Fatih Altaylı

İktidara hazır olmak diye buna denir

3 Nisan 2003
<B>NEWSWEEK </B>Dergisi, <B>‘‘kötü diplomasi’’ </B>için ödüller vermiş. Birincilik ABD'nin, burun farkıyla ikinci ise Türkiye. <B>Fareed Zakaria ‘‘Türkiye yürüttüğü berbat diplomasiyle hem iyi niyetli yaklaşımları, hem de müthiş bir ekonomik desteği kaybetti. Karşılığında ise hiçbir şey kazanmadı’’ </B>demiş, ABD'yi yerden yere vurduğu yazısında.
Gerçekten de durum tam bu.

Türkiye'yi kurtarması için Meclis'in üçte ikisini verdiğimiz AKP her gün biraz daha gömülüyor.

Meclis'te ‘‘tezkere’’yi geçirmediler. Karşılığında 30 milyar dolardan ve eski bir dosttan olduk.

Şimdi tezkerenin içeriğini parça parça veriyorlar, karşılığında hiçbir halt alamıyoruz. Üstelik bir saygınlık falan da kazanamıyoruz.

Bunun adına ‘‘diplomasi’’ diyorlarsa AKP'nin diplomasi anlayışından korkmak lazım.

Hadi diyeceksiniz ki: ‘‘Bu savaş hesapta yoktu. Onun için bir plan geliştirmemişlerdi.’’

Peki ya ekonomi.

AKP'nin ekonomik planı yürürlüğe girdi.

Vergi vermeyenle vereni aynı kefeye koy ve bunlardan yasal rüşvet al. Birinci etap bu.

İkinci etap daha etkili.

Anayasa'yı değiştir, orman arazisini, bu araziyi gasp edene sat. Arazi gasp etmeyen pişman olsun. Ve son hamle. Vatandaştan para dilen. Bankalar vasıtasıyla memleketi yıllardır hortumlayanlara para vermek için anneannemden bileziğini, üç aylığının yarısını iste.

AKP iktidara hazırlıklıymış doğrusu...

Anti-emperyalizmin idollerine bakın


IRAKLI bakanlar giderek daha popüler hale geliyor.Saddam Hüseyin'in masa arkadaşları bunlar. Savaş karşıtlarının giderek sempatisini kazanan ‘‘asker üniformalı’’ adamlar.

Sadece bugünlerde değil, her zaman asker üniformasıyla dolaşan ama savaş karşıtlarının şimdilerde pek sempatik bulduğu adamlar. Bu adamlar Irak televizyonunun ekranına çıkıp da o gün Amerikan kuvvetlerine verdirdikleri kayıpları anlatırken, bazılarımızın içinden alkışlamak geliyor. Saddam'ın ‘‘has adamlarını’’ neredeyse anti-emperyalizmin sembolü yapıp bağrımıza basacağız.

Peki kim bu adamlar?

Marifetleri ne?

Aslına bakarsanız ABD Irak'a operasyon yapmamış olsa, bu adamların tamamı Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi'nde yargılanması ve bu mahkemede bile ‘‘idama’’ mahkûm edilmesi gerekecek ‘‘kaçkınlar’’.

Kimisi binlerce Kürdün ‘‘kimyasal silahlarla’’ öldürülmesinden sorumlu.

Kimisi Kuveyt'teki işgalde öldürülen Kuveytlilerden.

En ‘‘masumu’’ ülke içindeki rejim muhaliflerine yapılan müthiş işkencelerin faili. En ‘‘canisi’’ ise Şii ayaklanmasında öldürülen en az 200 bin Şii Iraklıdan. Bu ekip bugün ‘‘savaş aleyhtarları’’nın kahramanları. Oysa savaş aleyhtarı olduğunu söyleyen kitlenin ‘‘siyasi tavır alması gereken’’ adamlar bunlar ve bunlar gibiler olmalı. Fakat kadere bakın ki, eli kanlı işkenceci canileri, onlardan en fazla nefret etmesi gerekenler savunuyor. Savaş istemek haklı bir tavırdır.

Ama bu adamların ‘‘kazanma ihtimali’’nden zevk almak ‘‘iğrençliktir’’.

Amerika'nın bu savaşı kaybetmesi demek, bu adamlar gibilerin kazanması demektir.

Siz hangisini tercih edersiniz!

İstanbul’un yolları Washington gibi


ÖNCEKİ gün İstanbul'un yollarının ‘‘perişan’’ halini yazdım. Kimi Büyükşehir, kimi ilçe belediyelerinin sorumluluğunda. Uzunca bir kısmı ise Karayolları'nın.

Delik deşik, çakır çukur, yol demeye bin şahit ister yolları.

İstanbul'un ‘‘duyarlı’’ Belediye Başkanı Gürtuna hemen aradı.

‘‘Fatih Bey, her yıl kış çıkışı böyle oluyor. Ama merak etmeyin hepsi yapılacak’’ dedi.

‘‘Başkanım bu yıl her yıldan kötü. Hiç böyle olmamıştı.’’ dedim.

‘‘Hatırlayın geçen yıl da çukurları beraber saymıştık. Üstelik bu yıl yağan kar da hiç yağmamıştı’’ diye geçen yılı anımsattı.

İstanbul'un yollarının bu yıl da gerektiği şekilde yamanacağını söyleyince, ‘‘Sayın Başkan yama tutmuyor. Yepyeni asfalt yapın’’ dedim.

‘‘Onlar kışlık yama. Hava düzelince keserek yama yapacağız. Öyle yapınca iyi oluyor’’ dedi. İstanbul'da 21 bin kilometre yol olduğunu, bunun büyük bölümünün altyapısının bozuk olduğunu ve bu yüzden çok hızlı yıprandığını söyledi. Bir yandan yama, bir yandan da altyapı düzeltme çalışmaları yaptıklarını anlattı.

‘‘Emin olun Washington da böyle, New York da, Paris de’’ dedi. Suimisal emsal olmaz diyerek ‘‘Dubai'nin yolları böyle değil’’ dedim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Sorumluluğu olmayan makamlarda oturanlar, kimleri kabul ettiklerine dikkat ettikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Kürtler Irak'ta nasıl barınacak?

2 Nisan 2003
<B>ABD,</B> Kuzey Irak'taki Kürt grupları istediği gibi yönlendiriyor. Türkiye'nin tezkereyi tartıştığı günlerdeki Barzani ve Talabani görüntüsü ile bugünkü Barzani-Talabani görüntüleri arasındaki fark bu yönlendirmenin en açık kanıtı.

ABD'nin Kuzey cephesini açmasına imkán sağlayacak tezkerenin TBMM'den geçmesinin istendiği günlerde ABD müthiş bir şekilde Kürt kartını oynuyor ve Türkiye'yi Kürtlerle rahatsız etmeye çalışıyordu. O günlerde Kuzey Irak'taki peşmergeler ellerindeki Türk bayraklarını yakıyor, Türkiye'ye karşı yürüyüşler düzenliyor, Barzani ve Talabani Türkiye'ye yönelik hadlerini aşan açıklamalar yapıyorlardı.

ABD'nin bu ‘‘kartı’’ Türkiye'de koz olamadı ve tezkere geçmedi.

Bu kez ABD aynı kartı farklı bir şekilde oynamaya başladı.

Bu kez yapılması gereken Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini engellemekti. Bunun için de Türkiye'nin Kürt gruplar tarafından tahrik edilmemesi, ayağına basılmaması gerekiyordu. Düne kadar Türkiye'nin hassasiyetlerini kaşımak için her şeyi yapan Kürt liderler birdenbire tam aksi bir tavır sergilemeye başladılar.

Amerika ‘‘Susun’’ demişti, onlar da sustular..

Irak'ta şu anda ilginç bir tablo var.

Irak'ta Saddam'a karşı ‘‘işgalcilerin’’ yanında yer alması beklenen ve bunda haklı nedenleri bile olabilecek pek çok grup, beklenen tepkiyi vermedi. Irak bir bütün halinde ‘‘Anglosakson ittifakına’’ karşı direniyor. Bunun tek istisnası Kürtler.

Sadece Kürt gruplar, bir bütün halinde direnen ‘‘yurttaşları’’ gibi hareket etmeyip, ABD ile ‘‘derin’’ bir işbirliği içine girdiler.

Savaşın sonucu ne olursa olsun Irak'ta Kürtleri zor günler bekliyor. Özerk veya federal, kendi ülkesine karşı düşmanla birlikte savaşmış olmak, kolay affedilir bir ‘‘suç’’ değil.

Polisimiz AB standardına yaklaştı

TÜRK polisi bu köşede yıllarca ‘‘en acımasız’’ biçimde eleştirildi. Öyle ki, benim burada yaptığım eleştiriler gün geldi ‘‘polis okullarında’’ ders diye okutuldu.

Hatta polis camiası kendilerine karşı hasmane bir tutum takındığımı bile düşündü, bunu anketlere yansıttı. Ancak bilmiyorum farkında mısınız, Türk polisinin hareket tarzında ve vatandaşa yaklaşımında müthiş gelişme de şu son yıllarda yaşandı. Polisin tavrında müthiş bir yumuşama gerçekleşti. Eskiden rastladığımız zaman şaşırdığımız vatandaşa karşı kibar tavır, neredeyse bütün polislerin ortak tavrı haline geldi.

En fazla eleştirdiğimiz ‘‘Çevik Kuvvet’’ bile toplumsal eylemlerde daha bilinçli davranır oldu. Vatandaşın içindeki polis korkusu, yerini karşılıklı bir saygıya bıraktı. Bu gelişmeyi büyük bir keyifle izlediğimi itiraf etmeliyim.

AB standartlarını yakalaması en güç grup gibi görünen polislerimiz, bana göre o standartları şimdiden yakaladılar bile.

Adam gibi tartışamadık bile

HİÇBİR meseleyi ‘‘adam gibi tartışamayan’’ Türk basını, bu kez de sınıfta kaldı. Irak'a yönelik Amerikan harekátıyla ilgili düşünceler Türk basınını ikiye böldü. Bu bölünme normaldi. Dünyanın ikiye bölündüğü bir yerde, Türk basınının ikiye bölünmesini anlamsız bulamayız. Ancak bu bölünüşün ardından yapılan suçlamalar ‘‘aptallık’’ boyutuna ulaştı. Bir kısım yorumcu ‘‘Türkiye'nin bu savaşta ABD'nin yanında yer alması gerektiğini’’ savundular. Bir kısmı ise tersini.

Tersini savunanlar Türkiye'nin çıkarını ABD ile birlikte olmakta görenleri ‘‘satılmış ve kan emici’’ olmakla suçladılar. ABD'yle beraber hareket etmeyi savunanlar ise kendileri gibi düşünmeyenleri ‘‘aptal ve öngörüsüz’’ olmakla itham ettiler. Oysa ben her iki grubun da ‘‘aslında iyi niyetli’’ olduğunu düşündüm hep.

‘‘Ülke çıkarının hangi yönde olduğunu’’ tespit etmenin son derece güç olduğu bir dönemde farklı düşüncelerin oluşması son derece normal bir durumdu. Ama biz Türkler bunu bile kabullenemedik.

‘‘Satılmış şerefsiz. Orada çocuklar ölecek’’in yanıtı, ‘‘Ulan dangalak herif biz olmasak da ölecekler. Ya bizim çocuklar en olacak’’ şeklinde oldu. Bu ‘‘düzeysiz’’ kavgadan kárlı çıkan ise ‘‘öngörüsüz ve hesapsız’’ siyasetçiler oldu.

CHP ‘‘körü körüne’’ muhalefet yapmanın bedelini ödemeyecek.

AKP ise sayısal olarak ‘‘Evet’’ dediği ama bir usul uygulaması nedeniyle ‘‘Hayır’’ demiş gibi göründüğü bir tezkerenin faturasıyla karşılaşmayacak. Çünkü Türkiye bir kez daha meseleyi sığ bir biçimde ele alıyor. Kimse uzun vadeli hesap yapmıyor, kimse geleceğe ilişkin projeksiyonlar ortaya koymuyor.

Ben size söyleyeyim, aslında ‘‘Savaşa karşıyım’’ diyenler bile tezkerenin geçmemiş olmasından rahatsızlar. Çünkü onlar ‘‘Nasılsa tezkere geçer, biz vicdanlı görünelim’’ havasındaydılar.

Şimdi artık net bir şekilde görünüyor ki, Irak savaşının iki kaybedeni olacak.

Bunlardan biri Türkiye diğeri ise ABD.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Spor basını magazin basınının bile kalitesini bozmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Türkiye fakir federasyon zengin

1 Nisan 2003
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>aylarda külüplerin <B>‘‘vergi borçlarına’’ </B>af getirildi. Başta Galatasaray olmak üzere üç büyük kulübün affedilen borç miktarı yaklaşık 250 trilyon.

Affedilen aslında kulüplerin değil, kulüplerin futbolculara ödediği transfer paralarının vergileri.

Fazla gürültü çıkmadı.

Tam aksine Galatasaray Başkanı devletin bu kıyağını sanki kendi yapmış gibi icraatı arasına koydu.

Neyse, geçti gitti.

Ardından İngiltere milli maçı için futbolcularımıza ödenecek prim miktarları tartışılmaya başlandı.

50 bin dolarlar, 70 bin dolarlar.

Ya sayı saymayı bilmeyenler, ya da dayak yememiş olanlar bu rakamları telaffuz etmeye başladılar.

Başka ülkelerin ‘‘dünya şampiyonluğu’’ primleri bizde maç primi oldu.

O da geçti gitti.

Şimdi de bir kez daha ‘‘Futbol Federasyonu rezaleti’’ ile karşı karşıyayız.

Haluk Ulusoy ‘‘babasının parasıyla’’ götürüyormuşçasına, milleti maça götürüyor. Türk futboluna hizmet etmiş garibanları götürse onu da sineye çekeceğiz ama değil.

Haluk Bey, ‘‘şöhretler karmasını’’ İngiltere'ye götürüyor.

Bölüm başına binlerce dolar alan ‘‘dizi oyuncuları’’, babaları Meclis'te yaptıkları çalışmalarla milletin gönlünde ‘‘taht kurmuş’’ bazı milletvekilleri federasyon kesesinden İngiltere'ye.

Washington'da dilen, İstanbul'da sadaka ver.

Oh ne álá memleket.

İstanbul'a yol seferberliği lazım


İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi İstanbul'un fethinin 550. yılında İstanbul'a 550 eser kazandırmaya çalışıyor.

İyi niyetli bir çaba ama bence İstanbul'un önceliği bu değil.

Bence İstanbul'un en büyük derdi yolları.

Dünyada İstanbul büyüklüğünde ve İstanbul iddiasında hiçbir kent yok ki, yolları bu kadar ‘‘iğrenç’’ olsun.

Evet, evet kelime bu. İğrenç.

Her tarafı delik deşik, her tarafı yamalı.

Utanç kaynağı yollar.

Otomobilimin jantlarının her hafta preslenmekten canı çıktı.

Tangur, tungur gidiyoruz yollarda.

550. yılda zannedersiniz ki, İstanbul'a son asfalt fetih zamanında dökülmüş.

Yollar o kadar kötü.

Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna bir gün bir yabancı misafiriyle bu yollardan geçti mi acaba?

Geçtiyse utançtan yerin dibine girmedi mi?

Onu bilmem ama ben giriyorum.

Yabancı misafirlerime ‘‘Eh, bu kış çok kar buz oldu yollar da dayanmadı’’ falan diyorum ama bizim yollar bir değil, sanki bin yıl kar buz altında kulmış gibi.

Benim Ali Müfit Gürtuna'dan ricam alsın yanına ilçe belediyelerini bu yıl İstanbul'un yollarını bir güzel ‘‘yapsınlar’’.

Öyle onarma falan değil, yeniden yapsınlar.

550. yıla 550‘‘kıytırık’’ eserle değil, 550 kilometre gıcır gıcır yolla girelim.

Fatih'i İstanbul'u fethedip bize bıraktığına pişman etmeyelim.

Merak etmeyin spor yazmadım


ASLINA bakarsanız bu haberi yazmaktan yana değilim. Bunu yazması gerekenler spor sayfaları.

Ama kimisi bir Passat, kimisi evinin peşinatı gibi küçük armağanlar karşılığı satın alındığı için (bunlar benim iddiam değil, spor sayfalarında yer alan iddialar), aşağıda okuyacağınız gelişmeleri sizlere aktarmazlar.

Bu nedenle ben yazıyorum.

Ali Sami Yen Stadı'nda uğradığım saldırı sonrasında saldırganları Türk adaletine şikáyet etmiştim.

Saldırganlar da olaydan 10 gün sonra benim sarhoş olduğumu ve kendilerine küfür ettiğimi öne sürerek benden davacı olmuşlardı.

Türk adaleti şikáyetleri inceledi.

Benim hakkımdaki iddiaları ‘‘mesnetsiz ve geçersiz’’ bularak takipsizlik kararı verdi.

Benim şikáyetimi ve delilleri de dikkate alarak, aralarında Fenerbahçe yöneticisi Burak Karabacak'ın da bulunduğu 3 kişi hakkında dava açtı.

Böylelikle beni haksız göstermeye çalışanlar yanıtı benden değil Türk adaletinden aldılar.

Bu arada Mustafa Koç gibi, Zeki Zorlu gibi ‘‘gerçek’’ Fenerbahçeliler, Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili gibi gerçek sportmenler ve daha binlerce kişi geçmiş olsun demek için aradılar, mesaj yolladılar. Hepsine teşekkür ediyorum..

NOT: Olaylardan sonra saldırganların kimlik teşhisini yapmam için umulmadık bir destek geldi. Cezaevinde yatmakta olan Nuri Ergin'in avukatı aradı ve saldırganların bazılarını Nuri Ergin'in tanıdığını belirtti.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Atatürk'ün mirasları arpalık olarak kullanılmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Milletler finans raporlarından ibaret değildir

31 Mart 2003
<B>‘BY the summer, Ankara will be out of money, out friends and out time.’’<br><br></B>Stratfor.com'da yer alan Türkiye analizi bu cümleyle sona eriyor. Yani, ‘‘Yaz geldiğinde Türkiye'nin ne parası, ne dostları, ne de vakti olacak.’’

Analiz Türkiye'nin savaştan neler yitirdiğini de iyice anlatıyor.

Türkiye'nin ikinci büyük döviz girdisi olan turizmin savaştan etkileneceğini, ülkenin büyük sıkıntıya düşeceğini, borçlarını ödeyemeyeceğini, IMF'nin para vermeyeceğini, yabancıların faizleri yükselteceğini, enflasyonun tırmanacağını, Irak'tan aldığı ucuz petrolün kesileceğini ve Türkiye'nin oyun káğıtlarından yapılmış bir ev gibi çökeceğini de yazıyor aynı rapor.

Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu meselelerinde Türkiye'nin öneminin azalmayacağını ama bunun Türkiye'yi ekonomik olarak kurtarmayacağını da ekliyor.

Bu rapor çok yeni değil.

Bir haftadır masamda duruyor. Yazmadım çünkü maksatlı bir rapor. Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak amaçlı.

Benim yazmadığım bu rapor anlaşılan başka masalarda da vardı ve onlar ‘‘tuzağa düştüler’’.

TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan'ı ‘‘ülkesine inançsızlığa’’ sürükleyen bu rapor olmalı.

Eski siyasetçilerden Mesut Yılmaz'ın kuzeni Global Menkul Değerler'in sahibi Mehmet Kutman'ı yurt dışında ülkesi aleyhine ‘‘atıp tutmaya’’ sevk eden de büyük ihtimalle bu veya benzeri bir rapordur.

Ama hayat raporlardan ve ‘‘düşmanca’’ öngörülerden ibaret değildir.

Mustafa Kemal, Bandırma vapuruna bindiğinde Türkiye'nin içinde bulunduğu durum bir rapor halinde önüne konsaydı ve o da Tuncay Özilhan'ın ‘‘meşrebinden’’ olsaydı büyük ihtimalle Samsun'a değil, başka bir yöne giderdi.

Ama Allah tarafından, Mustafa Kemal Türkiye'nin geleceğini ‘‘yabancı bankacıların’’ raporlarına bakarak değil, inandığı doğrulara dayanarak kurdu.

Kuzey Irak için uzlaşma tamam ama...


TÜRKİYE Kuzey Irak konusundaki ‘‘hassasiyeti’’ ve ‘‘samimiyeti’’ konusunda ABD'yi büyük ölçüde ikna etti.

Aslında ABD bu konuda baştan beri ikna olmuştu.

Yani Türkiye'nin Kuzey Irak'taki petrol bölgeleri ile ilgili bir girişimi olmayacağını biliyordu. Başta ABD, Batılı ülkeleri bu konuda şüpheye sevk eden kişi, eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış oldu.

Sempatik ve iyi niyetli kişiliğine rağmen ‘‘boşboğaz’’ bir Dışişleri Bakanı olan Yakış'ın ‘‘Musul ve Kerkük'le ilgili haklarımızı incelemeye aldık’’ sözleri Kuzey Irak'ta Türk varlığına karşı çıkılmasının ‘‘miladı’’ oldu.

Yakış'ın bu sözleri bir çuval inciri berbat etti.

Bu siyasi gafı telafi etmek ise yine askerlere düştü.

Geçen hafta gelinen noktada ABD Türkiye'ye iki ayrı kanaldan ‘‘Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulmayacak’’ sözü veriyor. Bunun üzerine de Genelkurmay Başkanı Özkök geçen hafta Diyarbakır'da bir açıklama yaparak Kuzey Irak'taki grupları rahatlatıyor.

Özkök'ün açıklaması ABD'den alınan söze karşı yapılmış bir jest.

ABD'nin verdiği sözler arasında Türkmenlerin korunması da yer alıyor.

Özkök'ün jestine karşılık Amerikalı General Henry Pete Osman da, Türkmen bölgesine giderek bir ziyarette bulunuyor.

Musul ve Kerkük konusunda ABD'nin verdiği söze rağmen iki gündür Kürt gruplar bölgeye doğru ilerliyorlar.

Türkiye bundan tedirgin oluyor.

Ancak ABD Türkiye'nin bölgeye girmemesi konusunda ısrarlı.

‘‘Kuzey Irak'ta sorun çıkarmayın. Zaten Kuzey Cephesi diye bir şey, izin vermediğiniz için doğru dürüst kurulamıyor, ısrar ederseniz Kürtler ile aranızda çatışma çıkacak. Bu da savaş içinde savaş demek. Oradaki az sayıda askerimizin dikkati buna dönerse, Irak tepemize biner’’ diyen ABD, Türkiye'nin rahat olmasını istiyor.

Ancak görülen o ki, Kürt gruplar rahat durmaya çok niyetli değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Vatan sevgisinin her türlü siyasetten üstün olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Bağdatlı ressamın çocuğu

29 Mart 2003
<B>SAVAŞTAN </B>kısa bir süre önce gittiğim Bağdat'ı bombalanırken görmek çok acı. İlk gün bombardımanında canlı yayında gözyaşlarımı tutamadım. Osmanlı'dan bu yana her ev yapanın iki ağaç diktiği, yemyeşil, güzelim Bağdat ‘‘akıllı bombalar’’ ve ‘‘aptal pilotlar’’ tarafından bombalanıyor.. Simsiyah dumanların yükseldiği kent bir manevra alanı değil. Yaşayan, canlı, güzellikler barındıran bir ‘‘uygarlık merkezi’’.

Amerikalıların bombaladığı yerler arasında hiç kuşkusuz onlarca antikacıyı, binlerce resim galerisini barındıran Karrada Harici de var.

Birkaç hafta öncesine dönüyorum.. Galeri galeri dolaşıyor, pek çoğu Batı'nın sanat kentlerinde eğitim almış ve ülkelerine dönmüş Arap ressamların yaptığı tablolara bakıyoruz. Londra'da, New York'ta, San Francisco'da binlerce dolara alamayacağınız tablolar birkaç yüz dolar karşılığında satılıyor.

Harcıalem bir şeyi 1 dolardan başlayan fiyatlarla bile almak mümkün. Bir galeride tanıştığımız genç bir ressam ‘‘Yanınızda sevdiğiniz birinin fotoğrafı varsa onu tablo haline getirebilirim’’ diyor..

Cebimden kızımın fotoğrafını çıkarıyorum. Alıp bakıyor. Cebinden kendi oğlunun fotoğrafını çakırıyor.

Gülüyor. Kız babalarının pek de sevmediği türden bir gülümseme.

‘‘Aynısını mı yapayım, yoksa kendi bildiğim gibi mi çalışayım’’ diye soruyor.

Bildiğin gibi yap diyorum.

‘‘Üç gün sonra gel al’’ diyor.

Üç gün sonra yokum. ‘‘Daha çabuk olmaz mı?’’ diye soruyorum.

Olmuyor.

‘‘Savaştan sonra gelirim’’ diyeceğim tam ama susuyorum.

Parasını ödüyorum. ‘‘Yap sakla, bir gün gelir alırım’’ diyorum.

Bağdat'ta bombalar patlarken aklıma kızımın resmi geliyor.

‘‘Acaba onun resmine de bir şey olmuş mudur?’’ diye endişeleniyorum.

Sonra endişemden utanıyorum.

Gözümün önüne ressam babanın cebinden çıkardığı fotoğrafta bana gülümseyen küçük, esmer, boncuk gibi kara gözlü çocuk geliyor.

.........!

ABD'de hava dönüyor


ABD'de işler tersine dönüyor. Karanlıklar Prensi Perle gitti. Kendince Türkiye'yi iyi tanıyan, eski bir CIA istasyon şefiydi. Sırada diğerleri var. Savaş uzadıkça deprem sürer. Dökülenlerin sayısı artar.

Amerikan ordusunun durumu tam komedi.

Savaşı ‘‘play station’’da öğrenmiş çocuklar, ‘‘3. jenerasyon’’ akıllı silahlara rağmen başarılı olamıyorlar.

Amerika'da kamuoyu ise giderek tersine dönüyor.

İlk gün ‘‘Artık savaş başladı iç hesaplaşmayı sonraya bırakalım’’ diyenler bile ‘‘Bush ve saz heyetine’’ çatmaya başladılar. Sadece onlara değil, bunların gazete köşelerine çöreklenmiş ‘‘Safire’’ türü ‘‘kiralık adamları’’na da sert eleştiriler yöneltiliyor. Türkiye'nin hakkını teslim edenler giderek çoğalıyor ve hatta Bush ailesinin ikidir Türkleri dinlemeyerek hata yaptığını yazanlar bile var.

Amerikan basınının hedef tahtasında Amerikan Genelkurmayı, Savunma Bakanı Rumsfeld ve Pentagon var.

Başkan Bush'a pek vuran yok. Ciddiye alınmadığından mı, yoksa makamından mı bilemiyorum.. New York Times'ta Amatzia Baram Pentagon'un stratejisini Saddam'a ihanet edecek Iraklı subaylar üzerine kurduğunu ancak ‘‘El Sharaf’’ diye bir sıfatı ve bu sıfatın anlamını unuttuklarını yazıyor. Josh Marshall, Safire ve Bell gibi yazarlara ateş püskürüyor ve ‘‘Türkiye'yi Pakistan ile aynı kefeye koyamazsınız’’ diyerek Türkiye'nin Ortadoğu ve hatta Yakın Asya'daki önemine değiniyor. Laikliğini, demokrasisini övüyor ve Türkiye'nin şimdiye dek ABD'nin hiçbir mantıklı talebine hayır demediğini vurgulayarak, ABD yönetiminin hatalı olduğunu söylüyor. ABD'de Türkiye aleyhine hava dönüyor.

Bu havayı oluşturanlar ise teker teker gitmeye başladılar bile.

Bu iş Bush yönetimini aşar


ABD Şiilerin Saddam'a karşı ayaklandığına dair söylentiler yayıyor. Irak ise tam tersini söylüyor. Gerçek ise her iki tarafın söylediğinden farklı.

Son Irak seyahatimde Şiiliğin en önemli ikinci kenti sayılan Necef'e ve Şiilerce kutsal Kerbela'ya gittim.

Her ikisi de Irak'tan çok bir İran kenti havasında.

Şiiler şu anda iki despotun, yani Saddam'la Bush'un kapışmasını izlemekle yetiniyorlar.

Her ikisini de kendilerine aynı mesafede görüyorlar.

İran, Şiilerle Irak yönetimi arasında barışçıl bir çözüm istiyor ve ayaklanmadan yana durmuyor. Ancak İran'daki bazı Şii örgütleri Amerika ile diyalog kurup, destek vermeyi düşünüyorlar. Ancak bir şartları var. Savaştan sonra ABD'nin hemen çekilmesi. Lübnan Hizbullah'ı ise ABD'nin bölgede bulunmasından rahatsız ve Şiilerin Saddam'a değil, ABD'ye karşı ayaklanmasından yana. Hizbullah bölgenin sorunlarının bölge dinamikleri arasında çözülmesinden yana.

Ancak şimdilik en etkin isim Şeyh Fadlallah. Yıllar öncesinden tanıdığım Fadlallah şu aşamada etsini kullanarak Şiilerin ‘‘izleyici’’ olarak kalmasını sağlıyor.

Ancak sadece Şiilerin durumu bile savaş sonrası ABD'nin Irak'ta çok rahat olamayacağını gösteriyor.

Şiiler, artı Kürtler, artı Sünni Araplar, artı Türkmenler. Bu kadar karışık bir problem, Bush yönetiminin ‘‘zekásını’’ aşar gibi duruyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kaybedilen paranın tekrar kazanılabileceğini ama kaybedilen vatanın bir daha yerine konulamayacağını herkes anladığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Aşağılık kompleksi

28 Mart 2003
<B>TÜSİAD </B>Başkanı <B>Tuncay Özilhan,</B> önceki gün yaptığı konuşmada hükümetin Türkiye'nin önümüzdeki 50 yılını kaybetmesine neden olduğunu söyledi. İddialı bir söylem.

Türkiye'de 50 yıl değil, 50 gün sonrasını göremeyenler için fazla iddialı.

Türkiye'nin en zor, en krizli ve en karamsar günlerinde ülkenin en ‘‘etkin’’ işveren örgütünün başkanı çıkıyor ve karamsarlığı ve krizi misli misli artıracak bir demeç veriyor.

Neden?

Çünkü önümüzdeki 6 ayı rahat geçirmelerini sağlayacak olan bir 6 milyar dolar ‘‘uçmuş’’.

Uçtuysa uçtu...

O 6 milyar dolar mı Türkiye'yi kurtaracaktı!

Türkiye bu kadar ucuz mu?

Madem Tuncay Bey Türkiye'nin kayıpları konusunda bu kadar hassas, üyelerinin sahip olduğu bankalar birbiri ardına kara delikler açıp batarken ve Türkiye'nin 6 değil, 6 kere 6 milyar doları bunlara pompalanırken neredeydi?

Bu sert çıkışlarını o zaman niye yapmıyordu.

Tuncay Özilhan'ın sözlerinin arkasındaki mana aslında farklı.

Sosyal sorumluluk sahibi bir başkan olarak çıkıp, ‘‘Hatalar yapılmış olabilir ama Türkiye büyük ve güçlü bir ülkedir. Tehditlere boyun eğmez. Biz işadamları olarak ülkenin sorunlarını göğüslemekte kararlıyız. Kimse karamsarlığa kapılmasın, çalışıp bu zorluğu aşarız’’ demiyor da, Türkiye'yi Beyaz Saray'dan yönetmek isteyenlere destek veriyor.

Kendini, ülkesini, üyelerini, çalışanlarını küçük görüyor.

Amerika vermezse Türkiye yok diyor.

Durum bu ise bile yapılması gereken bunu kabullenmek değil, buna karşı koymak olduğu halde, Türkiye'nin en zenginlerinin örgütü tam tersini yapıyor.

Biri Tuncay Bey'e çıkıp, ‘‘Senin şirketin beş para etmez’’ dese öfkelenir ama kendisi çıkıp ‘‘Arkasında Amerika olmasa benim ülkem beş para etmez’’ diyebiliyor..

Ama Allah'tan Türkiye Tuncay Özilhan'lardan ibaret değil.

Çünkü pırıl pırıl gençler var.

Yılların sanayicisi Özilhan'a karşın TGSD'nin pırıl pırıl gencecik Başkanı Umut Oran çıkıp ‘‘Bu yıl giyim saniyicileri olarak hedefimiz 35 milyar dolar ihracat’’ diyor..

Türkiye'nin Umut'lara ihtiyacı var.

İlişkiler yansıtıldığı kadar kötü değil

ABD yönetimi içindeki bazı çevrelerin Irak'taki başarısızlığın sorumlusu olarak Türkiye'yi gösterme yolundaki dezenformasyon süreci en fazla Türkiye'de etkili oluyor.

Oysa durum tam bu değil.

ABD'deki ‘‘şahinlerin’’ gözünde Türkiye'nin bir miktar değer yitirdiği gerçek ama ABD kamuoyunda ‘‘şahinlerin’’ kaybettiği değer karşısında Türkiye'nin yitirdikleri solda sıfır.

Hiç kimse ABD'nin bundan böyle Türkiye'yi gözden çıkardığını düşünmesin.

Biliyorum ki, Dışişleri Bakanı Gül ile Amerikalı meslektaşı Powell hálá günde en az iki kez görüşüyorlar.

Doğrudur, ABD'de Türkiye tartışılıyor ama ABD yönetimindeki stratejik hatalar daha çok tartışılıyor.

Bu nedenle karamsar olmaya gerek yok..

Tam aksine, ABD bundan böyle Türkiye ile ‘‘dikte eden’’ değil, ‘‘paylaşan’’ partner olarak çalışmak zorunda kalacağını görüyor.

Türkiye açısından eğrisi doğrusuna geliyor.

Kazanacak ama kaybedecek

SAVAŞTA zaman işgalci güç aleyhine işler. Bunu ‘‘askeri strateji’’ kitaplarını yazanlar söylüyor. Askerini dışardan getiren işgalci yıpranır ve güç kaybederken, yerel unsurlar ilk şoku atlatabilmişlerse toparlanır, direnmeye başlar ve giderek güç kazanırlar. Tarihteki tüm savaşlarda durum budur. İşgalci güç açısından bir başka önemli unsur savaşın ‘‘tepe’’ yaptığı noktada hedefin elde edilmiş olmasıdır. Irak'taki savaş henüz ‘‘tepe’’ noktaya ulaşmadı. Tepe nokta Bağdat olacak. Ancak Amerika'nın bu tepe noktada başarılı olması için yeterli gücünün olmadığı ortaya çıktı.

Centcom Komutanı üç tümen daha istiyor. Bunun gelmesi zaman demek. Zaman ise Irak'ın lehine.

Amerika acele ederse tepe nokta olan Bağdat'ta hedefine ulaşamayacak. Acele etmezse, zamandan ötürü riske girecek. Bu riski ortadan kaldırmak için ‘‘şiddet ve hiddet’’ gösterirse, daha sonra yıllarca yönetmek istediği halkla arası bozulacak ve uzun süreli sorunlar yaşayacak.

Görünen o ki, Amerika kazanacak ama kaybeden olacak.

Irak ise Saddam'ı başına getirdiği gün zaten kaybetmişti.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

6 milyar dolar gelmedi diye ağlayanlar, aslında bu 6 milyar doları paylaşmayı umanlar olduklarının ortaya çıktığını anladıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

ABD'nin Bağdat'ta işi zor

27 Mart 2003
<B>ORTADOĞU </B>uzmanı <B>Faik Bulut,</B> konusunda bence Türkiye'deki en önemli isimdir. Saygınlığı uluslararası kabul görmüştür.

Geçtiğimiz haftalarda Saddam'ın El Cezire televizyonuna demeç vereceğini söylemesinden iki gün sonra Saddam, El Cezire ekranında görülünce Bulut'un güvenilirliği kat be kat artmıştır.

Bulut şimdi de Amerikan hedeflerine karşı müthiş bir terörist saldırı başlayacağını söylüyor.

Şark el Avşat Gazetesi'nin Bağdat yakınlarındaki bir kampta yaptığı görüşmeleri yayınlaması Bulut'u destekliyor..

Bu kampta ‘‘Arap Afgan Gönüllü İntihar Mangaları’’ eğitiliyor.

Bunların kendilerine uygun gördükleri isim ‘‘İslam fedaileri’’.

‘‘İslam fedaileri’’ Saddam
veya Baas rejimi için değil, Irak halkı için toplandıklarını söylüyorlar.

Kampta ‘‘intihar komandosu eğitimi’’ görenlerin büyük bölümü Mısır, Filistin, Yemen, Sudan ve Libya asıllı. Körfez ülkelerinden gelen 13 kişi de var. Yaşları 23 ila 30 arasında. Hemen hepsi yüksek öğrenim görmüş kişiler.

İçlerinden birinin öyküsü şöyle:

‘‘Afganistan'da cihada katıldım. Irak'a gelmeye karar verince annem bileziklerini ve takılarını satarak 10 bin dolar denkleştirdi. Ürdün'de Iraklı diplomatlarla görüştüm. Paramın 1500 dolarını yanıma almamı, gerisini Ürdün'de bankaya yatırmamı söylediler. 40 gün önce Bağdat'a geldim. El Reşit Oteli'ne yerleştim. Ertesi gün bir kampa götürüldük. Katı bir disiplinle iki hafta süren bir eğitim aldık. Anti tank füzeleri dahil her türlü silahı kullanmayı öğrendik.’’

Kamp sorumlusu ise bir başka noktaya işaret ediyor:

‘‘Buradaki herkes İslamcı değil. İlk kez laik kesimler, Arap milliyetçileri, İslamcılar ve vatanseverler aynı mevziye giriyorlar.’’

Bunlar şimdi Amerikan ordusunun Bağdat'a girmesini bekliyorlar.

ABD'li gençleri, Bağdat'ta ‘‘zor’’ günler bekliyor.

ABD'nin strateji belgesi baştan yıkıldı


AMERİKA'nın şahinleri Amerika'nın cakasını bozdular.

ABD'nin müthiş askeri gücünün yarattığı caydırıcılık ciddi tehdit altında.

Irak gibi 12 yıldır ambargo altında kalan, 12 yıl boyunca bütün hedefleri gün aşırı vurulan, hava gücü olmayan, sindirilmiş bir ülke bile Amerika'ya ‘‘kolay lokma’’ olmadığını gösterdi.

Bu ABD'nin ‘‘Yeni Dünya Düzeni’’ kurma çabalarındaki ‘‘inandırıcılığını’’ da etkileyecek.

ABD'nin Irak'ta istediğini şu veya bu şekilde alacağı kesin.

Ancak bu savaş ABD'nin hanesine ‘‘kár’’ olarak yazılmayacak.

Ve asıl savaş bundan sonraki dönemde Amerikan iç politikasında yaşanacak.

ABD bundan böyle sadece ‘‘stratejisiyle’’ birlikte ‘‘hedeflerini’’ de gözden geçirmek durumunda.

Bu sadece Irak'a yapılan operasyonla değil, ABD'nin dünyadaki konumuyla da ilgili bir değişiklik olacak.

11 Eylül saldırısından tam bir yıl sonra Eylül 2002'de yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde, ABD kendini şöyle tanımlıyor:

‘‘Eşi benzeri olmayan bir askeri güç, büyük ekonomik ve siyasal nüfuz sahibi ülke.’’

Ancak son 1 ay içindeki gelişmeler bunun ‘‘pek de böyle olmadığını’’ gösterdi.

Politik nüfuz, Meksika ve Kanada'nın bile ABD ile birlikte hareket etmesini sağlayamadı.

Askeri güç ise Irak'ta 1 haftada ‘‘madara’’ oldu.

ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi, kendini tanımladığı 3. paragrafında çöktü.

Şimdi pek çok önemli değişiklik yapılacağı kesin.

Bu değişiklik ABD'ye sancılı bir ‘‘süreç’’ yaşatacak.

İki seyahat, iki farklı muamele


SAVAŞIN başlamasından kısa bir süre önce Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün bir Amerika seyahati oldu. Amerika'nın Türkiye'ye bakış açısı aslında bu seyahatin kamuoyuna yansımayan unsurlarında gizliydi. Vecdi Gönül, Amerika'da hiç de ‘‘hoş’’ karşılanmadı. Özellikle de Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün gezisiyle karşılaştırılınca. Hatırlayacaksınız, Orgeneral Özkök, ABD gezisinde devlet başkanı gibi ağırlanmış, ülke içindeki seyahatleri için kendisine özel bir uçak tahsis edilmiş, gelişinde ve gidişinde gümrükten geçirilmemiş, son derece iyi ağırlanmıştı. Çünkü o günler daha Türkiye'nin tavrı net değildi ve pozitif gibiydi. Ancak Vecdi Gönül'ün gidişi hiç böyle olmadı. Gönül, ABD'de Türkiyeli bir bakan gibi değil, sıradan bir vatandaş gibi karşılandı. Randevular verilmedi, beklenen görüşmeler yapılmadı.

Ve dönüşte havaalanında didik didik arandı. Gönül'e yapılan bu muamele, Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasındaki ilişkilerin de barometresi olarak algılanabilir.

Barometrenin bugün daha kabul edilebilir bir basınç seviyesine geldiğini söylemek ise zor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Sorun çıkaranları değil, sorun çıkarmayanları adam yerine koyduğumuz zaman.
Yazının Devamını Oku

Rumsfeld konuştukça Amerika yalnız kaldı

26 Mart 2003
PAZARTESİ günü Teke Tek için Ankara'daydım. Dışişleri Bakanı Gül ile programdan önce Dışişleri Bakanlığı'ndaki çalışma ofisinde buluştuk. Yaşanan süreci uzun uzun konuştuk. Bazı ‘‘off the record’’ bilgiler verdi. Bunları yazamayacağım.Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, yaşanan süreçte ortaya çıkan olumsuzluklarda ‘‘tek kusurlu taraf’’ Türkiye değil. Ancak ABD'nin bizi de etkileyen ‘‘kararsız tavrı’’ Türkiye'ye karşı bir kötü niyetten değil, Amerikan yönetiminin kendi içindeki ‘‘fikir ayrılıklarından’’ kaynaklanıyor. Gül'ün en büyük sıkıntısı Türkiye'de bir ‘‘anti-Amerikan’’ ve hatta daha ötesi bir ‘‘anti-Batı’’ havanın oluşması. ‘‘Türkiye'nin yüzünü Batı'dan başka tarafa çevirmesi mümkün değil. Zaman zaman sıkıntılar yaşansa da bizim müttefiklerimiz ve gitmemiz gereken yön belli’’ diyor. Ve Amerika'nın bu süreçte geleneksel müttefiki olan ülkelerle ve komşuları NAFTA üyesi Meksika ve Kanada ile de ciddi sıkıntılar yaşadığına dikkat çekiyor. Gül'e ofisinde sorduğum kritik sorular arasında, ABD ile iplerin koptuğu gece olarak algıladığımız gece neler olup bittiği de vardı.Gül, ABD ile iplerin koptuğu bir gece yaşanmadığını söyledi. ‘‘Öyle yansıdı ama ipler kopmadı’’ dedi. O gün ABD'nin ‘‘kararsızlık günü’’ olarak kayıtlara geçiyor. Hükümet 2. tezkereyi ilk şekliyle Meclis'ten geçireceği sırada Powell'dan telefon geliyor: ‘‘Planlarda son anda bir değişiklik yapıldı. Türkiye'ye asker göndermekten vazgeçildi. Bize sadece hava sahanızı açın.’’ Bu talep hemen kabul ediliyor. Türkiye hiçbir talepte bulunmuyor. Kısa süre sonra Powell tekrar arıyor. ‘‘Hava sahasıyla beraber üsleri de kullanalım ama asker yollamayacağız.’’ABD Dışişleri Bakanı bu talebe karşılık ‘‘bir miktar’’ yardım öneriyor. Türkiye bu noktada tavrını koyuyor: ‘‘Ya ilk anlaşma bütün paket masaya konur, ya da hiçbir talebimiz olmadan hava sahasını kullanmanıza izin veririz. Ortası yok, ara formül yok, pazarlık yok’’ deniyor. Powell yanıt için süre istiyor. Daha sonra arıyor ve ‘‘Hava sahası yeterli’’ diyor. Yani Türkiye ‘‘Ne kadar köfte o kadar ekmek’’ pazarlığı yapmıyor. Ancak Gül, bunun iki ülke arasında bir sorun yaratmadığını, görüşmelerin sürdüğünü ve Amerikan tarafının Türkiye'ye teşekkür ettiğini belirtiyor. Türkiye'ye yönelik eleştirilerin Amerikan yönetiminde ve basınında belirli bir çevrenin ürünü olduğunu ancak bu çevrenin Amerika'da da yoğun eleştiriler aldığını söylüyor. Gül büyük ihtimalle haklı. Çünkü Cumhuriyetçiler'e en yakın çevreler bile artık ‘‘Rumsfeld her ağzını açtığında bir müttefik kaybettik’’ diyorlar. ABD'nin bu dönemde ‘‘kırdığı’’ tek müttefikin Türkiye olmadığı ise biliniyor. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydiHAFTALAR önce ABD'nin kuzeyden operasyon yapma talebinin savaş başladıktan sonra da süreceğini yazmıştım. Geçen hafta ise ‘‘ABD Güney'de batağa saplanırsa yeniden bize gelecek’’ demiştim. Değerlendirmelerimizdeki ‘‘haklılık’’ ortaya çıktı. Önceki akşam Gül'le programda olduğumuz sırada çok güvenilir kaynaklardan İskenderun'dan Süveyş'e doğru yola çıkan ABD gemilerinin bir bölümüne ‘‘Geri dön’’ talimatı verildiği bilgisi önüme geldi. Gül'e sordum.O an için bu konuda bilgisi yoktu. Bu bilginin doğruluğu sabah ortaya çıktı. Dün de Tommy Franks'in sınıf arkadaşı Nejat Eslen'in görüşlerini yazmıştım.Eslen, ‘‘Bu plan Tommy'nin planı değil. Bu kadar eksik güçle bu işe girişmezdi’’ diyordu ve savaşın sıklet merkezini değiştirecek ekstra güç gerektiğini söylüyordu. Franks'in açıklaması bizim yazıdan sonra geldi. Centcom Komutanı ‘‘Bize bir ordu daha lazım’’ dedi. Eslen'e göre Amerikan ordusunun harekátı şu anda tıkandı. ‘‘Manevra yapamıyorlar. Yedekleri yok. Bitirici darbeyi yapacak güçleri bölgeye getiremediler’’ görüşünü savunan Eslen Amerikalıların bu şekilde Fırat-Dicle arasına girmesinin hata olduğunu söylüyor. Eslen'e göre Amerikan ordusunun şimdi yapması gereken ‘‘durmak’’ ve yığınak yapıp, güç takviyesinde bulunmak. Paşa ‘‘Artık kontrolü Rumsfeld'den devralmışlardır diye düşünüyorum. Kendi dezenformasyonlarına kendileri inanıp zor durumda kaldılar’’ diyor.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Kendi ülkemizi zor duruma düşürecek yalan haberler yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku