Fatih Altaylı

Başarısızlığın faturası Türkiye’ye çıkacak

25 Mart 2003
<B>ABD </B>ve İngiliz birliklerinin Irak'a girmesinden kısa bir süre sonra emekli Tuğgeneral <B>Nejat Eslen'</B>le sohbet ediyorduk. Centcom'un komutanı Tommy Franks'in sınıf arkadaşı olan Eslen, askeri strateji konusunda ciddi bir uzman.

‘‘ABD bu işi bu şekilde götüremez. Göreceksiniz umdukları hızda ilerleyemeyecekler. Türkiye'nin önemini anlayacaklar ama geç olacak’’ dedi.

Bir sonraki gün Nejat Eslen Paşa gelişmeleri yorumlarken:

‘‘Irak'ın direnişinin destek noktası Türkiye. Türkiye Amerika'ya izin vermemekle kalmadı, engelledi. Bunun Pentagon da farkındadır’’ dedi.

Eslen'e göre, ABD'nin yürüttüğü savaşın planlayıcısı Amerikan Genelkurmayı değildi.

‘‘Bu iş Rumsfeld'in kontrolünde gidiyor. Çünkü ABD Genelkurmayı'nın savaş konseptine uygun davranılmıyor. Bu plan Irak halkının Saddam'a hemen sırt çevireceği prensibi üzerine kurulmuş. Kullanılan güç yeterli değil. Eğer Saddam zaafiyet göstermezse yürümez. Savaşın sıklet merkezinin değiştirilmesi lazım. Kuzey’e alınması gerekir. Bu yapılırsa Bağdat’ın direnişi zayıflar.’’

Nejat Eslen Paşa'
nın söyledikleri üç aşağı beş yukarı çıktı.

Paşa bunları Kanal D ekranında da dile getirdiği için şimdi Almanya'nın saygın gazetesi Suddeutsche Zeintung da bu konuda kendisiyle konuşmak istiyor.

Paşa'nın dediği gibi Amerika Türkiye'nin vermediği iznin kendilerine nelere mal olduğunun farkına varmaya başladı.

Bunu Beyaz Saray'ın ‘‘kalemi’’ William Safire'in dünkü makalesinde de görebiliyoruz.

Safire, Türkiye'ye ‘‘hakaret’’ sayılabilecek ifadelerle dolu makalesinde, Türkiye'yi açıkça suçluyor.

Amerika'nın güvenilir müttefiki Türkiye'nin Recep Tayyip Erdoğan'ın elinde Saddam'ın en yakın dostuna dönüştüğünü söyleyen Safire, ‘‘Ürdün Kralı Abdullah'a çok şey borçluyuz ama Mr. Erdoğan'a hiçbir borcumuz yok’’ diyor.

Türkiye'nin Irak'ın kuzeyindeki petrol bölgelerine el koymaya hazırlandığını yazan Safire, Türkiye'nin bu planının bozulacağını ekliyor ve Almanya'nın Awacs'larla ilgili uyarısına da dayanarak, Türkiye'nin hem Trans-Atlantic koalisyonunun, hem de Avrupa'nın dışında kalacağını iddia ediyor.

Türkiye'nin Saddam'ı cesaretlendirerek Kürtlerin üzerine yürümesini sağlayacağını ve insani nedenleri öne sürerek Kuzey Irak'a girmek isteyeceğini de yazan Safire Türkiye'ye yönelik tehditlerini yazının sonuna saklıyor.

Colin Powell'ın dilini ısırdığını, Tommy Franks'in yumurtalar üzerinde yürüdüğünü söyleyen Safire, ‘‘Bunun hesabı sorulacak ama şimdi değil. Çünkü savaş zamanı bunun için uygun zaman değil’’ diyor.

Safire'in aylardır yazdığı yazıları takip ederek bu süreç boyunca Türk-Amerikan ilişkilerinin nereden nereye geldiğini görmek mümkün.

Aylar önce Kuzey Irak'ın Türk kontrolüne verilmesinin uygun bir formül olacağını yazan Safire, şimdi Kürt grupları kolluyor ve Türkiye'yi tehdit ediyor. Safire'in tonu saygısız, hatta terbiyesiz ve haddini aşıyor. Ama Türkiye'nin de çok saygıdeğer bir politika izlemediği açık.

US Army, yani Ultra Sakar Ordu


AMERİKAN ordusunun ‘‘becerisi’’ ortaya çıkınca, Kuzey Irak'ta neden Türkiye ile birlikte hareket etmek istemedikleri de aydınlanıyor.

ABD Kuzey Irak'a sokacağı birliklerle beraber bölgede Türk askeri istememekte son derece haklıymış.

Çünkü bu derece ‘‘becerikli’’ bir ordu ile birlikte bizim çocukların Kuzey Irak'a girmesi Türk-Amerikan ilişkilerini şimdikinden daha da kötü bir hale getirebilirdi.

Bizim filmlerdeki sahnelere kanarak hepsini ‘‘Rambo’’ zannetiğimiz Amerikan köylüsü gençler Kuzey Irak'ta en az 2 Türk uçağını düşürür, hiç yoksa 4-5 helikopterimizi vurur, birliklerimizin üzerine ateş açardı.

Ve biz de bunun ‘‘kazayla’’ olduğuna inanmazdık.

Ancak bu ‘‘üstün becerikli’’ ordu kendilerine ait üç helikopteri durduk yerde düşürdü.

Bir İngiliz uçağını havada vurdu, bir Tomahawk füzesini İran'ın petrol tesislerine, bir başka füzeyi de Suriye'de yolda giden bir otobüse attı.

Türkiye'ye yanlışlıkla düşen bir bomba ve Tomahawk da cabası.

Amerika Türk ordusu ile birlikte Kuzey Irak'ta beraber olmayalım derken bize karşı değil, bizden yanaymış.

Anladık...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Fikir özgürlüğünün yılmaz savunucuları kendi fikirlerinden olmayanı sağa sola şikáyet etmedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

İki nesillik hata

24 Mart 2003
<B>AMERİKAN </B>Dışişleri Bakanı <B>Powell</B>. Karşısında iki Türk bakan. Biri Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, diğeri Devlet Bakanı Ali Babacan.

Savaşa sayılı günler var ve pazarlığı yürütmek üzere iki bakan Washington'da.

‘‘Genç’’ Ali Babacan heyecandan titriyor. Yanakları al al.

Askeri konuların büyük bölümü önceden çözülmüş. Bu görüşmede yardım miktarı ele alınacak.

Powell, Türkiye için 3-4 milyar dolar bir yardım planladıklarını söylüyor.

Bizim ikilinin yüzleri değişiyor.

Powell beklentinin farklı olduğunu hissedip, ‘‘Siz ne düşünmüştünüz?’’ diye soruyor.

Yaşar Yakış, ‘‘Biz 92 milyar dolar hesaplamıştık’’ yanıtını veriyor. Powell gülecek ama gülemiyor. Yakış'ın ciddi olup olmadığını tartıyor.

‘‘Bu üzeinde konuşulabilir bir rakam değil’’ diyor. Ve bu rakamın ‘‘nonstarter’’ olduğunu söylüyor. Yani ‘‘Bu rakamdan yola çıkıp bir yere varamayacağımızı bilin’’ demeye getiriyor. Görüşmeler orada bitiyor.

Ardından Washington Büyükelçimiz Loğoğlu devreye sokuluyor.

İşler o kadar kötü, o kadar başıbozuk bir şekilde ilerliyor ki, Loğoğlu kendini ‘‘rezil olmuş’’ hissediyor.

Hatta bir ara istifayı bile düşünüyor. Ancak krize kriz eklememek için ‘‘dişini sıkıyor’’.

ABD'nin umudu kestiği noktada Amerikalıların tanımıyla ‘‘hükümet ve bürokrasi dışı’’ bir Türk ‘‘yetkili’’, Amerikan yönetimine mesaj yolluyor ve ‘‘Merak etmeyin her şey yoluna girecek’’ diyor.

Amerikalılar bu mesaja aldanıp gemileri İskenderun'da, bir kısım malzemelerini de Türkiye'de tutmaya devam ediyorlar.

Ancak hiçbir şey düzelmiyor. Türkiye her merhaleyi gerekenden geç yaptığı için ABD ile ilişkiler büyük yara alıyor.

Amerika şimdi başta Ermenilerin her yıl getirdikleri soykırım tasarısı olmak üzere pek çok kritik meseleyi ele alış biçimlerinin değişeceğini söylüyorlar. Türkiye'ye en yakın senatörler bile artık Türkiye'ye arka çıkamıyorlar.

Türkiye adam gibi ‘‘Evet’’ veya adam gibi ‘‘Hayır’’ diyemediği için büyük yara alıyor.

Bu yaranın faturasını sadece ben ödeyecek olsam umurum değil.

Ama ne yazık ki, bu faturanın ödemesi kızıma ve hatta torunuma kalacak gibi.

Başkası olsa ne fark ederdi?


HERKES Irak politikası ile ilgili olarak mevcut iktidarı suçluyor.

Doğrudur, az acemice davranmadılar.

Ama söyler misiniz bana, kim daha iyi davranabilirdi?

CHP mi?

Muhalefet olmayı, ülke çıkarı gözetmeden iktidarın ayağına dolanmak zanneden CHP mi?

Yok değil mi cevabınız.

Bence kimse.

Parlamento içinden veya dışından, mevcut bilinen partilerden hangisi yönetimde olsaydı bir şey fark etmeyecekti.

Başta kim olursa olsun bu rezaleti yaşayacaktık.

Çünkü Türkiye'nin hiçbir konuda olmadığı gibi bu konuda da bir politikası yok.

1991'den beri olacağı belli olan bir durum için hiçbir senaryo üretmemiş, hiçbir simülasyon yapmamışız.

Bırakın senaryo üretmeyi, plan yapmayı, durumu görmezden gelmişiz.

Oluşan fırsatları değerlendirememişiz.

Kuzey Irak'ta bugün düşman gördüğümüz Kürt grupların liderleri birkaç yıl önce ‘‘Türk Lirası'nı bölgelerinde geçerli para birimi yapmak istemişler’’, buna bile izin vermemiş, bunun yaratacağı avantajı bile görmemişiz.

Şimdi AKP başta onu suçluyoruz.

Suçludur. Ama ancak kendisinden öncekiler kadar.

AKP'nin şanssızlığı fitili 12 yıl önce çekilmiş ‘‘bombanın’’ elinde patlamış olmasıdır.

Ama bugün iktidarda kim olsa durum bundan çok farklı olmazdı.

Çünkü burası Türkiye. Burayı bizim politikacılar yönetiyor.

Savaştan sonra İncirlik kapatılabilir


ABD'nin Irak'ta yürüttüğü savaşı kendi lehine sonuçlandırması halinde olabilecekler ile ilgili ilginç varsayımlar üretiliyor. Washington'da bir dizi toplantıya katılan Hürriyet'in diplomasi muhabiri, Kanal D Haber'in de Londra temsilcisi Metehan Demir, ‘‘askeri strateji yönünden önemimizin azalacağı yönünde’’ bir izlenim edinmiş. Demir'e göre ABD'nin Irak'ta kendi uydusu bir yönetim kurmasının ardından olması muhtemel gelişme başta İncirlik olmak üzere Türkiye'deki bazı Amerikan üslerinin kapatılması. ABD'nin Irak'ı ele geçirmesi ile birlikte Ortadoğu'nun ‘‘ortasında’’ yeni bir üs kurması ve İncirlik'i devre dışı bırakmasından söz ediliyor.

Bunun nedeni Türkiye ile ABD ilişkileri arasında yaşanan gerginlik değil. Çok daha gergin dönemlerde bile İncirlik'e dokunulmadı. Bunun nedeni İncirlik'ten Ortadoğu'ya 600 millik ekstra bir mesafe olması. ABD, bölgeyi Irak'tan daha rahat kontrol edebileceğini hesaplıyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Irak'a insan haklarını getireceğini söyleyen ABD, Halepçe katliamının emrini veren generali işbirlikçi olarak yanına almadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Senaryoyu bilmeyen artist kötü yola düşer

22 Mart 2003
<B>ABD'</B>nin <B>‘‘çirkin niyeti’’ </B>giderek ortaya çıkıyor. Ve Türkiye'nin <B>‘‘ipe sapa gelmez’’ </B>politikası, şans eseri de olsa Türkiye'yi hem kendisi, hem dünya, hem de bölge açısından son derece doğru bir noktaya götürüyor. Amerika'nın <B>‘‘halisane olmayan niyeti’’</B> bence artık açığa çıktı. Her ne pahasına olursa olsun Türkiye'yi Kuzey Irak'tan uzak tutmaya çalışıyorlar. Dikkat edin göç yok. Barzani kendi yurttaşlarını ‘‘ateş açma tehdidiyle’’ durduruyor.

Belli ki, ABD'den bu yönde ‘‘talimat’’ almış. Çünkü göç Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmek için ‘‘geçerli bahanesi’’ olabilir.

Bu engelleniyor.

ABD, çok istediği hava koridoru karşılığında, Türkiye'nin de Kuzey Irak'a girme talebini kabul etmiyor.

Kendisi açısından büyük önemi olan bir hava koridorunu alamıyor. Yeter ki, Türkiye Kuzey Irak'ta olmasın. Bu arada konuştuğum askeri uzmanlar, ABD'nin Güneydoğu Anadolu'daki üslerinin yayılışını pek de ‘‘beğenmiyorlar’’. Harekat yapacak küçük çapta bir orduya lojistik destek için, İskenderun'dan Şırnak'a kadar uzanan bu yayılışın biraz garip ve fazla olduğunu iddia ediyorlar.

Eğer Türkiye'nin ABD taleplerini müttefiklik ve eskiye dayanan dostluk bazında ele alması isteniyorsa, ABD'nin tavrı da buna pek uymuyor.

Bizim kendi topraklarımızı kendisine açmamızı isteyen ABD, bizim ulusal güvenliğimizle ilgili bir konuda Irak topraklarına girmemizi engellemeye çalışıyor.

Dış politika, ikili ilişkiler, her şey bir yana, bu mesele bir yana.

ABD'nin Türkiye'yi Kuzey Irak'tan bu kadar uzak tutmaya çalışmasının arkasında operasyon sonrası ile ilgili bir senaryo var.

Ve bu senaryoyu Türkiye ile paylaşmıyor. Türkiye'nin sonuna kadar okumadığı bir senaryonun ilk sayfalarında kendisine biçilen bir rolü oynamak istememesi son derece doğru.

Çünkü Türkiye bölgede figüran değil, başrol oyuncusu.

Senaryoyu bilmeden oynayanlar başrol oyuncusu olmayı beklerken, kandırılıp kötü yola düşerler.

Başrol oyuncusu ise senaryoyu okur ve gerekirse kendine göre yeniden yazdırır. Hele hele o role tek uygun oyuncu kendisi ise.

Irak Genelkurmay Başkanı Kürt grupların başında


ABD Kuzey Irak'la ilgili olarak Türkiye'ye güvenmediği kadar, Barzani ve Talabani'ye de güvenmiyor.

Bu nedenle de, Kürt grupların başına da güvendiği birilerini getiriyor. Bu kişinin adı El Hazracı. Irak'ın eski Genelkurmay Başkanı.

Saddam'la ters düşünce Suriye'ye kaçan, oradan Irak muhalefetinin kongrelerine katılan El Abdülkerim Hazracı rejim muhalifi olarak Avrupa'da (son olarak Belçika) yaşarken, ABD tarafından devşirildi .

Irak'ın eski Genelkurmay Başkanı Kuzey Irak'a getirildi ve Kürt grupları ‘‘nizami bir savaşa hazırlamak’’la görevlendirildi.

Ayrıca kendi içinde çekişme halinde olan grupları da ‘‘koordine’’ edecek.

Hazracı'nın bölgeye götürülmesi, ABD'nin Barzani ve Talabani'ye de güvenmediğini ve kendine daha yakın kişilerce bu grupları kontrol etmek istediğini gösteriyor.

Anlaşıldığı kadarıyla Barzani ve Talabani de ‘‘senaryoyu bilmeden’’ ABD'nin senaryosunda oynamayı kabul ettiler. Ancak onların kötü yola düşmesinde bir sakınca yok.

Eee, hadi gitsenize


DÜN konuştuğum bir stratejist ‘‘ABD'nin Irak'ı vurmak için bizden hava koridoru istemesine gerek yok. Akdeniz'deki gemilerinden kalkacak ve Avrupa'daki üslerden gelecek uçakları İsrail ve Ürdün üzerinden Bağdat'a girebilir. Bu yolu kullanmayı neden istemiyor bunu düşünmek lazım’’ dedi.

Sadece onu değil, artık bizden üs istemediği ve Kuzey'den yapacağı kara harekátından vazgeçtiğini açıkladığı halde neden ‘‘eşyalarını alıp’’ gitmediğini ve beheri için günde 36 bin dolar liman kirası ödediği gemilerini niye götürmediğini de düşünmek gerek.

Dünyanın çivisi çıkmış


DÜNYANIN giderek ‘‘acayipleştiğini’’ gösteren küçük notu Suzan Noras yollamış. Ama yazarı Jack Dee.

‘‘Dünyanın en iyi rapçisi bir beyazsa, en iyi golf oyuncusu bir zenciyse, Fransa Amerika'yı kibirli olmakla suçluyorsa ve Almanya savaşa girmek istemiyorsa dünyanın çivisi çıktı demektir.’’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Politika ve strateji üretmekten aciz ülkeler talihin her zaman yanlarında olacağını düşünmedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Vurdu duymadık!

21 Mart 2003
<B>SAVAŞ </B>dün çok erken saatlerde başladı. Ve hepimizin gözü Ankara'ya çevrildi. Ancak Ankara nedense <B>‘‘geç uyandı’’</B>. Avrupa'da kabineler erken saatlerde toplanırken, Türkiye'de en erken işbaşı yapan Abdullah Gül'ün Bakanlığa geliş saati 09.00'du.

Bunun ‘‘ne yapacağını çok iyi bilip organize olmaktan’’ mı, yoksa ‘‘toplansak ne fark eder ki’’den mi kaynaklandığı sorusunun yanıtını size bırakıyorum.

Ancak Türkiye'nin bu savaşta sadece ‘‘ekonomik’’ değil, ‘‘siyasi’’ olarak da ‘‘çırak çıktığının’’ farkına varmamak mümkün değil.

ABD bölgedeki müttefiklerini saldırıdan önce uyarırken, Türkiye'de hükümet olayı televizyonlardan öğrendi.

Bunun iki nedeni olabilir.

Önemsenmemek veya güvenilir olmamak.

Neden hangisi olursa olsun vahim.

Ve Türkiye'nin bu işi masada iyi götürmediğinin işareti.

Öğleden sonra toplanan Meclis'te ise çevremizde gelişmekte olan olayların tartışılacağını düşünüyordum. Ancak gündemde ‘‘fasulyenin faydaları’’ türünden konuşmalar yer alınca içim karardı.

Türkiye bölgedeki çok önemli bir sürece müthiş bir ‘‘vurdumduymazlık’’ içinde giriyor.

Bu arada Meclis ABD'nin taleplerini içeren tezkereyi görüşmeye hazırlanırken, Cumhurbaşkanı Sezer'den ABD'nin saldırısını kınayan bir açıklama geldi.

Açıkçası bu Türkiye'nin resmi tavrı mı, yoksa Cumhurbaşkanımızın ‘‘şahsi görüşü’’ mü kavrayamadım.

1991'den beri geliyorum diyen bir duruma hazırlıksız yakalandık.

Ama daha da kötüsü 4 aydır olacağı kesin bir savaşı bile kavrayamadık.

Bu ülke 21. yüzyıla bu kadar vahim bir başlangıç yapmak için hangi günahı işledi merak ediyorum.

Taktik savaşı


ABD savaşı başlattı mı? Galiba hayır. Dün sabaha karşı yapılan saldırı için ‘‘Savaş başladı’’ yorumu yapmak pem mümkün değil.

Bu ‘‘vuruş’’ ABD'nin 1991'den beri ‘‘canı çektikçe’’ yaptığı saldırılardan çok farklı değildi.

ABD'nin bu ‘‘zayıf’’ saldırıyı niye yapmış olabileceğini eski 2. Ordu Komutanı, Emekli Orgeneral Edip Başer'le konuştuk.

Başer, bu saldırının bir mesaj niteliği taşıdığını düşünüyor.

Başer'e göre ABD bu saldırı ile hem Saddam'a ve Irak yönetimine ‘‘ne kadar ciddi’’ olduğunu gösterdi hem de Saddam'ı çekilmeye zorlamak için bir ‘‘hamle’’ yaptı.

Peki ABD'nin böyle bir ‘‘hamle’’ye ihtiyacı var mıydı?

Başer bunu şöyle yorumluyor:

‘‘ABD'nin savaş isteği dünya kamuoyunda büyük tepki topluyor. Bush'a hem kendi ülkesinde, hem de dünyada büyük muhalefet var. Bush bu saldırı ile ‘Ben savaş istemiyorum. Ama talebimde ciddiyim. Saddam'ı siz de zorlayın' diyor. Belki asıl savaşı başlatmadan önce bu tür bir küçük vuruş daha yapabilir.’’

Başer,
ABD’nin savaş olmadan Irak'ı ele geçirmesinin Bush'un prestijini arttıracağını ve bu savaşa yüzlerce milyar dolar akıtacak Amerikan vergi mükelleflerinin de hoşuna gideceğini düşünüyor.

‘‘ABD'nin bu planı tutarsa milyarlarca dolar kazancı olacak. Bunun için bile dikkate alınmaya değer bir deneme olabilir’’ diyen Orgeneral Başer ‘‘Bu kadar dar çerçeveli bir saldırının başka türlü mantıki izahını bulmak güç’’ fikrinde..

Başer'e göre bu tutmazsa asıl savaş başlayacak. Ama bunun başlaması için Türkiye'nin hava sahası ile ilgili iznin çıkması da şart.

Irak ise ilk füzelerini Kuveyt'e fırlattı. Korkulanın aksine bu füzelerde ‘‘kimyasal’’ başlık yoktu.

Burada da Irak'ın mesajları gizli.

Saddam Hüseyin, ABD'ye yardım edecek komşularına mesaj yolladı ve ‘‘Bana saldıranlara imkan sağlayanlara saldırırım’’ diye göz dağı verdi. Kısıtlı sayıdaki füzelerine kimyasal başlık yerleştirmeyerek de ‘‘Elimde kimyasal silah olmadığını görüyorsunuz. Can derdindeyim ama kimyasal kullanmıyorum’’ diyerek savaş karşıtı kamuoyunu yanına çekmeye çalıştı.

Asıl güreş henüz başlamadı. Şimdilik peşrev çekiyorlar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Her güne daha karamsar başlamak için bin tane nedenimiz olmasına neden olunmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Dışişleri her zaman olduğu gibi Genelkurmay'a emanet

20 Mart 2003
<B>ABD </B>ile pazarlıklar üç yönlü yürütüldü. Bunlardan biri siyasi, biri ekonomik, biri ise askeri yöndü. Bunlardan ikisini askerler götürdü.

Türkiye'de uzun vadeli plan yapan tek kuruluş olan Genelkurmay, işin siyasi ve askeri yönünü tartıştı.

Masada Dışişleri olduğu zaman bile, aslında askerler masadaydı.

Son yıllarda hep olduğu gibi Dışişleri sürekli askerlerden görüş istedi. Ona göre davrandı.

Askeri yön ise sorunsuz aşıldı.

Zaten birbirini tanıyan iki genelkurmay meseleleri çözdü.

Ancak işin ekonomik boyutu hükümetteydi.

Ekonomik pazarlık hükümet tarafından götürüldü.

Buna göre de iç siyaset boyutu şekillendirildi.

Ve işte orada çuvallandı.

Öyle olması da beklenirdi.

Bir tarafta Ali Babacan, diğer tarafta Rumsfeld, Cheney, Powell.

Bir yanda ‘‘geleceği parlak zeki genç’’, diğer tarafta yılların kurtları.

Bir tarafta Bush'a tam kadro destek veren partisi ve kabinesi, diğer tarafta kendi imzasına hayır diyen, hayırcıları örgütleyen bakanlarıyla Gül ve Erdoğan.

Sayıca güçlü görünen güçsüz bir iktidar.

Ama kimse karamsarlığa kapılmasın.

Bu durum Türkiye'nin başına gelmiş en büyük felaket değildir.

Bir fırsat kaçırılmıştır.

Ama Türkiye'nin stratejik önemi giderek artmaktadır.

Bize tek gerekli olan ‘‘ne yapacağını bilen’’ bir yönetimdir.

Irak dayanırsa AKP kurtulur


FAZLA naz aşık usandırdı gibi. Harekát Türkiye'siz olacak.Powell'ın sözleri bu anlama geliyor.

Ama bir yandan da İskenderun'da içi tank ve helikopter dolu gemiler bekliyor.

ABD ‘‘Üs de istemiyorum. Hava sahanızı açın yeter’’ diyor ama malzemeler limanda.

Muhtemeldir ki, bir süre sonra ‘‘transit geçiş’’ ve ötesi istenebilir.

Peki Powell'ın ‘‘Artık Türkiye'ye verilecek 6 milyar dolar yok’’ çıkışı ne anlama geliyor?

Bu sözlerin anlamı şu:

‘‘AKP ile anlaşmamız zor.’’

Amerika, Adalet ve Kalkınma Partisi ile ‘‘ciddi’’ işler yapabileceği konusunda şüpheye düşmüş durumda. Amerika'dan gelen hava bu yönde. Ortadoğu'yu reorganize ederken, Türkiye'ye her zaman ihtiyaçları var. Ancak bunu Türkiye'de güvenebilecekleri bir yönetim ile yapabileceklerini düşünüyorlar.

AKP'nin dağınık yapısı, kendi içindeki muhalefeti ABD'yi AKP'den uzaklaştırıyor. Aynı konuyu defalarca pazarlık etmekten ve her seferinde farklı taleplerle karşılaşmaktan, uzlaştıklarını zannettikleri meselelerin yeniden masaya gelmesinden rahatsız oldular.

Bu nedenle de 6 milyar dolar artık yok.

Çünkü ABD yönetimi bu 6 milyar doların Türkiye'ye birkaç yıl müthiş bir bahar havası yaşatacağını ve bunun AKP iktidarını güçlendireceğini düşünüyor. Ancak ‘‘tek sesli’’ olamayan ve ‘‘meselelerin önemini ayırt edemeyen’’ yapısı ile AKP ile dans etmek istemiyorlar. Çünkü bu dans sırasında ayaklarına basılmasından hoşnut değiller.

AKP ile ciddi bir işbirliği yapılamayacağına kanaat getirdiler.

Bu şartlarda önümüzdeki dönemi şöyle özetleyebiliriz.

Türkiye ne oldurulacak, ne öldürülecek.

Sıkıntılı bir birkaç yıl bizi bekliyor.

Sonrasında da bir iktidar değişikliği için ABD her şeyi yapacak.

Sadece bir şey bu gidişi değiştirebilir. O da güneyden yapılacak operasyonda ABD'nin batağa saplanması.

Böyle bir durumda yeniden güçlü bir pazarlık unsurumuz olur.

Ama zor ihtimal.

Kuzey Irak'ta olmamız engellenemez


ŞİMDİ tartışılan önemli konulardan biri Türkiye'nin Kuzey Irak'ta olup olamayacağı.

ABD Türkiye'yi Kuzey Irak'a girmemesi konusunda uyarıyor. Ancak bu uyarılar ‘‘haybeye’’.

Çünkü Türkiye yaklaşık 9 yıldır Kuzey Irak'ta ve şimdi de olacak.

Ne ABD'nin, ne de başka bir ülkenin gücü Türkiye'nin Kuzey Irak'taki mevcudiyetini engellemeye yeter. Çünkü Türk ordusu ve Türkiye'nin güvenliği açısından Kuzey Irak çok önemli.

Bu nedenle de orada olacağız.

Fakat bu mevcudiyet artık biraz riskli.

Kuzey Irak'taki bazı birliklerimiz aynı ‘‘Muavenet’’ gemisi gibi ‘‘yanlışlıkla’’, beceriksiz bir Amerikan askerinin bastığı düğme veya bir uçaktan teknik hata sonucu düşen bir bombayla vurulabilir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Tükürdüğümüzü yalamamıza bile izin verilmeyen hale düşmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

IMF'den kurtulma parası

19 Mart 2003
<B>HÜKÜMET </B>tezkerenin Meclis'ten geçmesinden sonra ABD'den alınacak paketin Türkiye'nin ekonomik kurtuluşu olacağı kanaatinde. Aslında ABD'den gelecek ekonomik yardımla ilgili ‘‘tam’’ bir rakam yok.

Ali Babacan'ın deyimiyle, ‘‘çok seçenekli ve hareket kabiliyeti veren’’ oynak bir kredi anlaşması söz konusu.

Paketin boyutunu Türkiye'nin ihtiyaçları belirleyecek.

‘‘Kullanılabilir üst limit’’, Türkiye'nin gerçek ve akılcı kredi ihtiyacının üzerinde.

Babacan'ın tavrından anladığım kadarıyla Hazine bu limitin tamamını kullanmak niyetinde değil.

Tezkerenin ardından açılacak musluktan ilk etapta Türkiye'nin kısa vadeli ve yüksek faizli borç stoku temizlenecek.

Bunun yaratacağı rahatlıkla iç piyasada faizlerin hızla aşağı inmesi sağlanacak.

Ödemeler dengesindeki sıkışıklığın atlatılmasıyla, ABD kredisinin gölgesinde dış piyasalardan ucuz kredi bulma olasılıkları artacak.

Babacan ilk etapta 3-5 milyar doların yeterli olacağını düşünüyor.

Hazine ve Merkez Bankası bürokratları ile bu işin üzerinde hayli çalışmışlar.

Babacan, gelecek paranın Türk ekonomisinde bir türlü atlatılamayan denge bozukluğunu gidereceğini ve iyi bir başlangıca neden olacağını düşünüyor.

‘‘Bu para bizi IMF'den kurtaracak para olacak’’ diyor.

Ancak bir şartla.

Uygulanmakta olan ekonomik programdan fazla taviz vermemek kaydıyla.

Para alacak gelmiyor verecek niye gelsin


SARAR, Türkiye'nin konfeksiyon alanındaki önemli markalarından biri.

Krizlere meydan okuyarak katlaya katlaya büyüttükleri kapasiteleriyle dünyanın dört bir tarafına ihracat yapıyorlar.

Bunun yetinmeyip, Amerika gibi zor pazarlarda kendi markalarını, kendi dükkánlarında satmak için organize olmaya başladılar. Önceki gün, Sarar'ın yöneticilerinden Mehmet Yılmaz ile bu konuları konuşuyorduk.

ABD'ye destek olsun olmasın, Türkiye'nin Irak'a yapılacak operasyondan çok ciddi etkilendiğini söyledi.

‘‘İhracat etkilenir mi?’’ diye sordum.

‘‘Herkes etkileniyor. En azından kimse Türkiye'ye gelmek istemiyor’’ dedi ve başlarından geçen taze bir olayı aktardı. Sarar önümüzdeki sezonun kataloğunu hazırlamak için her zaman çalıştığı Amerikalı mankenle anlaşmış.

Geçen hafta çekimler yapılacakmış. Biletler, oteller, mekánlar, fotoğraf ekibi her şey hazırlanmış. Çekimlere bir gün kala Amerikalı manken telefon açmış.

‘‘Kusura bakmayın gelemiyorum.’’

‘‘Hayırdır!’’

‘‘Ailem izin vermiyor.’’

‘‘Niye?’’

‘‘Türkiye'de savaş var. Başıma bir şey gelir diye korkuyorlar.’’

Hal böyle olunca çekimler iptal edilmiş.

Mehmet Yılmaz, ‘‘Adam iki gün kalacak ve dünyanın parasını alacaktı. Buna rağmen gelmedi. Para alacak olan gelmezken, para verecek olan ithalatçı, turist ve diğerleri niye gelsin? Siz olsanız gelir misiniz?’’ diye sordu. İstediğimiz kadar savaşın dışındayız diyelim, Türkiye'nin dışardan manzarası bu.

Keşke tarihin sağlaması yapılabilse


DEVLET yönetmek zor iştir. Stratejik kararlar alırken yaptığınız hesabın sağlaması yoktur. Hatanın bedelini ise daha çok gelecek kuşaklar öder. Bu yüzden de ‘‘sallamak’’ ve ‘‘mangalda kül bırakmamak’’ hiç önemli değildir. Türkiye tezkereyi ilk seferde geçirmiş olsaydı, acaba Azor Adaları'ndaki toplantıda masada olur muydu ve bu işten daha büyük kazanımlar elde edebilir miydi? Bu sorunun yanıtını bilemeyeceğiz. Aynen 1991'de verilen ve verilmeyen kararların bugüne etkisini bilemediğimiz gibi. Acaba o gün Türkiye, Turgut Özal'ın peşine takılıp daha atak bir politika izleseydi, bugün Türkiye'nin manzarası farklı olur muydu? 1991 yılında Türkiye'nin atacağı adımlar farklı olsaydı, acaba terör 1991 sonrasında aynı oranda tırmanabilir miydi? Kuzey Irak'ın siyasi tablosu bugünkünden farklı olur muydu? Ya da Kuzey Iraklı Kürtler, para birimi olarak Türk Lirası'nı kullanmak istediklerinde bunu kabul etmiş olsaydık, acaba şimdi oradaki etkinliğimizin boyutu başka bir noktada olabilir miydi? Bu soruların yanıtlarını da bilmiyoruz. Ve muhtemelen yaşam süremiz içinde de öğrenemeyeceğiz. Ancak Özal'ın bir koyup üç alalım teorisinin Türkiye'ye kaybettireceğine inananların bilmesi gereken bir şey var. Uluslararası ilişkiler, bizim bildiğimiz rulete benzemez. Bazen masaya tek bir kuruş koymadan da servet kaybedebilirsiniz. Bazen de tam tersi olabilir. Ama aslolan ‘‘oyun salonunda’’ bulunmaktır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bankalara, işlerine gelmeyen yasaları uygulamama döneminin bittiği anlatıldığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Dünya yeniden kuruluyor biz farkında bile değiliz

18 Mart 2003
<B>IRAK'</B>a yapılacak operasyon, dünyayı da farklılaştıracak gibi görünüyor. İlk sinyal Azor Adaları'ndan geldi:

‘‘Transatlantik Paktı’’

İşlevini yitiren NATO'nun yerine kurulacak bir birlik.

Tek yenilik bu olmayacak gibi.

Eğer ABD operasyonu fazla yıpranmadan, başarıyla tamamlarsa Birleşmiş Milletler'in d‘‘yeni bir yapıya’’ kavuşacağı izlenimi hákim.

Çünkü ABD Birleşmiş Milletler'den memnun değil.

Kendi katkı payını bile yatırmıyor zaten. Ve diyor ki: ‘‘Sizin yapmanız gereken barış operasyonlarını ben yapıyorum. Hesap çıkarırsam borçlu çıkarsınız.’’

Irak yeniden kurulurken, Birleşmiş Milletler'in de yeniden kurulacağı izlenimi hákim.

Avrupa Birliği ise ciddi yara alıyor.

Fransa'nın siyasi, Almanya'nın ekonomik hákimiyeti AB'nin diğer büyüklerini zaten ‘‘kızdırıyordu’’.

Bu nedenle AB de bölünmenin eşiğinde. Bu ikilinin ABD ile çelişen çıkarları İngiltere, İspanya ve İtalya'yı ilgilendirmiyor.

Hatta Irak'a yapılacak operasyonun AB içi güç dengelerini de değiştirmesi muhtemel.

İngiltere 1. Dünya Savaşı sonrasında kendi toprakları dışında en fazla petrol imtiyazına sahip ülkeydi.

Son 50 yılda bunları bir bir yitirdi. Şimdi eski günlerine ABD ile birlikte dönmek istiyor.

İtalya ve İspanya ise dışında kaldıkları bir oyuna bu yolla yeniden dahil olmaya çalışıyorlar.

Türkiye ise oyunun boyutunun hálá farkında değil. Konuyu basit bir iç politika malzemesi olarak görüyoruz.

Eleştiriler ve pazarlıklar bile işin boyutunun çok altında.

Ve aslında kimsenin Irak'taki açlıktan ölen çocukları düşündüğü yok.

Onlar da bu oyunda aynen Saddam gibi birer oyuncak.

Kırılmaları, dağılmaları ‘‘zengin çocuklarının’’ umurunda değil.

Talabani petrol zengini oluyor


YENİ JR Ewing, Talabani olacak galiba. Türkiye, Kuzey Irak'la ilgili hassasiyetlerini bağıradursun, Talabani'nin kontrolündeki bölgede üç kuyudan petrol çıkmaya başladı bile.

Sadece petrol çıkarsa yine iyi, bir de rafineri kurdu.

Barzani'nin bana yıllar önce ‘‘Petrol denizinin üzerinde bir adayız. Amerika izin verirse dünyanın en zengin ülkesi oluruz’’ derken kurduğu hayal şimdi gerçek.

Kürdistan Petrolleri Anonim Ortaklığı üretiyor, rafinerisinde arıtıyor.

Powell ise orada olduğumuzu bile bile ‘‘Kuzey Irak'a girmeye teşebbüs etmeyin’’ diyor. Bunlar iyi işaretler değil.

Yarın yeni bir Irak kurulur ve anayasal bir düzen sağlanırsa, yanı başımızda olacaklara ‘‘meşru’’ müdahale hakkımız da kalmaz.

Sonrasında ise ABD'nin bir şey yapmasına gerek yok.

Etnik sınırlarla ayrılmayan ülkelerin sınırlarını ekonomik ve demokratik eşikler belirler.

Bilmem ne demek istediğimi anladınız mı?

Başbakan'ın cesur kararına teşekkürler


GEÇEN hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a bir çağrı yaptım ve ‘‘İş Güvencesi Yasası’’ olarak bilenen yasanın bugün için Türkiye'nin gereksinim duyduğu yasa olmadığını, yürürlüğe girme tarihinin ertelenmesi gerektiğini belirttim.

Yasa hem işçinin, hem işverenin aleyhine maddeler içeriyordu.

Ancak okunmadan, adına bakılarak bazı kesimlerce desteklendiği ve ‘‘paket olarak’’ işçiden yanaymış havası veren bir süslemesi olduğu için umudum azdı.

Yazımda bunu da belirttim.

Popülist bir siyasetçinin bu yasanın yürürlüğünü ertelemesi kolay olmazdı.

Çünkü içerikten bihaber geniş kitlelerin eleştirisi gelebilirdi.

Ertesi gün Başbakan Erdoğan aradı. (O gün henüz başbakan değildi ama hükümeti kurmakla görevlendirilmişti.) Yasayı incelediklerini, gerekirse erteleyebilecekleri söyledi ve ‘‘cesur’’ uyarı için teşekkür etti.

Ben de kendisine ‘‘Ben eleştiriden korkmam. Oy kaygım yok. Rahatça söylerim. Ama sizin durumunuz zor’’ dedim.

Açıkçası çok da umudum yoktu.

Ancak Tayyip Erdoğan korkmadan, iş barışını, işçiyi, işvereni tehdit eden bu ‘‘Yaşar Okuyan saçmalığını’’ ‘‘öteledi’’.

Bu Erdoğan'ın önümüzdeki dönemde sergileyeceği liderlik açısından önemli bir göstergedir.

Cesur ve gereğini yapabilen bir başbakan göreceğiz.

Tabii partisi izin verirse.

Hoşgeldiniz Osman Bey


PROFESÖR Dr. Osman Müftüoğlu'nun yazılarını keyifle okurdum.

Kendi iştigal alanında bilgilendirici güzel yazılar yazan bir hekim olarak Sabah Gazetesi'nde yazmasını bir Hürryiet mensubu olarak kıskanırdım.

Artık Hürriyet'te yazacakmış. Çok sevindim.

Hoşgeldi...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bir yazının sonuna itibar ediyorsak, başına da itibar etmemiz gerektiğini idrak edebildiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Savaş muhtemelen cuma başlayacak

17 Mart 2003
<B>SAVAŞ</B> ne zaman başlar. Son günlerin en önemli sorusu bu. Türkiye'nin tavrı gecikme nedenlerinden biriydi.

Bir diğeri ise her şeye rağmen meşruiyet arayışı.

ABD Birleşmiş Milletler'den umudu kesti. Artık orada bir meşruiyet aranmayacak.

Türkiye'den ise hálá az da olsa umudu var.

Diğer yandan da savaşın başlaması için giderek sıkışan bir takvim.

Pentagon, gecikmenin savaş karşıtlarını güçlendirdiğini düşünüyor ve bir an önce başlamak istiyor.

Ancak burada ABD'nin savaş doktrinleri çarpışıyor.

Körfez Savaşı'nda Genelkurmay Başkanı, şimdiki Dışişleri Bakanı Powell'dı.

O zaman ABD savaş doktrinine uygun olarak önce bütün güçler bölgeye sevk edilmiş, her şey hazır olduktan sonra 39 günlük hava harekátı ve ardından kara harekátı başlamıştı.

Şimdi ise hava harekátının bir an önce başlaması ve kara harekátının unsurlarının ikmalinin hava harekátı süresince yapılması konuşuluyor..

Eğer bu konuda karara varılır ve kara gücü tamamlanmadan hava harekátı başlatılmasında mutabık kalınırsa bombardıman bu hafta başlayabilir.

Uzmanlar bunun için perşembe gece yarısından sonrayı en güçlü olasılık olarak gösteriyorlar.

Çünkü cuma tatil ve sivil halkın en az sokakta olduğu, vurulması muhtemel kamu binalarında çalışmanın minimumda olduğu gün.

ABD'nin hava baskınında sivil kayıpları en aza indirmek amacıyla cuma günü vuracağı söyleniyor.

Ama tabii savaş bu. Belli olmaz. Beklenmedik bir gece ansızın gelebilir.

Bush'a da güldünüz mü?


SÖYLEDİĞİMDE ne ortada tezkere vardı, ne pazarlıklarda anlaşmazlık, ne de başka bir şey.

Başbakan Gül'le karşılıklı oturuyorduk.

Onun yanında danışmanları vardı.

Biz ise bir grup yayın yönetmeniydik.

‘‘Kuzey Irak'ta Türk askeri ile Amerikan askeri arasında çatışma olur mu?’’ diye sordum.

Profesör unvanlı dış politika danışmanı, büyükelçi unvanlı dış politika danışmanı, bizzatihi Başbakan ve masanın etrafında bulunan herkes güldü.

Başbakan'ın danışmanları ‘‘beşuş’’ ve hatta ‘‘müstehzi’’ bir ifadeyle yüzüme baktılar.

Ben geleceği görmeye, bir projeksiyon yapmaya çalışıyor, olasılıklara göre planlarımızın olup olmadığını öğrenmek istiyordum.

Onlar ise bana ‘‘saçmalayan adam’’ muamelesi yapıyorlardı.

Geleneksel müttefik Türk askeri ile Amerikan askeri çatışır mıydı hiç!

Bu işlerden biraz anlayan biri bunu söyler miydi?

Ben orada olanları ‘‘utanmadan’’ aynen aktardım sizlere.

Sorumu ve bana güldüklerini yazdım.

Hatta daha sonra ‘‘sıkılmadan’’ bir kez daha hatırlattım.

Dün sabah dostum Fatih Aksoy'un telefonuyla uyandım.

‘‘Sana gülenler acaba Başkan Bush'a da gülüyor mudur?’’ dedi.

Anlamadım.

‘‘Milliyet'in manşetini okumadın mı?’’ diye sordu.

Henüz okumamıştım.

Kapının önündeki gazeteleri aldım.

Milliyet'i açtım. Manşet haberde, Başkan Bush'un, Erdoğan'a yazdığı mektupta ‘‘Kuzey Irak'a tek başınıza girerseniz, korkarım Türk ve ABD askerleri arasında çatışma çıkar’’ diyordu.

Benim aylar önce sorup ‘‘komik’’ duruma düştüğüm olasılık, şimdi Bush'un ağzından ‘‘tehdit’’ olarak çıkıyordu.

Türkiye'nin ileri görüşlü ‘‘dış politika uzmanları’’nın ‘‘komik’’ bulduğu olasılık, üç ay sonra ‘‘trajik bir gerçek’’ olarak karşımızdaydı.

O gün bana gülenler şimdi Başkan Bush'un sözlerine gülüyorlar mıdır bilemiyorum.

Ama Türk dış politikasının ‘‘ağlanacak’’ haline ben gülemiyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Tepeden inme yazarlar hadlerini bildiği zaman.
Yazının Devamını Oku