Geçen cumartesi günü Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı
Gül ile bu konuyu konuştuk. 7. Uyum Paketi'nin
‘‘içeriği’’ konusunda çok da aceleci olunmaması gerektiğini söyledim. Çünkü Başbakan
Erdoğan'ın TÜSİAD ziyareti sırasında
Cem Boyner, 7. paketle ilgili olarak konuşurken paketi kendi kafasından büyütmüştü. Oysa bu denli geniş bir içerik 7. pakette yer almak zorunda değildi. Verheugen bile talepler konusunda
Cem Boyner kadar ileri gitmiyordu.
Dışişleri Bakanı
Gül'e bunu hatırlattım.
‘‘Heyecanlı’’ Boyner'in 7. pakete uygun gördüğü içeriğin bir bölümü tam üyelik sürecinin başlaması ile birlikte gündeme gelecek ve bu süreçte halledilebilecek meselelerdi.
Gül, durumun farkında oldukları söyledi. Özellikle egemenlik devri ile ilgili konular 7. pakette yer almayacak. 7. paketin kritik maddesi MGK. Avrupa Birliği MGK'nın sivilleşmesini istiyor. Çünkü
‘‘orada öyle’’. Bu nedenle de MGK içinde asker sayısının düşürülmesi 7. paketle gündeme gelecek. Ben askerin buna karşı çıkacağını düşünmüyorum. Çünkü sonuçta orada
‘‘kavga’’ edilmiyor. Zaman zaman anayasalar uçuyor ama onları uçuranlar da askerler değil, yine siviller. Asker ve siviller arasında
‘‘halat çekme yarışı’’ da yapılmıyor, MGK Toplantı Salonu'nda minyatür kale futbol da oynanmıyor.
Ya da kalabalık olan grup diğeri grubu köşeye kıstırıp dayak da at. Bu nedenle askerlerin içerde kaç kişiyle temsil edildiklerini önemseyeceklerini zannetmiyorum. Önemli olan karşılıklı görüşlerin dile getirilmesi, ülkenin sorunlarının tartışılması.. Bir diğer sorun ise MGK Genel Sekreterliği.. Bu makamın askerlerden alınıp sivillere verilmesi planlanıyor.
Bence bu yapılırken, MGK Genel Sekreteri'nin yetkileri ve görev alanları da gözden geçirilmeli.
Şimdilerde
Edip Başer'in adı bu görev için geçiyor. Eski asker yeni sivil olarak. Çok çok doğru bir isim.
Sonrasında buraya devlet adamı nitelikli siviller veya sivil bakış açısına yakın başka askerler de oturabilir.
Yeter ki görev sınırları iyi çizilsin.
Türkiye onkolojide en başarılı ülkelerden biri
ASMALI Konak dizisinin son bölümü
Bahar'ın kanser hastalığına yakalanmasıyla noktalanınca Teke Tek'te dizinin öykü yazarı
Meral Okay'a sordum:
‘‘Bu hastalığın bu kadar ölümcül gösterilmesi ve tedavinin Amerika'da yapılması gerektiğinin söylenmesi doğru oldu mu?’’ diye.
Çünkü tepkiler anında gelmeye başlamıştı. Hastalar
‘‘Bu kadar mı kötü bir hastalık’’ diyor, yurtdışında tedavi imkánı olmayanlar
‘‘Eyvah burada bu iş olmaz mı?’’ diye soruyorlardı.
O akşam ben kısaca bu işin öyle olmadığını anlattım.
Ama galiba tekrarlamakta fayda var.
Bugün kanser 10 yıl önceki kanser değil, 20 yıl önceki kanser hiç değil.
Bazı türlerde yüzde 80, hatta 90'a varan oranlarda başarılı tedaviler uygulanıyor.
Nereden mi biliyorum, hayatta en sevdiğim, en yakınım olan insanlardan biri bu hastalığa yakalandı da oradan.
Bu durumu öğrendiğimde,
‘‘ölüm riski’’ aklımın ucundan bile geçmedi.
Tam aksine hep
‘‘kurtulma olasılığı’’ üzerine düşündüm. Ve herkese de böyle düşünmeyi öğrettim.
Öncelikle kansere
‘‘nezle’’ muamelesi yaptık.
Tedavi için yurtdışına göndermemizi önerenler oldu.
Bunu da yapmadık. Çünkü İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nün Müdürü sevgili dostum Profesör Doktor
Erkan Topuz bu hastalıkla hiç ilgim olmadığı bir dönemde bana şunları anlatmıştı:
‘‘Bu hastalıkta fakirler daha çok iyileşir. Zenginler daha çok ölür. Çünkü fakirler Türkiye'de iyiyi ararlar ve bunlar devlet kurumlarıdır. Oysa zenginler yurtdışına giderler ve genellikle doğru adresi bulamazlar. Kanserde en doğru adres bilimsel kuruluşlardır’’ demişti.
Biz de öyle yaptık.
Çünkü sonuçta ister Amerika'ya gidin, ister başka bir yere bunun ilaçları aynı.
Üstelik, bilimsel araştırmalar da yapan hastaneler çok yeni, çok modern ilaçları dünya ile aynı anda kullanmaya başlıyorlar.
Ve hepsinden önemlisi Türkiye artık kanser tedavisinde dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri.
Yurtdışına götürmekle Türkiye'de tedavi ettirmek arasında hasta açısından bir fark yok.
Tek fark hasta yakınının vicdanı ile ilgili.
Kötü bir son olasılığına karşı hasta yakınları
‘‘Her şeyi yaptım’’ demek ve vicdanlarını rahatlatmak için yurtdışında tedaviye gidiyorlar.
Oysa Türkiye'de de bu tedavi en iyi şekilde yapılıyor. Hatta daha iyi bile yapılıyor.
Biz öyle yaptık.
Bahar'la aynı hastalığı taşıyan
‘‘en yakınım’’ kurtuldu.
Siz senaryolara bakmayın ve takmayın.
Unutmayın, Love Story 30 yıl önce çevrilmişti. Kanserle mücadelede o günden bugüne çok yol alındı.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Senaryoların hayal; hayatın gerçek olduğunu unutmadığımız zaman.