Fatih Altaylı

Ya Özkök konuşmasaydı?

6 Mart 2003
<B>GENELKURMAY </B>Başkanı <B>Özkök </B>konuştu, Türkiye'de tavır değişti. <B>Özkök,</B> hükümet tezkeresine Milli Güvenlik Kurulu'nda kapalı kapılar ardında verilmeyen desteği dün basını çağırarak açık bir biçimde verdi.Özkök'ün söyledikleriyle, Gül'ün, Erdoğan'ın söyledikleri arasında büyük farklar yok.

Ama Gül ve Erdoğan'ı eleştirenler Özkök'e alkış tuttular.

Özkök, bu desteğin MGK toplantısında neden verilmediğini soranlara, ‘‘Parlamentoyu baskı altına almaya çalıştığımız yolunda bir izlenim doğabilirdi. Bu nedenle o gün bunları söyleyemedik’’ dedi.

İlginç.

Refahyol'un 28 Şubat'ından AKP'nin 28 Şubat'ına kadar Türkiye'nin aldığı mesafeyi gösteren bir açıklama. Özkök gibi, ‘‘demokrat’’ bir komutan söylediği için inandırıcı, her iki taraf açısından da, Türkiye adına sevindirici bir gelişme.

Fakat aynı oranda da düşündürücü.

Çünkü Türkiye'de kurumlar arasında hálá bir ‘‘samimiyet’’ ve ‘‘şekil’’ sıkıntısını da gösteriyor.

Çünkü MGK'nın ‘‘kibarlık’’ yapması ve Meclis'in de MGK'nın sahip çıkmamasından cesaret alarak tezkereyi reddetmesinin sonuçları bu kadar ‘‘pozitif’’ olmayabilirdi. Türkiye açısından bundan sonraki aşama MGK'nın karar alırken, ‘‘Acaba Meclis kendini baskı altına alınmış hisseder mi?’’ sorusunu kendi kendine sormasına gerek duymayacak bir ‘‘asker sivil samimiyetinin’’ oluşmasıdır.

Meclis-hükümet ve Genelkurmay üçlüsünün bu hafta içinde sergilediği tavır, o günün çok uzak olmadığının göstergesidir.

Hepiniz 1022 dolar ödeyeceksiniz


AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan katıldığı Teke Tek programında ‘‘Türkiye'nin 2003 yılında 73.5 milyar dolar ödemesi var. Bunun nasıl yapılacağı konusunda kafa yormayanlar ABD ile yaptığımız pazarlık konusunda atıp tutuyor’’ demişti. Bu hafta katılan Deniz Baykal ise Erdoğan'ın verdiği rakamları yalanlamış ve Türkiye'nin bu yıl yapacağı borç ödemesinin 12 milyar dolar civarında olduğunu belirtmişti. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan önceki gece aradı.

‘‘Genel Başkanımız Teke Tek'i izlemiş. Sayın Baykal'ın verdiği bilgilerin gerçeği yansıtmadığını bilmenizi istiyor’’ dedi.

Borç ödemeleri ile ilgili detaylı bilgiler verdi. Ve ABD'den gelecek ‘‘savaş tazminatı’’ ile yapılacak işleri aktardı.

Ben de resmi bir yazı ile gerçek borç miktarı konusunda beni bilgilendirmesini istedim.

Sabah erken saatlerde hemen bir faks ile bilgiyi yolladı.

Buna göre Türkiye'nin 2003 yılı içinde ödemesi gereken ‘‘iç borç’’ miktarı 62 milyar 300 milyon dolar.

Aynı dönemde ödenecek ‘‘dış borç’’ miktarı ise ise 11 milyar 277 milyon dolar.

Toplamı 73 milyar 577 milyon dolar. İç borç miktarı dolar kurundaki tahmin dışı değişimlere göre çok az artıp azalabilir. Ancak tutar bu.

Anlaşılan Deniz Bey'in ödenecek borçtan kastı ‘‘dış borç’’. Çünkü oradaki rakam tutuyor. Yani bu yıl her Türk vatandaşı 1022 dolar borç ödeyecek.

Kişi başı gelirin neredeyse yarısı.

Vali Güler’den ‘huzurlu’ karar


İSTANBUL'un yeni valisi hakkındaki düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu dün basit bir örnekle gördüm.

Valilikte yapılan toplantıda Vali Güler Galatasaray-Fenerbahçe maçına Fenerbahçeli taraftarın alınmayacağını açıkladı.

Son derece doğru bir karar. Üstelik de son derece adil bir karar.

Çünkü biliyorum ki, tersi bir karar çıksaydı İstanbul son derece gergin bir hafta sonu yaşayacak ve müthiş olaylar çıkacaktı.

Bunu bilmek için alim olmaya veya istihbarata gerek yoktu. İstanbul'daki ‘‘holigan yapısını’’ biraz biliyor olmak yeter..

Aslında bu toplantıya bile gerek yoktu. Çünkü zaten ilk yarı oynanan maçtan sonra Emniyet Müdürü Özdemir bu konuda Galatasaray Başkanı'na söz vermişti.

Ancak açıkçası ben bu sözün tutulacağından emin değildim.

Fakat Vali Muammer Güler ‘‘yönetici’’ olduğunu kanıtladı ve riske girmedi. Eminim ki, tersi olsaydı yani ilk maç Ali Sami Yen'de oynanmış olsaydı ve bu kez Saraçoğlu'na Galatasaraylıların sokulmaması gerekseydi Vali yine doğru olanı yapar ve bu kararı verirdi.

Tabii Aziz Yıldırım'ın tepkisi de ilginç. Hasan Özdemir aylar önce ‘‘Ali Sami Yen'e Fenerbahçeli taraftar almayacağız’’ dediği zaman sesini çıkarmamıştı. Dün kıyameti koparmış.

Herhalde o sözün unutulacağını düşünüyordu.

Ama yanıldı.

Karar doğrudur. Maça çocuğunu gönderen bir ananın, bir babanın üzülmesinin, evlat acısı çekmesinin önüne geçen bir karara saygı duyması gerekirdi.

Ama öğrenecek.

Yıldırım yanıldı. Bakalım ‘‘Bu maça Serdar Tatlı'yı atayacaklar çünkü tezgah böyle kuruldu’’ diyenler de yanılacak mı?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


En pahalı elektrik, yatırım yapılması için uğraşılan Doğu Anadolu'da satılmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Amerikan Dışişleri'nin iflası

5 Mart 2003
<B>IRAK'</B>a yapılacak operasyon, sadece Türkiye'de değil, Amerikan yönetiminde de ciddi bir iç kargaşaya ve çekişmeye neden oluyor. Özellikle Türkiye'nin tavrının netleşmesiyle beraber, ABD içindeki gerilim de arttı.

Bu gerilimin taraflarından biri Amerikan Dışişleri Bakanlığı, diğeri ise Pentagon, yani Savunma Bakanlığı.

Pentagon, Amerikan politikasının bunca eleştirilmesi ve başta İngiltere ve Türkiye gibi iki ‘‘çantada keklik’’ müttefikte bile ‘‘onay’’ görmemesini Dışişleri'nin ‘‘hatalı’’ politikalarına bağlıyor.

Bu nedenle de, Dışişleri Bakanlığı'na politika üretmekte yardımcı olan enstitüler, think tank'ler, akademisyenler şimdi Pentagon'un hedefi.

Pentagon'un ‘‘askeri altyapısını’’ oluşturduğu Yeni Dünya Düzeni'nin siyasal altyapısının hazırlanamamış olmasının faturası Dışişleri'ne kesiliyor.

Burada Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu ‘‘siyasi durumu’’ oluşturanların da payı göz ardı edilmiyor.

Ve şimdi Pentagon hesap kesmeye hazırlanıyor.

Dışişleri ise ‘‘hataları’’ telafi etmek için son girişimlerini yapmak için hazırlanıyor..

Amerikan Dışişleri Bakanlığı şimdi Türkiye'deki siyasi dengelerle oynayabilmek için bir süredir ortalarda görünmeyen aktörlerini yeniden ‘‘piyasaya’’ sürecek.

Ben ABD Dışişleri'nin bu oyunu Türkiye'ye bir kez daha yutturabileceğine inanmıyorum.

Ama deneyecekler.

Bu gelişmelerle TBMM'nin cumartesi günü aldığı karar tarihsel bir önem kazanıyor.

Ve aslında Türkiye'nin önemini de arttırıyor.

Türkiye, Amerikan Dışişleri'nin IMF ve Dünya Bankası yoluyla ‘‘kontrol’’ edebildiği siyasi ağırlığı olan ülke olmaktan çıkıp, ‘‘bölgesel siyasi güç’’ olduğunu gösteriyor..

ABD Dışişleri'nin küçümsediği ülke değil, Pentagon'un önemsediği ülke oluyor.

AKP'li ‘‘isyancı’’ milletvekilleri bilmeden ve belki de istemeden ABD politikasını bozuyorlar.

İyi de oluyor.

Benim soruma hálá gülüyor musunuz?

AYLAR önce Abdullah Gül'ün Dışişleri Konutu'nda yayın yönetmenleri ile yaptığı toplantıda bir soru sorduğumu ve bu soruya Başbakan Gül'ün danışmanlarının güldüğünü yazmıştım.

Sorum şuydu:

‘‘Kuzey Irak'ta Türk askeri ile Amerikan askerleri arasında bir çatışma yaşanması ihtimaller arasında mıdır?’’

Bu soruma daha sonra kimi meslektaşlarım ve bazı ‘‘stratejistler’’ de güldüler.

Ben ise bu ‘‘gülünç’’ suali sormayı sürdürdüm.

Şimdi görüyorum ki, benim soru ‘‘somut’’ bir gerçek olarak giderek yaklaşmaya başladı.

TBMM'nin meşhur ‘‘tezkereyi’’ reddetmesi ile birlikte ABD'nin Kuzey Irak'taki tek dayanağı oradaki Kürt gruplar.

Tezkerenin çıkması ihtimal dahilindeyken bile Türkiye ile Kürt gruplar arasında dengeli bir siyaset izleyen Amerika'nın şimdi ağırlığını ne yönde kullanacağını tahmin etmek için ‘‘káhin’’ olmaya gerek yok.

Bunu anlayan Kürt grupların Türkiye'ye karşı aldıkları tavır da giderek ‘‘sapıtma’’ noktasına doğru ilerliyor.

Bu gidişat sonunda Barzani ve Talabani ABD destekli bir ‘‘devlet’’ girişimini başlatırlarsa Türkiye'nin ne yapacağı bir sır değil. Hatta bu konuda alacağımız tavır Türkiye'nin belki de en net ve açık politikası.

Hal böyleyken, ABD bölgedeki Kürt grupları ‘‘koruması’’ altına aldığını ‘‘net’’ bir biçimde ortaya koyuyor.

Bunların toplantıları bile ABD ve CIA koruması altında yapılıyor.

Gelişmelerin Türkiye'nin istemediği noktaya doğru ilerlemesi halinde bölgedeki muhtemel çatışmada ABD'nin de taraf olma olasılığı ‘‘yok’’ denemez..

Böyle bir durumda benim ‘‘basit’’ soruma gülenlerin ne yapacaklarını çok merak ediyorum..

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Eğrisinin doğrusuna gelmesinin bir politika olamayacağını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Bayrağı yaktıran Kürtler mi, Amerikalılar mı?

4 Mart 2003
<B>ABD </B>Kürt kartını çirkin bir şekilde oynuyor. Kuzey Irak'taki Türkiye karşıtlığı tırmandırılıyor. Bunun bilinçli bir tavır olduğu çok açık. Dün Erbil'de yapılan gösterilerde birkaç bin çapulcu Türk bayrağını yakacak kadar ileri gitti. Bunların ne yaptığı önemli değil ama zamanlama önemli.

Kuzey Irak'taki Kürt grupların istediği ne? Türkiye'nin Irak'a yapılacak müdahaleye dahil olmaması. Haftalardır bu yöndeki isteklerini bağırıyorlar. TBMM ne karar almış?

ABD ile birlikte müdahaleye hayır. Yani Kürt grupların talebi doğrultusunda bir karar.

Normalde ne olması gerekiyor.

Bu Kürt grupların meydanlara çıkıp, Türkiye Büyük Millet Meclesi'ne teşekkür etmeleri.

Ama onlar böyle yapmıyor.

Türkiye'nin bu kararını alkışlamaları gereken günde, Türk bayrağı yakıyorlar. Aynı gün New York Times'ta William Safire yıllar önce ölmüş Mustafa Barzani ile mezarında bir söyleşi yapıyor ve ‘‘Kürt Hayaleti’’ başlığı ile yayınlıyor. Amerikan yönetiminin adamı Safire, Mustafa Barzani'nin ağzından ABD yönetiminin tavsiyelerini Kürtlere iletiyor. Mustafa William Barzani öbür taraftan oğlu Mesud'a ve hayattayken yakın adamı olan Talabani'ye ‘‘Birleşin’’ çağrısı yapıyor, ABD'ye de ‘‘Kürtleri bir daha yüzüstü bırakmayın’’ diyor ve Saddam'ın üzerine Kürtlerle gidilmesini tavsiye ediyor.

Daha da öteye gidip, Bağdat sokaklarındaki kanlı gerilla savaşlarında Kürtlerin kullanılmasını Mustafa Barzani olarak tavsiye ediyor.

ABD, oyununu yine çok çirkin oynuyor.

Meşruiyet hayli derin bir mevzudur!


TÜRKİYE ‘‘anlamsız’’ bir şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin alacağı bir kararın ‘‘meşru olup olmayacağını’’ tartıştı. Türkiye'nin ‘‘en üst kurumu’’ olan Meclis'in kararlarının ‘‘meşruiyeti’’nin tartışma konusu yapılamayacağını, en hatırlaması gerekenler bile hatırlayamadı. Oysa TBMM'nin Anayasamızın ‘‘değiştirilmesi mümkün olmayan maddeleri’’ni değiştirmek dışında alacağı her karar meşrudur.

Verilmiş olan ‘‘desteklememe kararı’’ da meşrudur, verilse idi ‘‘destekleme kararı’’ da meşru olacaktı. Meclis'in tezkereyi reddetmesiyle birlikte meşru olma şansını yitiren tek şey ise Türk askerinin Kuzey Irak'taki varlığıdır. Çünkü Meclis'ten geçmeyen tezkerenin içeriğinde, bu askerlerin Kuzey Irak'a yollanmasını Türkiye açısından ‘‘yasal’’ kılacak izin de vardı ve bu izin de çıkmadı.

Diğer taraftan ‘‘meşruiyet’’ sözcüğünü ağızlarından düşürmeyenlerin kastettiği meşruiyet olsa olsa ‘‘uluslararası meşruiyet’’ olabilir.

Türkiye'deki bazı cin fikirliler, meşruiyetin koşulu olarak Birleşmiş Milletler Kararı'nı görüyor olabilirler. Ancak bu da çok geçerli bir tez değil.

Hele hele Türkiye için.

Eğer Türkiye'de ‘‘Birleşmiş Milletler kararlarının Türkiye açısından her halükárda meşru olacağını’’ bağırırsanız size gülerler.

Çünkü o zaman Türkiye'nin Kıbrıs'taki askerlerini yarın değil, dün çekmiş olması gerekir.

Çünkü Türkiye'nin Kıbrıs'taki bizce ‘‘zorunlu ve gerekli’’ varlığı da, Birleşmiş Milletler'e göre ‘‘meşru’’ değildir.

Bu yüzden Türkiye'nin, Irak konusunda alacağı tavrın meşruiyetine ancak ve ancak Türkiye karar verir.

Birleşmiş Milletler ‘‘Irak'ı yakalım’’ dese bile, eğer bu Türkiye'nin lehine değilse ve TBMM buna destek vermezse Türkiye açısından meşru olan TBMM'nin kararıdır.

Uluslararası meşruiyeti Türkiye'nin ‘‘çıkar ve kararlarının üzerinde görmek’’ yakışıksız bir durumdur.

Unutulmamalıdır ki, Türkiye'nin en üst makamı olan Cumhurbaşkanı'nı ‘‘Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’’ veya ‘‘Güvenlik Konseyi’’ değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçmektedir.

Bu Galatasaray Fener'den çok yer


GALATASARAY'ın oynadığı futbol konusunda ne kadar haklı olduğum Kocaeli'nde ortaya çıktı. Duran toplarla yapılan ortalar dışında Galatasaray'ın tek bir organizasyonu yok.

Küçük Hakan'a 90 metrelik bir sol kanat emanet. Hal böyle olunca soldan tek bir hücum girişimi yok. Hakan savunmada da yok, hücumda da yok. Bu kanatta hadi Hasan ‘‘kesik’’, Baliç de mi yok! Orta saha top çıkaramıyor, gelip topu alan yok? Revivo yok. Buzlu karlı havada fizik gücüyle ayakta kalacak Berkant o maçta yok. Bu maçta sahada ama ortalıkta yok. Kontenjan senatörü Ümit Davala zaten yok. Ümit Karan'ın ‘‘mucize gibi’’ gelip vurduğu kafa olmasa gol de yok. Bülent'in kafası olmasa puan da yok. Galatasaraylı taraftarlar üzülmesin ama bunca yoktan sonra bu hafta Fenerbahçe maçı var.

Ve yine kimse üzülmesin ama Fenerbahçe bu Galatasaray'a 5 atar.

Bu arada bu maça Serdar Tatlı'nın hakem olarak atanması işi de Federasyon'a emir olarak iletilmiş.

Haydi hayırlısı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


ABD diye bir ülke yokken, bizim yüzlerce yıldır var olduğumuzu unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Türkiye ile ilişkiler bozulmaz tarikatlarla ilişki bozulur

3 Mart 2003
<B>TEZKERENİN </B>onaylanmaması kimseyi derin endişelere sevk etmesin. Türkiye'de kısa vadeli sorunlar olabilir ama tezkerenin Meclis'ten geçmemiş olmasının faydaları, zararlarından daha fazladır. Ödemeler dengemiz bozulacak! Doğrudur. Bozulacak. Ama zaten bozulacaktı. Nasıl olsa gelen para hızla çarçur edilecekti ve altı ay sonra ABD bir savaş daha çıkarıp bize bir miktar daha para vermeyeceği için zaten dengelerimiz bozulacaktı.

ABD-Türkiye ilişkileri zedelenecek! Bir şey olmaz. ABD bu bölgede etkin olmak istedikçe, Türkiye ile ilişkisi bozulmaz. Tezkere bir hafta sonra da çıksa, hiç çıkmasa da ABD için Türkiye önemlidir. Japonya ile İngiltere arasındaki coğrafyada bizden daha yakın müttefiki yok. Türkiye bölgenin şekillenmesinde söz sahibi olamayacak!

Bu da olacak şey değil. ABD eğer bölgenin şekillenmesinde Türkiye'yi söz sahibi yapmamak gibi strateji kurduysa, tezkere cumartesi günü geçmiş olsa bile bu stratejiyi değiştirmezdi. ABD'nin bölgede Türkiye'yi dışlaması mümkün değil. Bu stratejinin bir günde değişmesi hiç mümkün değil.

Peki Meclis'ten çıkan bu kararın ABD üzerinde bir etkisi olmaz mı?

Olur.

ABD'de bazı ‘‘beyinsizlere’’ olan güven azalır. Bu beyinsizler Türkiye uzmanı diye geçinen ama Türkiye'nin gerçeklerinden bihaber grup.

Bunlar yıllardır Türkiye'de ‘‘tarikat’’ üzerine siyaset bina ettiler.

İslami grupları koruyup kolladılar. Bunlarla Türkiye'yi yönetebileceklerini düşündüler.

ABD'nin bu politikasının mimarları şimdi zor durumda.

Tarikatlar üzerinden Türkiye'yi kumanda edemeyecekleri, ılımlı veya radikal, İslamcı grupların hiçbir zaman ABD ile uzun vadeli ve kalıcı bir işbirliği içine girmeyeceği ortaya çıktı.

Bugün, bu çoğunlukla iktidarda olan parti CHP ve onun ekonomi kurmayı Kemal Derviş olsaydı, sizce tezkere geçer miydi, geçmez miydi? Bu sorunun yanıtını verebiliyor musunuz? Verebiliyorsanız, Amerikalılar da verebiliyor demektir.

Gel tezkere gel


HÜKÜMET tezkereyi salı günü tekrar Meclis'e getirmiyor. Aslında netleşmiş bir tarih de yok. Bilenen tek şey 9 Mart'tan sonra geleceği. 9 Mart önemli.

Tayyip Erdoğan Siirt'te seçime girecek. Bu tarihe kadar risk alınmayacak. Erdoğan'ın lider ‘‘karizması’’ cumartesi günü bir miktar zedelendi. 9 Mart'tan önce bir kez daha riske girilmek istenmiyor.

Bir başka gerekçe ise olası tepkiler.

Siirt'te hem muhafazakár, hem de HADEP'e yakın seçmenin savaş kararından etkilenip, AKP'ye karşı tavır alması da engellenmek isteniyor.

Bu yüzden tezkere 9'undan sonraya kaldı. Amerika ise sakin. ‘‘Kamuoyunun havasından böyle bir olasılığın ortaya çıkmasını bekliyorduk’’ diyorlar ve bu nedenle de ‘‘alternatif planlar’’ hazırladıklarını bildiriyorlar. Tezkerenin ayın 9'undan sonraya kalması ise ABD'nin pek umurunda değil gibi.‘‘Alternatif planlar yürür. Ayın 9'unda duruma bakarız. Eğer Kuzey Cephesi'ni gereksiz kılacak bir gelişme olmadıysa ve tezkere geçerse kaldığımız yerden devam ederiz’’ yönünde hákim bir görüş var.

Bu da benim daha önce yazdığım, ‘‘Süre verdiklerine bakmayın, harekátın başladığı güne ve sonrasına kadar bile Kuzey Cephesi'nden vazgeçemezler’’ tezimi doğruluyor..

Anlaşılan TBMM'nin bu kararı en çok Akdeniz'de gemilerde bekleyen Amerikan askerlerinin midesini vuracak.

Eskiden Türk askerleri tezkere için gün sayardı.

Şimdi ABD askerleri de sayıyor.

Savaş umurlarında mı Hıncal Abi


GEÇEN hafta yazdığım bir yazıda ‘‘medyatik olmanın yolunun savaş karşıtlığından’’ geçtiğini söylemiştim. Hıncal (Abi) Uluç da, beni eliştiriyor ve ‘‘Medyatik olmadan olmaz çünkü etkili olması için medyatik olması lazım’’ diyor.. Galiba anlatamamışım ne dediğimi. Benim anlatmak istediğim: ‘‘Savaş mavaş bunların umurunda olmaz. Bunların derdi gazeteye, televizyona çıkmak. Bugünlerde bunun yolu savaş karşıtı olmaktan geçiyor.’’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Milletvekilleri aldıkları anda pişman oldukları kararları almadıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Tecavüz kaçınılmazsa

1 Mart 2003
<B>TÜRKİYE'</B>deki havaya bayılıyorum. Sanki Irak'a yapılacak müdahaleye <B>‘‘gönüllü’’ </B>destek verenler var da, bunlar protesto ediliyor. Amerika bunu bir şekilde yapacak.

Uluslararası kamuoyu desteklese de yapacak, desteklemese de yapacak. ABD bu işi yapınca Türkiye desteklese de zarar görecek, desteklemese de zarar görecek.

Türkiye'nin şimdi yapmaya çalıştığı, bu zararı minimize etmek.

ABD'nin yapacağı müdahaleye karşı olan ülkeler, Türkiye'ye gelip, ‘‘Kardeşim sizin yıl sonuna kadar 73 milyar dolar dış borç ödemeniz var. Amerika'nın yapacağı harekáttan dolayı da en az 10 milyar dolar zarar göreceksiniz. Biz bu zararınızı karşılamanız için size kredi buluruz’’ diyorlar mı?

Bunu diyen var da, Türkiye buna rağmen ‘‘Hayır biz savaş istiyoruz’’ mu diyor?

Böyle bir şey söz konusu değil.

Tam aksine, Fransa'nın ve Almanya'nın bölgesel çıkarları, ABD ile çatışıyor. Onlar da bu işten zarar görecekleri için bu savaşa karşılar, Irak halkına bayıldıkları için değil.

Türkiye ise açmazda.

Bu açmazın nedeni ise Türkiye'nin ekonomik durumu.

Türkiye banka hortumcularına 25 milyar dolar kaptırdığı, bunun bedelini dış borçla ödediği, yıllardır süren yolsuzluk ve hırsızlık ekonomisinden dolayı battığı için ABD karşısında ‘‘dimdik’’ duramıyor.

Bunu söylemek acı verici ama doğruyu söylemek gerekirse, Türkiye kendi pozisyonuna göre iyi bile direniyor. Türkiye'nin tavrı, ‘‘tecavüz kaçınılmazsa yapılması gereken’’ olarak özetlenebilir.

Zevk almaya çalışmıyoruz, ama en azından ‘‘canımızı kurtarmaya’’ gayret ediyoruz.

Çiçek paniği var bakanlıktan ses yok


TÜRKİYE'de ciddi bir ‘‘çiçek paniği’’ yaşanıyor. Biyolojik terör saldırısı korkusu ve ABD'nin özellikle Türkiye ve Körfez'de bulunan vatandaşlarına ‘‘çiçek aşısı’’ yapmaya başlaması, Türkiye'de de ciddi bir paniğin yaşanmasına neden oluyor.

Bizler, yani yaşı 30 yaşın üzerindekiler için sorun yok. Bu yaşın üzerindeki hemen her Türk vatandaşının kolunda ‘‘çiçek aşısı’’ izini bulmak mümkün.

Ancak 1977 yılında bu hastalığın dünya üzerinden silinmesinden sonra aşı uygulaması Türkiye'de de kaldırıldı.

Çünkü bu tarihten sonra doğada bu hastalığa neden olan virüs kalmadı. Sadece bir iki ülkede laboratuvarlarda saklanan virüsler var.

Yani gençler ve çocuklar, çiçek hastalığına karşı aşılanmış değiller.

Ve işin ‘‘vahimi’’, ortada çiçek aşısı da yok. Öğrenebildiğim kadarıyla sadece ABD'de hálá bir miktar çiçek aşısı var. Ancak onların elindeki toplam aşı da 15 milyon doz.

Yani hikáye...

Amerikan aşı üreticileri şimdi büyük bir hızla 80 milyon doz çiçek aşısı daha üretmek üzere talimat almışlar.

Türkiye'de ise bu büyük paniğe rağmen, Sağlık Bakanlığı ne bir açıklama yapıyor, ne de bir çare arıyor. Benim ulaşabildiğim kaynaklar, Türkiye'nin böyle bir aşı için sipariş verdiği yönünde bir bilgiye sahip değiller.

Ayrıca çiçek aşısı uygulanması çok ‘‘dikkat gerektiren’’ bir aşı. Yanlış ellerde, yanlış uygulamalar ölümcül sonuçlar doğurabiliyor.

Yani sadece aşı bulunması değil, bunu uygulayacak personelin de eğitilmesi gerekiyor.

Gençler ve anne babalar, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'dan konuyla ilgili bir açıklama bekliyorlar.

Acil imaj çalışması gerek


TÜRKİYE'nin ‘‘kendini anlatma zafiyeti’’ bir kez daha ortaya çıktı.

ABD ile ‘‘zoraki işbirliğimizi’’ diğer dünya ülkelerine anlatamadık.

Hadi bunu boşverelim.

ABD'ye vereceğimiz desteğin önemini ‘‘ABD halkına’’ bile anlatamıyoruz.

Türkiye'nin desteği sayesinde daha az Amerikan askeri ölecek.

Daha az sayıda Amerikan ailesi ağlayacak.

Türkiye sayesinde harekátın maliyeti düşecek. Amerikalı vergi verenlerin cebinden daha az para harcanmış olacak.

Ve Amerika'nın başarılı olma olasılığı ciddi biçimde artacak.

Böyle bir durumda hiç değilse Amerikan kamuoyunun Türkiye'ye minnettar olması, Türkiye hakkında olumlu duygular beslemesi gerekir değil mi?

Ama olmuyor.

Tam aksine Amerikan halkı, Türkiye'ye kızıyor, Türkiye'yi satılık veya kiralık bir ülke gibi görüyor.

Kendi desteğimizle rezil oluyoruz.

Çünkü meramımızı anlatamıyoruz.

Savaş için değil, savaş yüzünden uğrayacağımız zararlar için tazminat istediğimizi bile anlatamıyoruz.

Bunu başta Amerikalılar olmak üzere yabancı gazetecilerle paylaşıp, durumu aktarıyorum.

Onlar da Türkiye'yi yönetenlerden şikáyetçi.

‘‘Hiçbir üst düzey yetkiliniz canlı yayınlara katılıp bu durumu anlatmıyor. Her imkánı kullanıp, bunu anlatmanız lazım. Ancak yetkilileriniz konuşmuyorlar. Vaktimiz yok diyor. Canlı yayın davetlerimizi bile geri çeviriyorlar. Kendi durumlarını en iyi onlar anlatabilir, ama onlar da bizden uzak duruyorlar. Oysa böyle bir durumda her fırsatı değerlendirmeleri gerekir’’ diyorlar.

Haklılar. Yapılması gereken bu.

Her platformu değerlendirip, durumumuzu aktarmalıyız.

Yoksa Türkiye'nin imajı, tarihinin en kötü noktasına doğru itiliyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bazı meslektaşlarım bana söverek benim seviyeme gelemeyeceklerini anladıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Savaş karşıtlığı

28 Şubat 2003
<B>MEDYATİK </B>olmanın yeni yolu <B>‘‘savaş karşıtlığı’’. </B>Firma defile yapıyor. Ne ürettiğinde kayda değer bir unsur var, ne defilesinde. Üç tane penye tişörtün üzerinde ‘‘Savaşa Hayır’’ yazıyor, altında daha büyük harflerle firmanın adı...

Her yerde haber: ‘‘Mankenler savaşa hayır dedi.’’

Kar nedeniyle bar, meyhane ve sosyete lokalleri boş. ‘‘Manken taifesinin’’ ‘‘playboy taifesiyle’’ buluşma olanakları kısıtlı. Bu yüzden haber olamıyorlar.

Televizyona çıkmazlarsa ölürler, fiyatları düşer.

Bir şekilde ekranda görünmek lazım.

Bir bakıyorsunuz ‘‘memelerin’’ üzerinde ‘‘barış’’ işaretleri.

Sadece mankenler değil, memeler de savaşa karşı.

Medya maymunu olarak adlandırılan güruhun tamamının bugünlerdeki gündemi ‘‘savaş karşıtlığı’’.

Hele hele bir tanesine soruyorlar, ‘‘Cipinizi orduya verir misiniz?’’ diye. Yanıtlıyor: ‘‘Hayır vermem.’’

Haber burada.

Bu hanımefendi ilk kez ‘‘vermem’’ diyor.

Dedim ya bunların işi bu. Nasıl haber olacaklarını biliyorlar.

Bazen ‘‘vererek’’ haber oluyorlar, bazen de ‘‘vermeyerek’’.

İşler bununla da bitmiyor.

Çok sevdiğimiz bir sanatçımızın stratejist olduğunu da bu vesileyle öğreniyoruz.

Soruyor muhabirler: ‘‘Savaş çıkacak mı?’’

Sanatçımız yanıtlıyor: ‘‘Çıkmayacak.’’

Nereden biliyorsun yahu, dün de Bush'la mı tenis oynadın!

Biliyor işte.

Okulda çocuklar elişi dersi yapıyorlar.

İkisi hamurlarla ‘‘Savaşa hayır’’ yazıyorlar.

Ve şansa bakın ki, tam o sırada oradan bir televizyon kamerası geçiyor ve bunu çekiyor. Ve şansa bakın ki, hemen arkasında da özel okulun adı yazıyor.

Dediğim gibi bazıları için bugünlerde medyatik olmanın yolu ‘‘savaş karşıtlığı’’.

Ama durun hele şu savaş bir bitsin.

O gün medyada yer almanın yolu Amerika'yı sevmekten geçiyorsa, onlar için ‘‘Dün dündür, bugün bugün’’ olacak.

Maksat haber olunsun.

İhracın nedeni genel başkana hakaret mi?


KÜÇÜKALİ'nin AKP'den ihraç edilmek istenmesini ‘‘tezkere muhaliflerine gözdağı’’ olarak yorumlamıştım.

Bunu Genel Başkan Tayyip Erdoğan'a sordum.

‘‘Alakası yok. O arkadaş AKP'li olamadığı için ihracını istiyoruz’’ dedi.

Başka bir şey de söylemedi.

Ben de bu manidar sözlerin arkasını merak ettim.

Ve AKP içinden ‘‘güvendiğim’’ bir milletvekilinden işin aslını öğrendim.

Göksal Küçükali'nin ihracı bugünle ilgili değil.

İş AKP'nin aday listelerinin açıklandığı güne kadar gidiyor.

Göksal Küçükali, aday listesindeki yerini beğenmediği için Genel Başkan Erdoğan'ı arıyor ve ‘‘terbiye sınırlarını aşan ifadeler’’ kullanıyor.

Hatta hakaret ediyor.

Erdoğan o gün bu görüşmeyle ilgili yakın çevresine, ‘‘Genel başkan değil de, Tayyip olarak cevabını vermek isterdim ama yapamadım’’ diyor.

Ve Küçükali'yi aday listesinden çıkarmak istiyor. Ancak istifa olmadan listeler değişmediği için bunu yapamıyor.

Küçükali ile AKP arasındaki ipler o gün kopuyor aslında.

Adaylıktaki yerini beğenmeyen Küçükali, AKP'nin oy patlaması sayesinde Meclis'e giriyor.

Ancak yemin günü AKP değil, CHP sıralarında oturuyor ve kürsüye oradan geliyor.

Bir daha da Küçükali'yi pek gören olmuyor.

Ta ki, savaş karşıtı olduğunu açıklayıp, tezkere onaylanırsa partiden istifa edeceğini söylediği güne kadar.

Bu olay bardağı taşırıyor ve ‘‘ihraç istemiyle’’ disiplin kuruluna veriliyor.

Sadece Cem Uzan'ın oğlu Amerikalı


HAKAN Uzan'ın oğlu Ata'nın Amerika'da doğduğunu çeşitli gazetelerde okumuş ve ‘‘milliyetçi-anti Amerikan’’ amcanın yeğenine böyle bir durumun yakışmadığını söylemiştim.

Hakan Uzan haber yollamış.

Basında bu yönde çıkan haberlerin ‘‘asılsız’’ olduğunu, Ata Kemal Uzan'ın Türkiye'de doğduğunu belirtiyor.

Böylece ‘‘üçüncü kuşak’’ Uzanlar içinde çocuğunu Amerika'da doğuran sadece ‘‘milliyetçi’’ Cem Uzan ve eşi Alara Hanım oluyor.

Anlaşılan Hakan Uzan, abisinin imajını, ağabeyinden daha fazla düşünüyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Fahri MİT müsteşarlarını adam yerine koymadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan grubuna güveniyor

27 Şubat 2003
<B>SALI </B>gecesi geç saatlerde konuştuk AKP Genel Başkanı <B>Recep Tayyip Erdoğan'</B>la. Bekleninin aksine çarşamba günü değil, büyük bir olasılıkla perşembe günü tezkerenin Meclis'e geleceğini söyledi.

‘‘Geçecek mi?’’ diye sordum.

‘‘Bence geçer’’ dedi.

‘‘Grup kararı almayı düşünüyor musunuz?’’ dedim.

‘‘Hayır. Almayacağız’’ dedi.

‘‘Peki geçeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz. Herkes karşı gibi’’ dedim.

‘‘Hangimiz yanayız ki! Kim savaş istiyor, kim savaşa dahil olmak istiyor. Hiç kimse. Ama bizim dışımızda da gerçekler var. Arkadaşlarımız bunu anlayacaklardır’’ dedi ve ekledi: ‘‘Yarın (çarşamba günü) arkadaşlarımla konuşacağım. Bizim bir yanlışa imza atmayacağımızı bilirler ve tezkere geçer’’ dedi.

‘‘Muhaliflere bir disiplin uygulaması olabilir mi?’’ diye sordum.

‘‘Yok canım. Bizim partinin kuruluş ilkelerine aykırı. Ama arkadaşlarım içinde bulunduğumuz durumu idrak edecek durumdalar’’ dedi.

‘‘İçinde bulunduğumuz durumdan’’ ne kastettiğini merak ettim.

Türkiye'nin ödemeler dengesi, ABD'ye destek verelim vermeyelim savaş nedeniyle oluşacak ekonomik kayıpların yerine konması, Kuzey Irak'taki gelişmeler, IMF ve uluslararası finans çevreleriyle ilişkiler ‘‘içinde bulunduğumuz’’ durum anlamına geliyordu.

Erdoğan, Türkiye'nin içinde bulunduğu ‘‘açmazın’’ anlaşılmamasından ve Türkiye'nin yıllar içinde oluşmuş dışa bağımlılığının faturasının tamamının kendilerine yüklenmesinden mustaripti.

Kendilerini bu konuda eleştirenlere kızmıyordu ama ‘‘Türkiye'nin gerçeklerini bilenlerin’’ popülist eleştirilerini ‘‘anlayamıyordu’’.

Gazeteci ve gazeteci olmayan köşe yazarları


DOĞAN Yayın Konseyi'nin işleyişinden son derece memnunum. Gerektiğinde ‘‘mesleki can simidi’’ gibiler.

Kendilerinden yine ‘‘kamuoyuna açık’’ bir talebim olacak.

Mesleki standartların yükseltilmesi ve basının güven erozyonunun azaltılması açısından bence önemli bir talep.

Doğan Grubu'nda pek çok gazeteci, gazeteci köşe yazarı ve köşe yazarı var.

Bunlardan ilk iki grup ‘‘bütün gelirlerini’’ gazetecilikten elde ediyorlar.

Yani maaşlarını Doğan Grubu'nda yaptıkları gazetecilik faaliyetlerinden dolayı bu gruptan alıyorlar.

Sonuncu grup, yani sadece ‘‘köşe yazarı’’ olanlar ise aslında gazeteci değil.

Kendi mesleki alanlarında ‘‘mesleki birikimleri’’ var ve bunu ‘‘uzman’’ sıfatıyla haftanın bir veya iki gününde okurlara aktarıyorlar.

Buraya kadar olan durumda bir sakınca yok.

Ancak gazeteci olmayan köşe yazarlarının kendi uzmanlık alanları dışına çıkan yazılar yazması sakıncalı bir durum yaratıyor.

Çünkü bu kişilerin ‘‘asıl gelir kaynağı’’ gazetecilik değil.

Hal böyle olunca bu kişilerin kendi alanları dışındaki yazıları ‘‘haklı veya haksız’’ olarak ‘‘şaibe’’ altında kalıyor.

Bu da mesleği ve gerçek gazetecileri yaralıyor.

Daha da önemlisi basına karşı güveni erozyona uğratıyor.

Doğan Yayın Konseyi'nin bu gibi yazarların durumunu ‘‘sağlam’’ bir biçimde ele alması ve bunlarla ilgili ilkeleri belirlemesi gerekiyor.

Kendi imzasına güvenmeyen bakan


ÇOK sevdiğim ve çok güvendiğim siyasetçilerin başında gelen AKP milletvekili ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır'ın ‘‘tezkere’’ konusundaki tutumunu, Yalçınbayır'a hiç ama hiç yakıştıramıyorum.

Yalçınbayır, Amerikan askerlerinin Türkiye'de konuşlanmasına ve Türk askerinin Kuzey Irak'a girmesine imkán tanıyacak tezkereyi, ‘‘bakan’’ sıfatıyla imzaladı ve tezkere üzerinde Yalçınbayır'ın da imzasıyla Meclis'e gitti.

Şimdi ben bir Meclis üyesi olsam, Yalçınbayır'ı tanıyan biri olarak ‘‘Ertuğrul Bey imzaladıysa, bu işte bir sakatlık yoktur’’ diye düşünürüm ve milletvekili olarak tezkerenin lehinde oy kullanırım.

Ancak ‘‘bakan’’ olarak tezkereyi imzalayan Yalçınbayır, Bakanlar Kurulu salonundan çıkıyor ve ‘‘Tezkereye Meclis'te hayır diyeceğim’’ diyor.

Haydaaaaa!

Meclis'te ‘‘Hayır’’ diyecekse tezkerenin yanlış ve ülke menfaatine olmadığını düşünüyor demektir.

Peki o zaman ‘‘bakan’’ olarak imzalarken ne düşünüyordu?

Böyle bir tutarsızlık olur mu?

‘‘Bakan’’ olarak imzaladıysa mutlaka ‘‘inandırıcı ve tatmin edici’’ gerekçeleri vardı.

Bakan olarak Yalçınbayır'ı tatmin eden bu gerekçeler, milletvekiliYalçınbayır'ı nasıl farklı bir yöne itiyor doğrusu anlayamıyorum..

Benim tanıdığım ‘‘hukuk’’ ve ‘‘mantık’’ adamı Yalçınbayır böyle yapmamalıydı.

Tezkereyi imzalamayıp istifa etseydi anlardım.

Ama kendi imzasını reddetmeyi, kendi kendini güvenilir bulmamayı anlayamıyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Haberciler havalı değil, doğru oldukları için saygı gördüklerinde.
Yazının Devamını Oku

Tezkere geçmezse hükümet gider

26 Şubat 2003
<B>ERTUĞRUL Yalçınbayır'</B>ın sözleri ilginç: <B>‘‘Tezkerenin geçmemesi demokrasiyi güçlendirir.’’ </B>Bu sözler bir anlamda <B>Yalçınbayır'</B>ın altında imzası olan kararı eleştirmesi olarak algılanabilir. Ancak diğer taraftan AKP içinde ‘‘tutarlı’’ bir çizginin de göstergesi.

Çünkü haftalar önce AKP lideri Tayyip Erdoğan'a bugünü sormuştum:

‘‘Parlamento hükümetin alacağı bir destek kararına onay vermezse ne olur?’’

Erdoğan'
ın yanıtı, ‘‘Anayasamızın temel prensibi olan kuvvetler ayrılığı ilkesi güçlenir’’ demişti.

Bugün Yalçınbayır da bunu vurguluyor.

Ancak tezkerenin Meclis'te onaylanmamasının demokrasi açısından tek sonucu ‘‘güçlendirme’’ olmaz.

Ortaya çok ciddi bir ‘‘hükümet sorunu’’ çıkar..

Sevelim, sevmeyelim bu konularda ‘‘bir bilen’’ olduğu tartışmasız Süleyman Demirel, ‘‘Hükümetin tezkeresi Meclis'te onaylanmazsa bu durumda hükümetin istifası gerekir’’ diyor.

Çok doğru bir tespit.

Çünkü hükümetin uzun tartışmalar ve uluslararası iştişareler sonucunda aldığı bir kararın Meclis'te ‘‘onaylanmaması’’ aynı zamanda hükümete karşı da ‘‘güvensizlik’’ göstergesi oluyor.

Böyle bir durumda hükümetin istifa etmesi kaçınılmaz bir ‘‘demokratik sonuç’’.

Peki bu Türkiye'de yeni bir bunalım doğmasına neden olur mu?

Bence ‘‘hayır’’.

Çünkü hükümet zaten bir süre sonra ister istemez istifa edecek.

YSK 9 Mart'ta seçimi yaptırmakta kararlı. Erdoğan'ın adaylığına yapılan itirazlar da geçersiz kaldığına göre 10 Mart günü Erdoğan büyük bir ihtimalle ‘‘milletvekili’’ olacak ve Anayasamıza göre ‘‘başbakan olma hakkını’’ kazanacak.

Yani hükümet her halükárda mart ayının ortasından önce istifa edecek ve başbakan değişecek.

AKP açısından ‘‘sakıncalı’’ bir durum yok.

Ama yine de ben tezkerenin Meclis'ten geçeceği kanaatindeyim.

Çünkü ‘‘Tezkere geçerse AKP'den istifa ederim’’ diyen ve bunu önceki akşam Kanal D Haber'de vurgulayan Göksal Küçükali AKP'den ‘‘ihraç ediliyor’’.

Bunun diğer millatvekillerine bir mesaj olduğu açık.

Bizim bir ‘casus belli’miz vardı


TÜRKİYE'nin ABD'ye ‘‘Türk ordusunun da Kuzey Irak'ta bulunması şartıyla’’ verdiği destek ‘‘geniş çevrelerde’’ eleştiriliyor.

Ama bir kez daha yineliyorum: ‘‘Finlandiya'da savaş karşıtı olmakla, Türkiye'de savaş karşıtı olmak aynı şey değil.’’

Kuzey Irak'taki ‘‘sözde Kürdistan’’da gelişen tavra bakarsanız, Türkiye'de en azından ‘‘devlet yöneticisi’’ düzeyinde savaş karşıtlarının iki kez düşünmesi gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Sezer ‘‘Savaş başlayıp bazılarımızın yakınları oralarda can vermeye başlayınca asıl tepkiler başlayacak’’ diyor.

Doğrudur.

Ama Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulması Türkiye için ‘‘zaten’’ bir savaş sebebi değil mi?

Yani ABD ile Irak ilişkileri ‘‘bal şeker’’, Saddam, Bush'la ‘‘kanka’’ olsa bile Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti girişimini biz savaş sebebi saymıyor muyuz?

Türkiye'nin bu savaşa dahil olmasındaki en önemli nedenlerden biri de bu değil mi?

ABD'nin yapacağı operasyonun dışında kaldığımız zaman bölgede ‘‘aleyhimize olması muhtemel’’ gelişmeleri engellememiz kolaylaşacak mı?

Kuzey Irak'taki Kürt grupların tavrı ortada.

Üstelik de, ABD'de başta basın ve yönetime yakın bazı isimler ‘‘Kürtçü duygu sömürüsü’’ yapıyorlar.

ABD kamuoyu ‘‘Saddam'ın en büyük mağduru ABD halkı ise, ikinci büyük mağdur da Kürtler’’ diye hazırlanıyor.

Türkiye bu gelişmeleri göz ardı edebilir mi?

Türkiye'deki savaş karşıtları orada bir Kürt devleti kurulmaya başladığında da ‘‘Bırakın Kürdistan'ı kursunlar’’ diyerek ‘‘savaş karşıtı’’ olabilecekler mi?

Bu sorunun yanıtı samimiyetle verilmeden savaş karşıtı olmak kolay.

NOT: Casus belli ‘‘savaş sebebi’’ demektir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Gazeteciliğin onurunu gazetecilere küfür ederek değil, çürük elmaları sepetten atarak koruyabileceğimizi anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku