Solun dili olsa

SOLUN dili tutuk. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinden tutun da terörizme karşı savaş, radikal dinci akımların güçlenmesi ve yükselen ırkçılığa kadar insanlığın karşı karşıya olduğu önemli konularda sol, etkileyici hiç bir politika geliştiremiyor.

Sovyetlerin dağılmasının yenilgisini üzerinden atamayan sol siyasetin boş bıraktığı alanı muhafazakarlık alıyor.

Siyaset, din prizmasından bakılarak değerlendiriliyor. Bunu Türkiye açısından söylemiyorum. Her yerde böyle.

Terörizme karşı mücadelede, yoksulluk konuşulacağına din konuşuluyor. Ortadoğu’da eşitsizlik konuşulacağına, İslamiyet tahlilleri yapılıyor.

Avrupa’da yükselen ırkçılık masaya yatırıldığında, soruna yine din temelinde yorumlar getiriliyor.

Dergiler kapaklarına başörtülü kadın resimleri basıp ‘Avrupa’nın istenmeyen konukları’ başlığını atıyorlar.

Türkiye’nin üyeliği konusunda da Avrupa’nın toplumsal bilinçaltını, bu muhafazakar yaklaşım kilitliyor.

*

AVRUPA solu, bu rüzgára karşı günün koşulların uygun dinamik yorumlar getiremiyor. Ne yabancılar konusunda etkileyici bir söylem, ne aile, ne din konularında sözü yok solun.

Irak savaşını kınamak, Bush Yönetimi’ne eleştiriler yağdırmanın dışında, insanların hayattaki sorunlarıyla ilgili soldan bir yorum yapma yeteneği tamamen kaybolmuş durumda.

Solu, sadece bir şikayet ve ret cephesi haline getiren yaklaşımın yerine kalkınma, istikrar ve barış arayışının merkezine eşitliği oturtan bir sol rönesansa ihtiyaç var.

Sorunların temelinde binlerce yıldan beri yatan şey aynı. Eşitsizlik. Ama ayrıcalıklar temelinde etlenip butlanan sistemin katlanamadığı tek sözcük de bu değil mi? .

*

ROMA’da iki gün önce düzenlenen Türk-İtalyan forumunda, İtalya’nın ana muhalefet Partisi Sol Demokratlar’ın lideri Fassino, Avrupa kamuoyunun genişleme sürecini ‘bir lütuf’ olarak algıladığını anlattı.

Avrupalılar, üyeliğin sadece Türkiye’nin çıkarına olduğuna inanıyorlar. Avrupa’nın da bu üyelikten yararlanacağını düşünmüyorlar. Bu Türkiye ile sınırlı bir anlayış değil. Yeni gelen diğer ülkeler için de öyle oldu’ dedi Fassino.

Ama Türkiye’nin farkı ‘iki kimlikli olmasıydı’.

‘Türkiye, Avrupalı bir ülkedir ama Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkedir. Avrupa, bu iki kimlik meselesini çözemiyor.’ Fassino’ya göre sorun buradaydı. Sol parti olarak, bu iki kimliklilikle yüzleşmek ve Türkiye’ye, etap etap ilerleyecek bir üyelik sürecini, net bir biçimde tanımak gerektiğini düşünüyorlardı. Ama Avrupa’da seslerini ne kadar duyurabildikleri belli değil.

*

AVRUPA kamuoyunun endişelerini üç noktada özetlemek mümkün. Türk akını. Üyelikten sonra Türkler serbestçe gelecek, zaten bozuk olan düzenimiz bozulacak, ucuz iş gücü yaratacaklar işlerimizden de olacağız; milyonlarca Müslüman gelecek ve bize kendi yaşam biçimlerini dayatacaklar; 25 üyeye çıktık, yeni gelenleri hazım etmeden bir de Türkiye’yi almak, dalgalarla boğuşan küçük bir tekneye bir fili bindirmek kadar akılcıdır.

Türkiye ile mutlaka müzakerelerin başlamasını istediğini söyleyen ve bununla da kalmayıp, sonrası için gösterilen hedefin de net olmasını isteyen İtalya’da ile getirilen endişeler bunlar.

Beni anlamalarını çok istediğim için, onları anlıyorum. Endişelerine hak da veriyorum.

Ama ayrımcılık, ırkçılık, muhafazakarlığın çok ötesindeki bu tutuculuk çoktan aşılmadı mıydı? Hortlayacaklarını hiç aklıma getirmezdim. Bunda bir terslik var. Belki de terslik, solun kitlelerden bu kadar kopmasında. Solun dili olsaydı ve halkların kardeşliğini, çağdaş yorumuyla anlatsaydı durum böyle mi olurdu?
Yazarın Tüm Yazıları