Fatih Altaylı

Bonozedeleri değil, kendini kurtarmak

16 Eylül 2003
<B>İMAR </B>Bankası'nda <B>Uzan </B>kazığı yiyenler, önceki gün AKP Genel Merkezi'ne yürümüşler. Yanlış adres...

Yürümeleri gereken yer Genç Parti Genel Merkezi. Çünkü Uzanlar'ın buharlaştırdığı paralar AKP'de değil, Genç Parti'de.

Uzanzedeler bunu akıllarının bir kenarına yazsınlar.

Gelelim ‘‘bonozedelere’’.

BDDK Başkanı, çifte hesaplarla ilgili olarak kendini savunuyor ve ‘‘Bu kadar illegal bir olayı bizim tespitimiz mümkün değildi’’ diyor.

Hadi diyelim ki, o noktada haklı, açığa satılan bonolara ne diyecek?

‘‘Haberimiz yoktu?’’ derse komik duruma düşer, çünkü İmar Bankası'nın ‘‘Hazine bonosuna yüksek faiz’’ ilanları Star Gazetesi ve Star Televizyonu'nda bangır bangır yayınlanıyordu. BDDK Başkanı Akçakoca onları da mı görmedi?

Benim yazılarımı satır satır okuyup, her birine dava açan BDDK, o ilanları neden görmedi?

Yoksa gördü de, gereğini mi yapmadı?

Şimdi BDDK Başkanı diyor ki, ‘‘Bu konudaki mağduriyetleri gidermek için bir yasa teklifi hazırlıyoruz’’.

Eminim ki hazırlıyordur.

Çünkü bu iş bonozedeler kadar, BDDK Başkanı'nın da başını ağrıtacak.

Yasa teklifini de, bonozedeleri çok umursadığından değil, kendi paçasını kurtarmak için hazırlıyor.

Bonozedeler eğer BDDK'nın böyle bir girişimde bulunmasını hızlandırmak istiyorlarsa, mağduriyetlerinden dolayı Uzanlar'a ‘‘dolandırıcılıktan’’, BDDK'ya da ‘‘görevi ihmalden’’ dava açsınlar..

BDDK ancak bundan anlar.

Galatasaray takım olamıyor


GALATASARAY'ın Konyaspor'a yenilmesinin ardından yüzlerce yorum yapıldı. Hemen hepsinde Fatih Terim eleştirildi.

Terim'i eleştirenler haklıdır ama bir o kadar da haksızdır.

Çünkü eğer Galatasaray ayarında bir takım Konyaspor ile oynuyorsa, başında teknik direktör olması dahi gerekmez.

Takımdan 11 adam seçersiniz, istediğinizi istediğiniz mevkiye koyarsınız, hatta canınız fantezi yapmak istiyorsa Mondragon'u santrfor, Hakan Şükür'ü kaleci yaparsınız ve böyle bir durumda bile Galatasaray, o Konyaspor'u yener.

Galatasaray'ın Konyaspor karşısında oynadığı oyuna ve aldığı sonuca ‘‘yenilgi’’ değil, ‘‘sabotaj’’ denir.

Terim'e gelince, elbette büyük hataları var.

Sezon başlamadan önce söyledim; Galatasaray'ın tek sorunu, bir yılı aşkın bir süredir ‘‘ideal 11’’i olmadan oynaması. Bir tek Galatasaraylı çıkıp da ‘‘Galatasaray'ın 11'i şudur’’ diye sayamıyor. Böyle bir durumda da ortada ‘‘takım’’ diye bir şey olmuyor.

Takım diye bir şey olmayınca da ‘‘takım oyunu’’ diye bir şey olamıyor.

Terim, Konyaspor maçında elindeki bazı oyuncuları dinlendirmek istemiş olabilir. Haklıdır da.

Ama bir takım eğer takımsa, oynamayan oyuncunun yerinde kimin oynayacağı bilinir.

Tek bir oyuncu, herhangi bir nedenle oynamayınca takımın oyun düzeni kökten değişiyorsa, ortada bir sorun var demektir.

Terim'in bu sorunu görmesi ve eskiden olduğu gibi futbolcularıyla dost olması gerekir.

Galatasaray Futbol Takımı ve Teknik Direktörü, başarıya ancak birlikte koşabilirler.

Birbirlerine rağmen değil.

Bugün ne yazmamı isterdiniz Bekir Abi?


SEVGİLİ Bekir Coşkun, ‘‘İrtica tehlikesi var mı paşam?’’ başlıklı yazımı eleştirmiş.

Diyor ki, ‘‘AKP'ye yaranmak istiyorsan bulursun meşrebine uygun bir paşa, istediğin yanıtı alırsın’’.

Doğrudur, bulduğum paşa ‘‘meşrebime uygun’’. Ama AKP'nin meşrebine hiç uygun değil. Hatta ‘‘AKP tabanının en sevmediği paşa kimdir’’ anketi yapılsa adı 1. sırada çıkar diye korkarım. Nedense Bekir Coşkun, benim AKP'ye yakın olmak istediğimi zannetmiş. Bugüne kadar hiçbir iktidara yakın olma gayretim olmadı.

Hatta Türkiye'de gelmiş geçmiş tüm iktidarlarla sürekli kavga ettim.

Refahyol döneminde meydan meydan toplanıp, irticaya karşı çıkan da bendim. Yarın öbür gün AKP ile kavga etmek gerekirse onu da ‘‘suya sabuna dokunmayan’’ yazarlar değil, yine ben yapacağım, merak etmesin.

Ankara'nın siyaset ve siyasetçiyle fazla halvet olmuş gazetecileri ile beni karştırmamasını rica ederim. Ama bugün sadece Bekir Coşkun gibileri AKP ile kavga etmemi istiyor diye, AKP'yle kavga etmeye de niyetim yok.

Enflasyon düşüyor, dolar düşüyor, ekonomide giderek artan bir canlanma ve temel konularda büyük hatalar yapmayan bir hükümet var. Uzanlar gibi ‘‘kokuşmuş’’ meselelerin üzerine şimdiye kadar giden tek iktidar bu.

Sırf Bekir Abi istiyor diye bunları görmezden mi geleyim?..

Ben tavrımı en başında koydum: ‘‘Benim gibi düşünmesi gerekmez. Türkiye'yi iyi yönetsinler yeter.’’

Tabii benim düşüncelerime de karışmamak kaydıyla. Benim düşüncelerime karışan AKP değil, Bekir Coşkun ve onun gibi düşünen bir grup. Ne garip çelişki değil mi?

NOT: Bekir Abi, Pako'ya selam söyle.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Şarkıcılar, skandalları fırsat bilip fiyatlarını artırmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Bonozedeleri değil, kendini kurtarmak

16 Eylül 2003
İMAR Bankası'nda Uzan kazığı yiyenler, önceki gün AKP Genel Merkezi'ne yürümüşler.Yanlış adres...Yürümeleri gereken yer Genç Parti Genel Merkezi. Çünkü Uzanlar'ın buharlaştırdığı paralar AKP'de değil, Genç Parti'de.Uzanzedeler bunu akıllarının bir kenarına yazsınlar.Gelelim ‘‘bonozedelere’’.BDDK Başkanı, çifte hesaplarla ilgili olarak kendini savunuyor ve ‘‘Bu kadar illegal bir olayı bizim tespitimiz mümkün değildi’’ diyor.Hadi diyelim ki, o noktada haklı, açığa satılan bonolara ne diyecek?‘‘Haberimiz yoktu?’’ derse komik duruma düşer, çünkü İmar Bankası'nın ‘‘Hazine bonosuna yüksek faiz’’ ilanları Star Gazetesi ve Star Televizyonu'nda bangır bangır yayınlanıyordu. BDDK Başkanı Akçakoca onları da mı görmedi?Benim yazılarımı satır satır okuyup, her birine dava açan BDDK, o ilanları neden görmedi?Yoksa gördü de, gereğini mi yapmadı?Şimdi BDDK Başkanı diyor ki, ‘‘Bu konudaki mağduriyetleri gidermek için bir yasa teklifi hazırlıyoruz’’.Eminim ki hazırlıyordur. Çünkü bu iş bonozedeler kadar, BDDK Başkanı'nın da başını ağrıtacak. Yasa teklifini de, bonozedeleri çok umursadığından değil, kendi paçasını kurtarmak için hazırlıyor. Bonozedeler eğer BDDK'nın böyle bir girişimde bulunmasını hızlandırmak istiyorlarsa, mağduriyetlerinden dolayı Uzanlar'a ‘‘dolandırıcılıktan’’, BDDK'ya da ‘‘görevi ihmalden’’ dava açsınlar.. BDDK ancak bundan anlar.Galatasaray takım olamıyorGALATASARAY'ın Konyaspor'a yenilmesinin ardından yüzlerce yorum yapıldı. Hemen hepsinde Fatih Terim eleştirildi.Terim'i eleştirenler haklıdır ama bir o kadar da haksızdır. Çünkü eğer Galatasaray ayarında bir takım Konyaspor ile oynuyorsa, başında teknik direktör olması dahi gerekmez. Takımdan 11 adam seçersiniz, istediğinizi istediğiniz mevkiye koyarsınız, hatta canınız fantezi yapmak istiyorsa Mondragon'u santrfor, Hakan Şükür'ü kaleci yaparsınız ve böyle bir durumda bile Galatasaray, o Konyaspor'u yener.Galatasaray'ın Konyaspor karşısında oynadığı oyuna ve aldığı sonuca ‘‘yenilgi’’ değil, ‘‘sabotaj’’ denir. Terim'e gelince, elbette büyük hataları var. Sezon başlamadan önce söyledim; Galatasaray'ın tek sorunu, bir yılı aşkın bir süredir ‘‘ideal 11’’i olmadan oynaması. Bir tek Galatasaraylı çıkıp da ‘‘Galatasaray'ın 11'i şudur’’ diye sayamıyor. Böyle bir durumda da ortada ‘‘takım’’ diye bir şey olmuyor. Takım diye bir şey olmayınca da ‘‘takım oyunu’’ diye bir şey olamıyor.Terim, Konyaspor maçında elindeki bazı oyuncuları dinlendirmek istemiş olabilir. Haklıdır da. Ama bir takım eğer takımsa, oynamayan oyuncunun yerinde kimin oynayacağı bilinir. Tek bir oyuncu, herhangi bir nedenle oynamayınca takımın oyun düzeni kökten değişiyorsa, ortada bir sorun var demektir. Terim'in bu sorunu görmesi ve eskiden olduğu gibi futbolcularıyla dost olması gerekir.Galatasaray Futbol Takımı ve Teknik Direktörü, başarıya ancak birlikte koşabilirler.Birbirlerine rağmen değil.Bugün ne yazmamı isterdiniz Bekir Abi?SEVGİLİ Bekir Coşkun, ‘‘İrtica tehlikesi var mı paşam?’’ başlıklı yazımı eleştirmiş. Diyor ki, ‘‘AKP'ye yaranmak istiyorsan bulursun meşrebine uygun bir paşa, istediğin yanıtı alırsın’’.Doğrudur, bulduğum paşa ‘‘meşrebime uygun’’. Ama AKP'nin meşrebine hiç uygun değil. Hatta ‘‘AKP tabanının en sevmediği paşa kimdir’’ anketi yapılsa adı 1. sırada çıkar diye korkarım. Nedense Bekir Coşkun, benim AKP'ye yakın olmak istediğimi zannetmiş. Bugüne kadar hiçbir iktidara yakın olma gayretim olmadı. Hatta Türkiye'de gelmiş geçmiş tüm iktidarlarla sürekli kavga ettim. Refahyol döneminde meydan meydan toplanıp, irticaya karşı çıkan da bendim. Yarın öbür gün AKP ile kavga etmek gerekirse onu da ‘‘suya sabuna dokunmayan’’ yazarlar değil, yine ben yapacağım, merak etmesin. Ankara'nın siyaset ve siyasetçiyle fazla halvet olmuş gazetecileri ile beni karştırmamasını rica ederim. Ama bugün sadece Bekir Coşkun gibileri AKP ile kavga etmemi istiyor diye, AKP'yle kavga etmeye de niyetim yok.Enflasyon düşüyor, dolar düşüyor, ekonomide giderek artan bir canlanma ve temel konularda büyük hatalar yapmayan bir hükümet var. Uzanlar gibi ‘‘kokuşmuş’’ meselelerin üzerine şimdiye kadar giden tek iktidar bu. Sırf Bekir Abi istiyor diye bunları görmezden mi geleyim?..Ben tavrımı en başında koydum: ‘‘Benim gibi düşünmesi gerekmez. Türkiye'yi iyi yönetsinler yeter.’’Tabii benim düşüncelerime de karışmamak kaydıyla. Benim düşüncelerime karışan AKP değil, Bekir Coşkun ve onun gibi düşünen bir grup. Ne garip çelişki değil mi?NOT: Bekir Abi, Pako'ya selam söyle.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Şarkıcılar, skandalları fırsat bilip fiyatlarını artırmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Şantaj silahı şimdi kimin eline geçecek?

15 Eylül 2003
BİRKAÇ gündür Uzanlar'ın elindeki şantaj kasetlerinin içeriğinin öneminden söz ediyorum. Bu kasetlerde çok önemli olayların dönemeç noktalarını aydınlatacak ‘‘görüntüler’’ olduğu kesin. Bazı bürokratlar ve yargı mensupları, şantajla çökertilmiş ticari veya siyasi rakipler hep bu kayıtlarda. Gülben Ergen'le ilgili kasedin yıllardır bu kasada olduğundan yola çıkarsak Uzanlar'ın bu ‘‘ahlaksız’’ silahı uzun zamandır kullandıkları ortada. Ancak bu silahın ele geçirilmiş olması silahın değerini ve önemini azaltmıyor. Çünkü Uzanlar'ın bu ‘‘şantaj arşivini’’ oluştururken, devletin güvenlik güçlerinden de yararlandıklarını biliyoruz. Yıllar önce Uzanlar'ın kendi dinleme ve izleme mekanizmalarının yanı sıra bazı Emniyet mensuplarının Uzanlar'a bantlar sattıklarını bu gazetede yazdım. Bu bantlarla bu gruba da şantaj yapmaya kalkıştılar. Ancak gizlimiz saklımız olmadığı ve kamuoyunun bir bölümü zaman zaman aksini düşünse de, bu grup son derece şeffaf ve ‘‘namuslu’’ bir grup olduğu için buna burada boyun eğilmedi.Montajladıkları bazı kasetlerle son derece sıradan görüşmeleri esrarengiz hale getirerek kamuoyunu yanıltmaya çalıştılar. Fakat başka hedeflerde başarılı oldukları ve boyun eğdirdikleri aşikár. Uzanlar'ın kullandığı bu silah şimdi yine ‘‘pazarlanabilir’’ olarak duruyor. Bu kasetler savcılık tarafından hemen el konulup, gerekli incelemeler yapılıp, ‘‘güvenilir ellere’’ yollanmadıkça ve Uzanlar'ın yargılanmasından sonra hemen imha edilmedikçe, bu silah yarın başka ellerde başka hedeflere doğrultulabilir. Başta namuslu bir polis olduğunu bildiğimiz Hanefi Avcı ve soruşturmanın diğer unsurları bu konuda çok dikkatli olmak zorundadır. Korsanlıkta suçlu belediyeler mi?ATO korsan kaset ve kitap satışıyla ilgili verileri yollamış. Yıllık 100 trilyon liralık kitap pazarında korsanın payı yüzde 53. CD, VCD, DVD pazarında ise korsan satışlardan elde edilen yıllık hasılat 50 milyon dolar. Bunların tamamı vergisiz. Konu derin ve gerisine başka yazılarda gireceğim ancak bu işin bu hale gelmesindeki en önemli unsur ‘‘acıma’’ hissi. Çünkü bu işleri yapanların ‘‘gariban’’ dar gelirliler ve çoluk çocuk olduğu düşünülüyor. Oysa ‘‘gariban’’ görülen kesim işin sadece pazarlama ayağı. Arkasında mafyavari dev bir organizasyon var. İşin ‘‘gariban’’ işi görünmesinden dolayı da belediyeler bu olaya alet oluyor ve göz yumuyorlar. Çünkü korsan satışların büyük bölümü belediyelerin ‘‘sanatsal faaliyet’’ adı altında yapıldığı için göz yumduğu küçük tezgáhlarda, el arabalarında, kapı arasına sıkıştırılmış ruhsatsız, kaydı kuydu olmayan dükkánlarda yapılıyor. Belediyeler ister istemez bu işe alet oluyor, mafyaya yer vermiş, tezgáh kiralamış durumuna düşüyorlar. Oysa buna göz yummanın bir tezgáhta hırsızlık mal satana, erion satana, silah sata göz yummaktan farkı yok. Her hızlı heyecan vermezOTOMOBİL fuarı izlenimlerimi yazınca otomobil fanatiği okurlarımdan pek çok mail geldi. Kimisi ‘‘Mercedes hayranısınız, Ferrari'yi nasıl küçümsersiniz’’ diyor ki, onlar beni tanımıyor, kimileri ise ‘‘Ne oldu İtalyanlara olan büyük aşkınıza’’ diye soruyor.. İtalyanlara olan aşkım yerli yerinde duruyor. Hálá bir Ferrari fanatiğiyim. Ama ben fuardaki yeniliklerden söz ettim sadece. İtalyanlara gelince. Lamborghini uzun zamandır İtalyan değil. O artık Alman vatandaşlığına geçti. Ne yazık ki, Bugatti de öyle. Alfa Romeo Fiatlaştı. (Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum. Artık daha az bakım istiyor ama daha az heyecan veriyor.) İtalyan deyince elde kala kala bir Ferrari kaldı. Mercedes SL 55 ile ilgili yorumuma katılmayanlar olmuş. Elbette bir Mercedes SL bir Ferrari kadar heyecan verici olamaz ama heyecan vermeden daha hızlı olabilir.Ben o yazıda daha kullanılabilir otomobillerden söz etmiştim. Çok istiyorsanız, bundan böyle haftada bir gün (Ertuğrul Özkök izin verirse pazar günleri), sadece otomobil yazarız. Hem de her türlüsünden. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Başka gazetelerin spor sayfasını eleştiren yazarlar, kendi gazetelerinin spor sayfalarını okuduğu zaman.
Yazının Devamını Oku

Uzanlar'ın bürokrasideki işbirlikçileri temizlenecek mi?

13 Eylül 2003
<B>UZANLAR'</B>ın <B>‘‘şantaj arşivi’’</B>nde kasetlerden <B>Gülben Ergen'</B>e ait olan deşifre oldu. Ancak diğer kasetlerden ses yok. Dün de yazdım, Ergen'in kasedi bizi en ilgilendirmeyeni.

Ya diğer kasetler?

Bunlarda bazı bürokratların ‘‘önemli’’ kayıtları olduğu söyleniyor. Asıl önemli olanlar bunlar. Uzanlar'ın şantajı altında bulunun bu bürokratlmar kimler, hangi makamlarda oturdular?

O makamlarla Uzanlar'ın şirketlerinin bağlantısı neydi?

Uzanlar'a çıkar sağlayan hangi imzaları attılar, Uzanlar'ı zora sokacak hangi imzaları atmadılar, nerelerde Uzanlar'ı korudular.

Bu kasetlerin bugünden yarına halka açıklanmasını isteyecek kadar şuursuz değilim.

Ancak bu kasetlerde adı geçen, görüntüsü yer alan kamu görevlileri hakkında soruşturma açılıp açılmadığını bilmek istiyorum.

Bu soruşturmaların sonuçlarına göre kimlere işten el çektirildiğini, kimler hakkında dava açıldığını öğrenmek istiyorum.

Sistemin temizliği açısından Uzanlar'dan hesap sormak önemli bir aşamadır.

Ama Uzanlar'la şu veya bu nedenle işbirliği yapan ve bu ülkenin milyarlarca dolarının uçurulmasına aracılık eden ‘‘haysiyetsiz bürokratların’’ da sistemden çıkarılması daha önemlidir. Çünkü bu ‘‘haysiyetsizler’’ sistemde kaldığı müddetçe, bu düzen Uzanlar boyutunda olmasa da daha çoook ‘‘Uzancıklar’’ çıkarır.

Başta bir kısım ‘‘satılmış yargı’’ mensupları olmak üzere Uzanlar'ın pisliği ile lekelenmiş bürokrasi temizlenmek zorundadır.

Sövülecek star bile yok


NE kadar kısır bir ülke haline geldiğimizin göstergesi ‘‘sanat camiası’’ denilen ‘‘garip’’ ortamdaki tartışmalardan belli.

Ne zaman ortaya bir kadın ‘‘sanatçı’’ adayı çıksa, tek hedefi var, Hülya Avşar. Karşısında ilk gördüğü kamera ya da mikrofon aracılığıyla Hülya Avşar'a saldırıyor.

Aynı şey erkeklerde Tarkan için geçerli. Şöhret olmak, haber olmak isteyenin hedefi de Tarkan. Geçenlerde haberlerde izledim, çalıntı bir şarkıya yerli besteci ismi yazmaya sıkılmayan bir ‘‘delikanlı’’, Tarkan'a sallıyor. Durum gerçekten vahim.

65 milyonluk ülkede şöhret olmak isteyenlerin söveceği en azından 50-60 starımız bile yok.

Gerçek sanatçılarımızın ise adını bile bilmiyoruz.

Yeni bir dansçımız çıkıp da Zeynep Tanbay'la polemiğe girince Meclis'ten uyum paketi geçmişçesine sevineceğim.

Kızmaya değmez Hıncal Uluç


HINCAL Ağabey'i (Uluç) yine kızdırdılar. Sabah'ın spor sayfalarında yazan ve işi gücü bana ve Hıncal Uluç'a sövmek olan Gökmen Özdenak, Uluç hakkında ‘‘terbiyesizce’’ bir yazı kaleme alınca Hıncal Uluç da Sabah'ın spor sayfasını yönetenlere kızdı ve spor sayfasında yazmayı bıraktı.

Aynı olay daha önce de olmuştu.

O sayfada Hıncal Abi'ye sövmek bir gelenek. Hıncal Abi de kızıp bırakıyor, sonra odasına gelip gelip Hıncal Abi'yi yıkayıp yağlıyorlar, ‘‘Affetmek büyüklüktür’’ deyip tekrar başlıyor.

Ama bu kez çok kızgın. ‘‘Odama gelmeyin. Sayfanızda açıkça, halk önünde özür dileyin’’ diyor.

Haksız mı? Değil.

Affeder mi? Eder.

Ama bana sorarsanız bu kadar kızmasına, Sabah'ın spor sayfasının yöneticilerini bu kadar ciddiye almasına gerek yok.

Çünkü geçen gün bir dergide Sabah'ın spor müdürü kardeşim Altan Tanrıkulu'nun ligle ilgili tahminlerini okudum.

Altan bir derginin eylül sayısında ‘‘Yılın en iyi transferi kim olur?’’ sorusuna kısacık bir yanıt vermiş ve ‘‘Fenerbahçe'nin yeni kalecisi Enke’’ demiş.

Altan Tanrıkulu'nun ‘‘en iyi transferi’’ 90 dakika dayanmış ve ülkesine postalanmış. Altan'ın öngürüsü dergi piyasaya çıkmadan ‘‘geçersiz’’ hale gelmiş.

İleriyi bu kadar gören bir spor servisinin Hıncal Uluç'un spor yazarı olarak değerini anlaması mümkün mü?

Biz ölü severiz diri değil


VALİ Recep Yazıcıoğlu'nun ölümüne ben de çok üzüldüm. Ama açıkçası, ar damarı çatlak meslektaşlarıma benzemediğim için, arkasından yazı yazmaya ‘‘utandım’’.

Neden mi?

Dirisine sahip çıkmadığımız bir adamın, ölüsüne sahip çıkmanın pek bir anlam ifade etmediğini düşündüm.

Recep Yazıcıoğlu, bir ara ‘‘fazla farklı’’ davranmaya başlayınca Ecevit hükümetinin tepkisini çekmiş ve yaklaşık 3 yıl kadar bir süreyi Ankara'da ‘‘merkez valisi’’ olarak kızakta geçirmişti.

Bugün Yazıcıoğlu'nun ‘‘ölüsüne’’ sahip çıkanlar, nedense o zaman işe yarar durumda olan valinin ‘‘dirisine’’ sahip çıkmamışlardı.

Tabutunun arkasında yürüyenler, bu başarılı valinin göreve iadesi için İçişleri Bakanlığı'na yürümemişlerdi.

Nedense bizde bu işler böyle.

Ölülere çok değer veriyoruz. Ama dirilere asla.

Kim bilir belki de ölüler bize rakip, çok yükseğe çıkıp başa bela olmayacağı içindir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Göz yumulan küçük suçların toplamının büyük bir suç oluşturduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Paşam, irtica tehlikesi var mı?

12 Eylül 2003
<B>TÜRKİYE'</B>nin yakın tarihine damgasını vurmuş, çok önemli askerlerden biriyle konuşuyorum.<br><br><B>‘‘Paşam’’ </B>dedim, <B>‘‘Sizce Türkiye'de hálá irtica tehlikesi var mı? Rejim için kaygılanmaya devam etmeli miyiz?’’</B><br> Düşündü... ‘‘İran'a bakmamız lazım’’ dedi.

‘‘Nesine’’ dedim.

‘‘Topluma’’ bakmamız gerektiğini söyledi. Ardından İran'la ilgili kendisine ulaşan bilgileri aktardı:

‘‘Görülen o ki, İran'daki İslam Devrimi sürecini tamamladı. Hiçbir karşı gücün zorlaması olmadan, devrim kendi kendine etkisini kaybediyor. Halkta müthiş bir kayma var. Süreç tersine işlemeye başladı. Sokaklarda başörtüler geriye doğru çekildi. Restoranlarda, kadınlı erkekli düğünlerde başörtüler omuza düşüyor. Geçenlerde İran'a giden bir ticaret heyeti namaz vakti gelince ara verecek miyiz diye sormuş. İş var, namazı sonra da kılarız yanıtını almışlar. İran normale dönüyor. Bunun işaretleri var.’’

‘‘Bunun bizimle alakası var mı?’’
diye sordum.

‘‘Olmaz olur mu? İran'da tutmayan aşı Türkiye'de tutar mı? Bunu herkes görüyor’’ dedi.

‘‘Peki bazı kesimler boşuna mı paranoya yapıyor?’’ diye zorladım.

‘‘Hayır’’ dedi, ‘‘Bazı mihraklar var ama sosyal ve toplumsal ihtiyaç yok. Aklı başında herkes bunu görüyor. Belirli kesimlerin uç talepleri, bu talepleri yasadışı yollarla dile getirişleri sürecektir. Ama Türkiye açısından topyekûn bir irtica tehdidi giderek azalıyor’’ diye anlattı.

‘‘Yani rahat edebilir miyiz?’’ diye ısrar ettim.

‘‘Devletlerin rahat etme hakkı yoktur. Her türlü tehlikeye her zaman hazır olmak gerekir. Tehditleri ne küçümsemek, ne de abartmak doğrudur. Ancak paranoya derecesinde korkulacak bir şey olduğunu zannetmiyorum’’ diye yanıtladı.

Açıkçası ben de kendi adıma ‘‘irtica’’ tehdidinden korkmuyorum.

Çünkü kendimi biliyorum. Biz varsak, bu ülkede irtica olamaz.

Her köşenin tinercisi var

YAKIN zamana kadar ‘‘tinerci’’ çocuklar, İstanbul'un belli bölgelerine mahsus bir sosyal yaraydı. Daha çok Beyoğlu civarını mesken tutan, evsiz barksız, ‘‘umutsuz’’ gençlerdi. Ancak son birkaç ay içinde, bu sosyal meselede büyük bir patlama yaşandı. Sanki konu gündeme geldikçe meraklısı artarmışçasına, artık her mahallede, her sokağın köşesinde bir tinerci çocuk grubu var. Avcılar'dan Kartal'a kadar uzanan kentin her mahallesinde sokaklar güvensiz. Giderek saldırganlaşan ve çocukluktan çıkıp adamlığa doğru geçen tinerciler dehşet saçıyorlar. Üstelik de polisiye tedbirlerle ortadan kaldırılması imkánsız olan bir bataklığa dönüşerek. Bu konuda acil önlem alınmadığı takdirde, kısa süre içinde çok ciddi bir sorunla karşılaşacağız. Aileden Sorumlu Bakanlığımızın görevinin cami avlusuna bırakılmış çocukları SHÇEK'e bağlı yurtlara yerleştirmekten ibaret olmadığını bir an önce anlaması ve bu konuda proje üretmesi lazım. Daha da geç olmadan...

Korsan mafyası

RADİKAL Gazetesi birkaç gündür korsan CD ve kitaptan ‘‘vergisiz’’ trilyonlar kazanan ve hem devleti, hem de sanatçıları mağdur eden ‘‘alçakların’’ üzerine gidiyor. Toplumda pek de önemsenmeyen bu ‘‘korsan’’ yayıncılık aslında ciddi bir mafyaya dönüştü. Haksız kazancın olduğu her yerde ortaya çıkan mafya burada da var ve iş artık basit bir matbaacı veya kasetçi işi değil. Büyük rant ve büyük tehditler var. Bu iş Kültür Bakanlığı'nın işi olmaktan çoktan çıktı. Ciddi bir biçimde İçişleri Bakanlığı'nın ve Adalet Bakanlığı'nın görev alanına girdi. Geçtiğimiz ay bir korsan kaset satıcısının İMÇ'deki ofisini görüntülemek isteyen Kanal D kameramanına bıçaklı saldırı yapıldı. Kameraman arkadaşım Güray Ervin yüzüne sallanan bıçaktan refleksi sayesinde kulağından bir parça vererek kurtuldu. Korsan kaset ve kitap mafyası artık ‘‘silahlı’’ bir güç. Bırakırsak, müthiş bir canavara dönüşecek.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Tinerci çocuklar, tinerci teröristler haline gelmeden bu yaraya el uzatıldığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Rüya otomobiller

11 Eylül 2003
<B>İKİ </B>gün <B>‘‘kaçamak’’ </B>yaptım, kıyameti koparmışsınız, <B>‘‘Niye yazmıyor?’’ </B>diye. Almanya'daydım. Bu arada Frankfurt Otomobil Fuarı'na da gittim. Bilirsiniz, otomobilleri çok severim. Bir ara Oto Show'da otomobil yazıları da yazdım ama bu köşeye bunu pek taşımam. Ama herkesin gücü yettiğince otomobil meraklısı olduğunu bildiğim için size biraz Frankfurt'ta gördüğüm yeniliklerden söz edeyim..

Fuarın yıldızı hiç kuşkusuz Mercedes. 30 milyon Euro harcayıp, akla ziyan bir stant yapmışlar ama stant dediğim komple bir bina.

En ‘‘Hoş’’ şeyler de orada.

Küçükten başlamak gerekirse Smart'ın yeni yaptığı Raodster müthiş. Fiat'ın X1,9'unu hatırlayanlar için ‘‘tanıdık’’ ama çok sevimli bir otomobil.

Mercedes-Chrysler'in Rolls Royce ve Bentley'e rakip olarak hazırladığı yeni markası ‘‘Maybcah’’ inanılmaz bir otomobil olmuş. Normal kasası Maybach 52, uzun kasası ise Maybach 62 olarak çıkıyor. ‘‘Baba’’ otomobil seven ve parası olanlar için harika.

Bence mevcut en iyi spor otomobil olan ve performans değerleri ile Lamborghini ve Ferrari'yi ezen SL 55 AMG, Mercedes'e yetmemiş ve yıllardır hazırlanan ‘‘Vision SLR’’ı, SLR olarak bu yıl piyasaya çıkmaya hazır hale getirmiş.

Otomobil tamamen Formula 1 teknolojisine sahip ve Mercedes'in Formula 1'deki partneri McLaren tarafından hazırlanmış bir otomobil. Hayatımda bu kadar çekici bir otomobil görmedim. Mc Laren daha önce BMW işbirliği ile bir otomobil yapmıştı. Bu ondan da üstün ve otomobile daha çok benziyor.

BMW çok ‘‘sıradan’’ bir stant yapmış. Buna rağmen yeni 6 serisi fuarın bir diğer yıldızı.

80'li yıllarda büyük başarı kazanan 630 ve 635 CSİ'nin várisi bu otomobilin en güçlüsü 645.

Ancak ben M6 ve 660'ın da yapılacağını düşünüyorum. Müthiş bir dizayn. Rüya gibi bir otomobil.

Lamborghini'nin ‘‘garibanlar’’ için yaptığı ucuz Lambo Gallardo, Audi ile Bugatti'nin beraber yaptığı 16 silindirli Veyron da inanılmaz araçlar. Fakat fuarda ‘‘halkın’’ ilgisini çeken otomobil yeni Volkswagen Golf oldu.

5. nesil Golf, Fransızların ve Japonların korkulu rüyası olabilir.

Bir gün bir güzellik yarışmasında karşılaştığım bir arkadaşım, ‘‘Bu yarışmalar insanın asabını bozuyor’’ demişti.

Bu otomobil fuarları da galiba benim asabımı bozuyor.

Örs dönemi bitmeli


12 Dev Adam çuvalladı. Başarısızlıkla ilgili çeşitli iddialar var.

Takımda gruplaşmalar olduğunu herkes konuşuyor. Bazı oyuncular suçlanıyor..

Bunlar doğru olabilir ama sonuçta faturanın çıkması gereken yer takımın teknik adamı, koçu.

Aydın Örs hakkında geçmişte de yazdım, yetersiz.

Efes Pilsen'de de bir yere kadar yetiyordu ama kritik anlarda Örs'le olmuyordu.

Efes, Örs'ten kurtuldu, daha başarılı oldu.

Aynı durum Milli Takım için de geçerli. Örs'e hizmetleri için teşekkür etmenin zamanı geldi.

Yerine gelmesi gereken isim ise hiç kuşkusuz Ergin Ataman.

Ataman bu yıl İtalya'dan geri geldi ve ne yazık ki, ‘‘boşta’’.

Sezon başında Ataman'ın para pul istemeden bir büyük takım çalıştırmak istediğini Galatasaray yönetimine fısıldadım.

Ama onlar Halil Üner'i tercih ettiler. Çünkü basketbolu özerk yapmışlardı ve özerk komite böyle bir karar vermişti.

Ataman'ın ‘‘boşta’’ olması milli takım için büyük şans.

Turgay Demirel, Ergin Ataman'la yola devam ederse, o yol çok yüksek tepelere çıkabilir.

Gülben’i bırak bürokratlara bak


BEN buralarda yokken müthiş bir skandal patladı.Uzanlar'ın kasalarından çıkan şantaj kasetlerinden birinin içeriği basına sızdı. Kasette Gülben Ergen'in 20 yaşındayken sevgilisi olan bir adamla gizlice çekilmiş ‘‘aşk’’ görüntüleri vardı.

Böyle bir kasedi ancak ruh hali pek ‘‘normal’’ olmayan biri çeker ve saklar. Ancak daha da anormal olan bunun Uzanlar'a ait bir kasada ne aradığı. Uzanlar dediğin 70 yaşlarında bir baba, evli, çocuklu ve siyasete soyunmuş bir oğul, Yeşim Salkım'dan ayrıldıktan sonra televole sunucusu ile evlenmiş ve yeni baba olmuş bir başka oğul.

Ve bunlara ait kasada ‘‘tuzağa düşürülmüş’’ bir genç kadının seks bandı. Bu rezaletin Gülben Ergen'i yıktığına eminim. Aynı kasada pek çok bürokrata şantaj yapmaya yarayan bantlar olduğu iddia ediliyor. Bence asıl sızdırılması gereken bantlar onlar..

Çünkü burada Gülben Ergen'le ilgili bandın magazin bir gündem oluşturmak ve bazılarının tıynetini ortaya çıkarmaktan öte bir anlamı yok.

Ergen zavallı bir mağdure, ama bantlarda var olduğu iddia edilen bürokratlar Türkiye'nin 9 katrilyonluk bir mağduriyet yaşamasına neden olan şerefsizlerin ta kendileri.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bazı çakallar Türkiye'yi dünyaya açmak için atılan adımlardan rant kapısı yaratmaya çalışmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Star TV'de icraatın içinden

8 Eylül 2003
<B>UZAN </B>Ailesi'nin <B>‘‘şimdilik’’ </B>aranmayan tek ferdi <B>Cem Uzan,</B> karşısına çıkmak için <B>‘‘cesur’’ </B>gazeteci arıyordu. ‘‘Hodri meydan’’ dedim.

Araziye uydu. Gelmeyeceğinden adım gibi emindim.

Gelemez. Korkar. Yıllardır yaptıkları her şeyi teker teker soracağımdan, yanıt veremeyeceğinden çekinir.

Gelemedi.

Kendi kanalına çıkacakmış. Kendi adamının karşısına oturacakmış.

Güzel olur.

Yakışır.

Yapacakları oyun kimseyi şaşırtmaz. Al gülüm ver gülüm anlatırlar.

Ona da zaten böylesi yakışır.

Hatta daha iyisi karşısına kimseyi almasın. Kameraya konuşsun. Çünkü kameranın soru sorma ihtimali de yok.

Bir daha da çıkıp ortalıkta yalandan ‘‘cesur’’ adam aramasın.

Korkaklar cesur adamdan hoşlanmazlar. Cesur adamlar da korkaklardan.

Damdan düşer gibi olacak ama ayrıca ben öyle adamlardan da hoşlanmam.

Kendi yaptıklarını unuttun mu Cem!


CEM Uzan Başbakan'a ve hükümete söverken ‘‘Bizim televizyonlarımıza çıkmıyor’’ diye yükleniyor ve hükümetin ayrımcılık yapmasından yakınıyor. Oysa ben Başbakan'ın kaldığı otelde Star muhabirlerini gördüm. Kimse de onlara ‘‘farklı’’ bir davranış içinde değildi. İzlediğim kadarıyla sadece ‘‘maksatlı’’ sorularına yanıt verilmiyor.

Oysa Cem Uzan yakındığı tutumun beterini sergiliyor. Uzanlar'a ait bir şirketin organize ettiği Hisar Konserleri'ne Kanal D, Hürriyet ve Milliyet kameraları ve muhabirleri sokulmuyor.

Cem Uzan'ın siyasi toplantılarına, kendi kanalının dışında kamera sokulmuyor.

Aynı Cem Uzan, medyanın kendisini linç ettiğini söylerken, kendi yaptıklarını da unutuyor.

Ben bugün hepsi birer birer ortaya çıkan gerçekleri yazdıkça Cem Uzan beni dava ediyordu. Her mahkemeye gidişimde Cem Uzan'ın adamlarından oluşan bir kamera ordusu beni karşılıyor, soruların yanı sıra, kameralarını orama burama vurarak beni taciz ediyordu.

Bir kamera darbesiyle başım kanadığında, muhabir kameramana ‘‘Artık sana prim verirler’’ diye takılıyordu.

Sadece bana değil, ‘‘yasadışı eylemlerine’’ dur demeye kalkışan herkese bu terörü uyguladılar. SPK başkanları, denetçiler, Rekabet Kurulu üyeleri, şerefli bürokratlar, işadamları bu terörden nasiplerini aldılar. Ben bu mücadeleyi sürdürürken, dostlarım ‘‘Boşver. Uğraşma. Senden başka enayi mi yok. Bunlara bir şey olmaz’’ dediler. Ama aşağıda adaletin kırıntısı, yukarda Allah var ise, Uzanlar'ın bu çarkı sürdürmesi imkánsızdı.

Şimdi hak yerini buluyor.

Love fiction


BİR grup yazar var. Bunların bazıları sadece pazar günleri, bir diğer grup ise ‘‘başka yazacak bir şey’’ bulamadıkları zaman oturup ‘‘aşk’’ yazıları döktürüyorlar.

Buram buram ‘‘bunalım’’ ve ‘‘yaşanmamışlık’’ kokan yazılar.

Kadınları gerçek hayatta mutlu edememiş, gerçek hayatta kadınlar tarafından mutlu edilmemiş ‘‘erkek’’ yazıları. Yıllar önce Cumhuriyet'in dergisinde bir kayak yazısı yazmıştım.

Sportif olmaktan uzak, romantik bir yazıydı. Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal çağırmış, kendine has o ağır konuşmasıyla ‘‘Ne o ulan. Sokağa çıkıp kadın bulamıyorsun da, gazete yazısı aracılığıyla zamparalık zemini mi yaratmaya çalışıyorsun?’’ diye fırçayı basmıştı. Ben o aşk yazarlarını işte bu haleti ruhiyenin adamları olarak değerlendiriyorum.. Gerçek kadınlara söyleyemediklerini, gerçek kadınlarla yaşayamadıklarını hayali kadınlarla yaşayan; ağızlarından çıkarmaya cesaret edemedikleri sözleri kalemlerinden çıkaran ‘‘sanal áşıklar’’.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Adalet satın alanlar, ilahi adaleti satın alamayacaklarını anladıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Galatasaray şimdi yandı

6 Eylül 2003
<B>GALATASARAY </B>yönetiminden bir dostum, <B>‘‘Hıncal Uluç bize çok kötü yükleniyor. Tarzı düşmanca.</B> <B>Eleştirinin ötesinde’’ </B>diye dert yanınca onu şöyle teselli ettim: ‘‘Aman dua et de hep böyle kalsın. Geçen yıl sizi çok destekledi, Fatih Hoca'yı yere göğe koyamadı sonuç ortada. Hıncal Abi Şenol'a kızdı, dünya 3'üncüsü oldu. Fatih Terim'e şehir kırosu dedi Terim UEFA Şampiyonu oldu. Hıncal Abi böyle yazmaya devam etsin. İşler yolunda gider.’’

Gerçekten böyle düşünüyorum.

Uluç'un eleştirileri motivasyona mı neden oluyor bilmem, ama onun beğenmedikleri hep başarılı oluyor..

Fakat dün birdenbire üzüldüm. Hıncal Uluç Florya'ya gitmiş ve Terim'le konuşmuş.

Terim'in projelerini çok beğenmiş. Anlattıklarından çok etkilenmiş.

Bu iyiye delalet değil.

Galatasaray'ın işi bu yıl rast gitmez.

Irak’a kültürel atak iyi fikir


TURAN Çömez'den çok doğru bir öneri geldi. ‘‘İbrahim Tatlıses, Sibel Can ve Hülya Avşar'la birlikte Irak'a gidelim.’’

Tatlıses'
in Irak'taki ‘‘önemini’’ aylar önce yazdım ve Türkiye'nin Irak'ta ABD'den daha etkili olacağını İbrahim Tatlıses örneği ile bir başka yazımda hatırlattım.

Bağdat'ta‘‘Saddam miting yapsa 1 milyon kişi gider. İbrahim Tatlıses konser verse bütün Bağdat gider’’ diye bir laf vardı.

Çömez'in de değindiği gibi, böyle bir adım Türk askerinin Irak'a gidiş nedeni hakkında da çok olumlu bir algılamaya yol açar.

Sibel Can'ın gidişine ise Hoşyar Zebari bile karşı çıkmaz.

Zebari ‘‘Sibel Can gelmesin’’ derse, halkı Zebari'yi bir daha Kuzey Irak'a sokmaz.

Denetlediği bankaya transfer olan murakıplar


BANKALAR Yeminli Murakıplar Kurulu'nun Başkanı Abdulhalik Berber istifa etmiş.

İstifa ederken de Uzanlar'ı suçlayarak ‘‘Her şubeye bir murakıp koysak bile bu rezaleti yakalayamazdık. Çifte kayıt değil, adamlar banka içinde banka kurmuşlar.’’ demiş ve Uzanlar'ın müthiş düzeneğini anlatmış..

Uzanlar'ın durumu ortada. Ancak Bankalar Yeminli Murakıpları'nın da durumu Abdulhalik Berber'in dediği kadar ‘‘sütten çıkmış ak kaşık’’ değil.

Türkiye'de bankacılık sisteminden kaynaklanan büyük sorunların yaşandığı dönemde, bu işin içinde Bankalar Yeminli Murakıpları da vardı.

Ve bazı murakıplar, devletin kendilerine verdiği görevi, zenginleşme, köşe dönme fırsatı olarak değerlendirdiler.

Abdulhalik Berber Beyefendi'nin elinde mutlaka kayıtlar vardır.

Zahmet edip son 10 yılda kaç Bankalar Yeminli Murakıbı'nın incelemek üzere gittiği bankaya yönetim kurulu üyesi veya müdür olarak geçtiğini açıklar mı?

Denetlemek için gittiği bankada yolsuzluk veya usulsüzlük bulmak yerine o bankada iş bulup büyük maaşlar karşılığında banka yönetici olmak, murakıplık görevi ile bağdaşır mı?

Tertemiz murakıba bakın


MURAKIPLAR ilginç adamlar. Kendilerini ‘‘bankacılık tanrısı’’ olarak görüyorlardı.

Ta ki, İmar Bankası rezaleti ortaya çıkana ve bu bankaları denetleyen murakıpların boş bir çuval olduğu anlaşılana kadar.

Hatırlayacaksınız, yıllar önce İmar Bankası hakkında hazırlanan bir murakıp raporunu banka adı vermeden yayınlamış ve BDDK'nın ne yapacağını sormuştum.

Bankanın içi boşalmış, kaynakları tükenmiş ve Bankalar Kanunu hilafına kredilerinin tamamı bankanın bağlı olduğu gruba kullandırılmıştı.

Yani ortada tam anlamıyla bir bankacılık faciası vardı.

Ama daha ilginci bu raporu hazırlayan Bankalar Yeminli Murakıbı ‘‘Bankaya el konulmasına gerek yoktur’’ görüşündeydi.

Yeminli murakıp, BDDK ve Uzanlar'la ilgili olarak bu iş ve görüşbirliğine varmamış ve İmar Bankası'na o zaman el konulmuş olsaydı bugün devletin sırtında 9 katrilyona ulaştığı iddia edilen bu yük olmayacaktı.

Bunlar mı Berber'in söz ettiği ‘‘tertemiz ve becerikli’’ murakıplar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Cüceler, devlerle muhatap olunca kendilerini dev zannetmediği zaman.
Yazının Devamını Oku