyor. Ama onun ilişkilerinden yararlanmak için Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliğini beklememesi gerektiğine inanıyoruz” diyorlar.
Nedir bu ilişkiler? Türkiye’nin Balkanlar ve Ortadoğu’daki etkisi ama daha önemlisi İran ve Afganistan ile Pakistan.
Türkiye’nin İran ile nükleer krizde, AB’nin dış politikası ile  uyumlu davranmasının önemi hatırlatılıyor.
Ama bakanlar en çok Türkiye’nin Afganistan ve Pakistan’da Avrupa için hayati bir ortak olduğunun bilinmesini istiyorlar.
Bu da şaşırtıcı bir şey değil, çünkü Afganistan ile ilgili olarak hem hem Washington hem de Brüksel Türkiye’Den daha aktif rol beklentisini her fırsatta dile getiriyorlar. 
Buna Pakistan eklendiğini de hesaba katmamız gerekiyor. 
* * *      
BU makalenin de işaret ettiği gibi önümüzdeki günlerde Brüksel’in ortaklık eksenini  Türkiye ile dış politika ve ekonomik işbirliği alanlarına döndüreceği anlaşılıyor.
Bunun siyasi ayağının zayıf kalması mümkün mü? Ne kadar arka plana itilmeye çalışılsa da mümkün değil. Türkiye sadece bir “stratejik ortak” olmak istemiyor. Ama siyasi ortaklık dendiğinde devreye kamuoyları giriyor. O açıdan bakıldığında ise, her iki taraf açısından hiç de şanslı bir dönem değil.
Yazının Devamını Oku

AB, desteğini ince ayarla düzeltti

10 Eylül 2010
ARİFE günü kentlerdeki trafik yoğunluğu şehirler arası yollara geçmişti. Araçlarında sıkışıp kalan şehir insanlarının gözlerinde bayram enerjisinin ışığı şöyle dursun tam bir gerginlik, bıkkınlık, sabırsızlık hakimdi.

Kampanya yorgunu halkımın üzerine bir de bayram trafiğinin gerginliği gelince sinirler iyice gerilmiş.  

Umuyorum bugün her şeye bir ince ayar çekebilir ve bayramın sıcaklığını birlikte yaşayabiliriz. Daha az bağırarak konuşuruz mesela, daha çok dinleyip anlamaya çalışırız birbirimizi. 

İyi bayramlar dileyerek başlarken, son günlerde başka bir yerlerde üst üste çekilen ama bir türlü tutturulamayan ince ayarlardan söz etmek istiyorum.   

Evet, Avrupa’nın kafası karışık. Anayasa referandumu öncesinde Brüksel’den açıklamalar ardından da düzeltmeler geliyor. 

Yazının Devamını Oku