Oysa biliyoruz ki, birkaç hafta öncesine kadar durum bu değildi.
Mahkemenin kararına esas teşkil edecek taslak metinde Türkiye'nin uluslararası sözleşmelere uygun hareket ettiği belirtiliyordu.
Ancak birdenbire her şey değişti. 3-5 ve 6. maddelerin ihlali, karara koyuldu.
Bu, Avrupa'nın Türkiye'ye karşı değişen tavrının göstergesidir.
Önceki gün
Verheugen'in
‘‘Kıbrıs AB'ye üye olunca Türkiye işgalci durumuna düşer’’ açıklaması, dün taslak metne göre değiştirilerek çıkan
Öcalan kararı...
Bu ikisinin üst üste gelmesi raslantı değil.
Bu bir politika.
Üstelik de Avrupa Birliği üyesi ülkelerin parlamentolarının kararlarına bile ters düşen bir politika. Hollanda parlamentosunun
‘‘Ada'daki sorun çözülmeden Kıbrıs, AB üyesi olamaz’’ kararını ben hatırlıyorum da,
Verheugen mi hatırlamıyor?
Hatırlıyor ama bugün hatırlama ya da hukuka uyma günü değil.
Bugün Türkiye'yi köşeye sıkıştırma günü.
Fransa'nın tetikçiliğini yapma, AB'yi Fransa'nın siyasi ve ekonomik çıkarlarına göre kullanma günü.
Hükümet acil bir biçimde Avrupa ile ilişkileri gözden geçirmeli, Türkiye'yi içine almaya niyeti olmadığı açıkça belli olan
‘‘Avrupa Hıristiyan Birliği’’ ile Gümrük Birliği'ni tam üyeliğe kadar hemen askıya almalıdır.
Türkiye, tetikçi
‘‘çipil’’ Verheugen'in ve
‘‘siyasallaşmış’’ AB yargısının şantaj yapabileceği bir ülke değildir.
Erdoğan: Yasa üzerinde çalışılıyor
İŞ Güvencesi Yasası yazımla ilgili olarak
Tayyip Erdoğan dün sabah aradı. Son yıllarda Türkiye'de yatırımların gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının çok altında seyrettiğini belirtti ve yazımda dikkat çektiğim hususların büyük bölümünde haklı olduğumu söyledi.
‘‘Aslında iş güvencesi değil, işveren güvencesi lazım. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeleri ayakta tutmak için önlem almak gerek’’ dedi.
Yasada belirli düzeltmeler planlıyorlarmış. Bakan
Başesgioğlu'nun bu konuda çalıştığını söyledi.
‘‘Bu yasa özel sektörü KİT'leştirecek. 657 sayılı yasanın sakıncalarını genelleştirecek. Üstelik de gençler, iş peşindekiler bundan zarar görecek’’ dedi.
‘‘Haklısınız ama...’’ dedi.
Ben de onun derdini anladım, o
‘‘ama’’da...
İçini bilmeyenler bu yasayı
‘‘çalışan lehine’’ yorumluyordu.
Buna karşı çıkmak
‘‘siyaseten’’ zordu.
Bunlar mı yazacak Hıncal Abi?
HINCAL Uluç'u okuyunca, kimilerinin zaman zaman beni kendilerince küçümsemek için kullandıkları
‘‘Hıncal'ın çömezi’’ yakıştırmasının aslında ne büyük bir
‘‘onur’’ olduğunu anladım.
Bir o çıktı rezaleti yazan ve üzerine giden. Her zaman olduğu gibi bir
Hıncal Uluç. O da benim gibi tribünlerde dövüldü.
Bacağından vuruldu, baldırından bıçaklandı.
Ama yine bir o çıktı gerçeklerin yanından geçen.
Şeref tribününde uğradığım saldırının vahametini o an değil, iki gün sonra televizyonda izleyince anladım.
Öldürmek istemişler.
Linç etmeye çalışmışlar.
Dökme demir ayaklı kül tablası üzerimde kırılınca içerden yenisini uzatıyorlar.
Onunla vuruyorlar.
İnsafsızca...
Onlarca kişiye karşı tek başıma ben. Ve bu ayıbın altında imzası olanlar diyor ki,
‘‘Tahrik etti’’.
Hepsini aynı anda ve yarım saniyede.
Türk medyası da bunu tartışıyor.
Bana soran yok, ama diyelim ki tahrik ettim, öldürmek caiz mi o zaman?
Linç haklı mı?
Hıncal Uluç, Türk spor medyasının neden sustuğunu soruyor dün yazısında. İşte bu olmuyor
Hıncal Abi.
Aziz Yıldırım değil mi daha birkaç hafta önce Türk spor medyasını nasıl satın aldığını itiraf eden.
Satın alamadıklarının başına geleni ise hepimiz bilmiyor muyuz?
Bir spor müdürü arıyor beni,
‘‘Abi, senin küfretmediğini fotoğraflarda da görünen bir yönetici söylüyor’’ diye.
Ama bunu yazmıyor, yazamıyor. Çünkü bir daha Fenerbahçe Kulübü'nden haber alamaz. Fenerbahçe muhabiri arıyor:
‘‘Fatih Abi ucuz kurtuldun. Bu adamlar bana bile seni gebertiriz diye tehdit savuruyorlar.’’
Yine bir Fenerbahçeli spor yazarı arıyor.
‘‘Abi sana saldıranlar, AIK Solna maçından sonra İsveç'te olay çıkarıp kulüp müdürünün tutuklanmasına neden olanlar. Orada da İsveçliler mi tahrik etmişti. Bunlar sürekli tahrik olmuş halde dolaşıyorlar’’ diyor. Ama yazamıyor.
Kimi korkuyor, kimi satın alınmış. Spordan soğuyorum. Spor yazmaktan, spor adamı olmaktan soğuyorum. Ben bu pisliğin yakınında olmak artık istemiyorum.
Renginin hiç önemi yok.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İnsanları kendi evlerinde dost bildikleri hançerlemediği zaman.