AVRUPA Birliği Dışişleri bakanları Brüksel’de önceki gün ve dün bir araya geldiler.
Ne var bunda diyebilirsiniz, Anayasa paketi için son sözün söyleneceği böyle bir günde bu mesele sıradan gibi de gelebilir. Ama değil. Bu toplantı, öncesinde gelen işaretleri değerlendirdiğimde Türkiye açısından sıradan bir toplantının ötesine geçtiğini anlıyorum. Yarından sonra referandum sonuçlarını nasılsa birlikte değerlendirip, “aman kaçınılsın” dediğimiz her şeyi birbirimizin gözünün içine baka baka yapacağız. Unuttunuz mu, seçimlerden sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “bana oy vermeyenlerin de başbakanı olacağım” demişti, “Bertaraf olursunuz, hain olursunuz”lara kadar geldik. Muhalefet de kavgaya hazır. Ne yazık ki iç politikada sorunları gerilim yaratmadan çözecek bir anlayış geliştiremiyoruz. Çatışma eğilimi uzlaşma arayışının önüne geçiyor. Ama bütün bunlara rağmen dıyarıda olup biteni de gözden kaçırmamak gerekiyor. Olayları yönlendirmek için olmasa bile, olan biten karşısında şaşırmamak için en azından. * * * BRÜKSEL’deki toplantıda, Avrupa uygulanabilir ortak dış politika oluşturmayı konuşuyor. Ama Pakistan, en önemli tehdit olarak masada. Küresel bir tehdit halini almakta olan sel felaketinin sonuçlarının ne olacağı henüz hesaplanabilmiş değil ama daha şimdiden önümüzdeki günlerin ciddi sorunlara gebe olduğu anlaşılıyor. Pakistan Ordusu’ndan gelen açıklamalar düşündürücü. “Felaketzedelere yardım ile meşgul olduğumuz için, El Kaide ve Taliban ile uğraşacak gücümüz kalmadı” diyorlar ve askeri yardım istiyorlar. Bu kritik durum karşısında Avrupa Birliği’nin insani ve güvenlik boyutlarıyla konuyu gündeme taşımasından daha anlaşılabilir bir şey olamaz. Sorunlar arttıkça Avrupa, Türkiye’nin rolünün önemini daha net biçimde görüyor. Türkiye’nin, sistem dışı adımlar atmaya başlaması da Avrupa’yı uyandıran nedenler arasında tabii ki. * * * İNGİLTERE ve Finlandiya dışişleri bakanlarının bu toplantı nedeniyle kaleme aldıkları ve Financial Times Gazetesi’nde yayınlanan makalesi önümüzdeki dönemle ilginç bazı önerileri üstü kapalı da olsa içeriyordu. Makale genel olarak, “Türkiye de Avrupa da üzerlerine düşeni yapsınlar” çerçevesindeki o bildiğimiz yaklaşımı yansıtıyor. Ama bugüne kadarkilerden daha farklı tonlamalar ve mesajlar içeren cümleler var. Benim dikkatimi onlar çekti. İki bakan, Türkiye’nin dünya sahnesinde gelişen rolüne dikkat çekip, ancak tam üyelikten sonra Türkiye’nin tam olarak Avrupa’ya katkıda bulunabileceğini belirttikleri yazıda diğer meslektaşlarının bir noktada dikkatini çekiyorlar. “Türkiye ile müzakereler yavaş gidiyor. Ama onun ilişkilerinden yararlanmak için Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliğini beklememesi gerektiğine inanıyoruz” diyorlar. Nedir bu ilişkiler? Türkiye’nin Balkanlar ve Ortadoğu’daki etkisi ama daha önemlisi İran ve Afganistan ile Pakistan. Türkiye’nin İran ile nükleer krizde, AB’nin dış politikası ile uyumlu davranmasının önemi hatırlatılıyor. Ama bakanlar en çok Türkiye’nin Afganistan ve Pakistan’da Avrupa için hayati bir ortak olduğunun bilinmesini istiyorlar. Bu da şaşırtıcı bir şey değil, çünkü Afganistan ile ilgili olarak hem hem Washington hem de Brüksel Türkiye’Den daha aktif rol beklentisini her fırsatta dile getiriyorlar. Buna Pakistan eklendiğini de hesaba katmamız gerekiyor. * * * BU makalenin de işaret ettiği gibi önümüzdeki günlerde Brüksel’in ortaklık eksenini Türkiye ile dış politika ve ekonomik işbirliği alanlarına döndüreceği anlaşılıyor. Bunun siyasi ayağının zayıf kalması mümkün mü? Ne kadar arka plana itilmeye çalışılsa da mümkün değil. Türkiye sadece bir “stratejik ortak” olmak istemiyor. Ama siyasi ortaklık dendiğinde devreye kamuoyları giriyor. O açıdan bakıldığında ise, her iki taraf açısından hiç de şanslı bir dönem değil.