Fatih Altaylı

Çelik: Ne viskiden, ne kavgadan haberim var

25 Eylül 2003
<B>MİLLİ </B>Eğitim Bakanı <B>Hüseyin Çelik </B>aradı. <B>‘‘Fatih Bey, Sabah Gazetesi'nin yazdığı büyük bir yalandır. Size yönelik bir komploya beni de alet etmek istediler. Ancak yazılanlarla benim hiçbir ilgim yoktur’’</B> dedi. Belki biliyorsunuz, Sabah Gazetesi, benim Dinç Bilgin'in 1.2 milyar dolarlık banka hortumculuğunun hesabını sorulmasını istememe kızgın.

Bu yüzden de tribündeki, olmaması gereken ama Türkiye'nin en önemli olayı da sayılmayacak bir tartışmayı günlerdir tefrika yapıyor.

Bu tefrikada benim káğıt bir bardaktaki içkiyi fırlatmama sinirlenen Milli Eğitim Bakanı Çelik'in tribünü terk ettiğini yazdılar.

Bakan Çelik'in ‘‘Büyük bir yalan’’ dediği işte bu haber.

Çelik aynen şöyle dedi: ‘‘O kadar abartılan meseleden Şeref Tribünü'nde Vali Bey'in yanında oturan benim haberim bile olmadı. Bir ara Şeref Tribünü'nün uzak köşesinde bir kargaşa oldu ama biz ne olduğunu anlamadık. Benim bir toplantım vardı. İlk yarı biterken o toplantıya yetişmek için çıktım. Ne viskiden, ne de kavgadan haberim yok.’’

Ben de kendisine olayın ne olduğunu anlattım.

O da bana bir hikáye anlattı.

Eyüp isimli bir vatandaş kendisine yapılan haksızlıklara isyan ettikçe danıştığı kadı kendisine alttan almasını söylermiş.

Bir, iki derken sonunda Eyüp dayanamayıp kendisine haksızlık yapanlara mukabele etmiş.

Kadı bozulmuş ve ‘‘Niye karşılık veriyorsun’’ demiş.

Vatandaş Eyüp de ‘‘Eyübüz ama Hazreti Eyüp değiliz’’ demiş.

Güldüm.

Galiba benim Hazreti Eyüp olmam gerekiyor.

Bir dostumun söylediği gibi bana yakışacak olan haklı olduğum yerde dahi haksızmışım gibi davranmam.

150 milyon dolar çöpe gitmekten kurtuluyor


GALATASARAY-Fenerbahçe maçı sonrası karşılaştığım İstanbul Trafik Şube Müdürü Ali Kemal Hanlı'ya teşekkür ettim.

Maç günü Atatürk Olimpiyat Stadı'nda insanüstü bir gayret sarf ettiler.

Müdür Hanlı, bizzat yollardaydı ve kan ter içinde trafiği yönlendiriyordu.

Hemen hiçbir sorun yaşanmadı.

Herhangi bir stada gelinirken yaşanan kadar sorun yaşandı, çıkışta da herhangi bir stattan gidilirken yaşananlardan farklı bir sorun yoktu.

Bu rahatlıkta İstanbul Valisi Güler'in ve Trafik Şube Müdürü Hanlı'nın büyük rolü vardı.

Dönüş yolunda yoldaki bir kaya benim otomobilin karterini deldi ama onda da suç yoldaydı.

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna ile Atatürk Olimpiyat Stadı'nın yollarının yapımı ile ilgili bir görüşme yaptık. Başkan Gürtuna'ya yağmurlar başlayınca stada gidip gelmenin imkánsız olacağını anlattık.

Başkan Gürtuna hem ‘‘İSKİ Yolu’’ diye bilinen yolun, hem de Başakşehir'e çıkan yolun asfaltlanması ile ilgili olarak her şeyin yapılacağını söyledi.

Bunu yapmak için Belediye'nin Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ile yapacağı protokolün imzalanmasını bekliyorlarmış.

Protokol imzalanır imzalanmaz yollar en kısa sürede tamamlanacak.

Bunlar tamamlanınca 150 milyon dolarlık Atatürk Olimpiyat Stadı, çöpe atılmış bir beton yığını olmaktan, bir gün belki düzenlenecek bir olimpiyata kadar bir enkaz haline gelmekten kurtulup, gidilip gelinebilen, yaşayan bir stat haline gelecek.

150 milyon dolarlık bir milli servetin kurtarılmasına tepki gösterenlere inat.

Bunda bugün İstanbul'u yönetenlerin büyük emeği olduğunu hiç unutmayalım.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kervanla köpeğin ilişkisini kimse unutmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Benim puromu bırakın okul temizleyen annenin hesabını sorun

24 Eylül 2003
KENDİME mi şükredeyim, yoksa şeref tribününden benim locama uzanıp bana söven ve büyük olay haline getirilen bu pisliği başlatana mı?Ne kadar ‘‘düşmanım’’, ne kadar ‘‘kıskananım’’ varmış meğer. Ne müthiş bir koro bana sövüyor. Gurur duydum doğrusu. BDDK Başkanı Türkiye insanının 43 milyar doları aşkın parasının bankalarda buharlaştırıldığını açıklıyor. Mafyalaşmış bir ailenin Türkiye'de yaptığı vurgun günlerdir tefrika oluyor... Bu konularda satır yazmayanlar, bir tribün kavgasının kulaktan dolma bilgileriyle ahkám kesiyorlar. Mesele tribünde olan olay değil ki. Mesele Fatih Altaylı'ya sövmek. Sorularına yanıt veremediğin adama anca söversin. Sorularıma yanıt veremeyeceğini bilen Cem Uzan da bana sövüyor, sorularımı duymazdan gelip Türkiye'nin 43 milyar dolarlık bankacılık vurgununu görmezden gelen de bana sövüyor.Purommuş, viskimmiş. Viski sevmem. Puro severim. Bunu da açık açık yaparım. Bir yanda saçı bitmedik yetim hakkı koruyucusu gibi olup, diğer yanda rabbena hep bana yapanlar gibi gizliden yapmam. Her şeyim açıktır. İyi yaşayana öfkelenmem, başkalarının iyi yaşama hakkını gasp edenlere kin duyarım. Elinde canımı acıtacak güç olanı görmezden gelip, üç kuruşluk garibanla uğraşmam. Parası olmayan anneye okul temizleten müdürle değildir benim derdim. O müdürün okulunu parasız bırakanın Türkiye'nin cebinden 43 milyar dolar çalanlar olduğunu bilir onlarla dalaşırım.. Bana cevap vermesi mümkün olmayan müdüre değil, bu devletin muhtaç hale gelmesinin sorumlusu olan güçlü hırsızla uğraşırım. Her haksızlığa isyan ederim. Güçlü haksızları görmezden gelenlerden olamam. Trafik kuralları artık değişsinBİRKAÇ yıl önce Amerika'nın Georgia eyaletinde otoyolda gidiyorum.Hız limiti tabelası dikkatimi çekiyor: Maksimum 75 mil... Aynı yolu daha önce de kullandığım için hatırlıyorum, birkaç yıl öncesinde hız limiti 60 mildi. Akşam yemeğinde Amerikalı dostuma bunu soruyorum: ‘‘Hız limiti değişmiş niye?’’ diye. Anlatıyor. Polis son derece yoğun trafiği olan bu yolda radarla hız denetimi yaparmış. 60 mili geçene ceza kesermiş. Ancak bir süre sonra yolda herkes 60 milin üzerinde seyretmeye başlamış. Polis ise sadece yakalayabildiği birkaç otomobile ceza kesebilir olmuş. Bu durum raporlara yansımış. Sonunda konu Eyalet Meclisi'ne kadar gitmiş. Eyalet Meclisi de bir karar almış. Aynı suçu işleyen çok sayıda kişinin sadece küçük bir bölümünün yakalandığını, bunun ciddi bir adaletsizlik yarattığına karar vermişler. Polis kayıtlarından burada sürücülerin ortalama olarak 75-80 mil hız yaptığını da çıkarmışlar ve limiti 75 mil yapmışlar. Ve demişler ki: ‘‘Eğer böyle yapmazsak hem adaletsizlik olacak hem de yurttaşlarda suçların cezasız kaldığı yolunda bir izlenim doğacak ve bu da yasalara saygıyı azaltacak.’’ Bunu niye yazdım!Aynı şey trafik kuralları açısından bizde de geçerli..Otomobil kullanırken cep telefonu ile konuşmak yasak. Ben her gün en az 500 kişiyi otomobil kullanırken cep telefonu ile konuşurken görüyorum. Yasalara en saygılısı polis görünce telefonu yandaki koltuğa koyuyor, geçince kaldığı yerden devam ediyor.Ya emniyet kemeri takma zorunluluğu.. Ön koltukta oturan her yüz kişinin beşi kemer takıyorsa doksan beşi takmıyor. Artık iş o kadar çığrından çıkmış ki, polis gördüğünde ceza bile kesmiyor çünkü keserse haksızlık yapacağını polis de biliyor. Hız limitlerine ne demeli?Otoyollarda limit 120. Yüklü kamyonlar dışında bu limitlere uyan yok. Kamyonlar da uymak istediklerinden değil, gidemediklerinden uyuyorlar. Bir Allah'ın kulu da çıkıp, ‘‘Yahu bu kurallar artık işlemiyor. Bir elden geçirelim’’ demiyor. Vatandaşlarımız gün boyunca yasaları yüzlerce kez ihlal ederek dolaşıyorlar. Bir komisyon kurup; bu kuralları gözden geçirmenin zamanı gelmedi mi Sevgili İçişleri Bakanım. Bir lisan bir insan NURİYE Akman röportajında Cem Uzan'a diyor ki: ‘‘Fatih Altaylı sizi kaç kez canlı yayına davet etti. Neden katılmadınız?’’Nuriye'nin bu güzel ve net sorusuna Cem Uzan, kendine yakışır bir yanıt veriyor: ‘‘Her havlayan köpeğe gidilmez ki!’’Cem Uzan bu sözünün hesabını yargı önünde verecek elbet. Umarım Nuriye'de bu konuşmanın bandı vardır çünkü Cem Uzan hákim karşısında bu sözlerini inkár edebilir. Fakat benim de iki lakırdım var. Ben birçok yabancı dili son derece iyi konuşabiliyorum. Çünkü gazetecinin yabancı dil bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne kadar yabancı dil bilirseniz, muhataplarınızla kendi dilinde konuşma olanağınız artıyor. Bu mesleğe girecek gençlere de hep bunu tavsiye ediyorum. Bir lisan bir insan.. Yabancı dil öğrenin. Ne'ce olursa olsun.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Köhne yazarlar ve ahlaksız meslektaşlar beni sindiremeyeceklerini anladığı zaman.
Yazının Devamını Oku

TÜSİAD Başkanı: Irak'ı ABD çözsün

23 Eylül 2003
<B>GALATASARAY-</B>Fenerbahçe maçı öncesi TÜSİAD Başkanı <B>Tuncay Özilhan'</B>la karşılaştık. ‘‘Bu ani dönüş neden? Daha önce Irak'a asker yollanmasından yanaydınız. Önceki gün birden çark edip herkesi şaşırttınız?’’ dedim.

Kendine has tatlı bir kahkahası vardır. Onu patlattı.

‘‘Şartlar giderek olumsuzlaşmıyor mu?’’ dedi.

‘‘Şartların olumsuzlaşması bizim zararımıza değil mi?’’ diye sordum.

Özilhan, Irak'taki durumun bir an önce normale dönmesinden yana olduğunu söylüyor.

Bunun için de Amerika'nın Irak'ta mutlaka başarılı olması ve hákimiyet kurması gerektiğini savunuyor.

‘‘Türkiye'nin buna destek vermesi gerekmez mi?’’ dedim.

‘‘Bir kere çağrılış biçimi kötü. Daha birçok ülke ile birlikte Türkiye'yi de çağırıyorlar. Bu bize yakışmıyor’’ dedi ve ekledi: ‘‘Ayrıca müthiş bir belirsizlik var. Bizi kimse istemiyor. Her gün saldırılar var. Yarın oradan Türk askerlerinin tabutları gelmeye başlarsa ne yaparız? Analar, PKK bitti şimdi bu başladı demez mi?’’

‘‘Irak'taki istikrarsızlık sürerse Türkiye'nin başına çok daha büyük belalar açılır. Onu da hesaba katıyor musunuz?’’
dedim. Kattığını, ama yine de Türkiye'nin bu aşamada oraya asker göndermesinden yana olmadığını anlattı.

‘‘İnşallah Amerika bu işi çözsün. Biz de siyasi, ekonomik, kültürel olarak gidelim oraya. Ama askeri olarak değil’’ dedi.

TÜSİAD'ı çok ‘‘Değişmiş’’ buldum.

Yalanla intikam alınır mı?


HİÇBİR şey yazmazsanız, suya sabuna dokunmazsanız, fincancı katırlarını ürkütmezseniz, kimsenin dalgasına taş koymazsanız hayat çok rahat.

Yok eğer aksini yaparsanız, her gün birilerinin hakaretlerini dinler, iftiralarıyla uğraşır, alçaklıklarını yanıtlamaya çalışırsınız.

Tıpkı birazdan yapacağım gibi.

Geçen cumartesi, Türk spor basınının, kim olduğunu kendilerinin gayet iyi bildiği bir bölümünü ‘‘şerefsizlikle’’ suçladım.

Muhittin Boşat'ın Galatasaray'ı katletmekle görevlendirildiğini yazmadıklarını iddia ettim.

Pazar günü o yazımdaki tezler kanıtlandı. Bu önemli değil. Önemli olan, benim spor basınına şerefsiz dememdi.

Cumartesi günü bir spor yazarı dostum arayarak, ‘‘Haberin olsun, spor basını senden intikam almak için fırsat kollayacak’’ dedi. Dün bazı gazetelerde benim Galatasaray maçında olaylar çıkardığım yolunda iddialar yer alınca, intikamın gecikmediğini anladım. Bana sorulmadan yazılmış, kulaktan dolma bilgilerle, tamamı bazı alçakların yalanlarına ve iddialarına dayalı uydurma haberler. Ben onlara şerefsiz demiştim; bunun için karalanabilirdim. Benim kullandığım sıfat belki fazla ağırdı ama karşılığı bu mu olmalıydı?

Gelin doğrusunu bir de benden dinleyin.

Galatasaray-Fenerbahçe maçını Doğan Medya Grubu'nun üst düzey yöneticileri ve spor yazarı İlker Yasin'le birlikte tribündeki locamızdan izliyor, tezahürat yapıyorduk.

Maçın 20. dakikası civarında şeref tribününün bizim locaya bakan bölümünden birisi ‘‘Altaylı, Altaylı’’ diye seslendi. Dönüp bakınca şişman, kabak kafalı birinin bize doğru küfrettiğini gördük. Bizim locadaki ve şeref tribünü ile bizim locanın arasında kalan locadaki Galatasaraylılar hemen oraya doğru yöneldiler.

Tartışma başlarken ben araya girdim. ‘‘Bana mı küfrediyorsun’’ dedim. O sırada bize küfreden şişman adamın yanında tıfıl birisi peydahlandı ve o da sövmeye başladı. Bunun üzerine ben de elimdeki karton bardağı bunların üzerine boca ettim. Ardından araya girenler bu adamı yerine götürdüler. Adam bize küfretmek için şeref tribününün bir ucundan diğer ucuna gelmişti.

Ben de bu düzeysiz insanlarla daha fazla muhatap olmamak için daha uzaktaki başka bir locaya geçtim. Meşale meselesine gelince. Bizim locada oturan 12 yaşındaki bir çocuk maçtan önce meşale istedi. Ben de bir başka locadaki taraftarlardan bir tane meşale alıp o çocuğa getirdim. Maç başlarken de, bütün tribünde olduğu gibi bizim bölümde de o meşale yakıldı.

Bu, oradaki bazı Fenerbahçelileri ‘‘tahrik’’ etmiş. Bunlar ‘‘Tecavüzcü Coşkun’’ gibi hemen tahrik oluyorlarsa bilemem. Ama yaptığımız iş son derece sıradan bir işti. İddiaların aksine şeref tribününe ne girdim, ne de kapısından kafamı uzattım.

Maç sonunda ise Fenerbahçeli bazı yöneticilerin tahriklerine kapılarak şeref tribününe saldırmak isteyen bazı Galatasaraylıları polisten önce ben engelledim. Buna İstanbul Emniyeti'nin müdürleri de tanıktır.

Şeref tribününden çıkan Mahmut Uslu'nun elini sıkan da bendim; Uslu, bana ‘‘Küfürler çok çirkin. Bizim annemiz kötü kadın değil’’ dediğinde, ‘‘Haklısınız ama her maçınızda bana 45 dakika sövülüyor. Benim sülalem de en az sizinki kadar şerefli’’ diyen de...

Olayların tamamı bundan ibarettir.

Galatasaray'ın haklarını koruyan tek kişi olarak sindirilmeye çalışılmam ve spor medyasının benden intikam alma isteği üst üste gelince ortaya bu ‘‘yalan’’ resim çıktı.

Tabii benim haklılığım da...

NOT: Değerli okurlar, bu yazıyı istemeyerek yazdım. Ancak beni okuyan sizlerin gerçekleri bilmeye hakkı var. Okuduğunuz yazar iyi bir Galatasaraylıdır. Ama bir çılgın değildir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Evrenin en büyük hırsızları, kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi tanıtmaya kalkışmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Uzanlar'ı kurtarmaya talip olanlar var

22 Eylül 2003
<B>UZAN </B>Ailesi'nin rezaletlerinin ortaya çıkmasında birbirlerine yolladıkları e-maillerin epeyce rolü olacak gibi görünüyor. Görünen bir başka gerçek de, ‘‘iş bitirici ve iş takipçisi’’ bir zümrenin bugünlerde Uzanlar'ın çevresine toplanarak, giderayak Uzanlar'ı biraz ‘‘yolma’’ çabası içinde oldukları. Star'ın Ankara'daki işlerini takip için göreve talip olan Hayrullah Mahmud, bu mail trafiğinde orta noktada ve ilginç yazışmaları polise de oldukça iyi ipuçları veriyor.

Bir dönem adı Özal'ın yakın çevresinde geçen İsmail Yıldız'ın Hayrullah Mahmud aracılığıyla Cem Uzan'a yolladığı bir mail, Uzanlar'ın durumu hakkında oldukça önemli ipuçları veriyor. İsmail Yıldız imzalı mail şöyle:

‘‘ ... ÇEAŞ ve KEPEZ'e el konulduktan sonra Uzan Grubu'nun başına gelecekler belliydi. Hayrullah Mahmud, Can Ataklı ve Coşkun Çoroğlu ile şirketi başına geleceklerden kurtarmak için çalışma başlattık.

... Ne Uzan Grubu Türkiye'nin en büyük grubu, ne de Cem Uzan'ın partisi seçimde % 15 oy oranına varacak bir strateji izledi. Agresif ticari geçmişiniz, kişisel hırslarınız, şirketinize ve kendinize zarar verdi. Bütün bu olanlardan sonra Kemal Uzan'ın asla yakalanmaması gerekiyor. Eğer yakalanır ve tutuklanırsa hükümet kontrolünü kaybeder. Sizin kurtulabilmeniz için 3 konsept var:

Derin Devlet Hükümet ABD


Bunların tamamı sizin üzerinize gelme kararlılığında. Bu haykalardan birini kendi tarafınıza çekmeniz gerekiyor. Sizi temsilen bu gruplardan biriyle anlaşmaya hazırız...

... Yardım için göreve talibiz...

... Hükümetle de anlaşabilirsiniz tabii. Ancak bize gelen duyumlara göre Tayyip Erdoğan bu işin sonuna kadar gitmekte kararlı.

... Bunlardan biriyle anlaşırsanız hükümetin kalesine gol atmış olursunuz.

... Genç Parti'yi bu olaylardan uzak tutun. Eğer tutmazsanız partinizin geleceği de tehlikededir.

... Bütün bunlar yapılmadığı takdirde onurunuzu, paranızı, hürriyetinizi kaybedebilirsiniz.’’

Kendini stratejist olarak tanımlayan İsmail Yıldız'ın Cem Uzan'a tavsiyeleri bunlar. Ayrıca ‘‘göreve de talip’’. Demek ki ‘‘becerikli’’ bir vatandaş.

Bir bölümünü sizlere aktardığım bu mail de Engin Saydam'ın Alkent'teki evinde yapılan aramada ele geçirildi.

İçeriği, size Uzanlar'ın şimdi ne yapmak istediğini herhalde anlatıyordur.

Uzanlar'ın adamına kira indirimi


YUKARIDA sizlere aktardığım ‘‘kurtarma teklifi’’, daha pek çok evrak gibi Cem Uzan'ın yakın adamı, Star TV İcra Kurulu Başkan Vekili, Genç Parti İstanbul 3. Bölge 1. sıra milletvekili adayı Engin Saydam'ın Alkent 2000 adını taşıyan ultra Lüks sitedeki evine yapılan baskında ele geçirildi.

Eve yapılan düzenli baskınlarla Uzan Ailesi'nin ve Uzan Grubu'nun kanun kaçağı fertleri aranıyor.

Evin polis tarafından yol geçen hanına çevrilmesinden ürken Engin Saydam, geçtiğimiz günlerde evinin kira kontratını değiştirdi.

Nedendir bilinmez dolar her gün değer kaybettiği halde, Engin Saydam'ın evinin kira kontratındaki 4 bin dolarlık aylık kira bedeli, geçen hafta değiştirilen kontratla 2 bin dolara indirildi.

İşin içinde Uzanlar'ın bir adamı olunca bu değişikliğin arkasındaki nedeni aramak herhalde İstanbul Defterdarlığı'na düşer.

Cem Uzan’ı herkes tanımış


BİR okurum Cem Uzan'ı ‘‘teke tek’’ konuşmaya çağırmamı ‘‘abesle iştigal’’ olarak yorumlamış.

Diyor ki, ‘‘O hiçbir zaman sizin karşınıza çıkamaz. Mitingine adam toplamak için ‘Konser arası konuşma', topladıklarını alanda tutmak için ‘Ekmek arası döner' gibi büyük icatların mucidi olan Cem Uzan, son olarak da ‘Maç arası kendi kanalında savunma' yapar ancak sizin karşınıza çıkamaz. Aslında sizin karşınıza çıkamayacağını siz de biliyorsunuz ama bence bu işin peşini bırakmayın. Şöyle bir teklif yapın. Gelsin Uzanzedelerle karşılıklı yayına çıksın. Onlara orada hesap versin. Hayatında tartışma programına çıktı mı hiç? O anca tek taraflı olarak efelik taslar.’’

Okurum haklı.

Cem Uzan ya kendi televizyonunda konuşur, ya da daha önce yanında çalışmış, Cem Uzan'ın nereden geldiği artık belli olan parasından milyon dolarları cebine indirmiş ‘‘ünlü anchorman’’lerin programlarında...

Benimkisi boşuna davet.

Nerde onda o yürek!

Abuk bir değerlendirme


PEPSİ'nin Milli Takım'la ilgili reklamları Türk sporseverlerini rahatsız ediyor. Reklamlarda önümüzdeki günlerde İngiltere ile oynayacağımız milli maç, ‘‘Türk futbol tarihinin en önemli maçı’’ olarak lanse ediliyor.

Daha 15 ay önce Dünya Kupası yarı finali oynamış, dünya üçüncülüğü için sahaya çıkmış bir takımın oynayacağı bir grup eleme maçı, neden tarihimizin en önemli maçı, sporseverler bir türlü anlayamıyor.

Pepsi'de bir bilen varsa anlatsın.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bazıları şana ve şöhrete doymayı öğrendiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Maganda dayağına dayanılır sonrasına dayanılmaz

20 Eylül 2003
<B>ŞAFAK Pavey'</B>i önceki gece Beyoğlu'nda dövmüşler. <B>Şafak'</B>ı hatırlarsınız. Gazeteci dostum Ayşe Önal'ın şanssız bir kaza sonucu, bir kolunu ve bir bacağını kaybeden kızı.

Şafak'ı geçen hafta görmüştüm.

Bir grup İsveçli gazeteciyle beraberdi.

Dövüldüğü gece de, aynı grupla beraber İsveç Konsolosluğu'ndaki bir toplantıdan çıkmışlardı. Toplatının konusu ise ilginçti: ‘‘Kadına yönelik şiddet.’’

Bir genç kızı, üstelik de bacağı ve bir kolu protez bir insanı, protezleri kırılıncaya kadar dövmek kesinlikle bir hayvanlık.

Ama hayvan her yerde var.

Bana sorarsanız bu ‘‘hayvanlıktan’’ daha vahimi, olayın ardından gelişenler...

Şafak'ın dövüldüğünü öğrenen annesi, hemen Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü'nü arıyor.

Orada telefona çıkan her kim ise ilk sözü şu:

‘‘Bu saatte orada ne işi varmış?’’

Sözün arkasındaki kasıt şu:

‘‘Doğru düzgün bir kadın, gece vakti Beyoğlu'nda gezmez. Demek ki, senin kızın or..pu. O zaman dayağı da hak etmiştir.’’

Ayşe,
kızının fiziksel durumunu da anlatınca, aldığı yanıt daha da hoş:

‘‘Hiç mi yürüyemiyor?’’

Ayşe
kızının yürüyebildiğini ama protezi kırıldığı için yürümesinin biraz güç olacağını söylüyor.

Yanıt daha da feci hale geliyor:

‘‘Bir hastaneye gitsin. Rapor alsın, raporla beraber bize gelsin.’’

Gece vakti, Beyoğlu'nda maganda dayağı yemiş 45 kiloluk, üstelik de engelli bir kızdan talep edilen bu.

İşte Avrupa Birliği hayali gören Türkiye'den bir gece manzarası. Üstelik de Türkiye'nin en Avrupalı kentinin, bir zamanlar çok daha Avrupalı olan semti Beyoğlu'nda.

Meclis'ten sabah akşam ‘‘Uyum Yasası’’ geçirseniz ne olur!

Bu kafaları da Meclis'ten paket edip geçiremezsiniz ya!

Boşat ve spor medyası

GALATASARAY-Fenerbahçe maçının hakemi belli olunca, hakemler aleyhine atıp tutma meraklısı olan Fenerbahçe yönetiminden çıt çıkmadı.

Çünkü durumdan memnunlar.

Muhittin Boşat, aşağı yukarı 10 yıldır 1. Lig'de maç yönetiyor.

Bu süre içinde Fenerbahçe, bu hakemle oynadığı 14 maçın 10 tanesini kazanmış...

Galatasaray ise Muhittin Boşat yönetiminde oynadığı 13 maçın sadece 5 tanesini kazanabilmiş...

Geçtiğimiz on sene içinde, Galatasaray'ın, liglerde çok daha fazla galibiyet aldığı göz önüne getirilirse; Muhittin Boşat'ın FB ve GS istatistiklerinin ne anlama geldiği de açıkça ortaya çıkıyor.

Boşat'ın son yönettiği Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında oynanan iki maçta üç Beşiktaşlı oyuncuyu nasıl oyundan attığını hatırlayınca bu istatistik iyice anlamlı oluyor.

Aslına bakarsanız, maç öncesi hakem yazmayı pek sevmiyorum. Ve diyeceksiniz ki, ‘‘O zaman bu yazıyı niye yazdın?’ Ben bu yazıyı, Galatasaray düşmanı, ‘‘şerefsiz’’ spor medyasının ipliğini pazara çıkarmak için yazdım. Çünkü istatistik tam tersi olsaydı, ‘‘Galatasaray, Boşat'la kaybetmiyor’’ diye başlık atarlardı. Şimdi ise gıkları çıkmamış.

Uzanlar'dan o parayı alamazsınız

UZAN Ailesi tarafından kiralandığı su götürmeyen bir grup ‘‘çapulcu’’, önceki gün Kanal D'nin önüne geldiler. Paralarını iç eden sanki benmişim gibi sövüp saydılar. Eminim ki, pek çocuğunun İmar Bankası'nda hesabı yoktu. Grubu yönlendiren kadın ise keyifli bir şekilde söverken, yüzünde parasını yitirmiş bir mağdurun ifadesinden çok eğlenen bir insanın ifadesi vardı.

Bunlar Uzanzedeler değildi. Çünkü İmar Bankası'nda hesapları olsaydı, benim onların hakkını arayan tek kişi olduğumu bilir, yıllardır yaptığım uyarıları dinlemedikleri için başlarına gelen bu durumdan onların en az kayıpla kurtulması için uğraştığımı görür ve kapımın önüne gelip ‘‘haysiyetsizce’’ bağırmazlardı.

Bu yüzden ben bu çapulcu grubuyla gerçek Uzanzedeleri aynı kaba koymayacağım ve Uzanzedelerin haklarını aramaya devam edeceğim.

O çapulcular ise yarın gidip Genç Parti önünde eylem yaparlarsa hiç şaşmam.

Çünkü benim tanıdığım Uzanlar, beni protesto etmeleri için bunlara vaat ettikleri parayı da ödemezler.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Maça giden çocuklarımız için, Bağdat'a giden askerlere kaygılandığımız kadar kaygılanmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Derbide bir yanlıştan dönüldü ya diğerleri

19 Eylül 2003
<B>İSTANBUL </B>Valisi <B>Muammer Güler </B>sabah erken saatte aradı. Galatasaray-Fenerbahçe maçı ile ilgili olarak yazdıklarımı okumuş. ‘‘Çocuklardan tampon bölge oluşturulması fikrinden vaçgeçtik’’ dedi.

‘‘İyi yaptınız. Çünkü oraya gelecek holiganlar, Galatasaray forması giymiş çocukları bile tanımazlar’’ dedim.

Kimse yanlış anlamasın; Galatasaraylı holiganlar da Fenerbahçe forması giymiş çocukları tanımazlar. Onların haleti ruhiyesi bu.

İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah bu fikri iyi niyetle ortaya atmış.

Onun niyeti, taraftarlara ‘‘Bakın çocuklar bile bir arada nasıl oturuyor. Siz niye oturamıyorsunuz’’ demekmiş.

Keşke bu ‘‘sorun’’ bu kadar iyi niyetle çözülebilse.

Vali Güler, maçın saat 16.00'ya alınmasının nedenini ise stadın ve çevresinin ışıklandırılmasının yeterli olmamasına ve bir elektrik kesintisi halinde çıkabilecek olaylara bağladı.

Ardından Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay aradı.

O da Atatürk Olimpiyat Stadı'nın prematüre bir stat olduğunu, jeneratör sisteminin yetersiz ve hatalı, çevre düzenlemesinin ise yapılmamış olduğunu söyledi.

Atalay da maçın gündüze alınmasının gerekçesini buna bağladı.

Hem stat içinde, hem de stat çevresinde yeterli aydınlatma olmadığını, bu yüzden de olay çıkması halinde emniyetin müdahale etmekte güçlük çekeceğini, bu yüzden maçı erken saate aldıklarını belirtti. GSGM Genel Müdürü'ne, stada kendilerine ayrılan yerin dışında Fenerbahçeli gelmesi halinde ne yapacaklarını sordum.

‘‘Net değil. Bunların grup halinde kombine bilet aldığı söyleniyor. Böyle bir durumda çevrelerinde güvenlik tedbiri alıp enterne edebiliriz. Dışarı da çıkarabiliriz’’ dedi ve buna İstanbul Emniyeti'nin karar vereceğini söyledi.

Geçen yıl Saracoğlu Stadı'nda kendilerine ayrılan yerde oturan Galatasaraylıları ‘‘güvenlik’’ gerekçesi ile stattan atan Emniyet'in, Galatasaray Stadı'na ‘‘illegal’’ bir biçimde sızan Fenerbahçeli fanatikleri o statta tutacağını hiç zannetmiyorum. Sezon başından beri tel örgüsüz oynanan maçlarda tek bir olay çıkmayan Galatasaray Atatürk Olimpiyat Stadı'nda, bu maçta bir olay çıkarsa bunun sorumlusu İstanbul Emniyeti olacaktır. Başkası değil...

Bakan Akşit: Asıl sorun tinerci büyükler

KADIN ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit aradı. 12 Eylül günü kaleme aldığım ‘‘tinerci çocuklar’’la ilgili yazım için aramış.

‘‘Bir şeyler yapıyoruz. Ama sorun çok büyük’’ dedi.

Bakan Akşit, tinerci veya sokak çocuğu olarak adlandırılan bu çocuklara ‘‘sokakta yaşayan çocuklar’’ diyor. Bakana göre bu çocuklar, pek çoğu göçle gelmiş, ekonomik açıdan zor durumdaki ailelerin evlerini terk etmiş çocukları. Bunlarla ilgili olarak İstanbul pilot bölge seçilmiş ve 5 bakanlığın işbirliği ile çalışılıyor. Sağlık, İçişleri, Adalet, Milli Eğitim ve Sanayi Ticaret Bakanlıkları, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın koordinasyonunda çalışıyor. Yerel sivil toplum örgütleri ve özellikle sanayi ve ticaret odaları da bu çalışmaya dahil ediliyor.

Uzun vadeli ama sonuç almaya yönelik bir çalışma.

Bakana göre asıl sorun bu çocukların ‘‘büyümüşleri’’.

Çünkü 18 yaşını geçen, asıl tehlikeyi yaratan ve küçük çocukları da suç için örgütleyenler büyükler. Ancak onlar için emniyetin alacağı tedbirler dışında bir çözüm yok. Yani suça bulaşmadan önce 18 yaşını geçmiş olanları toplayıp rehabilite etmek mümkün değil. Bakan Akşit, bu konuda bir yasal düzenleme talebinde olduklarını söylüyor.

Bu reklam baş ağrıtmalı

GENÇ Parti Genel Başkanı, tamamı aranan Uzan Ailesi'nin şimdilik aranmayan tek ferdi Cem Uzan'ın, televizyonunda reklam olarak yayınlanan konuşması giderek daha çok ilgimi çekiyor.

Bu konuşma ile ilgili olarak devletin resmi kurumlarının ne yapacağını merak ediyorum.

İlk olarak RTÜK... Bu konuşmayı içerik olarak mutlaka inceliyordur. Ona karışmam. Ancak bu konuşma eğer reklam olarak yayınlanıyorsa, Şampiyonlar Ligi'nin devre arasında yani en pahalı reklamların olduğu yerde yayınlanıyor. Genç Parti acaba bu reklamı yayınlamak için Star'a kaç para verdi? Star bu reklamın bedelini her ay RTÜK'e yolladığı reklam gelirleri arasında gösterecek mi? Gösterecekse kaç lira olarak gösterecek? Diğer taraftan Yargıtay Başsavcılığı, bu reklamların nasıl verildiğini, içeriğinin Siyasi Partiler Yasası'na uygunluğunu inceliyor mu? Ve tabii partileri mali açıdan inceleme yetkisine sahip olan Anayasa Mahkemesi, su gibi para harcayan Genç Parti'nin gelirlerini nereden ve nasıl elde ettiğini, bu paraların kaynağının yasal olup olmadığını hiç ele aldı mı? Bütün bunlar şimdiye kadar yapılmadıysa bunun sebebi ne?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Her hatası hoşgörülen ve affedilen çocuğun, adam olma olasılığının çok düşük olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Böyle derbi olmaz olsun!

18 Eylül 2003
<B>İSTANBUL'</B>a müthiş bir vali geldi diye sevinmiştim. Ancak görüyorum ki, o müthiş vali'yi İstanbul'da boğdular. O harika vali, kendi emrindeki bazı birimlere boyun eğiyor. Galatasaray-Fenerbahçe derbisi ile ilgili yapılan toplantı bunu bir kez daha açıkça ortaya koydu.

Güvenlik toplantısı adı altında bir komedi düzenlendi ve bu komediden ‘‘trajedik’’kararlar çıktı.

Maç saati 16.00'ya alındı. Bakalım Saracoğlu Stadı'nda oynanacak maç da aynı saate alınabilecek mi? Eğer mesele güvenlikse, Saracoğlu Stadı'ndan daha emniyetsiz bir yer Bağdat'ta bile yok.

Hadi onu geçelim.

Fenerbahçeli taraftarlarla Galatasaraylı taraftarların arasına çocuklar oturtulacakmış.

Pes. Bu gibi deplasmanlara giden taraftarların yüzde 90'ı normal değil. Saracoğlu'na giden Galatasaraylının da, Ali Sami Yen'e gelen Fenerbahçelinin de büyük bölümü ‘‘holigan’’.

Kimi hapçı, kimi tinerci. Kendini taşıyan otobüsü bile kıran döken adam.

Bunların yanına çocuklar konulacakmış ki, utanıp edepli otursunlar.

Onların yanına kendi çocuklarını, analarını babalarını koysan tanımazlar.

Ama belli ki, İstanbul Emniyet Müdürü de bunları tanımıyor ve hayal üretiyor.

Aslına bakarsanız, bunca hazırlık, bunca güvenlik tedbirine yazık.

Fenerbahçe deplasmanına Galatasaraylı, Galatasaray deplasmanına Fenerbahçeli gitmez, olur biter.

Hem taraftara yazık, hem de orada görev yapacak on binlerce polise.

Polis savaşa hazırlanır gibi maça mı hazırlanır Allah aşkına.

Biri küçülürken diğeri büyüdü


GEÇENLERDE bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Türkiye'de yargının içinde bulunduğu durumdan ve bir Yargıtay Başkanı'nın tanımlaması olan ‘‘Yargı cüzdanla vicdan arasına sıkıştırılmamalıdır’’ şeklindeki gerçekten söz ediyoruz..

Arkadaşım şöyle bir soru sordu:

‘‘Fatih 9 milyar dolar çalsan ve yakalansan. Kurtulmak için bunun ne kadarını gözden çıkarırsın?’’

‘‘Ben çalmam’’
dedim.

‘‘Yahu de ki çaldın. Ne kadarını kurtulmak için verirsin?’’

‘‘Gerekiyorsa tamamını bile veririm’’
dedim.

‘‘Tamamını vermene gerek yok. Bunun yüzde 1'ini harcasan bile Türkiye'de satın alamayacağın yer yok’’ dedi.

İnanmak istemedim ama haklıydı.

Bu paranın yüzde biri 90 milyon dolar ediyordu.

90 milyon dolar da yaklaşık 140 trilyon Türk Lirası.

Çalınan paranın yüzde biri.

Bu parayla kim bilir kimler cüzdanla vicdan arasına sıkıştırılabilirdi.

Türkiye'de baklava çalan çocukların hapis yatıp, milyarlarca doları çuvalla kaçıranların ‘‘saygın işadamı’’ olarak dolaşmasının nedeni buydu.

Vicdanlar giderek ‘‘küçülürken’’ cüzdanlar giderek büyüyordu.

Cem Uzan’ın söyleyemedikleri


UZAN Ailesi'nin vitrindeki ferdi parti genel başkanı Cem Uzan televizyonuna çıkıp konuştu. Ailesine yapılan haksızlıklardan söz etti.

Devletin el kolduğu İmar Bankası'ndaki mudilerin paralarını ödemediğini söyledi.

Ama kendilerinin hesapları ortadan kaldırdığını, kayıtları yok ettiğini ve vatandaşın bu yüzden mağdur olduğunu, devletin ortada kayıt olmadığı için para ödeyemediğini anlatmadı.

İmar Bankası'ndan Hazine Bonosu alanların paralarının ödenmemesini eleştirdi. Ama İmar Bankası'nın vatandaştan topladığı paralarla Hazine Bonosu almadığını, bu yüzden de ortada parası ödenecek bir bono olmadığını, İmar Bankası'nın Hazine Bonosu değil, ‘‘Uzan bonosu’’ sattığını söyleyemedi.

Ülke çapında yatırım yaptıklarını söyledi ama aldıkları fabrikaları kapattıklarını, işçilerini işten çıkardıklarını, işleyen fabrikaları işlemez hale getirdiklerini anlatmadı.

Cem Uzan televizyonunda aslında şunu dedi: ‘‘Ey ahali ben milyonlarca dolarlık yatlara binen, siz bir otomobil alacak para bulamazken helikopterlerle gezen, bu sefahat aleminde yaşamak için müthiş bir düzen kuran bir ailenin ferdiyim. Ama bugün bu düzenim bozuldu. Milyarlarca dolarım tehlikede. Ne olur bana sahip çıkın ki, ben zengin bir adam olarak yaşamayı sürdürebileyim.’’

Cem Uzan'
ın pek çok kişi ve kurumu mağdur ederek oluşturduğu serveti koruması vatandaşın ne kadar umurunda merak ediyorum.

Niye gelemedin Cem?


CEM Uzan, hiçbir televizyon kanalının kendisini ekrana çıkarmaya cesaret edemediğini, bu yüzden kendi televizyonuna reklam verdiğini söylüyor. Külliyen yalan.

Ben burada kendisine bir kez daha açık çağrı yapıyorum.

Gel. Söz ettiğin cesaretinin yüzde birine sahipsen gel.

Gel de seninle şu son 10 yılda yaptıklarını konuşalım.

Söz. Babanın gençlik yıllarına kadar gitmeyeceğim. Hadi gel.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Rejimler korkuların değil, rejimin mutlu ettiği halkın omuzlarında yükseldiği zaman.
Yazının Devamını Oku

ABD Irak'ta dost değiştiriyor

17 Eylül 2003
ABD tarafından kurulan ve Irak yönetimi olarak adlandırılan ‘‘Geçici İdare Konseyi’’nden gelen açıklamalar Türkiye'de kafaları karıştırıyor.. Bir tarafta ABD Türkiye'nin Irak'a asker yollamasını istiyor, diğer tarafta ABD'nin kurduğu Konsey'in ve bu konseyin altında çalışan hükümetin üyelerinden bazıları Türkiye asker yollamasın diyor. Bu da haliyle Türkiye'deki kafaların karışmasına neden oluyor.Bu konu ABD'nin de derdi. Gelişmeleri kısaca özetleyeyim de bu karışık durumu siz de çözün. ABD, Irak'ı işgal ettikten sonra buraya ‘‘Genel Vali’’ yetkileriyle donattığı Jay Garner'ı atadı. Uzun zamandan beri Irak meselesiyle ilgilenen ve Saddam döneminde başta Kürtler olmak üzere Irak'taki muhalif gruplarla yakın ilişkisi olan Garner, geçmişten tanıdığı ve Irak'ta toplumsal tabanı olduğunu düşündüğü 5 kişiyi konseye aldı. Bunlar Irak Ulusal Kongresi'nin Başkanı ve Pentagon'un adamı Ahmet Çelebi, Pentagon'un nefret ettiği ama CIA'nın adamı olan Irak Ulusal Şûrası lideri Ayet Alavi, Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi'nin siyasi lideri Abdülaziz El Hakim (ağabeyi geçtiğimiz günlerde bir suikast sonucu öldürülen Şii lider) ve iki tanıdık isim Mesut Barzani ile Celal Talabani. Garner'a göre Irak'ı bu beş kişiyle elde tutmak ve yönetmek mümkündü. Jay Garner çuvallayıp, yerine devlet adamı kimliği ağır basan Paul Bremer atanınca Konsey'in yapısı değişti. Irak'taki çeşitli etnik veya dini grupları temsil eden 20 yeni üye konseyde ağırlık kazandı. Garner'in dayandığı ve Irak'ın yeni sahibi olma hayalleri kuran bu 5'li oluşum şimdi tedirgin. ABD'nin politika değiştirdiğini ve Irak'ta yıllardır hayalini kurdukları gücü ele geçiremeyeceklerini düşünen bu grup, Türkiye'nin asker yollamasına bazen açıkça, bazen ise ima yoluyla karşı çıkıyorlar. ABD ise bunlara güvenerek geleceğin Irak'ını inşa edemeyeceğini anlamış durumda. Garner'in bu beşlisi, şimdi ABD'nin de Irak'tan bir an önce çekilmesini talep ediyorlar. Çünkü ABD'nin kendilerine güvenmediğini anlamış vaziyetteler. Türkiye'nin asker yollama kararı, aslında Irak'ı gelecekte kimin yöneteceği konusunda da belirleyici olacak. Bu yüzden de Türk askeri şimdi Irak'ta iç politika malzemesi. 28 Şubat tipi tekzipEMEKLİ Orgeneral Çevik Bir ile Teke Tek'te konuştuk. 28 Şubat'la ilgili pek çok soruma yanıt verdi. Vatan Gazetesi'ndeki dizide kendisine yöneltilen iddiaları sordum, yanıtladı. Program sırasında bir şeyi sormayı unuttum. Türkiye Gazetesi'nin patronu Enver Ören'i çağırıp fırçaladığı iddiasını program bittikten sonra sorabildim. ‘‘Doğru’’ dedi, ‘‘Enver Ören'i aradım. Kalkıp Genelkurmay'a geldi. Ama konunun 28 Şubat'la şunla bunla álákası yoktu.’’‘‘Neyle álákası vardı’’ diye sordum. ‘‘Bir yazarları emekli bir kuvvet komutanı ile ilgili olarak çok çirkin bir iddia ortaya atmıştı. Bunun için aradım. Geldi. Geldiğinde bayağı korktuğu belliydi. Kendisine o iddiaların yalan olduğunu gösteren belgeler gösterdik. Konuyu öğrenince rahatladı. Epey sohbet ettik. Sonra gitti ve yalan haberi de düzelttiler. Hepsi bu’’ dedi. Enver Ören hayatta. Doğru değilse, doğru değil der. Hangisi israf FORMULA 1'in Türkiye'de yapılmasına olanak sağlayacak anlaşmanın imzalanması ve pistin yapımına başlanması ile birlikte benim 1980'li yılların ortasından beri gördüğüm bir rüya gerçekleşme aşamasına geldi. Bu işin değerini ilk anlayan rahmetli Turgut Özal olmuştu. Sonra Ecevit hükümetinde konu bir daha canlandı. Dönemin Turizm Bakanı Mumcu sahip çıktı ve ilk adımlar atıldı. Sonrasında Başbakan Erdoğan ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin büyük destek verdiler ve bu aşamaya gelindi. Şimdi birtakım muhalifler türedi. Bunların bazıları benim meslektaşım. Hatta çoğuyla aynı medya grubunda yazıyoruz. Bu işe karşı çıkıyor, bunun israf olduğunu söylüyorlar. Bu kafa çağdışı bir kafa. Her türlü yeniliğe kapalı, Türk insanının tek tip giyinip, 2 silindirli Trabant otomobile binmesini isteyen ama bunu yazmaya korkan kafalar. Yapılacak pisti yılda 1 kez yapılacak bir yarıştan ibaret zanneden kafalar. Oysa Türkiye, bir otomotiv ülkesi olmaya çoktan soyundu. Bir otomotiv ülkesi düşünün ki, bırakın yarışı otomobillerin testlerini yapmaya yarayacak tek bir pisti bile yok. Avrupa'da her ülkede onlarca yarış pisti var. Bu kafalar Türkiye'de ilk kez bir yarış pisti yapılacak olmasını israf sayıyorlar. Ne o, 50 milyon dolar harcanacakmış. Orada her yıl yapılacak yarışlarla sağlanacak gelir ve bunların yayınlanmasıyla yapılacak tanıtımın farkında bile değiller. Ama zaten onların meselesi 50 milyon dolar değil ki!Onlar çağdaşlığa, yeniliğe, kendi küçük kafalarında olmayan her şeye karşılar. Mesele sokağa atılan para olsaydı tek başlarına 9 milyar dolar, yani 180 Formula 1 pisti parasını iç eden Uzanlar'ı yazarlardı. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Yazarlardan sadece yazdıklarının değil yazmadıklarının veya yazamadıklarının da hesabı sorulduğu zaman.
Yazının Devamını Oku