‘‘KÖR fanatizm’’ ve ‘‘bölücülük’’ bu olsa gerek. Türkiye'de her şeyi eleştirmek serbest, Şenol Güneş'i eleştirmek yasak.
Küfür kıyamet fakslar, telefonlar.
Bir de pek çoğunda, ‘‘Trabzonlu olduğu için yazıyorsunuz’’ ibareleri.
Eleştirdiğim ya da övdüğüm kimsenin nereli olduğuna hayatımda bakmadım.
Hatta hemşericilik denen aptalca ‘‘bölücülükten’’ hep nefret ettim.
Daha da ötesi, herkese randevu verdiğim halde, söze ‘‘Ben sizin hemşerinizim’’ diye başlayanla inadına görüşmedim.
Benim için doğduğu, büyüdüğü ya da nüfusa kayıtlı olduğu yer neresi olursa olsun, bu ülkede herkes ‘‘bendendir’’.
Eğer söz konusu olan bir teknik direktörse, Şenol Güneş de, Fatih Terim de, Mustafa Denizli de benim için birdir. 20 küsur yıldır tanıdığım Fatih Terim'i, dostum Mustafa Denizli'yi de eleştiririm. Onları eleştirdiğim zaman Adanalılar veya Çeşmeliler ayağa kalkmazlar.
En azından eleştirilerimi ‘‘bölgesel ayrımcılığa’’ bağlamazlar.
Bazı Karadenizli dostlarımızın da bunu artık öğrenmesi gerekiyor.
Şenol'u Karadenizli olduğu için eleştirmiyoruz. Hata yaptığı için eleştiriyoruz. Eğer eleştiriyi Karadenizli olmaya bağlarsanız, o zaman eleştirenler de, Şenol Güneş'in o göreve getirilmesini Karadenizli olmasına bağlarlar ki, iş içinden çıkılmaz bir ‘‘bölgecilik’’ haline gelir.
Bu ‘‘bölücülerin’’ yanı sıra iyi niyetle yaklaşan bazıları da ‘‘Takımımız daha elenmedi. Niye eleştiriyorsunuz’’ diyorlar.
‘‘Hazırlık döneminde Şenol'un görevden alınmasını tartışmayalım’’ diye yazan benim, ama artık eleştiri yapmak zorundayız ki, doğruyu bulmaya çalışalım. Bu mantıkla hükümeti de eleştirmemek lazım. Öyle ya, onlar da görev başındalar hálá. Ayrıca görev sırasında eleştirilmek kötü değildir. Hele hele futbolda hiç.
Geçen Dünya Kupası'nda Fransızların Teknik Direktörü Aimee Jacquet hem kupa öncesi, hem kupa sırasında sürekli ağır biçimde eleştirildi.
Yanıtını kupayı kaldırarak verdi. İnşallah Şenol Hoca'nın bize yanıtı da aynı olur.
NOT: Tam yazıyı bitirmiştim ki, Hıncal Uluç'un Şenol Güneş'i eleştirdiği için saldırıya uğradığını öğrendim. Yukarıdaki yazıda kullandığım yumuşak üslubu geri alıyorum. Bundan böyle bunlara anlamaları muhtemel bir dilden yazacağım.
Ve tabii böyle bir yanlışı yapana ne gibi bir müeyyide uygulanacağını da.
Öyle ya ‘‘vatandaş’’ en küçük bir ‘‘yanlış’’ yapsa yargı yakasına yapışıyor.
Oysa vatandaş, ‘‘hukuk’’ bilmediği için yanlışının cezalandırılması sırasında daha bir tolerans görmesi lazım.
Fakat bu olayda yanlışı yapan bir ‘‘hukukçu’’. O ‘‘hukukçu’’ya ne ceza verilecek, Türkiye'yi rezil etmenin ‘‘bedelini’’ hangi cezayla ödeyecek.
Sevgili Hikmet Sami Türk, bir yanıtınız olacak mı?
Turistin şikáyeti polisten
İNGİLİZ Channel 4 televizyonunda bir haber program. Konu Türkiye.
Tam turizm sezonunun başında, Türkiye anıları anlatılıyor.
İlk konuşanlar iki Hollandalı kadın:
‘‘Bir gün sokakta yürürken yanımızda bir otomobil durdu ve içindeki iki kişi bizi zorla otomobile bindirmeye çalıştı. Ellerinden zor kurtulduk. Plakalarını alıp polise şikáyet ettik. Hayatımızda duymadığımız bir yanıtla karşılaştık. Türk polis bize güldü ve ‘Onları yakalarsak ne yapmamızı istersiniz?' diye sordu. Çok aptalcaydı.’’
Ardından bir İngiliz:
‘‘Sarhoş bir halde Türk polisi tarafından gözaltına alındım. Belki hak etmiştim bilemiyorum ama gözaltına alındığım sırada üzerimde bulunan kolyem ve kulağımdan çıkarılan küpem bir daha geri verilmedi. Çok üzüldüm.’’
Bir diğeri, pasaportsuz geldiği için Türkiye’ye alınmamış olmaktan şikáyet etti ama pek de haklı değildi doğrusu.
Fakat genel olarak şikáyetler polistendi.
Biz polisimize alışığız ama turistler değil.
Eğer turizm ülkesi olacaksak, polisimizin de, turiste tavır konusunda biraz eğitilmesi gerekiyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hemşericiliğin de, aslında bölücülük olduğunu anladığımız zaman.