Fatih Altaylı

Kuzey Irak başımızı ağrıtacak gibi

25 Şubat 2003
<B>KUZEY </B>Irak Türkiye'nin önümüzdeki 10 yılının en önemli gündem maddesi olacak. Bunun sinyalleri şimdiden gelmeye başladı. <B>Barzani </B>ve <B>Talabani </B>Türkiye'ye <B>‘‘sert’’ </B>çıkışlar yapıyorlar. Bu çıkışlarda ciddi bir <B>‘‘had’’ </B>aşımı söz konusu. Türk askeri ile çatışmak, Türk ordusuna ‘‘çirkin yakıştırmalar’’ yapmakSaddam Hüseyin'in ‘‘kırık dökük’’ tanklarından bile ‘‘çil yavrusu gibi’’ kaçanların cüret edebileceği bir şey değil.

Ancak ABD buradaki Kürt grupları uzun süreden beri şımarttığı, bölge 1991'den bu yana ‘‘NGO’’ adı altında çalışan ve bizim yıllar önce defalarca konu ettiğimiz Batılı ‘‘ajanlarca’’ organize edildiği için bu durumun ortaya çıkacağı belliydi.

Tabii Türkiye'deki siyasi iktidarların burası ile ilgili politika üretememesi ve bölgeyi başta ABD ve Fransa olmak üzere Batılılara teslim etmesi de ayrı bir faktör oldu. Türkiye ne yazık ki, Kuzey Irak'ı ‘‘siyasi’’ olarak görmezden geldi ve ‘‘askeri harekát alanı’’ saymakla yetindi.

Şimdi bunun bedelini ödüyoruz.

Bir dönem Türk Lirası'nı ‘‘legal para birimi’’ yapmak için Türkiye'den izin isteyen Kuzey Iraklı Kürtler, şimdi Türk askeri ile çatışmaktan söz edilebilecek kadar ‘‘gemi azıya almış’’ görünüyorlar. Amerikan yönetimleri açısından ise durum ‘‘Türkiye ile Kürt gruplar arasında tercih yapma’’ noktasını ‘‘sıkıntılı bir durum’’ olarak görecek kadar önemli hale gelmiş.

Türkiye içinde de HADEP'in tavrına bakarsanız, bu ‘‘küstah’’ tavrın ‘‘tetiklenmiş’’ bir tavır olduğunu ve Türkiye'nin bölgede yeni ve sancılı bir baş ağrısıyla karşılaşacağını anlarsınız.

Görülüyor ki, Türkiye'nin ‘‘savaşa yaklaşımı’’ sadece ‘‘savaşla’’ sınırlı kalmayacak riskler içeriyor. 1991'den bu yana yapılan ‘‘siyasi hatalar’’ nedeniyle bu hale gelen durum, şimdi yine ve bir kez daha ‘‘ordumuza’’ havale ediliyor.

Ancak nereye kadar!

Futbol ilahlarına kurban olmayan 11 genç


GALATASARAY önceki akşam kara teslim olabilirdi. Ancak 11 ‘‘aslan’’ çıktı ve başkaldırdı. Galatasaray kazandı. Mucizeydi. Gerçekleşti. İstanbul'da değil futbol oynamak, ‘‘damla aklı olanın’’ sokağa çıkmayacağı bir havada maç yapıldı.

Galatasaray'ın ‘‘celladı’’ Ali Aydın ise ‘‘sıkılmadan’’ bu maçı oynattı. Çünkü ‘‘ilahlar’’ Galatasaray'ın başını istiyordu.

Ama ‘‘Galatasaraylı çocuklar’’ kendini futbol ilahı zannedenlere başkaldırdı.

Bu arada Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde oynadığı çeyrek final maçında, lig maçının ertelenmesine karşı çıkan Beşiktaş ise ‘‘sıradan bir UEFA maçı’’ için lig maçını erteletti. O günlerde Beşiktaş menajeri Sinan Engin'in Galatasaray maçının ertelenmemesi için verdiği ‘‘demeçleri’’ bir dosya yaptım.

Kendisine yollayacağım. Belki utanır. Galatasaray yönetimini ise anlamakta güçlük çekiyorum.. 11 aslanı kış kıyamette ‘‘futbol ilahlarına’’ kurban diye sahaya attılar.

Ne o, centilmenlikmiş.

Tam da Türkiye'de futbol mafyasının anladığı laf. Allah'tan sahadaki 11 ‘‘centilmen’’ kendilerini kurban ettirmediler.

Ama onların gücü de bir yere kadar.

NOT: Galatasaray, bu sahada sakatlanmaları ve futbol hayatlarının bitmesi pahasına Futbol Federasyonu tarafından sahaya sürülen bu gençleri milli takıma yollamamalıdır. Çünkü federasyon için önemli olan milli takım oyuncuları değil, başka hesaplar. Bu arada 20 saatlik ‘‘zorlu ve riskli’’ bir otobüs yolculuğu ile İstanbul'a gelen Malatyaspor'un başına Allah korusun bir kaza gelseydi, Haluk Ulusoy'un nasıl bir vicdan muhasebesi yapacağını da merak ediyorum.

Hayret! Cumalar sakin geçiyor


EMNİYET Genel Müdürlüğü AKP iktidarına teşekkür etmeli. Çünkü şu anda iktidarda AKP değil de, CHP veya bir başka parti olsaydı, cuma günleri polisler için ‘‘çok stresli’’ geçerdi. Düşünsenize, her cami önünde binlerce kişi Türkiye'nin Irak'taki din kardeşlerine yönelik harekátı kınamak ve Amerika'ya biad eden iktidarı eleştirmek için yollara dökülecekti. Neyse ki, AKP iktidarda ve cumalar sakin geçiyor. Bu arada AKP yönetimini de kutlamak gerek. Kitle partisi haline gelmiş bir partinin radikal unsurlarına bu kadar ‘‘hakim’’ olması siyasette pek görülmüş bir şey değil. Örnekleri var ama onlar da ‘‘demokratik’’ rejimlerin partileri değil.

Cumhurbaşkanı acaba ne der?


CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer İletişim Şûrası'nda basında tekelleşmeye karşı ‘‘önemli’’ sözler sarf etti. Haklıdır. Basında tekelleşme, başta basın çalışanları olmak üzere herkesin aleyhine işleyecek bir mekanizma haline gelebilir. Ben de karşıyım.. ‘‘Nerede’’ yazacağıma karar verme özgürlüğüm benim için de önemli. Ancak Cumhurbaşkanı'ndan bir başka konuya daha değinmesini beklerdim. Ahmet Necdet Sezer Bey, acaba ‘‘basın kuruluşu adı altında banka hortumlamayla’’ ilgili olarak ne düşünüyor.

Basın kuruluşlarının ‘‘sahip ve yöneticilerinin’’ topluma örnek teşkil edecek insanlar olması gerektiğine acaba Cumhurbaşkanımız da inanıyor mu? Banka hortumlamakla suçlanan, milyarlarca doları buharlaştırmakla itham edilen, yurtdışına çıkması yasaklı kişilerin basın patronu olması acaba Sayın Sezer'in ‘‘basın özgürlüğü ve ahlakı anlayışı’’ ile uyuşuyor mu? Tasması BDDK'nın elinde olan bir medya patronunun bu kuruluşla ilgili düzgün haber yapabileceğine káni mi? Ya da Türkiye'deki yargının siyasallaştığını herkesin kabul ettiği bir ortamda ‘‘kaderi yargının elinde olan’’ bir basın patronunun ‘‘basının 4. kuvvet olma’’ işlevini yeterince yerine getirebileceğini düşünüyor mu? Sevgili Cumhurbaşkanımın bu konudaki fikirlerini de duyarsam sevineceğim. Ben onun medya tekeli olmamalı fikrine katılıyorum. Acaba o da benimkine katılıyor mu?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


10 yıllık sorunların 10 günde çözülmesini beklemeyecek kadar izanlı olduğumuzda.
Yazının Devamını Oku

Çocuklarımızın işi zor

24 Şubat 2003
<B>BİRKAÇ </B>ay sonra üç yaşına basacak olan kızım <B>Zeynep'</B>in dünyası henüz çok küçük. Haftada iki-üç gün gittiği kreş. Oradaki birkaç arkadaşı. Odası, bebekleri, Miki'si, legoları, oyun hamurları. Duma Duma Dum programı, Şirinler, Petito bisküvi... Ev ahalisiyle geçtiği gırgır. Birkaç küçük şey daha. Gerisini şimdilik anlamıyor.

İyi ki de anlamıyor.

Çünkü ben bugünün gençlerine, çevresinde olan biteni anlayabilecek yaşta olanlarına çok üzülüyorum.

Kendinizi o gençlerin yerine koyun ve düşünün.

Öyle bir ülkenin vatandaşısınız ki, sürekli ‘‘horlanıyorsunuz’’.

Sürekli birtakım kapıların önünde, birtakım taleplerle bekliyorsunuz.

Avrupa'nın kapısında ‘‘Ne olur bizi alın’’ diye bekliyorsunuz.

IMF kapısında ‘‘Bize biraz daha para verin’’ diye bekliyorsunuz.

Beyaz Saray'ın kapısında ‘‘Bu paraya olmaz’’ diye kıvranıyorsunuz.

Ülkeniz dışında her gün ülkeniz hakkında olumsuz gelişmeler oluyor.

Başbakanlarınıza ‘‘eroinci’’ deniyor, en büyük komutanınızın resmi dünyanın en bilinen kentlerinden birinde yerlere serilip çiğneniyor.

Kendinize vekil diye seçip Meclis'e soktuğunuz adamlar, Türkiye'nin bir limanına sokulmuyor..

Bu gençliğin ‘‘sağlıklı’’ bir ruh halinde büyüyebileceğine inanıyor musunuz?

Ben inanmıyorum.

Aslında bütün bunların tam tersi bir işlev görmesi, gençleri ‘‘gaza getirmesi’’ mümkün ama olmuyor.

Çünkü bir inadı başarıya çevirecek bir ortam içerde de yok.

Eğitim berbat.

İş yok.

Desteklenen sadece hırsızlar ve hortumcular.

Dışarda horlanan bir ülkenin, içeride adam yerine konmayan gençleri.

Bazen bir ikisi kendini kurtarıyor. Kendi emeğiyle, kendi zorlamasıyla sisteme karşı duruyor ve bir şeyler başarıyor.

Ama sadece birkaçı.

Ya milyonlarcası.

Zor, işleri çok zor...

Kızımın, sizin kızınızın da, oğlunuzun da işi çok zor.

Ödül


ÖDÜLLENDİRİLMEK güzeldir. Yerinde ve zamanında verilmiş ödül gelişmenin, ilerlemenin motoru olur.

Ama bizim ülkede ‘‘ödül’’ işinin de ‘‘b.ku çıktı’’.

Dün Hürriyet'te okumuşsunuzdur.

RTGD, yani Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği ödüller verdi.

Hürriyet dün ödül alanları yazdı.

Benim adımı yazmamışlar.

Unutmuşlar mı, benim tavrımın ne olacağını tahmin mi etmişler bilmiyorum ama iyi ki de yazmamışlar.

Çünkü ben RTGD'nin ‘‘bana da’’ verdiği ödülü gidip almadım.

Çünkü ödüller bana göre tam anlamıyla ‘‘eyyam’’ ödülleriydi.

Hak ettiği için değil, verilmezse kızacağı ya da üzüleceği için ödül vermek olmaz.

Ama RTGD böyle yapmış.

Hak etmeye değil, kalp kırmamaya önem vermiş.

O zaman da ödül ödül olmaktan çıkmış.

Doğrusu bu niyetle verildiği belli olan bir ödülü vermeselerdi ne üzülürdüm, ne kızardım, ne de kalbim kırılırdı.

Hatta tam aksine böyle bir ödüle layık görülmek daha kırıcıydı.

O yüzden gidip almadım.

Böyle ödülleri almamaya da kararlıyım.

Genç Parti'nin Amerikalı veliahtları


GENÇ Parti Genel Başkanı Cem Uzan'ın biraderi Hakan Bey'in bir oğlu olmuş.

Hayırlı olsun. Allah analı babalı, sağlıklı sıhhatli büyütsün.

Ancak bu doğumun ilginç bir tarafı var.

Sağda solda okuduğuma göre, milliyetçi, anti Amerikancı Cem Uzan'ın aynı soyadını taşıyan yeğeni küçük Ata Uzan Amerika'da doğmuş.

Ve haliyle Amerikan vatandaşı.

Zaten Türkiye'de iyi doktor olmadığından değil, çocuk Amerikan vatandaşı olsun diye orada doğuma gidilmiş.

Amca meydanlarda Amerika'ya sövüyor, yeğen Amerikalı olsun diye baba, anneyi Amerika'ya götürüyor..

Ama bunda benim için şaşırtıcı olan bir şey yok.

Çünkü her tarafta Amerika'ya söven Cem Uzan'ın kendi çocuğu da Amerika'da doğmuştu. Yani o da Amerikan vatandaşıydı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üyeleri, Türkiye'nin limanlarına sokulduğu zaman.
Yazının Devamını Oku

Neymiş bu kimyasal silahlar

22 Şubat 2003
YANI başımızdaki savaş olasılığı ve bu savaşa gerekçe olarak gösterilen ‘‘kimyasal ve biyolojik silah tehdidi’’ nedeniyle içimiz dışımız bu silahlarla doldu. Bu güzel tatil gününde, hazır kardan dışarı çıkamıyor ve okumak için bol vaktiniz varken, gelin size bu çirkin silahları biraz anlatayım.Kimyasal silahların bir savaş aracı olarak kullanılmaya başlaması modern anlamda ilk kez 1. Dünya Savaşı'na rastlıyor. Ve kaderin cilvesine bakın ki, bu kimyasal silahlar ilk kez 1919 yılında Irak'ta kullanılıyor. Irak'taki İngiliz kuvvetleri, Winston Churchill'in ‘‘izni’’ ile ilk kimyasal silahı Irak'taki ‘‘asilere’’ karşı kullanıyorlar. Kullanılan kimyasalın adı ‘‘hardal gazı’’.Ve kimyasal silahlar o günden sonra popüler hale geliyorlar. Gerçi 1925 Cenevre Protokolü ve 1972 Zehirli Silahlar Konvansiyonu ile bunların üretimi, bulundurulması ve kullanımı yasaklanıyor ama pek takan olmuyor. Çünkü ucuz, edinmesi ve üretmesi kolay, taşınması rahat.Bu nedenle ‘‘fakir atom bombası’’ olarak tanımlanmaya başlıyor..Kimyasal silahı bir savaşta yaygın olarak kullanan bir başka ülke ise Amerika Birleşik Devletleri. Amerikan ordusunun Vietnam'da ‘‘Agent Orange’’ adı verilen bir kimyasal silahı kullandığını Amerikan ordu kaynakları bile doğruluyor. Amerika'nın Vietnam'da kullandığı ‘‘Agent Orange’’ miktarı yaklaşık 17 milyon galon. Yani yaklaşık 60 milyon litre. Kimyasal silahların yaygın olarak bilinen bir başka kullanımı ise Irak'ta. Önce İran'a karşı yürütülen savaşta, daha sonra da Halepçe Katliamı olarak bilinen olayda Saddam Hüseyin'in kimyasal silah kullandığı biliniyor. İşin ilginci, İran'a karşı bu silahlar kullanılırken Batı ülkelerinden Saddam'a yönelik bir eleştiri gelmiyor. Tam aksine bu silahların yapımında kullanılacak materyalin tamamı başta Almanya, İngiltere, ABD ve Fransa olmak üzere Batı ülkeleri tarafından temin ediliyor. Hatta bunların bazıları bu ülkelerin Eximbank'ları tarafından finanse bile ediliyor. Halepçe'de 5 bin Kürt öldüğü zaman bile Batı'dan pek fazla bir ses çıkmıyor. Şu sıralarda modern dünyada bu silahları kullanan ya da kullanmaya niyetli görünen kimse yok. Terörist saldırılar dışında bilinen son kullanım Halepçe'deki. Ancak Güney Afrika'da ırkçı yönetim zamanında sadece ‘‘siyahların’’ pigmentlerine etki eden bazı ‘‘genetik’’ kimyasal silahların üretilmesi için çalışmalar yürütüldüğü ve benzer bir şekilde sadece Arap ırkı üzerinde etkili olabilecek bir kimyasal veya biyolojik silah üzerinde araştırmalar yapıldığı ‘‘iddia’’ ediliyor. İki ucu değil tamamı pis bir değnekABD Dışişleri Bakanı Powell ‘‘Son 48 saat’’ diye Türkiye'ye tehdit savururken, bunun blöf olduğunu söyledik. Haklı çıktık. ‘‘Yoksanız biz güneyden hallederiz’’ diyen ABD, Türkiye'den ‘‘O sizin sorununuz’’ karşılığını alınca şaşırdı. Ve şimdi ‘‘Tamam canım kızmayın. Madem salı günü Meclis gündemine gelecek. Salıya kadar bekleriz’’ diyorlar. Böyle olacağını biliyorduk, çünkü Amerika Birleşik Devletleri ‘‘duygusal’’ değil, ‘‘rasyonel’’ bir ülke. Ve Türkiye'de bu kez, büyük oranda ‘‘askerlerin önderliğinde’’ akıllı bir politika yürütülüyor. Bu kez Türkiye de boş ‘‘en iyi müttefik’’ palavralarına kanmıyor. ‘‘En iyi müttefiksek ortak karar alalım’’ diyor ve aylardan beri söylediğimiz gibi ‘‘savaş sonrası senaryo’’nun yazımına ortak olmak istiyor. Savaştan dolayı Amerikan ekonomisi kazanırken, Türk ekonomisinin kaybetmesinin önüne geçmeye çalışıyor. Yanı başımızda bir ‘‘Batı oldu bittisine’’ karşı hazırlıklı olmaya çalışıyor. Amerika ise Kore'den beri ‘‘ucuza kapatmaya’’ alışık olduğu Türkiye'nin bu direnişi karşısında şaşırıyor. Kızıyor, bozuluyor, köpürüyor ama aklını kaybetmiyor. Biliyor ki, Türkiye olmadan bu iş zor. Askerini sokamasa bile Türkiye'deki üslere muhtaç.Türkiye ile yüzde yüz bir anlaşmazlığa düşmek istemiyor. Türk tarafı ise asker ve sivil arasında iyi bir paylaşım yapmış. Sivil iyiyi oynarken, asker kötüyü oynuyor. Bu işi sadece ‘‘iktidar’’ olarak değil, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’’ olarak iyi götürüyoruz. Tamamı pis bir değnek bulaştırılmadan ancak bu kadar tutulabilirdi. Umarım bulaştırmamaya devam ederler. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Deliye yüz verenler, halıya pislemesinden şikáyet etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

En kolayı savaş karşıtlığı

21 Şubat 2003
TÜRKİYE'nin ABD ile pazarlık yapıyor olmasını desteklediğim yazım, bazıları tarafındoan ‘‘savaşı desteklediğim’’ şeklinde algılandı.Hayatı siyah beyaz görenler için bu algılama normal. Bu köşenin sürekli okurları ise benim başından beri savaşın karşısında olduğumu biliyorlar. Ben yıllardır Irak'taki mevcut statükonun Türkiye'nin aleyhine olduğunu savunmama rağmen, bunun ABD'nin çıkarları doğrultusunda, savaşla değişmesinden yana değilim. Ancak bir başka gerçekleri bilmeyecek kadar ‘‘avanak’’ da değilim. Daha önce de yazdım. Irak'a yapılacak müdahale konusunda saflar ‘‘savaşı isteyenler’’ ve ‘‘savaşı istemeyenler’’ olarak şekillenmiyor. Böyle görünse de bu böyle değil. Fransa, savaş istemiyor. Irak'ı ve Iraklıları çok sevdiği i çin mi?Hayır. Fransa, ABD'nin boş bıraktığı ‘‘petrol ülkelerinde’’ uzun zamandan beri müthiş bir çalışma yürütüyor. Bunu daha önce bu köşede dile getirdim. Irak ve İran gibi iki riskli ve ABD ile sorunlu ülkede Fransız petrol devlerinin son yıllarda elde ettiği imtiyazlar bu çalışmanın ürünü. Kuzey Irak'taki Kürtler üzerinde de Fransa'nın yıllardır süren faaliyetleri var. Fransa, Irak'ın bir savaşla altüst olmasını bu yüzden istemiyor. Çünkü savaşla Irak hiyerarşisinin değişmesi, Fransa'nın 10 yıllık çabalarının çöpe gitmesi demek. Bunun yanı sıra Fransa ve buna bağlı olarak AB, Amerika'nın Irak'tan sonra bölgede kuracağı hákimiyetin genişlemesinden de korkuyor. Türkiye'nin durumu ise kendine özel. Finlandiya'da ya da Norveç'te savaş karşıtı olmak kolay. Biz ise istesek de, istemesek de zaten olayın tarafıyız. Kuzey Irak diye bir derdimiz var ve oradaki gelişmeler bizi ilgilendiriyor. IMF diye bir derdimiz var, ABD'nin buradaki hákimiyeti bizi ilgilendiriyor. 100 milyar doların üzerinde dış borcumuz var bu borcun çevrilmesi bizi ilgilendiriyor. ‘‘ABD'ye üs açarak’’ savaşa dahil olsak da, Amerika'ya ‘‘Başının çaresine bak’’ diyerek uzağında kalmaya çalışsak da, bu gelişmelerden ötürü Türkiye büyük kayıplara uğrayacak. Bizi bu da ilgilendiriyor.. Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu açmazı ‘‘savaş yandaşlığı’’ veya ‘‘savaş karşıtlığı’’ diye basite indirgemek bu yüzden doğru değil.Yoksa en kolayı ‘‘savaşa karşı’’ olmak. TSYD mi gereğini yapacak güldürmeyin beni!HINCAL Uluç, Spor Yazarları Derneği'ni eleştirmese yazmayacaktım ama artık yazmak farz oldu. Sevgili Uluç, derneğin Aziz Yıldırım'ın iddiaları karşısında sessiz kalmasını eleştiriyor ve Yıldırım'a kızıyor. Bir yandan da mesleki dayanışma istiyor.Bence hata ediyor. Ve hata ettiğini gayet iyi biliyor. Çünkü az sonra anlatacağım olayı Uluç'la birlikte yaşadık. Yaklaşık 15 yıl önce bir spor yazarı, bir kulüp yöneticisiyle yakınlığını kullanarak piyasayı dolandırmıştı.O sıralarda ben de bir spor dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü'nü yapıyordum.Dergimizdeki yazarlardan sevgili dostum Taner Kutlay da bu olayı köşesine taşımış ve eleştirmişti. Birkaç gün sonra Spor Yazarları Derneği, beni ve Taner Kutlay'ı çağırdı. Zannettik ki, soruşturma yapacak, bu kişiyi dernekten atacaklar ve bunun için de bizden bilgi istiyorlar.Nerdeeee!Dernek, bizden ‘‘savunma’’ istedi. Çünkü mesleği küçük düşüren bir yayın yapmıştık. Mesleği küçük düşüren, piyasayı çarpan meslektaşımız değil, bunu haber yapan bizdik. Ben derneğin çağrısına yanıt bile vermedim. Taner Kutlay da zehir zemberek bir yanıt verdi ve TSYD'den atıldı. Bu sırada Hıncal Uluç da derginin yayın yönetmeniydi. Yani birincisi, TSYD bu işlerin üzerine gitmez, bunu Hıncal Abi de biliyor.İki, başka meslekler rezillikleri konusunda dayanışma içinde olabilirler, ama bizim meslek bunu kaldırmaz.NYT: En pahalı müttefikNEW York Times'ın dünkü editoryal yazısının başlığı ‘‘Dolar Diplomasisi’’ydi. Türkiye'nin 32 milyar dolarlık talebinin ‘‘Şimdiye dek en yüksek bedele alınmış müttefiklik’’ bedeli olduğunu yazan NYT, Washington'ın Türkiye ile anlaşmasının Kürtleri bir kez daha kazıklamak olacağını da ima ediyor. Washington'ın Kürtleri Saddam'a karşı kullanıp kullanıp sonra yüzüstü bıraktığını ve bunu bir kez daha yapmanın ‘‘Demokratik Irak’’ için kötü bir başlangıç olacağını da yazan NYT, Türkiye'nin 1. Körfez Savaşı'nda milyarlarca dolar zarara uğradığını da hatırlatıyor. New York Times'ın yazısı Amerikan entelektüellerinin Türkiye'ye bakışının da bir özeti aslında. Ve bizdeki ‘‘kafa karışıklığı’’ orada da hákim. Kanıt fatura AMERİKA, Birleşmiş Milletler'in müdahaleye yeşil ışık yakmaması üzerine son koz olarak Bush'u Güvenlik Konseyi toplantısına yollar. Bush'a sorarlar:- Irak'ın elinde kitle imha silahları olduğuna bizi ikna edecek delilleriniz var mı?Bush yanıtlar:- Evet var. İşte şirketlerimiz tarafından Irak'a kesilmiş faturaların orijinalleri. Bir soru da FenerbahçelilerdenBEN dün Ceyhun formasının maliyetini üniversite sınav sorusu olarak sorunca kimi Fenerbahçelilerden ‘‘küfür’’, kimilerinden ise neşeli karşılıklar geldi. Onların da bir üniversite sınav sorusu varmış. ‘‘5'ten büyük, 7'den küçük olan rakam hangisidir?’’ Yanıtı biliyorum ama söylemeye dilim varmıyor. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Medya ahkámı kesmek, aynı yazıyı iki kere yollayarak yazı işlerini kandırmaya çalıştığı için kovulan gazetecimsilere kalmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Birileri bizimle dalga mı geçiyor?

20 Şubat 2003
<B>TÜRKİYE </B>kamuoyu ile ciddi bir biçimde dalga geçiliyor. Hatta sadece Türkiye kamuoyu ile değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile bile dalga geçildiği gibi bir izlenime kapılmak mümkün. İktidar ve hükümet ‘‘savaşa karşıymış’’ gibi bir hava yaratıyor. Ama görünen o ki, bazı sözler çoktan verilmiş. Ya da ABD yönetiminde böyle bir inanç oluşmuş.

Fakat bu durum içeriye yansıtılmıyor.

Tam aksine içerde ‘‘Meclis ne isterse o olur’’ havası yaratılıyor.

Ama ABD askerlerinin Türkiye'ye girişine izin verecek tezkere hazırlanmadan, Meclis'e verilmeden Amerikan askerleri limanlarımıza inmeye başlıyor.

Millet ve vekilleri ‘‘Meclis'e gelecek tezkereyi beklerken’’, İskenderun Limanı'na Amerikan askeri malzemeleri indirilmeye başlanıyor bile.

Kılıf da hazır.

İndirilen savaş araç gereci, ‘‘üs ve limanların onarılmasına izin veren’’ ilk tezkerenin kapsamı içine sokuluyor.

Rezalete bakar mısınız?

Meclis, ‘‘Üslerde bakım ve tamirat yapabilirsiniz’’ diyor, bu izin karşılığında ABD'nin savaşta kullanacağı zırhlı araçlar İskenderun Limanı'na indiriliyor.

Meclis ikinci tezkereyi beklerken yarın öbür gün 50 bin Amerikan askeri de girerse hiç şaşırmayalım.

Onları da ‘‘üsleri tamir edecek Amerikan ameleleri’’ diye sokuşturuverirler maazallah.

İsteyin, vermek zorundalar


HÜKÜMETİN ABD ile kıran kırana yaptığı pazarlığı çok doğru buluyorum. Yapmalılar...

Çünkü ABD, Türkiye'ye istediğini vermezse çok daha fazlasını iki cepheli savaşta harcamak zorunda kalacak. Şu anda Pentagon, Kuzey cephesi olmadan Ürdün ve Kuveyt üzerinden yürüteceği bir savaşın maliyetini hesaplıyor. Bu maliyetin yaklaşık 40-45 milyar dolar olacağı iddia ediliyor.

Üstelik de bu maliyet artışına rağmen, savaşı riskli hale sokacak bir durum da ortaya çıkıyor. Türkiye'nin pazarlıktaki limiti işte bu 40-45 milyar dolar. ABD bu parayı ya Türkiye'ye borç ve hibe karışık olarak verecek, ya da iki cepheli harekátın lojistiği için harcayacak. Siz ABD olsanız hangisini tercih ederdiniz?

Skor yazarlarına inanmayın


SKOR yazarları Galatasaray'ın Bursa'ya 4 gol attığı maçtan sonra müthiş övgüler düzmeye başladılar. Görüyorum ki, Galatasaray da bu övgülere inanarak havaya girme yolunda.

Galatasaray'ı yönetenler buna sakın kanmasınlar.

Çünkü niyet halisane değil.

Bu havayı yaratan skor yazarları bir taşla iki kuş vuruyorlar. Hem Fenerbahçe yönetimini yıpratıyorlar, hem de Galatasaray'ı uyutuyorlar. Galatasaray, Bursaspor karşısında müthiş bir futbol oynamadı. Elindeki yıldızların parladığı anlarda bir şeyler yaptı o kadar. Ancak sarı kırmızılı takımın temposu çok düşüktü. İlk yarının ilk 10, ikici yarının da bir 10 dakikasında iyiydiler. Gerisinde durdular. Hele hele maçın sonlarına doğru, 50 dakika 10 kişi oynayan Bursaspor'un kondisyonu Galatasaray'ın üzerine çıktı.

10 kişilik Bursaspor'un iki topu direkten döndü.

Bu toplar gol olsaydı ne olacaktı?

Takımın acil bir kondisyonere ihtiyacı var, ama nedense bunu gören veya gereğini yapan yok.

Galatasaray, bu sezonki ölçülerine göre iyiydi ama bu sezonun Galatasaray'ının gerçek Galatasaray gibi oynamadığı da aşikár.

Skor yazarları ve Galatasaray'ı yönetenler, Bursaspor'un yerine Gençlerbirliği'ni veya Beşiktaş'ı koysunlar ve bu maçı kafalarında bir de bu takımlara karşı oynatsınlar.

Benim izlediğim Galatasaray'ın gaza gelmeye değil, gazlamaya ihtiyacı var.

Haberleri olsun...

Üniversite sınav sorusu


FENERBAHÇELİ dostlarımız kızmasınlar ama bu yıl üniversite sınavlarında zor bir matematik sorusu yer alacakmış. Ben bu soruyu ele geçirdim. Bakalım sonucu bulabilecek misiniz?

‘‘Bir Fenerbahçe taraftarı sezon başında 45 milyon TL verip bir Revivo forması almıştır. 4 ay sonra yapılan kampanyadan yararlanarak bu formayı geri götürüp yarı fiyatına bir Ortega forması alır. 2 ay sonra da yeni bir kampanyadan yararlanarak Ortega formasını geri götürür ve yine yarı fiyatına bir Ceyhun forması alır. Söz konusu Fenerbahçe taraftarı, Ceyhun forması için kaç lira ödemiş olur?

a) 22.5 milyon TL

b) 90 milyon TL

c) 45 milyon TL

d) 67.5 milyon TL

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Amerikan ordusunun Irak'a yapamadığını, kar İstanbul'a yapmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Mısır mı olacağız yoksa Corn Flakes mi?

19 Şubat 2003
<B>TÜRKİYE,</B> Irak'a yapılacak operasyonda ABD'ye destek vermesi karşılığında <B>‘‘Mısır muamelesi’’ </B>görmek istiyor. Bunun anlamı şu:

1991 yılındaki 1. Körfez Savaşı öncesi, operasyona destek vermesi karşılığında Mısır'a büyük bir uluslararası destek sağlandı.

Mısır, Suriye'nin büyük tepkisine rağmen ‘‘koalisyon güçlerine’’ 36 bin askerle katıldı. New York Times'ta 18 Aralık'ta Clifford Krauss'un verdiği oranlara göre, bu destek karşılığında uluslararası finans kuruluşları Mısır'ın dış borçlarının üçte ikisini sildiler.

Bunun yanı sıra ABD, Mısır'a her yıl 2 milyar dolar ‘‘destek’’ verdi.

1. Körfez Savaşı'nın ekonomik etkilerini bir rapor haline getiren Washington Institute, Mısır için şu ifadeyi kullanıyor:

‘‘Mısır ekonomisi savaştan önce berbat bir haldeydi. Gayri Safi Milli Hasıla sürekli düşüyor, petrol üreten Arap ülkelerinde çalışan Mısırlı işçilerin sağladığı gelir azalıyor, enflasyon ve işsizlik hızla artıyordu. Körfez Savaşı sırasında Mısır'a verilen yüklü destek ülkeyi kurtardı.’’

Aynı raporda Ürdün'ün de Körfez Savaşı'ndan sonra hızlı bir yükselişe geçtiği yer alıyor.

The Washington Institute'nün raporunda yazmıyor ama Türkiye 1. Körfez Savaşı sonrası bu iki ülkenin tam tersi bir eğri izliyor. Ekonomi kötüye gidiyor, dış borçlar katlanarak artıyor, ödemeler dengesi bozuluyor ve üstüne bir de terör ekleniyor.

Bu nedenle Türkiye şimdi haklı olarak ‘‘Mısır muamelesi’’ talep ediyor.

Üstelik şimdi Türkiye'nin rolü Mısır'ın o günkü rolünden çok daha önemli.

Ve 1. Körfez Savaşı'nda kendini kurtaran Mısır, şimdi ABD'nin yapmayı planladığı harekáta açıkça karşı çıkıyor.

Bu da Türkiye'nin elini güçlendiren başka bir unsur oluyor.

İşin doğrusu, bir komşumuza yapılacak harekáta, çıkar karşılığı destek veriyor olmak hoş bir görüntü değil.

Ama Mısır'ın, ‘‘soydaşlarına’’ yapılan bir harekáta destek vermek karşılığında ‘‘uçurumun kenarından’’ döndüğünü hatırlayınca, Türkiye'nin yaptığı pazarlığın ‘‘utancı’’ kabul edilebilir düzeye iniyor. Şimdi umudumuz ‘‘acemi AKP iktidarının’’ bu pazarlığı iyi götürebilmesi.

Bizim niye Patriot'umuz yok


TÜRKİYE ‘‘Patriot’’ peşinde. Almanya vermedi diye küplere biniyoruz. Haklı olmasına haklıyız da, bir soruyu kendimize hiç sormuyoruz: ‘‘Neden Türkiye'de bu füzelerden yok?’’

Türkiye yıllardır büyük paraları savunma bütçesine ayırıyor.

Ülkenin konumu ve terör gibi gerekçelerle bu parayı ayırmamıza kimsenin gıkı çıkmıyor.

Ama ‘‘savaş kapıya dayanınca’’ bir de bakıyoruz ki, Türkiye savunmanın en önemli silahlarından birine sahip değil. Oysa Türk Ordusu konsept olarak ‘‘saldırı’’ değil ‘‘savunma’’ ordusu. Fakat modern savunmanın en önemli gereçlerinden ‘‘Patriot füzeleri’’ Türkiye'de yok. Sovyetler'in çöküşünden sonra hiçbir somut tehdit altında olmayan Almanya'da, askeri bakımdan ‘‘zurnanın son deliği’’ Hollanda'da Patriot var, Türkiye'de yok. Amerika vermiyor desen inanmam. Saldırı helikopteri için yıllardır yırtınıyoruz, ama savunma Patriot'u için sesimiz çıkmıyor.

Çok merak ediyorum; Türkiye'nin savunma stratejilerini oluşturanlar bugüne kadar neden bir ‘‘Patriot’’ talebinde bulunmamışlar?

Uzunca bir süre NATO Daimi Temsilciliğimizi yapan Onur Öymen, ‘‘İstedik ama vermediler. Paranızla alın dediler’’ diyor.

Her şeye para bulan Türkiye'nin bu kadar ‘‘önemli’’ bir savunma gerecinden yoksun olmasının gerekçesi sadece para mı?

Digitürk'ün mesajlı tuzağına dikkat


BİR okur uyarıyor. ‘‘Cep telefonunuza Digitürk'ten gelen mesaja dikkat edin. Yüklü bir fatura ödeyebilirsiniz.’’

Gelen mesaj şöyle:

‘‘Bu mesajı 3555'e geri yollayın, süper paketinizi hemen seyretmeye başlayın.’’

Okurum, Digitürk'ün ücretsiz bir promosyon yaptığını düşünerek seviniyor. Ancak içine bir şüphe düşünce Digitürk'ü arıyor. Epey bir reklamdan sonra müşteri temsilcisi bağlanıyor ve şöyle diyor: ‘‘Herkes gibi siz de yanlış anlamışsınız. Bu ücretsiz bir uygulama değil. Mesajı geri yollarsanız, parası mukabilinde pakete bağlanıyorsunuz.’’

Okurum diyor ki, ‘‘Müşteri temsilcisinin de itiraf ettiği gibi yanlış anlamaya müsait bir mesaj. Geri yolladığınızda süper pakete üye oluyor, ücretsiz izlediğinizi zannederken ay sonunda itiraz dahi edemeyeceğiniz faturayla karşılaşıyorsunuz’’. Okurum bu tip ‘‘ufak tefek dolandırıcılıklardan bıkmış’’.

Bu ufak tefek dolandırıcılıkların yoldaki ‘‘üçkáğıtçı’’ tarafından değil, yüz milyonlarca dolarlık şirketler tarafından yapılıyor olmasından da ben bıktım.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hizmet sektöründe faaliyet gösterenler, müşteriyi dolandırmaya değil, memnun etmeye kafa yordukları zaman.
Yazının Devamını Oku

ABD'nin iki seçenekli maliyet hesabı

18 Şubat 2003
TÜRKİYE, ABD'den savaşta uğrayacağı zararlar için ‘‘para’’ isterken, Amerikan Senatosu da savaşın maliyetini öğrenmeye çalışıyor. Senato Bütçe Komisyonu, Kongre Bütçe Ofisi'nden ‘‘Irak'a yapılacak harekátın kaç dolara mal olacağı’’ konusunda bilgi talep ediyor.Kongre Bütçe Ofisi Direktörü Dan L. Crippen'ın verdiği yanıt hayli karışık. Crippen, bölgeye yollanacak asker sayısının tam olarak belli olmadığını, ancak sadece savaşacak unsurların savaş bölgesine ulaştırılmasının maliyetinin 9 ila 13 milyar dolar arasında değişeceğini belirtiyor. Bütçe Ofisi'nin raporuna göre savaşın maliyeti ise aylık olarak 6 ila 9 milyar dolar arasında değişecek. Savaşın süresi bilinmemekle birlikte aylık maliyet bu civarda olacak. Irak'ın işgal edilmesi ise ayrı bir maliyet unsuru. Senato'ya sunulan rapora göre, Irak'ın işgali halinde Amerikan ordusu ayda 1 ila 4 milyar dolar arasında bir ek maliyet yüklenecek. Savaş sonrası aynı birliklerin görev yerlerine dönüş maliyeti ise 5 ila 7 milyar dolar olacak. Kongreye sunulan bu rapor gösteriyor ki, Pentagon, Irak'a saldırı konusunda iki ayrı plan üzerinde çalışıyor. Bunlardan biri ‘‘Heavy Ground Force Option’’ yani ‘‘Kara Gücü Ağırlıklı Harekát’’ diğeri ise ‘‘Heavy Air Option’’ yani ‘‘Hava Ağırlıklı harekát’’. Bu iki seçenek çok farklı askeri yığınak gerektiriyor. Kara Gücü Ağırlıklı Harekát seçeneğinde karar kılınması halinde bölgeye sevk edilecek Amerikan askeri sayısı 367 bin. 72 bin yedek ise her an sevk edilecek şekilde hazır bekleyecek. Hava Ağırlıklı Harekát halinde ise bölgeye 253 bin Amerikan askeri gelecek. 55 bin rezerv ise hazır olarak bekleyecek. Bu rakamlar 1. Körfez Savaşı'ndaki sayının altında. ‘‘Çöl Fırtınası’’ olarak adlandırılan 1. Körfez Savaşı sırasında bölgeye gelen Amerikan askeri sayısı 540 bin, yedek sayısı ise 115 bindi. Pentagon bu kez yaklaşık yüzde 30 daha az askerle Irak'ın işini bitirmeyi hedefliyor.. Savaş yardımı da hortumculara mı verilecek?HÜKÜMET Türkiye'nin olası bir savaşta uğrayacağı kayıplara karşılık ABD'den yüklü miktarda para talep ediyor. Haklı bir talep.Çünkü Türkiye'deki iş dünyası daha savaş çıkmadan büyük kapılara uğramaya başladı bile. Bu yüzden ABD'li yetkililerle görüşen bakanlarımız her seferinde bu zararı gündeme getirip, tazminat talebimizi yineliyorlar. Bu işin Türkiye ile ABD arasındaki boyutu. Meselenin bir de iç boyutu var ki, bu hiç konuşulmuyor. ‘‘Bu para Türkiye'de ekonomiye, daha doğrusu savaştan zarar gören sektörlere nasıl aktarılacak?’’Hükümetin hiçbir konuda planı olmadığı gibi, korkarım bu konuda da bir planı yok.Mesela turizm. Bu işten doğrudan zarara uğrayacak sektörlerden biri. Hükümet turizmcilerin uğrayacağı zararı nasıl karşılamayı düşünüyor?ABD'den gelecek bilmem kaç milyar dolardan turizm sektörüne ne kadar bir pay düşecek ve bu pay turizme nasıl aktarılacak?Bir fikri olan var mı?Sizin aranızda demiyorum, hükümette bu konuda bir fikri olan var mı? Zannetmiyorum. Sektörler bu konuda bir çalışma yapıyorlar mı, hükümet bu çalışmalara nasıl bakıyor bilmiyoruz. Turizm yatırımcılarının kredileri faizsiz ertelenecek mi, SSK ve vergi ödemeleri faizsiz olarak bir süre askıya alınacak mı? Doğrudan para verilerek mi destek sağlanacak? Geçen yıl kazandırdıkları ve bozdurdukları döviz miktarına orantılı bir yardım mı yapılacak? Bu konuda hiçbir bilgi yok. Ama olması gerek. Çünkü korkarım sonunda ABD'den gelecek milyarlarca dolar ekonominin desteklenmesinde değil, yine birkaç batık bankacının kurtarılmasında kullanılacak!20 aylık bebeyle reklam SUAT Yalaz bir faks çekmiş. Ekinde benim ‘‘Başbakanlık mı, Babalık mı?’’ yazım. Özetle ve biraz sansürle şöyle diyor: ‘‘Haber bülteninizde gördüm, top sakallı bir baba(!). Gazeteciymiş. 20 aylık yavrusunu üstünü naylonla örttüğü çocuk arabasına bindirmiş, arabaya bir de savaşa hayır pankartı iliştirmiş. Dondurucu soğuklarda, tipi altında Ankara'ya protesto yürüyüşü yapıyor. Buram buram reklam kokuyor. Birilerinin ya da doğrudan polisin müdahale edip, yavruyu bu s...ğın elinden kurtarması gerek.’’Bence Suat Yalaz haklı. Sizce?NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Bin kişilik referans kitlesine yazı yazmakla köşe yazarı olunmayacağı anlaşıldığı zaman.
Yazının Devamını Oku

PKK yandaşları savaş isteyenlerin hizmetinde

17 Şubat 2003
<B>1996 </B>yılının son veya bilemediniz 1997'nin ilk ayları. Bu köşede yaptığım bir çağrı ile <B>‘‘Susurluk'un hesabının sorulması’’ </B>için meydanlara davet ettiğim okurlarla her pazar meydanlarda toplanıyoruz.. Bakırköy Özgürlük Meydanı'nda birkaç hafta içinde binlere ulaşan kalabalıklar toplanmaya başlamış.

Çeşitli illerden çağrılar geliyor, Konak Meydanı'nda ve başka meydanlarda binler bir araya gelip, ‘‘Susurlukçuların yargı önüne çıkarılması için’’ toplanıyoruz.

Başta her şey çok güzeldi.

Analar, babalar, nineler, çocuklar birlikte toplanıyor, birlikte bağırıyorduk. Her görüşten, her fikirden binlerce kişi.

Öyle ki, bu toplantılar medyanın bile ilgi odağı olmuş, gazeteci dostlarımız da bizimle birlikte maydanlara gelmeye başlamıştı. Ama bu ‘‘demokratik hak arayışımız’’ çok uzun sürmedi. Bir süre sonra bu son derece güzel meydan toplantılarını bitirmek zorunda kaldık.

Çünkü oraya büyük bir iyi niyetle gelen insanların sorumluluğunu taşıyamayacak noktaya doğru gidiyorduk.

İzinsiz yaptığımız bu toplantılara ne polis, ne de devletin başka bir birimi müdahale etti.

Bu ‘‘demokratik hakkımızı’’ kullanmamızı engelleyenler, PKK yandaşları oldu.

Meydanlarda toplanmış iyi niyetli ve ‘‘acemi’’ kalabalıkları gören ‘‘örgütlü’’ PKK yandaşları birkaç hafta sonra bizim toplandığımız meydanlara gelmeye başladılar.

Her fikirden, binlerce yurttaş ‘‘hukuk’’ için bağırırken, onlar bizim bu beraberliğimizi ‘‘kendi emelleri için’’ kullanmaya, iyi niyetli kalabalıkların arkasına saklanmaya ve kışkırtmaya çalıştılar.

Aradan 6 yıl, köprülerin altından çok su geçti. Ama bugün bakıyorum da, bunlar için hiçbir şey değişmemiş. Aynı ‘‘ruh hastası’’ güruh yine meydanları ele geçirmeye çalışıyor.

Apolitik sanatçıların, politize aydınların, toplumun her kesiminden ‘‘pırıl pırıl’’ insanların ‘‘Kirli bir savaşa HAYIR’’ demek için toplandıkları meydanları ele geçirip, ‘‘PİSLİK’’ yapıyorlar.

Aslına bakarsanız da ‘‘ABD'ye uşaklık’’ ediyorlar..

Çünkü ‘‘Savaşa hayır’’ diyenleri yıldırıyorlar. Cumartesi ve pazar günü yaşananlardan sonra hiçbir aklı başında ve kendi halinde insanı o meydanlara götüremezsiniz. PKK yandaşları savaş karşıtı eylemleri baltalıyorlar.

Aslına bakarsanız onlar Türkiye'de yıllardır ‘‘demokrasiyi törpülüyorlar’’.

Ve galiba bunu bilerek yapıyorlar.

Çünkü bu kadar aptal olmaları mümkün değil.

Aziz Yıldırım giderse Fenerbahçe 2. lige düşebilir


AZİZ Yıldırım ‘‘savaş baltasını’’ topraktan çıkardı. Cumartesi günü maçtan önce yaptığı açıklamalar bunun işareti. Ama bana sorarsanız sözlerinin her noktasında ‘‘haklı’’ değil.

Çünkü şikáyet ettiği ortamın yaratıcısı da bizzat kendisi.

‘‘Benden 2 bin dolar borç alanlar bana git diyemezler.’’

Bu bir itiraf. Adam satın almanın itirafı. Ama satılık adamlarla çalıştığınız zaman, bir gün sizi de satacaklarını bilmeniz lazım. Yıldırım'ın en büyük hatası ‘‘satılık adamları’’ ve birtakım ‘‘kabadayıları’’ Fenerbahçe'ye bulaştırmak oldu.

Şimdi ‘‘arpayı kesince’’ bağıranlar ve Yıldırım'ın asabını bozanlar da onlar.

Ortega'nın transferinden Fenerbahçe'nin 21 milyon dolar kaybettiğini öne sürenler ise bu işi bilmeyenler. Orada da Başkan haklı.Kimse kimseye 21 milyon doları bonservis parası diye peşin vermiyor. Fenerbahçe orada kaybetse kaybetse ilk taksidi kaybetmiştir ki, o da 3-4 milyon dolardır. River Plate'den teminat mektupları geri alınır, mesele kapanır.

Edilen zarar da Yıldırım'ın Baliç ve Okocha satışlarından ettiği kárın yanında devede kulak kalır. Aziz Yıldırım, yıllardır bu işi bilmemesinin faturasını ödüyor.

Yönetimlerinde ‘‘Fenerbahçe ile iş yapan’’ adamlara yer veriyor. O zaman da işler yürümüyor. Bu arada Yıldırım karşıtları istedikleri kadar bağırsınlar, Fenerbahçe'yi Aziz Yıldırım'dan devralacak kimseyi bulamazsınız. Hele hele bu kriz ortamında. Fenerbahçe bugün Türkiye'nin en borçlu kulübü.

Başkan Yıldırım bu borçları ‘‘bir şekilde’’ döndürüyor.

Eğer bırakıp giderse, bugünkü ortamda bu işi kimse yürütümez.

Hele hele giderken bir de televizyon ve stat gelirlerini alacaklarına karşılık kendine temlik ederse o zaman Fenerbahçe'yi kimse kurtaramaz.

Yıldırım'ın ‘‘öfkeyle terk ettiği’’ bir Fenerbahçe, kendini ikinci ligde bulabilir.

İş artık bu noktaya gelmiştir. Bunu Yıldırım da, yönetime talip olması muhtemel herkes de bilir.

Benden uyarması.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bu ülkede yaşayanlar sürekli olarak enayi yerine koyulduklarını hissetmediği zaman.
Yazının Devamını Oku