UZAN Ailesi'nin ‘‘şimdilik’’ aranmayan tek ferdi Cem Uzan, karşısına çıkmak için ‘‘cesur’’ gazeteci arıyordu.
‘‘Hodri meydan’’ dedim.
Araziye uydu. Gelmeyeceğinden adım gibi emindim.
Gelemez. Korkar. Yıllardır yaptıkları her şeyi teker teker soracağımdan, yanıt veremeyeceğinden çekinir.
Gelemedi.
Kendi kanalına çıkacakmış. Kendi adamının karşısına oturacakmış.
Güzel olur.
Yakışır.
Yapacakları oyun kimseyi şaşırtmaz. Al gülüm ver gülüm anlatırlar.
Ona da zaten böylesi yakışır.
Hatta daha iyisi karşısına kimseyi almasın. Kameraya konuşsun. Çünkü kameranın soru sorma ihtimali de yok.
Bir daha da çıkıp ortalıkta yalandan ‘‘cesur’’ adam aramasın.
Korkaklar cesur adamdan hoşlanmazlar. Cesur adamlar da korkaklardan.
Damdan düşer gibi olacak ama ayrıca ben öyleadamlardan da hoşlanmam.
Kendi yaptıklarını unuttun mu Cem!
CEM Uzan Başbakan'a ve hükümete söverken ‘‘Bizim televizyonlarımıza çıkmıyor’’ diye yükleniyor ve hükümetin ayrımcılık yapmasından yakınıyor. Oysa ben Başbakan'ın kaldığı otelde Star muhabirlerini gördüm. Kimse de onlara ‘‘farklı’’ bir davranış içinde değildi. İzlediğim kadarıyla sadece ‘‘maksatlı’’ sorularına yanıt verilmiyor.
Oysa Cem Uzan yakındığı tutumun beterini sergiliyor. Uzanlar'a ait bir şirketin organize ettiği Hisar Konserleri'ne Kanal D, Hürriyet ve Milliyet kameraları ve muhabirleri sokulmuyor.
Cem Uzan'ın siyasi toplantılarına, kendi kanalının dışında kamera sokulmuyor.
Aynı Cem Uzan, medyanın kendisini linç ettiğini söylerken, kendi yaptıklarını da unutuyor.
Ben bugün hepsi birer birer ortaya çıkan gerçekleri yazdıkça Cem Uzan beni dava ediyordu. Her mahkemeye gidişimde Cem Uzan'ın adamlarından oluşan bir kamera ordusu beni karşılıyor, soruların yanı sıra, kameralarını orama burama vurarak beni taciz ediyordu.
Bir kamera darbesiyle başım kanadığında, muhabir kameramana ‘‘Artık sana prim verirler’’ diye takılıyordu.
Sadece bana değil, ‘‘yasadışı eylemlerine’’ dur demeye kalkışan herkese bu terörü uyguladılar. SPK başkanları, denetçiler, Rekabet Kurulu üyeleri, şerefli bürokratlar, işadamları bu terörden nasiplerini aldılar. Ben bu mücadeleyi sürdürürken, dostlarım ‘‘Boşver. Uğraşma. Senden başka enayi mi yok. Bunlara bir şey olmaz’’ dediler. Ama aşağıda adaletin kırıntısı, yukarda Allah var ise, Uzanlar'ın bu çarkı sürdürmesi imkánsızdı.
Şimdi hak yerini buluyor.
Love fiction
BİR grup yazar var. Bunların bazıları sadece pazar günleri, bir diğer grup ise ‘‘başka yazacak bir şey’’ bulamadıkları zaman oturup ‘‘aşk’’ yazıları döktürüyorlar.
Buram buram ‘‘bunalım’’ ve ‘‘yaşanmamışlık’’ kokan yazılar.
Kadınları gerçek hayatta mutlu edememiş, gerçek hayatta kadınlar tarafından mutlu edilmemiş ‘‘erkek’’ yazıları. Yıllar önce Cumhuriyet'in dergisinde bir kayak yazısı yazmıştım.
Sportif olmaktan uzak, romantik bir yazıydı. Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal çağırmış, kendine has o ağır konuşmasıyla ‘‘Ne o ulan. Sokağa çıkıp kadın bulamıyorsun da, gazete yazısı aracılığıyla zamparalık zemini mi yaratmaya çalışıyorsun?’’ diye fırçayı basmıştı. Ben o aşk yazarlarını işte bu haleti ruhiyenin adamları olarak değerlendiriyorum.. Gerçek kadınlara söyleyemediklerini, gerçek kadınlarla yaşayamadıklarını hayali kadınlarla yaşayan; ağızlarından çıkarmaya cesaret edemedikleri sözleri kalemlerinden çıkaran ‘‘sanal áşıklar’’.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Adalet satın alanlar, ilahi adaleti satın alamayacaklarını anladıkları zaman.