<B>TÜRKİYE'</B>nin müzakere masasına Gümrük Birliği'ni koyması gerektiğini hep yazıyor, hep söylüyorum. Çünkü Gümrük Birliği, Avrupa açısından son derece keyif verici bir tablo oluşturuyor.
Ve Gümrük Birliği 70'lerin söylemine tam olarak uyuyor: Onlar birlik, biz pazar.
Söylem
‘‘demode’’ ama rakamlar
‘‘güncel’’.
Ankara Ticaret Odası, Gümrük Birliği öncesi ve sonrası rakamları dökmüş.
Gümrük Birliği öncesi 1992-1995 yılları arasında Türkiye'nin AB üyesi ülkelerle yaptığı ticarette verdiği açık 5 yıl için toplam 16.4 milyar dolar.
Ardından Türkiye, Gümrük Birliği'ne giriyor.
Ve makas AB ülkeleri lehine açılmaya başlıyor.
1996 ile 2000 yılları arasını kapsayan dönemde Türkiye'nin AB üyesi ülkelerle yaptığı ticarette verdiği açık 53.9 milyar dolar.
Yani bir önceki dönemin yaklaşık 3.3 katı.
İhracatımız artmış, doğru.
Ama ithalatımız daha çok artmış. Hacim büyümüş ama fark da artmış. İthalat, ihracatın 1.38 katıyken, Gümrük Birliği sonrası 1.8 katı olmuş. Bu hesap hesapsa, Gümrük Birliği Türkiye'nin kozudur.
Sonuna kadar da kullanılmalıdır.
2005 garanti mi?
BUGÜN büyük gün. Türkiye, Kopenhag'da
‘‘iyi bir tarih’’ için son kozlarını oynuyor. Aslında vadesi çoktan dolmuş bir hakkı arıyoruz.
43 yıl önce girdiğimiz bir yolun sonunu görmek istiyoruz.
Üstelik de yolun geçiş bedelini yıllardır ödüyoruz.
AB üyeleri ise sürekli bir engel çıkarıyorlar.
Biz iyi bir tarih istiyoruz, onlar öteliyorlar.
Aslında Türkiye'nin hak ettiği iyi tarih
‘‘dün’’dü.
Yani verilecek her tarih bence geç.
Ama buna rağmen bence bugün şimdiye kadar geldiğimiz en iyi noktadayız.
Kızsak da, beğenmesek de 2005 bir
‘‘tarih’’tir.
Daha önce sahip olmadığımız bir tarihtir.
Hatır senedinin, vadeli senede dönüşmüş halidir.
Öyle çok da uzak bir tarih değildir.
2005'te başlayacak müzakerelerle, Türkiye 2010 ila 2013 arasında bir yerde tam üye olur.
Bu saatten sonra Türkiye tarihi değil, verilecek tarihin
‘‘gerçek’’ olmasını müzakere etmek durumundadır.
2005
‘‘gerçek müzakereler’’ için kabul edilebilir bir başlangıçtır.
Ama 2005'te Kopenhag'a giderken bugün içinde bulunduğumuz durumda olmak değil, kurulmuş hazır bir müzakere masasını bulmak önemlidir.
Yargıtay acele etmezse Jet yine vekil olabilir
TÜRK parlamenter sistemi,
‘‘Fadıl Akgündüz sendromu’’nu henüz tam anlamıyla atlatabilmiş değil.
Akgündüz, 9 Şubat'ta yapılacak seçimlerde bir kez daha milletvekili seçilirse, yine
‘‘dokunulmaz’’ olacak ve yine
‘‘Meclis’’e sızacak.
Jet Fadıl Akgündüz'ün kaderi ve Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu'nun saygınlığı aslında bir anlamda Yargıtay'ın elinde.
Fadıl Akgündüz hakkında mahkemelerce verilmiş bir
‘‘mahkûmiyet’’ var.
Ve bu mahkûmiyet
Fadıl Akgündüz'ün milletvekili seçilmesine engel.
Fakat bu mahkûmiyetin dosyası Yargıtay'da. Tam 9 ay önce Yargıtay'a giden bu dosyaya 8 ay boyunca sıra gelmedi ve mahkûmiyet kesinleşmedi.
Ve Yargıtay bir ay önce dosyayı rafa kaldırdı ve
Akgündüz'ün milletvekili olması nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılması için bir fezleke hazırlayarak Meclis'e gönderdi. Yargıtay işini
‘‘hızlı’’ yapabilseydi,
Fadıl Akgündüz'ün cezası aylar önce onanmış olacak ve
Akgündüz Meclis'e girip, o yüce kurumun saygınlığı ile oynayamayacaktı.
Fakat olmadı.
Yargıtay 8 ay boyunca dosyayı inceleme fırsatı bulamadı.
Şimdi önümüzde 2 aylık bir süreç var. Bu süreç içinde Yargıtay,
Akgündüz'e verilmiş cezayı onarsa,
Akgündüz'ün milletvekili olması mümkün olamayacak.
Yargıtay şimdi Meclis'e gönderdiği fezlekenin kendisine geri gelmesini bekliyor. Umarım ondan sonra bu dosya bir sekiz ay daha beklemez ve Siirt seçiminden önce Yargıtay işini bitirmiş olur.
Aksi takdirde korkarım ki,
2 ay sonra yine
Fadıl Akgündüz'ü konuşmaya başlarız.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Bir adam yetiştirmenin, adam olmak kadar önemli olduğunu anladığımız zaman.