TÜRKİYE'nin yakın tarihine damgasını vurmuş, çok önemli askerlerden biriyle konuşuyorum.
‘‘Paşam’’ dedim, ‘‘Sizce Türkiye'de hálá irtica tehlikesi var mı? Rejim için kaygılanmaya devam etmeli miyiz?’’
Düşündü... ‘‘İran'a bakmamız lazım’’ dedi.
‘‘Nesine’’ dedim.
‘‘Topluma’’ bakmamız gerektiğini söyledi. Ardından İran'la ilgili kendisine ulaşan bilgileri aktardı:
‘‘Görülen o ki, İran'daki İslam Devrimi sürecini tamamladı. Hiçbir karşı gücün zorlaması olmadan, devrim kendi kendine etkisini kaybediyor. Halkta müthiş bir kayma var. Süreç tersine işlemeye başladı. Sokaklarda başörtüler geriye doğru çekildi. Restoranlarda, kadınlı erkekli düğünlerde başörtüler omuza düşüyor. Geçenlerde İran'a giden bir ticaret heyeti namaz vakti gelince ara verecek miyiz diye sormuş. İş var, namazı sonra da kılarız yanıtını almışlar. İran normale dönüyor. Bunun işaretleri var.’’
‘‘Bunun bizimle alakası var mı?’’ diye sordum.
‘‘Olmaz olur mu? İran'da tutmayan aşı Türkiye'de tutar mı? Bunu herkes görüyor’’ dedi.
‘‘Peki bazı kesimler boşuna mı paranoya yapıyor?’’ diye zorladım.
‘‘Hayır’’ dedi, ‘‘Bazı mihraklar var ama sosyal ve toplumsal ihtiyaç yok. Aklı başında herkes bunu görüyor. Belirli kesimlerin uç talepleri, bu talepleri yasadışı yollarla dile getirişleri sürecektir. Ama Türkiye açısından topyekûn bir irtica tehdidi giderek azalıyor’’ diye anlattı.
‘‘Yani rahat edebilir miyiz?’’ diye ısrar ettim.
‘‘Devletlerin rahat etme hakkı yoktur. Her türlü tehlikeye her zaman hazır olmak gerekir. Tehditleri ne küçümsemek, ne de abartmak doğrudur. Ancak paranoya derecesinde korkulacak bir şey olduğunu zannetmiyorum’’ diye yanıtladı.
Açıkçası ben de kendi adıma ‘‘irtica’’ tehdidinden korkmuyorum.
Çünkü kendimi biliyorum. Biz varsak, bu ülkede irtica olamaz.
Her köşenin tinercisi var
YAKIN zamana kadar ‘‘tinerci’’ çocuklar, İstanbul'un belli bölgelerine mahsus bir sosyal yaraydı. Daha çok Beyoğlu civarını mesken tutan, evsiz barksız, ‘‘umutsuz’’ gençlerdi. Ancak son birkaç ay içinde, bu sosyal meselede büyük bir patlama yaşandı. Sanki konu gündeme geldikçe meraklısı artarmışçasına, artık her mahallede, her sokağın köşesinde bir tinerci çocuk grubu var. Avcılar'dan Kartal'a kadar uzanan kentin her mahallesinde sokaklar güvensiz. Giderek saldırganlaşan ve çocukluktan çıkıp adamlığa doğru geçen tinerciler dehşet saçıyorlar. Üstelik de polisiye tedbirlerle ortadan kaldırılması imkánsız olan bir bataklığa dönüşerek. Bu konuda acil önlem alınmadığı takdirde, kısa süre içinde çok ciddi bir sorunla karşılaşacağız. Aileden Sorumlu Bakanlığımızın görevinin cami avlusuna bırakılmış çocukları SHÇEK'e bağlı yurtlara yerleştirmekten ibaret olmadığını bir an önce anlaması ve bu konuda proje üretmesi lazım. Daha da geç olmadan...
Korsan mafyası
RADİKAL Gazetesi birkaç gündür korsan CD ve kitaptan ‘‘vergisiz’’ trilyonlar kazanan ve hem devleti, hem de sanatçıları mağdur eden ‘‘alçakların’’ üzerine gidiyor. Toplumda pek de önemsenmeyen bu ‘‘korsan’’ yayıncılık aslında ciddi bir mafyaya dönüştü. Haksız kazancın olduğu her yerde ortaya çıkan mafya burada da var ve iş artık basit bir matbaacı veya kasetçi işi değil. Büyük rant ve büyük tehditler var. Bu iş Kültür Bakanlığı'nın işi olmaktan çoktan çıktı. Ciddi bir biçimde İçişleri Bakanlığı'nın ve Adalet Bakanlığı'nın görev alanına girdi. Geçtiğimiz ay bir korsan kaset satıcısının İMÇ'deki ofisini görüntülemek isteyen Kanal D kameramanına bıçaklı saldırı yapıldı. Kameraman arkadaşım Güray Ervin yüzüne sallanan bıçaktan refleksi sayesinde kulağından bir parça vererek kurtuldu. Korsan kaset ve kitap mafyası artık ‘‘silahlı’’ bir güç. Bırakırsak, müthiş bir canavara dönüşecek.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Tinerci çocuklar, tinerci teröristler haline gelmeden bu yaraya el uzatıldığı zaman.