SAYIN Başbakan, dün medya temsilcileri ile yaptığınız konuşmada yeni bir sayfa açmaktan söz ediyorsunuz.
Bu çok iyi. Birkaç yıl önce Basın Enstitüsü Derneği olarak sizinle görüşerek, hapis ve orantısız para cezalarının basın özgürlüğüne ciddi bir tehdit oluşturduğunu söylemek ve kaygılarımızı paylaşmak istedik. Şimdilerde eski mesleği gazeteciliğe geri dönen bir “meslektaş”ımız, bu talebimizi ilettiğimiz zaman “Neden siz geliyorsunuz patronunuz gelsin” diyince girişimimiz sonuçsuz kaldı. Her ne kadar, muhalefet de dâhil siyasilerin ve devlet kurumlarının medyaya seslerini, medya kuruluşlarının patron ve yöneticileri yerine, kendilerine akredite muhabirler aracılığıyla duyurmalarını yeğlesem de dünkü toplantınızı sevinçle karşılıyorum. Bu yakınlaşma mesleğimizin içinde bulunduğu ciddi sorunların aşılmasının ve demokrasinin güvencesi olan basın özgürlüğünün önünü açabilir. Bugün Türkiye’de medya hem yasaların hem de tahammülsüzlüğün tehdidi altındadır. Yazdıkları yazılar, yaptıkları haberler ve not defterleri, bilgisayardaki dosyaları nedeniyle tutuklu bulunan gazetecilerin sayısı Türkiye için utançtır. * * * TÜRKİYE’nin içinde bulunduğu ve gizli belgelerin ortalıklara yayıldığı bu dönem gazetecilerin işlerini daha da zorlaştırmaktadır. Çünkü gizli belgelerin yayınlanmasıyla ilgili sınırlamalar, araştırmacı gazeteciliğin önündeki en büyük engel durumundadır. Kamuoyuna çeşitli kanallardan zaten ulaşmış olan belge ve bilgilere “gizlilik” kılıfı ile dokunulmazlık kazandırmak demokrasi değildir. Evet, her belge ve bilgiyi ham haliyle yayınlamak da kötü gazeteciliktir. Ama iyi ve kötü gazeteciliğin değerlendirmesini okur eninde sonunda zaten yapar. Hapis cezalarıyla gazetecilerin işlerini yapamaz hale getirilmeleri doğru bir seçenek midir sizce? Hükümetin icraatlarını yeterin kadar övmeyen, size göre haklı ya da haksız eleştiri ve yorumlardan da şikâyetçisiniz. “Medyaya yönelik sert eleştirilerimiz bir sindirme ya da baskı niyetiyle değil, haksız eleştiriye, hakarete, iftiraya yönelik bir isyanın tezahürü” diyorsunuz. Haksız eleştiri, hakaret, iftira aynı şeyler değildir. Demokrasilerde bunlara karşı tepkinin dozu, yani “orantısallığı” da önemlidir. Bir noktayı anımsatmama izin verin. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında ifade özgürlüğü, “onaylanan, zararsız olduğu kabul edilen, nasıl olursa olsun fark etmeyen bilgi ya da düşünceler” ile sınırlı değildir. Aksine AİHM, ifade özgürlüğünün hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğunu söyler. Bunlara karşı verilecek tepki, yaptırımları tetikleyen “isyan” değil tolerans olmalıdır. Çünkü bu isyan başbakanın ağzından patronları, yazarlarını işten kovmaya davet boyutlarına varabilir. Karşıt görüşleri “darbeci-hain” ilan etmeye ulaşabilir. İşte o zaman ifade ve basın özgürlüğü iklimi ağır darbe alır. Patronlar, bu baskı altında kendilerini hükümet ya da başbakanın yerine koyup, keskin dilli muhalif yazarlarını işten atacak kadar “iktidar empatisi” gösterme durumunda kalırlar. Oto sansürün ağır baskısı altında, iktidar şakşakçısı medya ile nereye kadar demokrasiden söz edilebilir? Eğer Türkiye 21’inci yüzyılın bölgesel gücü olma hedefine ulaşacaksa, bunu şakşakçı değil, sorumlu ve özgür medya ile gerçekleştirecek. Evet, gelin yeni bir sayfa açalım. Ve buna bugün, hapis ve orantısız para cezaları ile gazetecileri mesleklerini yapamaz hale getiren yasaları gözden geçirerek başlayalım.