Fatih Altaylı

Tezkere geçmezse savaşa o zaman gireriz

15 Mart 2003
NE savaş yandaşıyım, ne karşıtı... Derdim Türkiye'nin ne olacağı. Hiçbir popüist düşünce de umurumda değil. Şov olsun diye, tabanım, okurum, şuyum buyum benden bunu bekler diye de tavır almıyorum.Ama ne yazık ki, Türkiye'de pek az kişi böyle yapıyor. Ülkenin yarın öbürgün neyle karşı karşıya kalacağını değil, kendi imajını, popülaritesini düşünüyor. Tavrını ülke menfaatlerine göre değil, kendine göre alıyor... Aslına bakarsanız Türkiye'nin bir savaşa falan girdiği de yok.Amerika'ya kolaylık sağlayıp sağlamayacağımız söz konusu. Kuzey Irak'taki bataklığa ise zaten bir şekilde gireceğiz. Hatta ABD ile haraket etmezsek, daha kötü bir şekilde gireceğiz. Savaş karşıtlarına bakıyorum ve gülüyorum. Saddam gibi bir diktatör, kendi halkına kimyasal silahla saldırmış, kişisel egolarını tatmin için halkını varlık içinde yokluğa itmiş, bebekleri açlıktan ölürken kaçak yollarla gıda değil, roket motoru ithal etmiş bir adam. Ve bugün onun koruma kalkanı olanlar, aslında Saddam'a Bush'tan önce karşı çıkması gerekenler. Ama kaderin cilvesine bakın ki, kanlı diktatör ‘‘ceberrut ABD’’ karşısında mazlumu oynayınca, ‘‘demokratlar’’ ‘‘diktatöre’’ kalkan oluyor. Bizde ise ‘‘Halk savaşa karşı’’ diyerek tezkere bir kez daha reddettirilecek. Ama Türkiye asıl o zaman savaşın göbeğine düşecek.Hem de bir başına. Hem de müthiş bir ekonomik bunalım ve küçülme döneminde. Avrupa'nın bugün Türkiye'yi itmeye çalıştığı nokta ortadayken, Türkiye'yi iyiden iyiye yalnızlığa itmenin faturasının ne olacağını iyi hesaplamak gerek. Bu hesabı yapamayanlar, faturayı torunları ile birlikte ödeyeceklerini bilsinler.Ayrıca Meclis çatısı altında bu tezkereye hayır oyu verecek olanlar dönüp de bana ‘‘Halk böyle istiyor’’ demesin. Birincisi, halk bu konuda karar verecek kadar donanımlı değil. İkincisi, halk dokunulmazlıkların kaldırılmasını isteyince niye halka kulak vermiyorsunuz? Ulusal onur bu mu?ABUK bir tartışmadır gidiyor. Sertab Erener Eurovision Şarkı Yarışması'na nasıl olur da İngilizce bir şarkıyla katılırmış. Erener de bu ‘‘salakça’’ tartışmayı ciddiye almış basın toplantısı yapıyor.Almanya, Türk şarkıcı, İngilizce başlayıp Türkçe biten şarkıyla katılıyor kimse gıkını çıkarmıyor, biz İngilizce şarkıya kıyamet koparıyoruz. Galiba ulusal onur adına elimizde bir tek bu kaldı da o yüzden bu kadar hassasız. Keşke ülkemizle ilgili her şeyde bunun yarısı kadar tepki gösterebilseydik. Sana ne Özdemir Abi!TÜRKİYE'de bana ‘‘Üç pop müzik sanatçısı say’’ deseler, ilk sıraya Özdemir Erdoğan'ı koyar öyle başlarım. Ama ne yazık ki, Erdoğan beni her gün hayal kırıklığına uğratıyor. Bu büyük sanatçı, her gün kendi düzeyinin çok altında polemiklerin içinde. Şimdi de Cem Yılmaz'a takmış. Gösterisinin bilet fiyatlarını, şusunu busunu eleştiriyor. Allah aşkına Özdemir Abi, sana ne?Cem Yılmaz bu ülkenin en komik, en eğlenceli adamı. İster 250 milyona satar, ister 1 milyara. Pahalı bulan gitmez, o da boş salona oynar. Kime ne. Ekonomi diye bir şey var. Arz diye, talep diye bir şey var. Bize ne!Senin gibi bir büyük ustanın bunlarla gündeme gelmesi yakışık alıyor mu?Türk turizmciyi Myers kurtaracakBU yıl turizm bitik. Savaş başlar ve çabuk biterse doluluk sorun olmayacak ama fiyatlar düşecek. Savaş başlar ve bitmezse oteller boş kalacak. Her halükarda da zarar çok büyük. Ancak Turizm Bakanımız Hanımefendi'de bir hareket yok. Turimzcilere yönelik bir plan, bir kriz yönetim önerisi, devlete olan borçların ertelenmesi veya kolaylık sağlanması, krizi atlatabilmek için özel koşullu kredi gibi çalışmalar yapılmıyor. Bu yüzden turizmciler, bizim Turizm Bakanı'nın değil, Amerikan Genelkurmayı'nın başarısına bel bağlıyorlar. NOT: Myers ABD Genelkurmay Başkanı'nın soyadıdır. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Talihsiz bebek Aleyna'nın kimin çocuğu olduğuyla değil, sağlık durumuyla ilgilendiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Fransa hálá Irak'a roket yakıtı satıyor mu?

14 Mart 2003
<B>NEW </B>York Times'ın <B>Bush </B>destekçisi ve savaş yanlısı yazarı <B>William Safire,</B> büyük bir ihtimalle CIA kaynaklı bir iddiayı ortaya attı. Safire, Fransa'nın Birleşmiş Milletler ambargosuna ve uluslararası yaptırımlara rağmen Irak'a balistik füze malzemesi sattığını iddia ediyor.

Irak'ın en büyük tehdidi kimyasal ve biyolojik başlık taşıyan füzeler.

Bu füzeleri hareket ettirmek için özel yakıtlar gerekiyor.

Irak bu ‘‘katı füze yakıtlarını’’ üretme teknolojisine sahip değil.

Bir yerden satın almak zorunda.

Safire'ın iddiasına göre Irak ihtiyaç duyduğu füze yakıtını ‘‘Fransa aracılığıyla’’ satın alıyor.

Buna göre Fransız CIS Paris isimli Fransız şirketi Çin'in Shandong bölgesinde bulunan Qilu Chemicals şirketinden roket yakıtı olarak kullanılabilen HTPB maddesi satın alıyor. Miktar yaklaşık 20 ton.

Çin'den Ağustos 2002'de yola çıkan HTPB Fransız şirketi tarafından bir konteyner içinde Suriye'nin Tartus limanına getiriliyor.

Suriye'nin bilinen bir füze programı olmadığı için bu alım çok dikkat çekici.

Safire'ın kaynaklarına göre, bu maddenin asıl alıcısı Suriye değil.

Roket yakıtı burada aracı bir başka firma tarafından alınıyor ve kamyonlarla Irak'a taşınıyor.

Safire bu ticaretin izlerinin dünya silah tacirleri için bilinmeyen bir yönü olmadığını söylüyor ve Irak'a yasa dışı yollardan yollanan çok miktarda silah parçasının Suriye'deki deporlarda saklandığını belirtiyor.

Safire, ‘‘Chirac Hayranları Cemiyeti’’ gibi davranan Fransız medyasını da suçluyor ve Fransız devlet kuruluşu olan ‘‘Societe National des Poudre ve Explosifs’’in de Irak'a mal sattığının Fransız medyası tarafından kolaylıkla belgelenebileceğini iddia ediyor...

Safire bu bilgilerin kendisine CIA tarafından değil, Arap kaynakları tarafından verildiğini de eklemeden edemiyor.

Yazara göre, Fransa Irak'a yapılacak bir harekát sonrasında bu ilişkinin belgelenmesinden çekiniyor.

Bu yazıdan da anlaşılacağı gibi, dünya devlerinin hepsinin ‘‘savaştan yana’’ veya ‘‘savaş karşıtı’’ olmak için geçerli nedenleri var.

Ama kabak bizim gibi ne yana ne de karşı olmak için hiçbir nedeni olmayan ülkenin başına patlıyor.


Üslup için bin özür muhatabına göre


ERMAN Toroğlu ‘‘kendi meşrebince’’ bana yüklenmiş. Düzeyine inmek niyetinde değilim.

Sunduğu program Türk televizyonları için bile düzeysiz bulunup yayından kaldırılan ilk ve tek program olma özelliğini taşıyan adamla zaten böyle bir şey mümkün de değil.

Ama düzey nedir bilmemek, had nedir bilmemeyi de gerektirmiyor. Bilmeyenlere de öğretmek gerekiyor.

Erman Toroğlu 16 yıl önceye gidiyor ve beni o dönemde ‘‘Hıncal'ın çırağı’’ olarak tanımlıyor.

Doğru. O zamanlar Hıncal Uluç'un yayın yönetmeni olduğu dergide yazı işleri müdürüydüm. Çıraklık dediği bu durum benim için gurur. Öyle bir ekipti ki, bugün o ekipte bizimle beraber olan Yiğiter şimdi Radikal'in, o gün stajyer muhabirimiz olan Altan da Sabah'ın spor müdürü.

Peki o günlerde Erman Toroğlu'nun ‘‘çırağı’’ olanlar bugün ne yapıyor dersiniz?

Doğrusunu söylemek gerekirse bilmiyorum. Kabzımal çırağı zamanla ne olur bir fikrim yok. Kim bilir, belki de büyümüş hal müdürü olmuştur.

Leeds maçına ben gitmemişim ama etekliler gitmiş.

Toroğlu boş konuşuyor. Yürek etekte, pantolonda, şortta değil.

Öyle olsaydı eğer Toroğlu'nun çarpık bacaklarını görmek zorunda kalırdık ki, Allah korumuş.

Ayrıca da bunun hesabını Toroğlu'na mı verecektim.

Ama Toroğlu'nu hálá tanımayan Galatasaraylı kaldıysa diye yazayım, iki gün önce eşim doğum yapmışken, onu bırakıp maça mı gidecektim! Toroğlu'nu bilmem ama insan için aileden, evlattan önemlisi mi var!

Dünyadan bihaber, hayatı İstanbul geceleri zanneden Toroğlu, benim hakemleri izlemediğimi de ima ediyor. Sözde kendisi hakemleri çok iyi takip ediyor ama nedense konu ettiği hakemin Galatasaray'ın aleyhine çaldığı düdükleri hatırlamıyor.

Çünkü işine gelmiyor.

Çünkü ‘‘doğruluk’’ meziyetleri arasında yer almıyor.

Bu arada tribünde başıma gelenlere sevindiğini ise biliyorum, bari sahte yazılarla kendini küçültme.

Git işine Toroğlu.

Ama haklı olduğun bir yer var, sende değil bende kabahat.

Bunca kardan, yağmurdan sonra bu kıvama gelmiş olduğunu tahmin etmeliydim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Savaş karşıtı olduğunu söyleyenler Türkiye'nin bir savaşa girme değil, bir belayı def etme peşinde olduğunu anladığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Avrupa Birliği'nden şantaj başladı

13 Mart 2003
<B>AVRUPA </B>İnsan Hakları Mahkemesi, <B>Öcalan </B>davasında Türkiye'nin İnsan Hakları Sözleşmesi'nin bazı maddelerini ihlal ettiği kararına vardı. Oysa biliyoruz ki, birkaç hafta öncesine kadar durum bu değildi.

Mahkemenin kararına esas teşkil edecek taslak metinde Türkiye'nin uluslararası sözleşmelere uygun hareket ettiği belirtiliyordu.

Ancak birdenbire her şey değişti. 3-5 ve 6. maddelerin ihlali, karara koyuldu.

Bu, Avrupa'nın Türkiye'ye karşı değişen tavrının göstergesidir.

Önceki gün Verheugen'in ‘‘Kıbrıs AB'ye üye olunca Türkiye işgalci durumuna düşer’’ açıklaması, dün taslak metne göre değiştirilerek çıkan Öcalan kararı...

Bu ikisinin üst üste gelmesi raslantı değil.

Bu bir politika.

Üstelik de Avrupa Birliği üyesi ülkelerin parlamentolarının kararlarına bile ters düşen bir politika. Hollanda parlamentosunun ‘‘Ada'daki sorun çözülmeden Kıbrıs, AB üyesi olamaz’’ kararını ben hatırlıyorum da, Verheugen mi hatırlamıyor?

Hatırlıyor ama bugün hatırlama ya da hukuka uyma günü değil.

Bugün Türkiye'yi köşeye sıkıştırma günü.

Fransa'nın tetikçiliğini yapma, AB'yi Fransa'nın siyasi ve ekonomik çıkarlarına göre kullanma günü.

Hükümet acil bir biçimde Avrupa ile ilişkileri gözden geçirmeli, Türkiye'yi içine almaya niyeti olmadığı açıkça belli olan ‘‘Avrupa Hıristiyan Birliği’’ ile Gümrük Birliği'ni tam üyeliğe kadar hemen askıya almalıdır.

Türkiye, tetikçi ‘‘çipil’’ Verheugen'in ve ‘‘siyasallaşmış’’ AB yargısının şantaj yapabileceği bir ülke değildir.

Erdoğan: Yasa üzerinde çalışılıyor


İŞ Güvencesi Yasası yazımla ilgili olarak Tayyip Erdoğan dün sabah aradı. Son yıllarda Türkiye'de yatırımların gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının çok altında seyrettiğini belirtti ve yazımda dikkat çektiğim hususların büyük bölümünde haklı olduğumu söyledi. ‘‘Aslında iş güvencesi değil, işveren güvencesi lazım. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeleri ayakta tutmak için önlem almak gerek’’ dedi.

Yasada belirli düzeltmeler planlıyorlarmış. Bakan Başesgioğlu'nun bu konuda çalıştığını söyledi. ‘‘Bu yasa özel sektörü KİT'leştirecek. 657 sayılı yasanın sakıncalarını genelleştirecek. Üstelik de gençler, iş peşindekiler bundan zarar görecek’’ dedi.

‘‘Haklısınız ama...’’ dedi.

Ben de onun derdini anladım, o ‘‘ama’’da...

İçini bilmeyenler bu yasayı ‘‘çalışan lehine’’ yorumluyordu.

Buna karşı çıkmak ‘‘siyaseten’’ zordu.

Bunlar mı yazacak Hıncal Abi?


HINCAL Uluç'u okuyunca, kimilerinin zaman zaman beni kendilerince küçümsemek için kullandıkları ‘‘Hıncal'ın çömezi’’ yakıştırmasının aslında ne büyük bir ‘‘onur’’ olduğunu anladım.

Bir o çıktı rezaleti yazan ve üzerine giden. Her zaman olduğu gibi bir Hıncal Uluç. O da benim gibi tribünlerde dövüldü.

Bacağından vuruldu, baldırından bıçaklandı.

Ama yine bir o çıktı gerçeklerin yanından geçen.

Şeref tribününde uğradığım saldırının vahametini o an değil, iki gün sonra televizyonda izleyince anladım.

Öldürmek istemişler.

Linç etmeye çalışmışlar.

Dökme demir ayaklı kül tablası üzerimde kırılınca içerden yenisini uzatıyorlar.

Onunla vuruyorlar.

İnsafsızca...

Onlarca kişiye karşı tek başıma ben. Ve bu ayıbın altında imzası olanlar diyor ki, ‘‘Tahrik etti’’.

Hepsini aynı anda ve yarım saniyede.

Türk medyası da bunu tartışıyor.

Bana soran yok, ama diyelim ki tahrik ettim, öldürmek caiz mi o zaman?

Linç haklı mı?

Hıncal Uluç, Türk spor medyasının neden sustuğunu soruyor dün yazısında. İşte bu olmuyor Hıncal Abi.

Aziz Yıldırım değil mi daha birkaç hafta önce Türk spor medyasını nasıl satın aldığını itiraf eden.

Satın alamadıklarının başına geleni ise hepimiz bilmiyor muyuz?

Bir spor müdürü arıyor beni, ‘‘Abi, senin küfretmediğini fotoğraflarda da görünen bir yönetici söylüyor’’ diye.

Ama bunu yazmıyor, yazamıyor. Çünkü bir daha Fenerbahçe Kulübü'nden haber alamaz. Fenerbahçe muhabiri arıyor:

‘‘Fatih Abi ucuz kurtuldun. Bu adamlar bana bile seni gebertiriz diye tehdit savuruyorlar.’’

Yine bir Fenerbahçeli spor yazarı arıyor.

‘‘Abi sana saldıranlar, AIK Solna maçından sonra İsveç'te olay çıkarıp kulüp müdürünün tutuklanmasına neden olanlar. Orada da İsveçliler mi tahrik etmişti. Bunlar sürekli tahrik olmuş halde dolaşıyorlar’’ diyor. Ama yazamıyor.

Kimi korkuyor, kimi satın alınmış. Spordan soğuyorum. Spor yazmaktan, spor adamı olmaktan soğuyorum. Ben bu pisliğin yakınında olmak artık istemiyorum.

Renginin hiç önemi yok.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İnsanları kendi evlerinde dost bildikleri hançerlemediği zaman.
Yazının Devamını Oku

İş Güvencesi Yasası ertelenmeli

12 Mart 2003
<B>TAYYİP Erdoğan'</B>a verilen ve kimilerince <B>‘‘siyasi hayatının sonu’’ </B>olarak yorumlanan <B>‘‘mahkûmiyet’’</B>i,<B> Erdoğan</B>'ı başbakan yapacak süreci hızlandıran bir karar olarak değerlendirmiştim yıllar önceki bir yazıda. Dediğimiz çıktı.

Tayyip Erdoğan büyük bir ihtimalle bugün kabinesini kurma çalışmalarına başlayacak, birkaç gün içinde de başbakanlık koltuğuna oturacak.

İnşallah memlekete hayırlı olur.

Erdoğan'ı bekleyen müthiş yoğun bir gündem var.

Birinci mesele Irak. Ona bağlı tezkere ve sonrasındaki muhtemel gelişmeler.

Ekonomi her daim öncelik.

Ve tabii ardından işsizlik.

Erdoğan bütün bu sorunlara çözüm bulabilecek belki ama işsizlik konusu Türkiye'nin önündeki en önemli meselelerden biri olacak.

Çünkü birkaç gün sonra Türkiye açısından son derece ‘‘hatalı’’ bir yasa yürürlüğe giriyor.

İş Güvencesi Yasası.

Bu yasa ‘‘isim’’ itibarıyla çalışanın lehineymiş gibi bir izlenim uyandırıyor, ama ‘‘sonuç’’ itibarıyla tam aksi olacak.

Bu yasadan en fazla zararı çalışanlar görecek.

Çünkü yasanın yürürlüğe girmesinden önce zaten pek çok işyerinde işten çıkarmalar başladı.

Bundan böyle kimse eleman almayacak.

Kaçak işçi kullanımı artacak.

Eleman almak zorunda kalanlar geçici hizmet akitleriyle, yıllık veya dönemlik sözleşmelerle eleman çalıştırmaya başlayacak.

Devlet açısından müthiş bir vergi ve SSK primi kaybı başgösterecek.

Çalışanlar mecburiyetten ötürü sosyal güvenlikten yoksun bir çalışma ortamına evet demek zorunda kalacaklar.

Bu, kısa vadede olacaklar ve tablonun olumlu yönü.

Beterin beteri olacak.

Yatırımlar yurtdışına kayacak.

Enerji fiyatlarından ve bürokrasiden dolayı zaten mağdur olan yatırımcı ve sanayici iyiden iyiye yurtdışına yönelecek.

Dün görüştüğüm bir yatırımcı, ‘‘Bundan sonraki fabrikamı Hindistan'a kurarım. Elektrik 4'te bir fiyatına, iş gücü 20'de bir. Üstelik güvence müvence de yok’’ diyordu.

Yatırım kaçışı, mali milatlarla oluşan sıcak para kaçışı gibi de değil.

Kuralı değiştirdin mi, para döner gelir.

Ama yurtdışına kurulan fabrika gitti mi gider. Söküp getiremezsin.

Al sana istihdam kaybı, sermaye kaybı, vergi kaybı.

Kayıp oğlu kayıp.

Türkiye sermaye çekmek için elinden geleni yapacağına, mevcut sermayeyi kaçırmak için elinden geleni yapıyor.

Sendikalar başlarını önlerine koyup bir hesap yapsınlar.

Bu yasanın Türkiye'ye faydadan çok zarar, kaliteden çok kalitesizlik getireceğini ve rekabete dayanma gücünü ortadan kaldıracağını görsünler.

Tayyip Erdoğan'a düşen ise büyük bir cesaretle bu yasanın yürürlüğe girişini ertelemek olmalı.

Çünkü bu yasanın şu an için kimseye faydası yok.

Kadınlar hakkında güzel bir yazı


BİR arkadaşım kadın-erkek ilişkisini özetleyen güzel bir not yollamış. Paylaşmak istedim:

‘‘Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,

Bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz,

Zeki bir kadına rastlarsanız zekánız gelişir.

Hayat kat kattır, Babil'in asma bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir.

Bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.

Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası, hayatıdır...

Hayatınız, seçtiğiniz kadındır.’’

Çok hoşuma gitti. Hayatından çok memnun biri olarak.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ayakta kalmayı sağlayanın beden değil, inanç gücü olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

ABD lojistiğine avans darbesi

11 Mart 2003
<B>KUZEY </B>Cephesi, ABD'nin başına bela açabilir. Bunu müthiş askeri bilgilere veya kimsede olmayan istihbarat bilgilerine dayanarak söylemiyorum. Dün yaşanan bir olay bana bunu söyletiyor.

Amerikan ordusuna ait askeri malzemeler dün İncirlik'ten Habur'a ve Mardin'e gitmek üzere yola çıkıyor.

Birkaç saatlik yol.

Malzemeleri ise bir Türk nakliyat firmasına ait çekiciler taşıyor.

Kanal D Haber ekibi de malzemeleri taşıyan kamyonları izlemeye başlıyor.

Mardin'e gitmesi gereken askeri malzeme konvoyu Adana'dan çıktıktan kısa bir süre sonra bir yol kenarı bekleme bölgesine giriyor.

Şoförler iniyor ve yemeğe geçiyorlar.

Yemek bitiyor, kamyonlarda hareket yok.

Muhabirler şaşkın.

Sonunda bir kamyon şoförüne gidip soruyorlar:

‘‘Malzemeler nereye gidecek?’’

‘‘Mardin'e.’’

‘‘Niye durdunuz, beklemeniz mi emredildi?’’

‘‘Hayır.’’

‘‘Peki niye durdunuz?’’

‘‘İş avanslarımız ödenmedi.’’

Haydaaaa!

ABD, Türk hukukunu aşıyor, tezkere engelini aşıyor ama nakliyeciyi aşamıyor.

Nakliyat şirketi iş avanslarını ödemeyince ABD'nin askeri sevkıyatı duruyor.

Anladınız mı şimdi Kuzey Cephesi'nin ABD'nin başına niye dert olacağını?..

ABD, Türkiye'de nasıl iş yapacağını öğrenip kavrayana kadar, ya Saddam yaş haddinden emekli olur, ya da ABD'de Demokratlar iktidar.

Benden söylemesi.

Bu pisliğin hakkından Fenerbahçeliler gelecek


GALATASARAYLI taraftarlara yolladıkları mesajlar için teşekkür ediyorum. Ancak kendilerinden bir ricam var.

Lütfen tahriklere kapılmasınlar ve lütfen bu olayları Fenerbahçe ile rekabetimizde ‘‘yanlış’’ bir başlangıcın miladı olarak görmesinler.

Bana yapılan saldırının ‘‘Büyük Fenerbahçe Camiası’’ ile bir ilgisi yok.

Bunlar Fenerbahçe'de egemen olmaya çalışan ‘‘küçük’’ insanların yok olma öncesi son çırpınışları.

Faruk Ilgaz gibi, Fikret Arıcan gibi beyefendi başkanların zamanında defalarca şampiyon olan Fenerbahçe, mafya bozuntularının elinde şampiyonluğa hasret.

Rant çetelerinin ise umurunda değil. Çünkü onlar paranın, avantanın peşinde.

Bu pisliklere cezayı ise ‘‘gerçek’’ Fenerbahçeliler verecek.

Kurucuların torunları, 30 yıldır tek maç kaçırmamış gerçek Fenerbahçeliler arayıp üzüntülerini belirttiler.

Bana saldıran çapulcuları stada sokarken görüntülenen Aziz Yıldırım'ı yargıya ve Fenerbahçe'yi cepten değil yürekten sevenlere havale ediyorum. Siz de öyle yapın.

Fenerbahçe, Galatasaray'ın rakibidir, düşmanı değil.

Bu çapulcular ise Türk sporunun düşmanıdır, Galatasaray'ın değil.

Bunu böyle bilin.

Lütfen...

Hangi kadınların günü


DÜNYA Kadınlar Günü'ymüş. Bir de utanmadan kutlayacağız. Acaba yardım istemek için gittiği Trabzon Valiliği'nde görevlilerin tecavüzüne uğrayan kadının günü mü?

Yoksa 12 yaşında pek çoğu kamu görevlisi onlarca kişinin tecavüzüne uğrayan ve tecavüzcülerin büyük bölümünün ‘‘gizli celse’’ ile yargılanıp serbest bırakıldığı davanın mağduru olan 12 yaşında kadın olmuş kızın günü mü?

Değil mi?

Peki evli kadınlara ‘‘üç maymunu oynayın’’ diyen ve kadınların aldatılmayı görmezlikten gelmesini, duymamasını ve konuşmamasını tavsiye eden Hülya Avşar'ın bu önerisine kulak veren kadınların günü mü?

Acaba Türkiye'de kadınların yüzde 58'inin aile içinde şiddete maruz kaldığını ortaya koyan araştırmanın belirlediği kadınların günü olabilir mi bugün?

Belki de, Türkiye'deki gayrimenkullerin sadece ve sadece yüzde 8'ine sahip olan kadınların günüdür. Olabilir mi?

Bunlar sadece dünkü Hürriyet'te rastladığım kadın manzaraları.

Ve bugün büyük ihtimalle bu kadınların günü değil.

Kimin günüyse kutlu olsun!

NOT: Bu yazıyı Dünya Kadınlar Günü olan 8 Mart Cumartesi günü yazdım, ancak o gün yer darlığı nedeniyle köşede yer alamadı. Çok da mühim değil; çünkü o günden bugüne kadınların durumunda bir değişiklik yok.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Takımımıza sahip çıktığımız kadar ülkemize de sahip çıktığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Şeref tribünü magandaları

10 Mart 2003
<B>FAZLA </B>detaya gerek yok. Olanları üç aşağı beş yukarı biliyorsunuz. Fenerbahçeli yöneticilere sataşılıyor zannedip araya girdim, aralarında Sedat Peker'in adamı olarak bilinen kişilerin de bulunduğu 20-25 kişilik bir grubun saldırısına uğradım.. Benim açımdan önemli değil ama Türk sporu açısından ‘‘vahim’’ bir olay. Aziz Yıldırım'ın ‘‘hataları’’ sonucu Fenerbahçe'nin geldiği noktaya bakın. İki hafta önce Fenerbahçeli Spor Yazarı Abdullah Çevrim kıyasıya dövülüyor. Üç gün önce Fenerbahçeli spor yazarı Engin Verel bacağından vuruluyor.

Cumartesi akşamı Fenerbahçeli kılığına girmiş eşkıyalar bana saldırıyor.Bunlardan dolayı Fenerbahçe camiasına kırgın mıyım?

Asla.

Yöneticilere kızgın mıyım?

Asla.

İlk arayanlar arasında Fenerbahçeli dostlarım vardı. Bana saldıranlar zaten Fenerbahçeli değil ki!

Aziz Yıldırım'ın ‘‘medet umarak’’ camiaya soktuğu mayfa bozuntusu kişiler.

Zaten artık Fenerbahçe'nin kontrolü de Yıldırım'da değil bunlarda. Kendi kaptanlarını, kalecileri, sembolleri Rüştü'yü döven de bunlar, bana saldıran da.

Aziz Yıldırım dönüp kendine bir sormalı, ‘‘Ben nerede hata yaptım da, bu işler bu hale geldi’’ diye.. Öyle ya, o gelinceye kadar rekabet vardı, gerginlik vardı ama bu kadarı yoktu. Daha ne kadarının olacağı da belli değil. Bu nedenle Aziz Yıldırım hatasının ne olduğunun yanıtını bulmalı. Belki o zaman kendisine edilen ‘‘o küfürlerin’’ de nedenini bulur.

Çünkü ‘‘O’’ sözlerin bazıları Fenerbahçeli ağızlardan da çıkıyor.


TEŞEKKÜR


BU kadar çok dostum olduğunu bilmiyordum. Maç sonrası meydana gelen ‘‘çirkin’’ olayın televizyonlara yansımasıyla birlikte binlerce ‘‘dost’’ aradı. Bu yazıyı bile telefonlar nedeniyle birkaç saatte tamamlayabildim.

Hepinize çok teşekkür ediyorum. Umarım spor alanlarında böyle çirkinlikler bir daha olmaz, umarım sporu bu hale getirenlerden hesap sorulur.

Esrarengiz geminin rotasını kim değiştirdi?


AMERİKA'nın Irak'a yapacağı harekátın Türk ekonomisine verdiği ve vereceği zararların çok farklı boyutları olabiliyor.

Mersin Limanı'na yanaşan bir geminin Türkiye'nin pazarlık gücünü azalttığı ve bu yüzden bir depo görevlisinin işine son verildiğini cumartesi günü Hürriyet'te okudunuz. Bu gemi CEC Meridian.

Ve aslında geminin yükünün büyük bir bölümü Amerikan askeri malzemesi. Yüzlerce konteyner taşıyan geminin yükünden sadece 102 konteyner ABD'ye ait.

Gerisi Türkiye'de pek çok firmaya ait ticari mallar. Geminin rotası da aslında İstanbul. Ancak her nedense, kimden geldiği belli olmayan bir ‘‘talimatla’’, gemi Mersin Limanı'na yönlendiriliyor.

İstanbul'da onlarca firma bu gemiden indirilecek malları bekliyor ama kime ne?

Amerikan askeri malzemesi her şeyden önemli.

Bu nedenle de Meridian İstanbul'a değil, Mersin'e yanaşıyor.

İstanbul'da pek çok firma mağdur.Gemideki malların bazıları ‘‘acil’’ ihtiyaç. Ancak gemi Mersin'de tezkerenin geçmesini ve boşaltılmayı bekliyor, İstanbul'daki müşteriler ise mallarını.

Nakliyeci Maersk firması ise sorulara net bir yanıt veremiyor.

Anlayacağınız, ABD'nin savaşı herkesin önceliği.

Uluslararası nakliyat firmalarının bile.

Tehlike anında camı kırınız


SİİRT seçimini dün yaptı. Ben yazarken sonuç belli değildi ama sürpriz olacağını zannetmiyorum.

Sadece ben değil, Başbakan Gül de zannetmiyor.

Yer Tayyip Erdoğan ve Gül'ü Siirt'e götüren özel uçak.

Gül, Erdoğan'la haftaya yapılacak işleri konuşuyor.

Erdoğan'ın işaret ettiği noktalara Gül şöyle cevap veriyor:

‘‘Dışişleri Bakanı olarak o gün ne gerekiyorsa yapacağım.’’

Bu Gül ile Erdoğan arasındaki görev paylaşımının yapıldığının en açık göstergesi. Bu uçak yolculuğu aynı zamanda bir ‘‘teşekkür ve vedalaşma’’ yolculuğu da oluyor.

Gül uçakta Erdoğan'a hem kendisine Başbakanlığa giden yolu açtığı için, hem de Başbakanlığı sırasında verdiği destek için teşekkür ediyor. Erdoğan da Gül'e aynı şekilde karşılık veriyor ve o da Gül'e ‘‘Partimize yakışır bir başbakanlık dönemi geçirdiniz. Gurur duyduk’’ diyor.

Gül'ün özel kalem müdürüyle de vedalaştığı ve bu sabah istifasını Cumhurbaşkanı Sezer'e sunacağı söyleniyor.. Gül'ün kısa süren başbakanlığını değerlendirmek güç. Çünkü yoğun gündemli ve stresli bir döneme rastladı. Ancak genel tavrı itibarıyla Türkiye'ye hiç yoktan sorun yaratmayacak bir yönetici olduğunu gösterdi. Gül oralarda bir yerde olduğu müddetçe ‘‘tehlike anında camı kırıp’’ çıkartılabilecek biri var demektir.

Umudumuz gerek kalmaması.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Sporda şiddetten medet umanlara sportmenler şiddetli tepki gösterdiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Hakeme saldırıyorlar ki Galatasaray'ı yaksın!

8 Mart 2003
<B>GALATASARAY </B>maçına bir hakem atandı, <B>‘‘Anti Galatasaray Cephe’’ </B> saldırıda. Büyük derbi öncesi Galatasaray haberi <B>‘‘Şaş'ın intikamı’’</B>. Hasan Şaş Galatasaray'dan intikam alıyormuş, pazarlık ediyormuş, taviz vermiyormuş, gidecekmiş.

İki gün sonra versen de olur bir haber. Ama maç arifesine yetiştirilmiş.

Elinize sağlık.

Yetmemiş. Bir de hakem ‘‘dolduruşları’’.

Hakem şöyleymiş, böyleymiş...

Başı çeken ise Erman Toroğlu ve benim gazetemin spor sayfası.

Kasıtlı başlıklar...

‘‘Galatasaray O'nunla hiç kaybetmedi.’’

Kaybedilmeyen maçlar ise Büyükşehir Ankara, Vanspor, Yimpaş gibi maçlar.

Bitmiyor ara başlık:

‘‘Yozgat'ta sahne aldı.’’

Sanki sahne alıp Galatasaray'ı korumuş. Oysa o maçta Galatasaray iki puan kaybetmiş ama başlığa bakarsan Galatasaray o maçı kazanmış gibi duruyor.

Üstelik de sanırsın ki, Galatasaray 10 maçın dokuzunu kaybediyor da, Dereli ile kaybetmemiş.

Aslında maksat tarafsız bir tespit yapmak değil, maksat hakemi sahaya Galatasaray lehine düdük çalarken eli titreyecek hale getirip çıkarmak.

Varlığını ‘‘Galatasaray düşmanlığı’’na borçlu Erman Toroğlu, borç ödüyor.

Genç bir hakemi baskı altına alıp yok etmek istiyor.

Oysa durum hiç de böyle değil. Belki de tam aksi.

Gelin bugün oynanacak maçın hakemini bir de benim gözümden izleyin.

Selçuk Dereli son olarak Galatasaray'ın Ali Sami Yen'de Trabzonspor ile oynadığı maçı yönetti.

Dereli o maçta Galatasaray'ın kaybetmesi için her şeyi yaptı.

Uzatma dakikalarında Galatasaray ceza alanı önünden bir serbest vuruş verdi.

Ve bu serbest vuruşu tam üç kez tekrarlattı.

Trabzon'un bu vuruştan gol çıkarması için her şeyi yaptı.

Az kalsın oluyordu da. Üçüncü tekrarda Trabzonlu oyuncunun vuruşu direkten döndü de Galatasaray puan kaybetmekten kurtuldu.

Hakem hakkında Galatasaray düşmanı Türk spor basınının yaptığı yorumlar, verdiği bilgiler tarafsız olsa bundan da söz ederler ama maksat bilgi vermek, hakemi tanıtmak değil.

Maksat hakemin Galatasaray karşıtı bir maç yönetmesini sağlamak.

Bir yandan da Galatasaray'ın hakemle ilgili serzenişte bulunmasını engellemek.

Sarı kırmızılı takım işte bu düşmanlık cephesine rağmen şampiyon olmaya çalışıyor.

Ama şampiyonluklar da bu yüzden çok zevkli oluyor.

Çünkü kupanın her havaya kaldırılışında, bunların suratlarının aldığı hali aklımıza getiriyoruz.

Ulusal güvenlik ve depo görevlisi


BÖYLE soytarılık sadece Türkiye'de olur.

Bunun olduğu memleketten gel de hayır bekle.

Küçük bir devlet memuru görevden alındı.

Gerekçe müthiş:

‘‘Türkiye'nin ABD ile pazarlık gücünü zayıflattın.’’

Sanırsın ki, adam çok gizli belgeleri ABD'ye satan bir ajan.

Ama değil.

Görevden alınan kişi bir ‘‘depo görevlisi’’.

Mersin Limanı'nda çalışıyor.

Bir Amerikan askeri yük gemisinin yükünü boşaltmasına izin vererek, Türkiye'nin ABD ile pazarlık gücünü zayıflatmış. Bu nedenle görevden alınmış.

Vay be, bir adamın gücüne bak.

O olmasa ABD Kuzey Cephesi'ni açamayacak.

Biz bu adamı ‘‘bu nedenle’’ görevden alıyorsak, ABD de bu adama ‘‘şeref madalyası’’ takıp ABD pasaportu vermeli, hatta bir de ömür boyu maaşa bağlamalı.

Öyle ya, adam tek başına Türkiye'nin direncini kırıyor ve ABD'yi kurtarıyor.

Komik ötesi bir durum.

Eğer Türkiye bir depo görevlisinin yetkilerini belirlemekten ve bu düzeyde bir kişinin yapması muhtemel hatadan dolayı ulusal politikasından sapıyorsa, yazıklar olsun.

Benden tavsiye bu ‘‘sistemi yıkın’’ yeniden kurun.

Çünkü buna sistem değil, dense dense rezalet denir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kadınlar Günü'ne, ev kadınlarının kabul günü muamelesi yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

K. Irak sorun olacak gibi!

7 Mart 2003
<b>KUZEY </B>Irak'ın, önümüzdeki 10 yıl için Türkiye'nin en büyük <B>‘‘sorunu’’ </B>olmaya aday olduğunu aylardır vurgulamaya çalışıyorum. Tıpkı 1. Körfez Savaşı sonrası olduğu gibi, bu operasyon sonrasında da Türkiye, Güneydoğu'sunda ciddi sorunlar yaşayacak.

Çünkü Türkiye, ABD'nin Kürtlerle hangi şartlarda anlaştığını ve ABD'nin Kürt gruplar üzerindeki etkisinin nerelere kadar uzandığını bilmiyor. Bu köşede haftalar önce yazdım.

ABD'nin Adana Konsolosluğu'ndan en üst düzeyde yetkililer, Güneydoğu Anadolu'da uzun süredir ciddi bir faaliyet yürütüyorlar.

Yerel siyasi ve ekonomik unsurlarla toplantılar yapıyorlar. ABD'nin üst düzey konsolosluk yetkililerinin bu toplantılarda takındığı tavır ‘‘Bölge Valisi’’ tavrıydı. Müfettiş edasıyla bölge halkının Türkiye ile ilgili şikáyetlerini dinliyorlar, gelecekle ilgili projeler şekillendiriyorlar.

Bunları daha önce yazdım. Önceki gün de, yine ABD'nin Adana Konsolos Yardımcısı, Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde DEHAP yöneticileriyle bir toplantı yaptı.

Böyle bir toplantının gerekçesi ne olabilir?

Bu toplantıdan Türk yetkililer haberdar mıdır?

İçeriğiyle ilgili bir bilgi var mıdır?

Bunları bilmiyoruz.

Bildiğimiz, ABD'nin uzunca zamandır, bir yandan Kuzey Irak'taki Kürt gruplarla, bir yandan da Türkiye'deki ‘‘ayrılıkçı’’ unsurlarla temas halinde olduğu. Giderek küstahlaşan Barzani'nin KDP'sinin programında ise şöyle yazıyor:

‘‘KDP, Kürdistan'da yaşayan herkesin özgürlük, bağımsızlık ve güven kazanmasını talep eder.’’ Ve devam ediyor:

‘‘KDP, Türkiye, İran, Suriye ve Rusya'da yaşayan Kürtlerin çabalarını destekler, haklarını savunur ve geleceklerini belirlemeleri için kendi bağlı bulundukları devlete karşı destek verir.’’

Bu hayli iddialı programı bölgedeki gelişmelerle paralel düşününce Türkiye'nin gelecek 10 yıldaki muhtemel sıkıntısı ortaya çıkıyor. Bu sıkıntının yaratacağı gerilimin bölgedeki ABD tarafından istenen ortamı sağlamayacağını, bu politikaları üreten Amerikalı ‘‘think- tank’’lerin de anlamış olduğunu umuyoruz.

Bush'un beyin takımından Clinton'a mektup

ELİMDEKİ mektup hayli eski. Yaklaşık 4 yıl önce yazılmış. Muhatabı dönemin ABD Başkanı Clinton. Altındaki imzalar ise çok tanıdık isimler: O gün ABD'de ‘‘muhalefeti’’ temsil eden, bugün ise iktidar gücünü paylaşanlar. Bakın az sonra size özetleyeceğim mektubu kimler imzalamış:

Richard Armitage, Francis Fukuyama, Zalmay Halilzad, Richard Perle, James Woolsey, Paul Wolfowitz ve Donald Rumsfeld. Bunlar Irak'a yapılacak operasyonun ‘‘teorisyenleri’’ ve ‘‘uygulayıcıları’’.

Dediğim gibi bu mektup 4 yıl önce Başkan Clinton'a yazılmış. Ve Irak'a karşı acil yaptırımlara gidilmesi konusunda Başkan'ı uyarıyor. Mektubun ilk paragrafında şöyle yazıyor:

‘‘Sizi Amerika'nın, dünyadaki dost ve müttefiklerinin çıkarlarını güvenceye alacak yeni stratejiler geliştirmeye çağırıyoruz. Bu stratejinin hedefi her şeyden önce Saddam rejiminin devrilmesini hedef almalıdır. Size bu zor ve gerekli işte tam desteğimizi vermeye hazırız.’’

Bugün Bush'u destekleyen takım 4 yıl önce Clinton'a Saddam'a savaş açmaya karşılık ‘‘tam destek’’ vaat ediyor. Mektubun ikinci paragrafında Irak'ın kitle imha silahlarının denetlenemediği, kimyasal ve biyolojik silah üretmeye devam edebileceği, ambargonun delindiği ve buna karşılık ABD'nin elinden bir şey gelmediği anlatılıyor ve Irak'ın silahlanmasının ABD açısından belirsiz bir hale geldiği söyleniyor. Üçüncü paragraf ise bakın ne diyor:

‘‘Eğer Saddam kitle imha silahlarını geliştirebilirse, ki bu kesin gözüküyor, bölgedeki Amerikan güçlerinin güvenliği ve İsrail gibi dostlarımızın geleceği tehlike altına girecektir. Arap ülkelerinin ve dünya petrollerinin önemli bir bölümünün geleceği de tehlike altına girecektir. 21. yüzyılda dünyadaki güvenlik, bu tehdidi ele alış biçimimizle şekillenecektir.’’

Dördüncü paragrafta bugünkü durum anlatılıyor:

‘‘Kısa vadede diplomasi işe yaramadığı takdirde askeri güç kullanmaya hazır olmak gerekmektedir. Uzun vadede ise Saddam Hüseyin rejimine son vermektir.’’ Ve devam ediyor:

‘‘Sizi Saddam'ı ortadan kaldıracak bir strateji üzerine yoğunlaşmaya davet ediyoruz. Bu diplomatik, politik ve askeri çalışmalar gerektiriyor. Bu politikanın gerçekleşmesinin zorluğunun ve tehlikelerinin farkındayız. Ancak bunları yapmamanın yaratacağı tehlikeler daha büyük. Amerika bu adımları mevcut Birleşmiş Milletler kararlarına dayanarak atabilir. Buna askeri güç de dahildir. Amerikan politikası, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin oluşumundaki hatalar yüzünden sekteye uğratılamaz. Sizi hızlı hareket etmeye ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden bu duruma karşı harekete geçmeye zorluyoruz. Göstereceğiniz zafiyet, geleceğimizi ve çıkarlarımızı tehlikeye atmak demektir.’’

Ve yukarda saydığım imzalar...

Mektup 11 Eylül saldırılarından hemen hemen iki yıl önce yazılmış. Anlaşılan Clinton bu ‘‘flu’’ ekibi çok ciddiye almamış. Bedelini ise Al Gore ödedi. ‘‘Flu’’ bir seçimle Bush ve ‘‘bu mektupta imzası’’ olanlar iktidara geldi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Devlet adamlığına soyunanlar, sadece yarını değil, gelecek yüzyılı da düşündüğü zaman.
Yazının Devamını Oku