Fatih Altaylı

Bu BDDK'dan memnun olan var mı?

13 Ekim 2003
<B>BDDK'</B>dan herkes şikáyetçi. Bankazede de, hortumcu da, bankaya borçlu olan da, bankadan alacaklı olan da... Bu kadar hoşnutsuz bir kitle yaratmak BDDK'nın en büyük ve belki de tek başarısı olsa gerek.

İzmir'den bir grup esnaf bir mektup yollamış.

İzmir'in modern yerleşim merkezlerinden Mavi Şehir'deki alışveriş merkezinde işyerleri olan kiracılar.

Buranın sahibi EGS Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı.

EGS Bank'a el konulduğu günden bu yana buranın kontrolü de BDDK'da.

Bu alışveriş merkezinde İş Bankası'nın haczi var.

Kiracılar bu nedenle kiralarını bu haciz dosyasına ödüyorlar.

Ancak gelecekle ilgili kimsenin bir fikri yok.

Kiracı esnaf ‘‘Ne olacak?’’ diye sormak için BDDK'yı arıyor.

Ancak muhatap bulamıyor.

Káğıt üzerinde buradan sorumlu olan kişi, benim yazılardan tanıdığınız Hasan Tengiz.

Ancak aylardır izinli olduğu söyleniyor.

Yerine bakan S.Lütfü Asar, sanki başka çok önemli işleri varmış da onları yapıyormuşçasına telefonlara çıkmıyor.

Esnaf tedirgin.

Buradan ekmek yiyenler tedirgin.

BDDK ise her zamanki vurdumduymazlık içinde.

Sadece burada değil, EGS'den BDDK'ya intikal eden Bornova ve Denizli'deki alışveriş merkezlerinde de durum aynı.

BDDK işte böylesine ‘‘yaptığı işle ilgisiz’’ bir kuruluş.

Ecevit hükümetinin, IMF'yle beraber bu ülkenin başına açtığı bir dert.

Bakalım bu kurumu ‘‘adam etme’’ görevini hangi hükümet başaracak?..

Çok merak ediyorum...

Ne olacak bu Galatasaray'ın hali?


SON günlerde beni en çok sinirlendiren soruyu başlığa koydum.

‘‘Hali ne olacak?’’ diye sorulan takıma bakın.

Müzesinde bir UEFA Kupası var.

Yetmemiş, yanında bir Süper Kupa var.

Türkiye Ligi'nde hiçbir takımda olmayan Lig Şampiyonluğu Kupası var.

Türkiye'de hiçbir takımda daha uzun yıllar olmayacak kadar çok Türkiye Kupası var.

Ne olacak bu Galatasaray'ın hali ha!

Geçen yıl son üç haftaya kadar başa baş götürdüğü ligde hakem oyunları ile şampiyonluğu kaybetmiş...

Bu yıl şimdilik birkaç puan geride ama daha ligin sonuna kadar uzun bir yol var.

Ayrıca farz et ki bu yıl da şampiyon olamadı; rakiplerinin Galatasaray'ın sahip olduklarına sahip olmaları için kimbilir daha kaç yıl gerek.

Bütün bunlara rağmen ne olacak bu Galatasaray'ın hali.

Bu sorunun altında aslında büyük bir haset var.

‘‘Gördünüz mü gününüzü’’ demeye çalışan bir ezilmişlik var.

Galatasaray'a Avrupa Şampiyonu olduğu zaman bile ‘‘efsane’’ demeye yanaşmayanların, tek bir Chelsea galibiyetiyle Beşiktaş'ı ‘‘yeni efsane’’ diye sunarak Galatasaray'ın başarılarını unutturma arzusu var.

Peki Galatasaray'ın hiç suçu yok mu?

Var, olmaz olur mu?

Galatasaray benliğini kaybediyor.

Öncü kimliğini kaybediyor.

Ufkunu, bakış açısını kaybediyor.

Hızla ‘‘mediocre’’ yani sıradan, alelade bir kimliğe bürünüyor.

Kendiyle yarışmayı bırakıyor.

İçine kapanıyor.

Ama kimse merak etmesin.

Bu bakış açısı Galatasaray'da kalıcı olmaz.

Ya Galatasaray'ı yönetenler bakış açılarını değiştirirler, ya Galatasaray onları değiştirir.

Bu değişimden sonra da Galatasaray, yine o büyük hedeflere doğru koşar adım yürür.

‘‘Ne olacak bu Galatasaray'ın hali’’ diye soranlar üzülmesin.

Diğer takımların bir gün geçmeyi düşündüğü yolları biz çoktan geride bıraktık.

NOT: Galatasaraylılar ‘‘Eski Açık Sarı Desene’’ filmini bir izlesinler. Emin olsunlar ki, bu filmi izledikten sonra tribünde daha içten bağıracak, futbolculara kızarken de daha insaflı olacaklar.

Tarımda destek yok köstek var


SELÇUK Yaşar uzun bir mektup göndermiş.

Okuyunca içim karardı.

Gelişmiş ülkeler, daha önce de yazdığım gibi, terörü körüklemek ve üçüncü dünyanın nefretini toplamak pahasına da olsa kendi tarımsal üretimlerini destekliyorlar.

Cancun Zirvesi'nde bu konudaki kararlılıklarını bir kez daha teyit ettiler.

Bizde ise destek bir yana, ağır köstekler var. Yerli üretim neredeyse cezalandırılıyor ve Batı'nın haksız rekabetine açık hale getiriliyor. Gıda sektörüne neredeyse yarım yüzyılını vermiş olan Selçuk Yaşar'ın bence çok önemli görünen bir talebi var. 1983 yılında kaldırılan Hayvancılığı Geliştirme Genel Müdürlüğü ve Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü'nün yeniden ihdas edilmesini istiyor. Özellikle terör döneminde büyük darbe yiyen hayvancılığı canlandırmak için yerinde bir talep.

Umarız Tarım ve Köyişleri Bakanı Prof. Dr. Sami Güçlü bu konuyu gündemine alır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Sporda rekabet edebildiğimiz ülkelerle, diğer alanlarda da rekabet edebilmeyi hedeflediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Edelman'dan bir öngörü: Check point Silopi

11 Ekim 2003
<B>ABD'</B>nin Ankara Büyükelçisi <B>Eric Edelman </B>geçtiğimiz hafta içinde İstanbul'da önemli bir yemekteydi. Katılımın son derece sınırlı olduğu yemekte, Türkiye'deki Amerikan şirketlerinin tepe yöneticileri bulunuyordu.

Edelman yemekte hem fikir alışverişinde bulundu, hem de Türkiye'de kısa sürede edindiği intibaları anlattı.

Edelman, Türkiye'ye geleceğinin çok önceden belli olmasının kendisi açısından büyük bir şans olduğunu söyledi. Türkiye'ye geleceğini öğrenince, senatoda Türkiye yandaşı ve Türkiye karşıtı olarak bilinen senatörlerle görüşmeler yapmış. Nabız tutmuş.

Eric Edelman, Türkiye'nin Yeni Dünya Düzeni içinde çok önemli bir pozisyona sahip olabileceğini düşünüyor.

Edelman'a göre bu pozisyon geçmişin, daha doğrusu Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyasında Federal Almanya'nın pozisyonuyla eşdeğer.

O dönem tehdit olarak görülen ‘‘Komünist Blok’’ ile ‘‘Batı’’ arasındaki geçişi sağlayan ülke Almanya'ydı. Şimdiki ‘‘terörist’’ tehdit ile Batı arasındaki ülke Türkiye.

Edelman, Türkiye'nin ‘‘Batı’’ ile ‘‘Doğu’’ arasındaki yeni geçiş noktası olacağını düşünüyor. Yani bir anlamda yeni ‘‘Check point Charlie’’, bizim Silopi olacak.

Bu durumun Türkiye'de büyük olanaklar yaratacağını düşünen ve Türkiye'nin AB üyeliği fırsatını kaçırmaması gerektiğini söyleyen Büyükelçi Edelman'ın AB karşıtlarına da bir tavsiyesi var: ‘‘AB ile ilgili konuları ele alırken bardağın dolu tarafına bakın.’’

Edelman'
ın yabancı şirketlerin temsilcileri ile konuşurken değindiği bir başka önemli konu ise Türkiye'nin yabancı sermayedeki atıl kapasitesi.

Burada iki önemli noktaya dikkat çekiyor:

Bürokrasi.

Hukuk.

Türkiye'de bir yatırımı hayata geçirebilmek için harcanan sürenin ortalama 1.5 yıl olması son derece caydırıcı.

Ancak daha da caydırıcı olan hukuki altyapı.

Motorola'nın dolandırılması berbat bir örnek olarak duruyor.

Bunun yanı sıra başta ilaç sektörü olmak üzere ‘‘lisans haklarına’’ yönelik ihlaller yabancı yatırımı kaçırıyor.

Büyükelçi Edelman bu sorunlar hallolmadan Türkiye'nin büyük olanaklarına rağmen hak ettiği fırsatları yakalayamayacağı görüşünde.

Büyükelçinin diğer tespitlerini de bir başka yazıda aktarırız.

Bir kazık da Goebbels'e


HABERİ okuyunca çok güldüm.Cem Uzan'ın ve artık dağılmakta olan partisinin reklamcısı Ali Taran, Uzan ile yollarını ayırmış.

Nedeni ise Ali Taran'ın da İmarzede olmasıymış.

Ali Taran'ın İmar Bankası'nda 3 milyon doları varmış.

Banka gidince, Taran parayı Uzan'dan istemiş.

Uzan da ‘‘Aldıklarına say’’ yanıtını vermiş.

Ali Taran, aslında yıllardır herkese bu şekilde davranan Uzan'la yollarını ayırmış.

Ey Ali Taran!

Sen bu adamı allayıp pullayıp bu memleketin başına bela etmeye çalıştın.

Ya bizim gibi buna karşı olanlar seslerini yükseltmeseydi ve sen üç kuruş para karşılığı bu adamın seçilmesini sağlamış olsaydın...

Şimdi ne yapacaktık?

Sen 3 milyon dolarını kurtaramadığın için bu vatandaşla yollarını ayırdın.

Peki biz memleketi kurtarmak için ne yapacaktık?

Allah tarafından başarısız oldun Ali Taran... Allah tarafından.

Küçük taban, büyük tabanı yer mi?


AKP iktidarı, geldiği günden bu yana Türkiye'yi gereksiz gerilimlere sokmamak için büyük çaba gösterdi.

Bu çabaların karşılığını da aldı.

En karşı kitlede bile bir ‘‘kabulleniş’’, tarafsızlarda bir ‘‘saygı’’ uyandırdı.

Türkiye, yaklaşık 1 yıldır toplumsal gerilimlerden ve kutuplaşmalardan uzak bir dönem geçirdi.

Ancak YÖK Yasa Tasarısı, bu ‘‘toplumsal barış’’ ortamını zorlayan ilk adım oldu.

Ardından imam hatip liselerinin üniversiteye girişleriyle ilgili olarak Meclis'e sevk edilen düzenleme ikinci darbeyi indirdi.

Türkiye'nin bugün için birincil gündemi olmayan bu iki konu için, Türkiye'de yeni gerginlikler yaratmak anlamsız.

AKP büyük ihtimalle tabanın bir bölümünün ‘‘tezkere tepkisi’’ni bu yolla azaltmaya çalışıyor.

Ama unutmasın ki, AKP'nin tabanı artık çok geniş.

Ve o geniş taban ‘‘huzur’’ istiyor, gerginlik değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Durmuş bir saatin bile günde iki kez doğruyu gösterdiğini unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Maliye Bakanı, ek vergiyi yatırdı mı?

10 Ekim 2003
<B>MALİYE </B>Bakanı <B>Unakıtan,</B> iptal Ek Taşıt Vergisi'ni ödeyenlerin bir sonraki vergiyle mahsuplaşmaları için, <B>‘‘Böyle bir şey yapmayı düşünmüyoruz’’ </B>demiş. Basiretli devlet adamı tavrı bu olsa gerek.

Şimdi ben bir şeyi merak ediyorum.

Acaba Kemal Unakıtan, kendi adına kayıtlı aracın Ek Taşıt Vergisi'ni ödedi mi?

Yakınları ödediler mi?

Maliye Bakanımız bu ödemeyi yaptığına dair bir makbuzu lütfedip de bize gösterir mi?

Çünkü Maliye Bakanımız kendi arazisini de kurtaracak olan 2B Yasası'nı çok savunuyordu.

Mahsuplaşmaya karşı olmasının nedeni, kendi vergisini yatırmamış olması olabilir mi?


Her araç Türkiye’deki yakıtı kullanamaz

TÜRKİYE'nin en büyük otomobil ithalatçılarından biriyle sohbet ediyoruz. Temsil ettikleri markaların bazı modellerini Türkiye'ye getirmedikleri için sitem ediyorum. ‘‘Getiremiyoruz’’ diyor. Çünkü üretici firma bu modellerin Türkiye'ye ithal edilmesine izin vermiyormuş. Nedenini soruyorum. Kısa bir yanıt alıyorum:

‘‘Yakıt.’’

Özellikle dizel araçların yüksek güçlü motorlara sahip olanları Türkiye'ye yollanmıyormuş. Zira Türkiye'deki yakıt kalitesi, daha doğrusu ‘‘yakıt kalitesizliği’’ bu motorların hem performansını etkiliyor, hem de ömrünü kısaltıyormuş. Normalde 200 bin kilometre sorunsuz gitmesi gereken bir dizel motor, Türkiye'de ancak 50-60 bin kilometre gidebiliyormuş. O da şansınız varsa...

Üretici firmalar, bu motorları Türkiye'deki yakıt kalitesine uyarlamak için epey uğraşıyorlarmış ama bazı motorlarda bu mümkün olamıyormuş.

‘‘Sizin getirmediğiniz bu gibi modelleri gri piyasa denilen galericiler getiriyor. Onların getirdiği araç çalışıyor da sizin ki mi çalışmıyor’’ diye sordum.

Meğerse en büyük sorunları buymuş.

‘‘Galericiler bu araçları getiriyor. Almanya'da alıyorlar ve getiriyorlar. Tabii bu araç Türkiye ile ilgili hiçbir özelliğe sahip değil. Biz ister istemez bunların da arızalarına garanti kapsamında bakmak zorundayız ama biz baksak bile bu otomobiller Türkiye'de hiçbir zaman doğru düzgün çalışmıyorlar. Sürekli arıza çıkartıp servise geliyorlar. Türkiye için yapılmadıklarından parçaları da stokta olmuyor. Küçük bir parça için haftalarca serviste bekledikleri oluyor. Galeriden bile araç alacak olanlar distribütörün getirmediği modellere itibar etmesinler’’ diyor. Aynı distribütör, ‘‘Aslında yakıt sorunu bütün araçlar için geçerli’’ diye uyarıyor. Türkiye'de kullanılan benzin de AB için tamamen standart dışı. 98 oktan olması gereken kurşunsuz benzin, Türkiye'de 95 oktan. O da lafta. Diğer benzin türlerinde de kalite Avrupa'nın çok çok altında. Türkiye'deki ithal otomobillerin káğıt üzerindeki tüketim ve performans değerlerini yakalaması bu nedenle imkánsız.

‘‘Bu kalitede yakıt Türkiye'de üretilemez mi?’’ diyorum.

‘‘Mesele üretim değil’’ diyor.

Mesele Türkiye'deki bayi ağı.

Rafineriden tankere, tankerden istasyondaki depoya, depodan pompaya kadar baştan sona bir değişim gerekiyormuş. Bunun için adımlar atılmış ama ağır maliyetlerden dolayı gelişme çok yavaş oluyormuş. Bunları dinleyince keyfim kaçtı. Türkiye'de otomobile daha fazla para ödeyip daha az performans alıyoruz.

Duble kazık...

Yazdık, cezayı yedi

İSTANBUL Esnaf ve Sanatkár Odaları Birliği'nden bir mektup geldi. Birkaç ay önce bu köşede bir halk otobüsünün TEM bağlantı yolunda emniyet şeridini ihlal ederek terör saçtığını yazmıştım. Konuyu araştırmışlar. Soruşturma sonunda otobüsün benim belirttiğim ihlali yaptığını tespit etmişler. Otobüs şoförü de namuslu davranarak yaptığı hatayı kabul etmiş ve hem şoföre, hem de aracın sahibine 150'şer milyon lira ceza uygulanmış. Birliğe duyarlı davranışından ötürü teşekkür ederim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Asker gönderme kararının doğru olup olmadığını anlamak için, Türkiye karşıtlarının tavrına bakmak gerektiğini düşündüğümüz zaman.
Yazının Devamını Oku

Yerini arayan 1 trilyon dolar

9 Ekim 2003
<B>ABD'</B>de yönetim nezdinde büyük önemi olan bir vakfın yöneticileriyle yaptığım bir sohbette, Türkiye'deki döviz bolluğunun ve ABD Doları'nın düşük bir seyir izlemesinin nedenleri konusunda bazı <B>‘‘tahmini’’ </B>bilgiler almıştım. Bu önemli vakfın yöneticileri, Türkiye'ye son bir buçuk yıl içinde ciddi miktarda döviz girdiğini, bunun da Arap kaynaklı olduğunu söylüyorlardı. Tahmin edilen miktar, bundan birkaç ay öncesi için toplam 10 ile 18 milyar dolar arasındaydı. Hafta sonunda uluslararası yatırımlar konusunda son derece tecrübeli bir dostumla bu konuyu konuştuk.

‘‘Türkiye'ye ciddi Arap sermayesi geliyormuş. Senin bu yönde bir bilgin var mı?’’ dedim.

‘‘Duyuyoruz. Ancak ciddi bir miktar olduğunu zannetmiyorum’’ dedi.

‘‘10-15 milyar dolardan bahsediyorlar’’ dedim.

‘‘Ciddi miktar değil’’ dedi.

‘‘Ciddi miktar dediğin ne?’’ diye sordum.

‘‘En az birkaç yüz milyar dolar’’ diye yanıtladı. Şaşkınlığım üzerine de anlattı: 11 Eylül sonrası, toplamı 1 trilyon dolara yaklaşan bir petro sermaye başıboş kalmış. Büyük bölümü Amerikan ve İngiliz sermaye piyasalarında dolaşan bu para yavaş yavaş ABD'den çekilmiş.

‘‘ABD'de artık Arap sermayesi yok mu?’’ dedim.

1 trilyon dolar bu paranın tamamı değilmiş. Ama bu miktar para şu an açıktaymış ve kendine gidecek yer arıyormuş.

‘‘Bize gelir mi?’’ dedim.

‘‘Gelir. Zaten Türkiye'yi çok ciddiye alıyor ve gelmeyi düşünüyorlar. Ama bazı girişimler gerek. Üst düzey girişimler’’ dedi.

‘‘Peki bu para İslami bir para mı? Yani rejime yönelik bir tehdit de oluşturur mu?’’ diye kaygımı dile getirdim.

‘‘Ne İslamisi. Öyle olsa ABD'de, İngiltere'de işi ne. Tam aksine bunlar şeriattan kaçıyorlar’’ dedi.

Yıllardır yabancı yatırım peşinde koşan Türkiye için bu para önemli bir kaynaktır.

Ali Babacan bu paranın Türkiye'ye gelmesi için gereken şartları oluşturmak zorundadır.

‘‘Paranın parayı çektiği’’ bir ekonomi kuralıysa, bu para Türkiye için iyi bir fırsattır.

Parasını ödeyin Sabah sizin olsun


ERGUN Babahan falan yazınca çok önemsemiyorum da, Mehmet Barlas gibi ‘‘değerli’’ yazarlar da bu kervana katılınca bazı hatırlatmalar yapmak gerekiyor. Barlas önceki gün basında rekabete karşı olanlar olduğuna değindi. Bu konu yazılınca, hedef Doğan Grubu oluyor.

Oysa Doğan Grubu'nun rekabete karşı olduğu falan yok. Tam aksine, Doğan Grubu karşısında adam gibi rakipler istiyor. Devleti soymayan, hortumculuk yapmaktan sabıkası olmayan, gazete sahipliğini bir iş olarak gören ve bundan para kazanmayı hedefleyen rakipler istiyor.

Bu işin saygın bir iş olarak sürdürülebilmesi için medya patronlarının ‘‘sicili temiz’’ adamlar olması şart. Doğan Grubu veya Hürriyet, Sabah Gazetesi'nden hiç rahatsız değil. Ama Sabah'ın patronu olarak gözüken Dinç Bilgin'in milyar dolar borcu olmasından, bu borcu ödemeye yanaşmamasından rahatsız.

Çünkü biz bu tip adamlardan hangi işi yaparlarsa yapsınlar rahatsız oluyoruz. Bize göre, medya sahiplerinin de devleti hortumlamaya hakkı yok. Bunu yapıp, sonra da ‘‘tekelcilik’’ paravanının arkasına saklanmaya da kimsenin hakkı yok. Bu konuyu Turgay Ciner'le de defalarca konuştum.

O da bana her seferinde, BDDK ile anlaşıp Sabah Gazetesi'ni ‘‘parasını ödeyerek’’ almak istediğini söyledi. Turgay Ciner bunu yapsın. Dinç Bilgin de Sabah ve ATV'den hálá kazandığı trilyonları cebine atacağına, devlete olan borçlarını ödesin. Bizim hiçbir itirazımız olmaz. Tam aksine, bu millet adına memnun oluruz.

NOT: Sevgili Mehmet Barlas, dünkü yazın çok güzeldi.

Maliye kapkaççı olur mu?


OTOMOBİLİMİN ek vergisini ödedim. İşi bilen arkadaşlar, ‘‘Ödeme. Yasa iptal edilecek. Paran gider’’ dediler. Ben tam tersini yaptım ödedim. İki nedenle ödedim. Birincisi, Türkiye'yi yönetenlerin ‘‘kapkaççı’’ mantığıyla hareket etmeyeceklerine güveniyordum. Yasalara saygılı vatandaşların parasını ‘‘uçurmayacaklarına’’ ve eğer yasa iptal edilirse ödenen vergileri, bir sonraki vergiye mahsup edeceklerine inanıyordum. İkincisi ise eğer Türkiye'yi yönetenler ‘‘kapkaç’’ mantığıyla hareket edeceklerse, onların bileceği işti. Ülkeme bir vergi taksidini çok görecek halim yoktu. Ben hálá Maliye Bakanı Unakıtan'ın ödenen vergilerin üzerine yatmayacağına inanıyorum. Yatarsa da, helali hoş olsun.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


BDDK, Türkiye'nin en büyük kamburu olmaktan çıkarıldığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Yerini arayan 1 trilyon dolar

9 Ekim 2003
ABD'de yönetim nezdinde büyük önemi olan bir vakfın yöneticileriyle yaptığım bir sohbette, Türkiye'deki döviz bolluğunun ve ABD Doları'nın düşük bir seyir izlemesinin nedenleri konusunda bazı ‘‘tahmini’’ bilgiler almıştım.Bu önemli vakfın yöneticileri, Türkiye'ye son bir buçuk yıl içinde ciddi miktarda döviz girdiğini, bunun da Arap kaynaklı olduğunu söylüyorlardı. Tahmin edilen miktar, bundan birkaç ay öncesi için toplam 10 ile 18 milyar dolar arasındaydı. Hafta sonunda uluslararası yatırımlar konusunda son derece tecrübeli bir dostumla bu konuyu konuştuk.‘‘Türkiye'ye ciddi Arap sermayesi geliyormuş. Senin bu yönde bir bilgin var mı?’’ dedim. ‘‘Duyuyoruz. Ancak ciddi bir miktar olduğunu zannetmiyorum’’ dedi. ‘‘10-15 milyar dolardan bahsediyorlar’’ dedim. ‘‘Ciddi miktar değil’’ dedi.‘‘Ciddi miktar dediğin ne?’’ diye sordum. ‘‘En az birkaç yüz milyar dolar’’ diye yanıtladı. Şaşkınlığım üzerine de anlattı: 11 Eylül sonrası, toplamı 1 trilyon dolara yaklaşan bir petro sermaye başıboş kalmış. Büyük bölümü Amerikan ve İngiliz sermaye piyasalarında dolaşan bu para yavaş yavaş ABD'den çekilmiş.‘‘ABD'de artık Arap sermayesi yok mu?’’ dedim. 1 trilyon dolar bu paranın tamamı değilmiş. Ama bu miktar para şu an açıktaymış ve kendine gidecek yer arıyormuş.‘‘Bize gelir mi?’’ dedim. ‘‘Gelir. Zaten Türkiye'yi çok ciddiye alıyor ve gelmeyi düşünüyorlar. Ama bazı girişimler gerek. Üst düzey girişimler’’ dedi. ‘‘Peki bu para İslami bir para mı? Yani rejime yönelik bir tehdit de oluşturur mu?’’ diye kaygımı dile getirdim.‘‘Ne İslamisi. Öyle olsa ABD'de, İngiltere'de işi ne. Tam aksine bunlar şeriattan kaçıyorlar’’ dedi. Yıllardır yabancı yatırım peşinde koşan Türkiye için bu para önemli bir kaynaktır.Ali Babacan bu paranın Türkiye'ye gelmesi için gereken şartları oluşturmak zorundadır.‘‘Paranın parayı çektiği’’ bir ekonomi kuralıysa, bu para Türkiye için iyi bir fırsattır.Parasını ödeyin Sabah sizin olsunERGUN Babahan falan yazınca çok önemsemiyorum da, Mehmet Barlas gibi ‘‘değerli’’ yazarlar da bu kervana katılınca bazı hatırlatmalar yapmak gerekiyor. Barlas önceki gün basında rekabete karşı olanlar olduğuna değindi. Bu konu yazılınca, hedef Doğan Grubu oluyor.Oysa Doğan Grubu'nun rekabete karşı olduğu falan yok. Tam aksine, Doğan Grubu karşısında adam gibi rakipler istiyor. Devleti soymayan, hortumculuk yapmaktan sabıkası olmayan, gazete sahipliğini bir iş olarak gören ve bundan para kazanmayı hedefleyen rakipler istiyor.Bu işin saygın bir iş olarak sürdürülebilmesi için medya patronlarının ‘‘sicili temiz’’ adamlar olması şart. Doğan Grubu veya Hürriyet, Sabah Gazetesi'nden hiç rahatsız değil. Ama Sabah'ın patronu olarak gözüken Dinç Bilgin'in milyar dolar borcu olmasından, bu borcu ödemeye yanaşmamasından rahatsız. Çünkü biz bu tip adamlardan hangi işi yaparlarsa yapsınlar rahatsız oluyoruz. Bize göre, medya sahiplerinin de devleti hortumlamaya hakkı yok. Bunu yapıp, sonra da ‘‘tekelcilik’’ paravanının arkasına saklanmaya da kimsenin hakkı yok. Bu konuyu Turgay Ciner'le de defalarca konuştum.O da bana her seferinde, BDDK ile anlaşıp Sabah Gazetesi'ni ‘‘parasını ödeyerek’’ almak istediğini söyledi. Turgay Ciner bunu yapsın. Dinç Bilgin de Sabah ve ATV'den hálá kazandığı trilyonları cebine atacağına, devlete olan borçlarını ödesin. Bizim hiçbir itirazımız olmaz. Tam aksine, bu millet adına memnun oluruz.NOT: Sevgili Mehmet Barlas, dünkü yazın çok güzeldi.Maliye kapkaççı olur mu?OTOMOBİLİMİN ek vergisini ödedim. İşi bilen arkadaşlar, ‘‘Ödeme. Yasa iptal edilecek. Paran gider’’ dediler. Ben tam tersini yaptım ödedim. İki nedenle ödedim. Birincisi, Türkiye'yi yönetenlerin ‘‘kapkaççı’’ mantığıyla hareket etmeyeceklerine güveniyordum. Yasalara saygılı vatandaşların parasını ‘‘uçurmayacaklarına’’ ve eğer yasa iptal edilirse ödenen vergileri, bir sonraki vergiye mahsup edeceklerine inanıyordum. İkincisi ise eğer Türkiye'yi yönetenler ‘‘kapkaç’’ mantığıyla hareket edeceklerse, onların bileceği işti. Ülkeme bir vergi taksidini çok görecek halim yoktu. Ben hálá Maliye Bakanı Unakıtan'ın ödenen vergilerin üzerine yatmayacağına inanıyorum. Yatarsa da, helali hoş olsun.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?BDDK, Türkiye'nin en büyük kamburu olmaktan çıkarıldığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Üçüncü köprü geliyor

8 Ekim 2003
<B>BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan'</B>la yaptığımız uzun sohbette, anlattığı en önemli konulardan biri, küçük belediyelerin yetkilerinin sınırlandırılacağına ilişkin sözleriydi. Başbakan, belediye başkanlığından geldiği için büyük kentlerin sorunları üzerine epey kafa yoruyor gibiydi.

Kentlerdeki yaşam koşullarını iyileştirmeden ve çağdaş hale getirmeden ekonomik büyümenin vatandaşa yansıtılmasının zor olacağını görüyor ve dile getiriyor.

‘‘Kentlerde belediye hizmetlerinin aksamasındaki ve kentlerin çarpık büyümesindeki en önemli etken küçük belediyeler’’ dedi.

Çok hızlı yapılacak bir değişiklikle, bu küçük belediyelerin başta ‘‘imar planları’’ olmak üzere bazı yetkileri ortadan kaldırılacak.

Bu yetkiler yine yerel yönetimlerde olacak ama kentlere makro ölçekte bakan ‘‘kent belediyeleri’’nde.

‘‘Siyaseten size zarar vermez mi? Nasıl yapacaksınız?’’ diye sorunca yanıt kısa.

‘‘Siyaseten yanlış olabilir. Ama hiçbir şeye siyaseten gözüyle bakmamaya kararlıyım.’’

İstanbul'u ise hálá İstanbul Belediye Başkanı imiş gibi düşünüyor.

İstanbul'un yine kabına sığmamaya başladığını düşünüyor.

Üçüncü Boğaz Köprüsü'nün mutlaka yapılacağını belirtiyor.

‘‘Ya tüp geçit’’ diyorum.

İkisinin de gerekli olduğunu anlatıyor.

Üçüncü köprünün yapımı için Malezyalıların iyi bir teklifi olduğunu aktarıyor.

İstanbul için bir de ‘‘hava atma’’ projesi peşinde.

‘‘İstanbul'da öyle bir, hatta birkaç proje yapmalıyız ki, dünya bundan bahsetmeli. Türkiye'nin havası olmalı’’ diyor.

Belli ki, kafasında bir şeyler var.

Bu arada özellikle büyükşehir belediye başkan adaylarıyla ilgili bir tüyo almaya çalışıyorum.

Kendisi ile sıkı diyalogda olacağı, ortak projeler geliştirip uygulayabileceği, güvenebileceği birilerinin peşinde olduğunu hissediyorum.

Ancak isim alamıyorum.

Başbakan ülkeyi yönetirken, kentleri de yönetmek istiyor.

Vatandaşa orada daha iyi ulaşabildiğini biliyor.


BDDK yüzünden Uzanlar'a değil, devlete sövüyorlar

UZAN Ailesi'nin hukuk ve yasa tanımazlığı nedeniyle İmarzede olan vatandaşların öfkesi, Uzanlar'dan çok devlete yöneliyor.

Çünkü onlar hukuk değil, paralarının peşindeler.

Hak olmadı mı, hukuk da olmuyor. Onlar haklarını istiyorlar. Çok da haklılar.

Onlar paralarını devletin denetlediğini varsaydıkları bir bankaya yatırdılar.

Devlet adına bu denetimi yapan BDDK, basiretsiz davrandığı ve uyarıları ciddiye almadığı için mağdur olanlar işte bu zavallı halk kesimi.

Uzanlar familyası, yurtdışına kaçırdıkları öne sürülen 6 katrilyon liranın üzerinde oturdukları için keyifleri yerinde.

BDDK da sütten çıkmış ak kaşık havasında. ‘‘Adamlar hiç yasa tanımamış, biz ne yapalım’’ diyorlar.

Haklı olabilirler ama İmarzedeler daha haklı.

Hele hele İmar Bankası'ndan bono alan bazı vatandaşlar, bu işi yapmadan önce BDDK'ya bu bonoların sağlam olup olmadığını sormuş, pek çoğu yazılı yanıtlar almışlar.

Bu kişilerin paraları bir an önce ödenmeli.

En azından küçük hesap sahiplerinin mağduriyeti en kısa sürede giderilmeli.

Ortalıkta bunca haklı insan varken, BDDK Başkanı'nı ara ki bulasın.

Yakın dostu bazı gazetecilere kapı aralığında fısıldadığı bir kelam dışında doğru düzgün bir açıklama dahi yapmıyor.

BDDK Başkanı Akçakoca da hiç değilse TRT'ye çıkıp bu kişileri tatmin edecek bir basın toplantısı yapmalı.

Türkiye'nin batırılan milyarlarca dolarının akıbeti konusundaki soruları yanıtlamalı.

Özellikle de, son olayda mağdur olan vatandaşşların kafasındaki soru işaretlerini silmeli.

Devletin yapması gereken, bu kişilerin mağduriyetini giderip faturayı Uzanlar'ın önüne koymak.

Ama nerede bunu yapacak ‘‘bürokrat’’.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Şerefsiz sözü bazıları için hakaret değil, iltifat yerine geçmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

İran'dan ucuz enerji teklifi

7 Ekim 2003
<B>BAŞBAKAN Erdoğan'</B>la yaptığımız sohbette, <B>Erdoğan </B>İran'ın ilginç bir teklifini de gündeme getirdi. Erdoğan, Türkiye'deki yatırım ikliminin iyileştirilmesi için kendilerine düşen pek çok görevi yaptıklarını ancak bunun yeterli olmadığını düşünüyor.

Türkiye'de üretimin ve bu üretimin uluslararası rekabete açık olmamasının en önemli nedenlerinden birinin, ülkedeki pahalı enerji olduğu konusunda herkes hemfikir.

Bunu Erdoğan'a aktarıyorum, ‘‘Doğru’’ diyor.

Bununla ilgili iki düşüncesi var.

Biri içerden çözüm: Termik santrallar... Ancak doğalgaza oranla çok daha ucuz olan kömür santralları. Modern santralların çevreye verdiği zararın sınırlı olduğunu düşünüyor.

Bir diğer seçenek ise İran'dan gelen bir teklif.

İran, Türkiye'ye ortak doğalgaz santralları kurmayı öneriyor.

Bu santrallar, Türk girişimciler tarafından İran'ın vereceği destekle İran'ın Türkiye sınırında kurulacak.

İran da bu santrallara ucuz doğalgaz verecek.

‘‘Ne kadar ucuz?’’ diye soruyorum.

Başbakan, ‘‘40 dolar’’ diyor.

Yani bugün Türkiye'nin kullandığı doğalgazın yaklaşık 3'te biri fiyatına.

Elektrik İran'da, ucuz doğalgazla üretilecek. Pahalı boru hatlarıyla doğalgaz değil, ucuz enerji nakil hatlarıyla elektrik taşınacak.

‘‘Bu projenin önünde siyasi engeller olabilir. İran-ABD ilişkileri. Türkiye-İran ilişkileri. İlişkilerin bozulması halinde dışa bağımlılık’’ gibi çekinceleri sıralıyorum.

Bu çekincelerin Erdoğan da farkında.

‘‘Çalışıyoruz. Fikir üretiyoruz’’ diyor.

Bu örnek bile bölgedeki siyasal dengelerin, ya da dengesizliklerin Türkiye'ye ne kadar büyük maliyet getirdiğini görmemize yetiyor.

Ölmekte olan tarımı canlandıracak bir proje


ROMA'da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri BakanıAbdullah Gül ile Başbakan'a ayrılan süitte sohbet ediyoruz.

Ertesi gün kritik YSK toplantısı var. Meclis aritmetiği değişebilir, Türkiye yeni bir seçim sürecine girebilir.

Başbakan rahat.

‘‘AK Parti açısından değişen bir şey olmaz. Seçimden büyük bir ihtimalle güçlenerek çıkarız ama Türkiye için iyi olmaz. Tam işler yoluna girmişken en az bir altı ay kaybederiz. Bizce bu altı ay çok önemli. Çünkü Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinde en kritik altı ay’’ diyor. Ancak YSK'nın başvurulara ret kararı vereceğini umuyor.

Başbakan'la yaptığımız uzun sohbetin konularını size hafta boyunca bu köşede parça parça aktaracağım. Başbakan geçen hafta Kelkit'te açılışını yaptığı Organik Süt Sığırcılığı tesislerini çok beğenmişti. ‘‘Müthiş bir üretim kapasitesi ortaya çıkıyor ve çok akıllı bir proje’’ dedi.

Ben de ona Urfa'daki Koç Ata ortak yatırımından söz ettim. Orada da müthiş bir çiftlik kurulmuştu. Başbakan bu tesisi duyduğunu ama hiç görmediğini söyledi. ‘‘Bir ara orayı da görelim’’ dedi. Türkiye'de hayvancılığın yok olmak üzere olduğunu, artık ekilmeyen tarım arazilerinin giderek çoğaldığını, göçle ve tarımın desteksiz kalmasıyla beraber tarımsal üretimin müthiş gerilediği söyledim. Cancun Zirvesi'nde Batılı ülkelerin tarımsal üretime yaptıkları sübvansiyonları kesmeye yanaşmadıklarını anlattım.

TARIM GÖNÜLLÜLERİ

Başbakan da bana heyecan verici bir projeyi yakında hayata geçireceklerini aktardı.

Projenin adı ‘‘1000 köye 1000 tarım gönüllüsü’’.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yürütülecek projede 1000 ziraatçi, seçilecek 1000 köye veya beldeye yollanacak.

Bunlar çiftçiler ile işbirliği içinde hem verimliliğin arttırılması, hem de ekilecek ürün seçimi konularında danışmanlık yapacaklar.

Bölgelere göre bu kişiler ziraatçi değil, veteriner de olabilecekler. Bu kişiler devlet kadrosuna alınmayacaklar. Yaptıkları hizmet ve sağladıkları fayda oranında bir danışmanlık ücreti alacaklar. Devlet memuru olmayacaklar. Bağ-Kur tarafından sosyal güvenlik kapsamına sokulacaklar.

Başvurular yapıldıktan sonra belirlenecek 1000 tarım gönüllüsü, yılda 2 ay eğitim alacak ve bir bilgi bankasının oluşmasına da katkıda bulunacaklar. Projeye tarımla ilgili bütün resmi ve yarı resmi kuruluşlar, Ziraat Bankası ve KOSGEB de destek verecek. Bu yolla hem ekonominin ihtiyaç duyduğu ürenlere yönelinecek, hem ülkenin tarımsal üretimi yönlendirilecek, hem de çiftçinin daha fazla gelir elde etmesi sağlanacak.

Başbakan Erdoğan dün sabah erkenden bana projeyle ilgili geniş bir dosya da ulaştırdı.

Bilmem bununla benden başka ilgilenen gazeteci çıkar mı?

Öyle ya, tarım, toprak, hayvan...

Bunlar öyle pek de havalı meseleler değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Türk spor basınında yiğit ve er olanların sayısı arttığı zaman.
Yazının Devamını Oku

İktidar farklı olsaydı, yine hukuksuz olacak mıydı?

6 Ekim 2003
<B>YSK </B>kararını açıkladı. Seçim sonuçları iptal edilmedi. Haliyle yeni seçim de yok. Şimdi bu kararın hukuki olmadığını söyleyenler var.

Bu iddiayı ortaya atanlar, genelde Türkiye'nin sorunlarını sırtını dayadığı kurum ya da kişilerin gözüyle görüp yazılarını onların ‘‘arzuları’’ doğrultusunda yazanlar.

Aslında onların meselesi hukuk değil.

YSK'nın kararı sonrasında seçime girip kazanma ihtimali olan parti DEHAP olsaydı ya da iktidarı bırakıp seçime gitmesi gerekecek olan parti kendi meşreplerine uygun olsaydı ‘‘hukuk’’ lafını ağızlarının kenarına bile almazlardı.

Onların derdi gerçekten hukuk değil.

Çünkü onların derdi Türkiye değil. Kendi güçleri, kendi egemenlik hakları.

Onlara göre seçimin aradan 1 yıl geçtikten sonra alınmış bir kararla yasadışı sayılması ‘‘hukuki’’, bu hayli ‘‘acayip’’ duruma ‘‘Bırakın bu işleri de önümüze bakalım’’ demek ‘‘gayri hukuki’’.

Bence YSK'nın kararı ile Yargıtay'ın kararı ‘‘eşit’’ derecede hukukidir.

Bir yıl önce yapılmış seçimlerin hukuksuzluğunu bir yıl sonra öne sürmekle, ‘‘Geçti Bor'un pazarı’’ türküsünü söylemek arasında fark yoktur.

Zaten hukuk her halükárda ülkenin önünü açmak için var olmalıdır.

Hiçbir kaygı gütmeden maaşını önünde bulanların mastürbasyonu için değil.

Kuyuya taş atacakların önünde 6 ay var


BİR süredir Türkiye'deki yatırım ortamını anlatmak için yurtdışında temaslarda bulunan bir arkadaşımla konuşuyorum.

Keyfi çok yerinde değil.

‘‘İşler iyi gidiyor. Anlatacak çok şeyin olmalı. Ama keyfin yok’’ diyorum.

Dertli...

‘‘Türkiye'ye 300 milyar dolar aktarma gücüne sahip bir grupla toplantıdayken, karşımdaki adama bir not iletiliyor. Notta Türkiye'de seçimlerin yeniden yapılacağı ve parlamentonun düşmesi yolunda bir yargı kararı alındığı yazıyormuş. Adam hemen bu durumu soruyor. Bu durumda nasıl mutlu olursun bana bir anlatsana’’ diye yanıtlıyor beni.

Gerçekten durum bu.

Türkiye uzun zamandan beri yabancı yatırımcılar için sağlıklı bir ortam sunamıyordu. Enflasyon, siyasi belirsizlik, bürokrasi ve hukuksuzluk, yabancı yatırımcıyı caydırıcı etkenlerdi.

Bugün bunlarda önemli aşamalar kaydedildi. Enflasyon düşüyor, siyasi belirsizlik neredeyse ortadan kalktı, yabancı yatırımcılar için kolaylaştırıcı tedbirler alındı, hukuksuzluk ise ne yazık ki hálá sürüyor. Buna rağmen yine de yatırım ortamı oluşuyor.

Ancak para korkak ve tedirgin. Türkiye'yi bir süre test etmek istiyor.

Türkiye tam bu test süresinin sonları yaklaşırken bir hata bulup yapıyor ve süreç yeniden sıfırlanıyor.

Yaklaşık 6-7 aylık bir ‘‘stabil’’ dönemin ardından kuyuya ‘‘seçim taşı’’ atıldı ve yabancı yeniden düşünmeye başladı. 5-6 ay sonra yeniden yatırım ortamı oluşmaya başlar. Türkiye'yi rahatsız etmek isteyenlerin düşünmek için bu kadar zamanı var demektir.

6 ay sonra kuyuya atacakları taşı şimdiden aramaya başlasınlar.

Bu kadarı olur mu?


BAZI şeyler var ki, bu ülkeye has. Başka yerde göremezsiniz.

Mesela bir ülkeyi sadece bir banka aracılığıyla 7 katrilyon lira soyup sonra da Türkiye'yi kurtarma nutukları atan bir adamı başka ülkede göremezsiniz.

Türkiye'yi soyduğu, dünyayı dolandırdığı netleşmiş bu adamın soygun yoluyla Türkiye'yi de kurtaracağını düşünerek bu adama oy veren çok geniş bir lümpen taifesinin, sandıkta kendini kanıtladığı da başka memleketlerde sık görülen bir olay değildir.

Kendi bankasını gerçek anlamıyla dolandırıcılık yaparak boşaltan, bankacılığın en temel kuralı olan kayıtları bile tutmayan bir ailenin bir bankasına el koyulurken, öte yandan diğer bankasına hálá sahip olduğunu da modern tarih Türkiye'den başka yerde yazmaz.

Her şeyi kayıtdışı olan bir şirketin kayıtlarına ‘‘ihtiyati tedbir’’ koymanın o şirkete hiçbir etki yapmayacağını, tam aksine işini kolaylaştırıp ekmeğine yağ süreceğini bile anlamaktan aciz bir denetim biçimini de kolay kolay göremezsiniz.

İnanılır gibi değil ama durum bu.

Uzan Ailesi'nin İmarbankası'nı soyduğu, bu bankada kayıtdışı hesaplar tutulduğu, yasal yükümlülüklerin hiçbirinin yerine getirilemediği açıkça ortada.

Bütün bunları yapan bir ailenin, Türkiye'den başka bir yerde değil banka, bakkal sahibi olmasına bile izin verilmez. Ancak bu ailenin elinde hálá bir banka daha var.

BDDK ne düşünüyor bilmiyorum ama İmar Bankası konusunda yıllardır yaptığım uyarıları dinlemediğine göre, herhalde, Uzanlar'ın diğer bankasındaki rezaletin de İmar Bankası boyutuna ulaşmasını, bu ailenin oradan da birkaç katrilyon toplamasını bekliyor olmasından başka seçenek aklıma gelmiyor.

Hiç utanıp sıkılmadan hálá televizyonlara çıkıp konuşan Cem Uzan'la ilgili olarak ise BDDK'nın bir suçu yok.

Orada suç, köfte ekmek ve İbrahim Tatlıses konserine ‘‘tav olan’’ açgözlü sorumsuzlarda.

Bunların köfte ekmeği onurlu ve namuslu adamın kursağında kalır.

Köftesinin içinde kaç yetimin hakkı, kaç garibanın ahı var kimbilir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kendi gücümüze olan sevgimiz, Türkiye sevgimizin önüne geçmediği zaman.
Yazının Devamını Oku