Fatih Altaylı

Devletin internet sitesine bak

22 Mayıs 2002
<B>BİR </B>internet sitesi gördüm, hayatım değişmedi ama devlete bakışım değişti. Sitenin adı sporum.gov.tr

Adından da anlaşılacağı gibi Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün ‘resmi’ sitesi.

Sitenin açılış sayfasında Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Sevgili Fikret Ünlü’nün boy boy resimleri.

Bir başka yerde Ünlü’nün eşiyle fotoğrafları ve altında ‘aşk hikáyeleri’.

Birkaç sayfa ilerde Fikret Ünlü’nün, Kemal Derviş’e danışmanlık yapan kızı Oya Ünlü için ayrılmış özel bir sayfa ve şöyle bir başlık:

‘Babasından çok şey öğrenen kızı Oya Ünlü’

Öyle çok şey öğrenmiş ki, Derviş’e danışman olmuş diyecekler ama onu bizim anlayışımıza bırakıyorlar.

Bir sonraki sayfada ‘Gurur kaynağı oğlu Barış Ünlü’ ve tabii onun hikáyesi.

Durun daha bitmedi, başka bir sayfada Bakan Bey’in ‘Özverili danışmanı Nurşen Tekin’.

Gülmeyin gülmeyin, daha sırada ‘Canını emanet ettiği koruması Oğuz Özcan’ın sayfası var ve onu takiben ‘Her gün ilk merhaba dediği insan, şoförü Zeki Uçar’ süslüyor sayfaları.

Biliyorum katılıyorsunuz ama devam ediyoruz.

Bir başka sayfadaki başlık şöyle:

‘Ünlü’nün Türk sporuna ruh kazandırdığını düşünen Seçil Akınç’

Yani danışmanı.

Daha doğrusu danışmanlarından bir tanesi.

Sonrasında ‘Ünlü’nün hızına yetişemeyen danışmanı Mustafa Turgut’ yer alıyor sayfalarda. Ben ona ‘yavaş danışman’ demeyi uygun buluyorum. Ve nihayet Ünlü’nün ‘Arkasındaki önemli güç, başdanışmanı Mustafa Ceyhan’ geliyor karşımıza. Ve sonrasında da ‘Ünlü’nün sağ kolu Fatma Bingöl’. Komedi burada bitmiyor.

Yön değiştiriyor.

Karşımızdaki sayfada Gençlik ve Spor Genel Müdürü Kemal Mutlu var.

Onun sayfasının başlığı ise müthiş:

‘Bakanımdan çok memnunum diyen Genel Müdür Kemal Mutlu’

Ve ardından Kemal Mutlu ile ilgili sayfalar başlıyor.

Mesela ‘Kemal Mutlu’yu çok özleyen babası Osman Mutlu’ için de Sporum.gov.tr’de bir sayfa hazırlanmış.

Ve sayfalar Mutlu Ailesi, onların rüyaları, hülyaları ile sürüp gidiyor.

Bu ‘aile albümü’ Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü adına ‘İz Yapım’ tarafından hazırlanmış.

Hizmetlerini çok beğendim.

Benim kız da iki yaşına bastı Allah’ın izniyle. Bizim de bir aile albümü yapma isteğimiz var.

Acaba bize de ‘Güzelkızım.gov.tr’ adı altında bir şeyler kotarırlar mı?

Uzanlar’a Kazak kayyum


UZAN Ailesi’nin ‘imaj kampanyası’ devam ediyor. Sahip oldukları tek ‘iyi şey’ reklamcıları olduğu için kendi imajlarını da ona emanet etmişler.

Ama o ‘şan’a reklamcı neylesin!

Eyleyemiyor da zaten.

Ben Ali Taran’ın yerinde olsam ‘En iyisi sizin şirketlerden, sizin adınızı çakaralım’ derim ama bu fikre para vermezler.

Ali Taran da o yüzden bu beyleri ‘iyi’ gibi pazarlamaya çalışıyor ve ‘ne kadar müthiş, ne kadar büyük olduklarını’ anlatmaya çalışıyor.

Ama olmuyor. Çünkü reklam bir yere kadar.

İşte Kazakistan örneği.

Uzanlar reklamlarında Kazakistan’daki yatırımlarından ve Rumeli Telekom’un burada yaptığı işlerden söz ediyorlardı. Ne var ki, bu durum artık gerçeği yansıtmıyor. Çünkü Uzanlar’ın Rumeli Telekom’un çalışanları Kazakistan’dan atıldı, atılacak.

Şaka değil, Uzanlar’ın oradaki en üst düzey adamları da dahil, tüm Rumeli Telekom ekibi Kazakistan’da ‘polis nezaretinde’. Bazıları sınır dışı edildiler. Bazıları topun ağzında. Kazakistan hükümeti Rumeli Telekom’a ‘el koymaya’ hazırlanıyor.

Uzanlar’ın Kazakistan’daki şirketi kayyum yönetimine geçti bile.

Anlayacağınız Kazakistan da ‘bunlara’ uyandı.

Bakalım Türkiye ne zaman uyanacak!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bir adama yıllar boyunca kent kırosu diyenler, çark etmelerinin nedenini açıklayabildikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Post Ecevit öncesi seçim

21 Mayıs 2002
<B>DERVİŞ</B>’in <B>‘Seçim tarihi belirlensin’ </B>sözleri bir türlü yerini bulamıyor. TÜSİAD tipik ‘ürkekliği’ ile ‘Derviş’in saçmaladığını’ düşünüyor, MHP tipik ‘anti-Derviş’ tavrı ile Derviş’in haddini bilmediğini düşünüyor. Dervişperverler ise Kemal Bey’in kötü bir niyeti olmadığını, ekonominin ‘ne kadar güçlendiğini’ vurgulamak için bu sözleri sarf ettiğini, arkasında başka amaçlar bulunmadığını iddia ediyorlar.

Aslında ne biri, ne de diğerleri.

Alayı bir halt bilmiyorlar.

Derviş’in derdi başka.

Bu Derviş’in değil, Türkiye’ye uluslararası destek veren geniş bir kitlenin derdi. Derdin adı ‘post Ecevit’ dönem.

Ben bu tamlamayı birkaç yıldır kullanıyorum, siz de birkaç yıldır kızıyorsunuz ama daha ‘yumuşak bir tanım’ bulamıyorum.

IMF de, Dünya Bankası da, Avrupa Birliği de ‘post Ecevit’ dönem konusunda rahatsızlar.

Rahatsızlığın nedeni belirsizlik.

Ecevit’in DSP’nin başından ayrılırsa, ortada DSP kalmayacağını biliyorlar.

Haliyle hükümet de yıkılacak.

Ve yeni bir görevlendirme yapılacak.

Cumhurbaşkanı ‘haliyle’ başbakanlık görevini Meclis’te en fazla sandalyeye sahip partinin genel başkanına verecek.

Kaygılar da, tam burada başlıyor işte.

Görüntü o ki, ‘post Ecevit’ dönemde parlamentoda 1. parti MHP olacak.

Bir yandan DSP’nin kayıpları, diğer yandan MHP’nin sağ partilerden yapacağı transferlerle MHP bir anda 1. parti olma şansına sahip.

Hatta bu durum neredeyse ‘kesin’...

Bu durum hem uluslararası finans kuruluşları, hem de AB içindeki Türkiye yanlılarını ve ABD’yi kaygılandırıyor.

Derviş, böyle bir durumda ayların uğraşının çöpe gideceğini biliyor.

Bu yüzden de Türkiye’nin ‘yeni bir seçim’ yapmasını istiyor.

‘Yaşananları ve durumu biliyorsunuz. Verin kararınızı’ diyecek.

Bu arada kendisi de ‘siyasi tercihini’ yapacak ve pozisyon tutacak.

Karar onun arzu etmediği şekliyle verilirse ‘Ne haliniz varsa görün’ deyip kenara çekilecek.

Derviş’in ‘seçim talebi’ bu yüzden.

Ecevit hálá, bir şekilde yerinde otururken.

Ilısu Barajı’na tepeden bir bakış


UZANLAR’ın Enerji Bakanlığı’na ‘tehdit ve şantaj’ yaparak ‘Bu işi 2.5 milyar dolara bana verin’ dediği Ilısu Barajı ile ilgili pek çok şey yazdım da, gelin isterseniz bu kez bu barajın ‘hesabını kitabını’ yazalım.

Bakalım Uzanlar’ın 2.5 milyar dolara alıp, işin sonunda 5 milyar dolara bitirip, memlekete bir kez daha ‘hallice bir kazık’ atmayı planladıkları işin değeri ne!

Türkiye’de benzer pek çok projeye imza atmış bir müteahhit 1985 yılında ASEA ve İsveç kökenli Skanska firması ile birlikte derin bir inceleme yaparak Ilısu Barajı’nın komple inşaatı için bir fiyat teklifi hazırlamışlar. 200 milyon doları elektromekanik, 450 milyon doları inşaat olmak üzere toplam ‘650 milyon dolar’.

Aynı müteahhit 1999 yılı başında bir hesap daha yapıyor. Temel aldığı veriler DSİ’nin 1981 yılında yapmış olduğu keşfe dayanıyor. Orada da bu baraj için en düşük 945 milyon dolar, en yüksek 1 milyar 17 milyon dolarlık bir bedel çıkıyor.

Ve yine aynı müteahhit bir çalışma daha yapıyor ve Ilısu Barajı için son olarak ‘997 milyon dolarlık’ bir maliyet belirliyor.

Ve bu tespitlerini DSİ Genel Müdürlüğü’ne iletiyor.

Uzanlar’ın 2.5 milyar dolara almak istediği işin gerçek bedeli bu.

Zaten uluslararası devler de üç aşağı beş yukarı bu fiyatlar etrafında dolanıyorlar. Fiyat biraz da kredi şartlarına göre değişiyor.

Ama onlara başka yazılarda değineceğiz.

Hele bir ihale yaklaşsın da!

Merdiven altından kurtulacak mıyız?


DOSTUM mimar Doç. Dr. Kutgün Eyüpgiller Ecevit’in ‘kábusu haline gelen’ merdivenlerle ilgili hoş bir not yollamış.

Anlaşılan ‘o merdiven’ Eyüpgiller’in de ‘kábusuymuş’.

Diyor ki: ‘O tarz merdivenler aslında rahat, çıkanı yormayan merdivenlerdir. Tabii eğer Ecevit’in dediği gibi basamak genişlikleri ve rıht yükseklikleri birbirinden farklı ise durum başka.’

Ancak Eyüpgiller’in derdi bu değil.

O işin ‘estetik’ yönüne takmış.

‘Başbakanımız yıllardır ağır ağır o meşum merdivenlerden iner ve altına yerleştirilmiş kürsüye geçip açıklamalarda bulunur. Dünya televizyonları da her yere Başbakanımızın merdiven altındaki bu görüntülerini verir. Yıllardır birilerinin Türk Başbakanı’nın konuşma yapması için merdiven altından daha uygun bir yer bulmalarını ümit ettim. Son derece basit, estetikten uzak, piyasada bulunabilecek en ucuz mermerle kaplanmış bu merdivenin hiçbir özelliği ve güzelliği yoktur.

Hatta altı PVC doğrama ile kapatılıp çay ocağı bile yapılsa daha da iyi olabilir!’

Eyüpgiller
Başbakanımızın bu merdiven fobisinin, bundan böyle ‘merdiven altı basın toplantılarına’ da bir son verilmesi için önemli bir adım olabileceğini düşünüyor.

Bence iyi de ediyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Belediye başkanları başında oldukları kentlerin cadde ve sokaklarına kendi adlarını vermediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Seçimden korkulur mu?

20 Mayıs 2002
<B>TÜSİAD’</B>ın ve iş dünyasının çeşitli temsilcilerinin <B>‘Seçim istemeyiz’ </B>açıklamalarını <B>‘ibretle izliyorum’</B>. Özellikle TÜSİAD sürekli olarak ‘Seçim istemeyiz’ diye bağırıyor.

Ben dünyanın hiçbir ülkesinde seçimden bu kadar ‘korkan’ bir işadamı grubu görmedim.

Kemal Derviş çıkıp bağırıyor, ‘Korkmayın. Seçim eskisi kadar işi bozmaz’ diye, dinlemiyorlar.

‘Hayır, seçim istemezük.’

Peki ne istersiniz?

Bu seçim, er veya geç olacak.

Bu bahar olmazsa, seneye bahar olacak.

İlla ki olacak.

Üstelik de, Ecevit’in sağlık durumu nedeniyle müthiş bir ‘siyasi istikrarsızlık’ zaten yaşanmaya başlanmışken, bu seçim korkusu niye?

TÜSİAD’çı dostlarımız ‘Seçim istemeyiz’ korkusunun sonunun nereye varabileceğini tahmin edebiliyorlar mı?

Edemiyorlarsa, ben söyleyeyim.

Eğer ‘Seçim olmasın’ sesleri daha da yüksek perdeden çıkmaya başlarsa seçim olmaz ama ‘ara rejim’ olur.

Birileri bastırır, ‘ekonomik olağanüstü hal’ ilan edilir ve ‘seçimsiz’ bir dönem başlar.

Bu dönem iyi mi olur, kötü mü olur, bilemem.

Ama ‘seçim istemezsenüz’ olacağı budur.

Galatasaray paspas mı oldu?


GALATASARAY Spor Kulübü’nün başında çok sevdiğim bir dostum var.

Özhan Canaydın.

Canaydın’ı ‘çok sevmemin’ en önemli nedenlerinden biri ise Galatasaray’ın ‘manevi değerlerine’ ve ‘onuruna’ herkesten fazla sahip çıkma konusundaki kararlılığıdır.

Ancak ne yazık ki, son bir hafta içinde Canaydın’ın bu konuda yeterli duyarlılığı göstermediğini düşünüyorum.

Galatasaray, ‘iyi kötü’ bazı transferler yapıyor.

Çeşitli Anadolu kulüplerinden oyuncular alıyor.

Bunlardan bazılarının adını biliyorum, Cihan gibi, Murat gibi, bazılarını ise hatırlamıyorum bile.

Ama adını sanını bile bilmediğimiz bu ‘çocuklar’ Galatasaray’la sözleşme imzalarken, benim hayatımda duyduğum en ‘terbiyesiz’ açıklamaları yapıyorlar:

‘Fatih Terim’e geliyoruz.’

Sadece onlar mı?

O terbiyeli, beyefendi Ümit de aynı koroda.

Geçen yıl Galatasaray’a kan kusturan Hakan Ünsal bile ‘Terim varsa dönerim’ diyor.

Avrupa’nın ve dünyanın en büyük kulüplerinden biriyle sözleşme imzalıyorlar, vitrine çıkıyorlar ama onlar ‘Terim’e geliyorlar’.

Galatasaray’ın ‘onurunu’ bundan daha fazla ‘ayaklar altına alan’ bir durum ben görmedim.

Yüzyıllık Galatasaray ‘paspas’ olmuş, Terim’e gelen ‘üzerine basıp geçiyor’.

Ve yönetimden, Galatasaray’ın onurunu korumak için elinden geleni yapacağından emin olduğum başkanımdan ses çıkmıyor.

Tabii ben bir şeyi daha merak ediyorum, yarın Terim bu takımdan ayrılınca Terim için gelenler de bu takımdan gidecekler mi?

Ve bir sorun olup paralarını alamazlarsa, bu parayı FİFA kanalıyla Terim’den mi tahsil edecekler?

Demirel klonlandı


DTP yeni liderini seçti.Mehmet Ali Bayar.

Ve yeni bir siyasi hareket başlıyor.

Bence başlamaz, sizce başlar mı?

21. Yüzyıl’ın Türkiyesi’nde böyle bir siyasi hareket başlarsa, zaten yazıklar olsun.

Çünkü ortada bir ‘hareket’ yok.

Çocuksuz ‘padişah’ yerine onun gösterdiği ‘istidatlı genç’ başa geçiyor. İstidatlı genç de, ‘padişah’ın eski arkadaşlarından birinin ‘oğlu’. Tabanla hiçbir bağlantısı olmadan, ‘tepeden inme’ parti başkanı. Bu şekilde ‘parti genel başkanı’ olunabilir. Ama ‘lider’ olunur mu? Zannetmem. Böyle gelen biri ardına kitleleri takabilir mi? Zor. Yine bekleyip göreceğiz.

‘Demirel klonu’ olduğu söylenen Bayar, bakalım inatla siyasetin içinde pişip, Türkiye’nin geleceğinde yer alabilecek mi?

İzin yap Blair ol


TÜSİAD’ın yine çenesi düştü.

Sürekli olarak açıklama yapıyorlar.

Üstelik de her gün başka bir çelişki.

Gülerek izliyorum. Çünkü artık ‘ciddiye alınacak’ tarafları kalmadı.

Fakat en çok Tuncay Özilhan’ın, ‘Ecevit birkaç gün yatsa ne olur. İngiltere Başbakanı Blair, eşi doğum yapınca 1 ay izin yaptı. Sonra işinin başına döndü’ demesi beni eğlendirdi.

İyi de, İngiltere’de 1 ay izin yaptıktan sonra işin başına dönen kişi ‘Tony Blair’.

Tony Blair
olarak dönecekse, Ecevit bütün yaz izin yapsın razıyız.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bir evlada bırakılacak en güzel mirasın sevgi ve onur olduğu unutulmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Rehin, baskınla kurtarıldı

18 Mayıs 2002
<B>GECE </B>yarısı 911 numaralı <B>‘Acil’ </B>telefonun zili acı acı çaldı. Son derece zayıf, güçsüz bir ses, ‘Çok zor durumdayım. Her yanımda ağrılar var. Göğsüm ve sırtım acıyor. Ayaklarımın sızısı dayanılmaz halde. Nefes alamıyorum. Günlerdir doğru dürüst yemek yemedim. Lütfen kurtarın beni’ dedi.

Görevli adresi almaya çalışırken bir kadın sesi çınladı telefonun öbür ucunda:

‘Sen ne yapıyorsun bakayım. Çabuk kapa o telefonu. Sana kimse benden daha iyi bakamaz.’

Ve telefon kapandı.

Görevli telefondaki sesin çok zor durumda olduğunu anlamıştı.

Hemen polisi aradı.

Telekom’dan telefonun edildiği numara hızla tespit edildi. Ankara’da Oran civarında bir santrala bağlıydı telefon. Hızlı bir araştırmayla yer tespiti yapıldı. Adres belirlendi.

Bir yandan SAT ekipleri hazırlık yaparken, diğer yandan Başkent Hastanesi doktorları alarma geçirildi.

Özellikle hastanede hummalı bir faaliyet vardı.

Bütün hazırlıklar tamamlandı ve tam teşekküllü ‘hastane timleri’ sabaha karşı harekete geçtiler.

Bir ambulans ve doktorları taşıyan iki araçla Oran’da tespit edilen adrese gidildi.

Ve ‘kurşun geçirmez yelek’ giymiş doktorlar kapıyı çaldılar.

‘Hastayı bize teslim edin. Yoksa fena olur.’

Ancak karşı taraf da hazırlıklıydı.

‘Defolun. O benim. Hiçbirinize vermiyorum.’

‘Hanımefendi. Tedavi edip size geri getireceğiz, merak etmeyin.’

‘Kaybolun. Ben onun eşi ve genel başkan yardımcısıyım.’

‘Hanımefendi. Kötü bir şey yapmayacağız.’

‘Defolun. Ben kötü bir şey mi yapıyorum?’

‘Hanımefendi. Kötü bir şey yapmadığınızı biliyoruz ama hiçbir şey yapmıyorsunuz, yapamıyorsunuz.’

‘Hiçbir şey yapmıyorum. Çünkü onun hiçbir şeyi yok.’

‘Bize öyle gelmiyor. Lütfen hastayı bize teslim edin.’

Kadın Nuh diyor peygamber demiyordu.

Bunun üzerine bir saldırı planı hazırlandı.

Asistanlar ön kapıyı tutup, ‘Hanımefendi’yi oyalayacaktı.

Asıl güç ise arka taraftan binaya sızacaktı.

Prof. Dr. Zileli, hemen arka taraftan bir merdivenle yukarı çıkarıldı. Elindeki cam kesme aletiyle camı kesti ve salona sızdı.

Hanımefendi o sırada kapıda yığınak yapmakla meşgul olduğu için, Zileli hiçbir güçlükle karşılaşmadan rehin alınan hastayı kucakladığı gibi geldiği camdan kaçtı ve hastayı kurtardı.

Şimdi gerektiği gibi bakılacak ve en azından bir süre daha ‘vazifelerini yapması’ sağlanacak.

İşkence


ONU hayatımda ilk kez Taksim’de bir miting alanına gelirken görmüştüm.

Galatasaray Lisesi’nin ‘minicik’ bir talebesiydim ve ‘Karaoğlan’ gelecek diye merakla okuldan Taksim’e gitmiştim.

Müthiş bir kalabalık vardı.

Fransız Konsolosluğu’nun karşısında, biraz Taksim’e doğru bir yerde duruyordum ki, onu gördüm. Bir otobüsün önünde ayakta duruyordu. Üzerinde mavi bir gömlek vardı. El sallıyordu.

Müthiş bir ışığı vardı sanki.

Ve ‘babama’ çok benziyordu. Belki de bu yüzden onu çok sevmiştim.

O gün bugündür hep de sevdim. Kızsam da sevdim, eleştirsem de sevdim.

Şimdi gözlerimizin önünde eriyip gidiyor. Büyük bir ihtimalle ülkeyi bir bunalıma itmemek için ıstırap içinde görev yapmaya çalışıyor.

Çok belli ki, işkence çekiyor.

Gözlerimizin önünde ‘insan haklarına aykırı’ bir dram yaşanıyor.

Ve biz de izliyoruz.

Ağlayarak...

Seçim yakındır


DERVİŞ’in boşa konuşmadığı ortaya çıkıyor. Ecevit’in sağlık durumuyla ilgili sinyalleri hepimizden önce almış, belli.

Ve ‘ufak ufak’ ülkeyi seçime ısındırıyor. Psikolojik olarak hazırlıyor. Çok belli. ABD Elçisi Pearson’ın temasları da buna bir başka hazırlık. Türkiye’yi kazasız belasız bir ‘başbakan değişimine’ götürmeye çalışıyorlar.

Bu arada ‘yeni siyasi dengeler’in de hazırlığı el altından yapılıyor. Bana sorarsanız Derviş’in hangi partiye gireceği de artık belli oldu.

‘Ecevit’siz’ Türk siyasetinin kimlere emanet edileceği veya en azından kimlere ‘emanet edilmeyeceği’ belirleniyor. Türkiye ‘Post Ecevit’ döneme hazırlanıyor.

Ben bir tahmin yapayım.

Seçim en geç ‘ekim’de.

Öncesi bile olabilir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İş dünyası seçimi öcü zannetmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

İnternet yasası hazırlanmalı

17 Mayıs 2002
<B>YENİ </B>RTÜK Yasası’nın <B>‘internetle ilgili’ </B>bölümlerinin <B>‘abesle iştigal’ </B>olduğunu sürekli vurguladım. Yasa ne yazık ki, ilgili bölümleri düzeltilmeden geçti. Ancak uygulanabilirliği olmadığı için ciddiye almıyorum. Fakat yine de Türkiye’nin sanal álemi düzenleyen yasalara ihtiyacı var.

Son ‘Bilişim Şûrası’nda gündemin önemli konularından biri de buydu.

‘İnternet hukuku’ olarak da adlandırılabilecek bu yasal düzenlemeler konusunda herkes hemfikir.

Bilişim Şûrası’na katılan milletvekilleri, bu konuda tüm katılımcılara ‘söz verdiler’. Söz verenler başta Murat Sökmenoğlu olmak üzere, Emrehan Halıcı, İlyas Yılmazyıldız, Cemal Enginyurt, Altan Karapaşaoğlu, Birkan Erdal ve Turhan Alçelik.

Yani Meclis’teki partilerin tümü.

Hepsi de bir ‘internet yasası’ çıkarılması konusunda hemfikir.

Şimdi acilen sektörle bir araya gelinip bir yasa hazırlanmalı ve ‘sanal dünya’ RTÜK Yasası kapsamı dışına çekilmeli.

Aksi takdirde dünyanın en komik ülkesi konumuna düşeceğiz.

AB’nin arkasına sığınan palavralar

RTÜK Yasası Meclis’ten geçince, yasaya karşı olan gruplar iyice yoldan çıktılar.

Cumhurbaşkanı’ndan yasayı bir kez daha veto etmesini isteyecek kadar ‘Anayasa tanımaz’ hale gelenler bile var.

RTÜK Yasası çıkmasın, darbe olsun razı olacaklar.

Neyin paniğiyse bilemiyorum.

Oysa Cumhurbaşkanı bir ‘Anayasa’ya aykırılık’ görürse zaten yasayı Anayasa Mahkemesi’ne yollayacaktır.

Bana sorarsanız ‘yollamalıdır’ da.

Yollasın ki, hem Cumhurbaşkanlığı makamı, hem de yasa töhmet altında kalmaktan kurtulsun.

Bu arada dün, aralarında Mehmet Barlas’ın da bulunduğu bazı yazarlar, Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen’in ‘RTÜK Yasası, AB kriterlerine uygun değil’ dediğini yazdılar.

Merak ettim ve sordurdum, Verheugen bu yasanın ‘neresini AB kriterlerine uygun bulmuyor’ diye.

AB Komisyonu Sözcüsü Jean Christophe Filori, ‘AB yetkililerine dayanarak’, yeni RTÜK Yasası’nın AB kriterlerine uymayan taraflarını aktardı.

Aktarılan ‘uygunsuz’ maddelerin, Türkiye’de kıyamet koparanların veryansın ettiği sahiplik, tekelleşme gibi konularla ilgisi bile yok.

AB yetkilileri, ‘Ülkenin bütünlüğüne aykırı ifadeler yüzünden televizyonlar kapatılabilir, Atatürk devrimlerinin karşıtı görüşler cezalandırılır’ gibi kendilerince ‘ifade özgürlüğünü kısıtlayan’ maddelere karşılar.

Ayrıca, Kopenhag kriterleri arasında yer alan ve Türkiye’nin ‘kısa vadeli taahhütleri’ arasında bulunan ‘anadilde yayın hakkı’ konusundaki kısıtlamalar yeni yasada da sürdüğü için, AB yeni yasayı AB’ye ve Kopenhag kriterlerine aykırı buluyor.

Yani ‘tekelleşme olacak, patronlar ortaya çıkacak’ gibi hususlar AB’nin ‘kaygı duyduğu’ şeyler değil.

Çünkü AB’de de medya patronları ‘gizli’ olmuyorlar.

AB’nin baktığı şey ‘ifade özgürlüğü’.

Bu konuda da Türkiye RTÜK’le de, RTÜK’süz de zaten ‘yetersiz’.

Türkiye’de düşüncenin önündeki tek engel RTÜK değil.

Diğerlerini bilmem ama ben Mehmet Barlas’a, araştırmadan kulaktan dolma ‘AB bilgisi’yle yazı yazmayı yakıştıramadım.

Ecevit çekilirse

SİNYALLER Ecevit’in çekileceği yolunda.

En azından bunlar konuşuluyor.

‘Ecevit koltuğu kime devreder’ diyenler var hálá.

Bunlar tarihten ders almayanlar. Ecevit devredemez. Ecevit ‘istifa’ eder.

Sonra Cumhurbaşkanı kimi atarsa atar.

Yani, ‘Ben kalktım sen otur’ olmaz. Ecevit çekilirse hükümet düşer.

Bu arada Ankara’dan gelen sinyaller ilginç.

Derviş ile ABD Elçisi Pearson yemek yiyorlar. Gerekçe Derviş’in başarısı.

Sanırsın ki, patron iyi elemanı ödüllendiriyor.

Ertesi gün Hüsamettin Özkan ile Pearson’ın bir araya geldiği iddiaları...

Ve Derviş’ten açıklama: ‘Hüsamettin Bey olmasa hükümet ayakta kalamazdı.’

Son olarak da Ecevit konuşuyor:

‘Bugüne kadar kendini gösterememiş arkadaşların kendilerini göstermelerine fırsat tanıyacağız.’

Önemli bir nokta.

Daha önce ‘kendini göstermek isteyenlere’ ihraç yolunu açan Ecevit, şimdi ön açacakmış.

Ankara’da bir şeyler olacak gibi duruyor ya, hayırlısı.

Halbuki kör topal idare ediyorduk.

Şimdi yeniden ‘stressssss’.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ülkeyi soymaya çalışmanın adı vatanseverlik olmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Boşaltmak için baraj lazım

16 Mayıs 2002
<B>UZANLAR,</B> Ilısu Barajı ihalesini alabilmek için büyük uğraş veriyorlar diye birkaç gündür yazıyorum. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ve çalışanları bu ailenin ‘tehdidi’ altındalar.

İşi almak için haftalardır ağır baskı uygulanıyor.

Uzanlar’ın bu işi neden bu kadar istediğine gelince.

Bunun birkaç nedeni var.

Ama en önemli neden daha önce SPK’nın defalarca suç duyurusunda bulunmasına yol açan olay.

Halka açık şirketin kárının, ortadan kaldırılarak küçük ortakların paralarının ‘gasp edilmesi’.

Daha önce Berke Barajı inşaatında da bunu yaptılar.

500 milyon dolarlık işi 1 milyar küsur dolara bitirip, ÇEAŞ’ın ve dolayısıyla ÇEAŞ’ın küçük ortaklarının 500 milyon dolarını ‘iç’ ettiler.

Şimdi aynı şeyi daha ‘büyük boyutlu’ olarak Ilısu Barajı inşaatında yapacaklar.

1 veya 1.3 milyar dolar civarındaki inşaatı en az 3 milyar dolara yapacak ve yine en az 1.5 milyar doları hem Maliye’den vergi olarak, hem de küçük ortaklardan kár payı olarak kaçıracaklar.

ÇEAŞ yatırımcıları yine paralarının Uzanlar’a ait inşaat şirketine doğru ‘yelken açıp’ uçmasına seyirci kalacaklar.

SPK yine yüzlerce suç duyurusu yapacak, Maliye yine kaçağın peşine düşecek, Enerji Bakanlığı yine bu yüksek maliyeti soruşturacak, yine yıllarca sürecek dava süreci başlayacak, kamu adına Uzanlar’ın peşine düşenler yine televizyon ve gazeteleri aracılığıyla sindirilmeye çalışılacaklar.

Uzanlar’ın derdi bu.

Ama bu kez ‘tetikteyim’.

Bu ülkenin 1.5 milyar dolarını, küçük yatırımcının kuruş kuruş biriktirdiği parayı bunlara yedirtmeyeceğiz.

Konser değil miting plaket değil maket


SAMSUN Valisi Muammer Güler hem aradı, hem de bir düzeltme metni yolladı.

Neyi düzeltecekse!

Efendim Sayın Vali, Cem Uzan’a ‘plaket’ vermemiş. Sadece ildeki Atatürk Heykeli’nin bir ‘maketini’ vermiş. Bu maket daha önce de ili ziyaret eden ‘50’ kadar kişiye verilmiş. Bu ili ziyaret eden işadamı veya önemli kişilere verilen bir ziyaret anısıymış.

Üstelik de, Cem Uzan önce valiyi ziyaret etmiş, sonra muhalefet lideri gibi konuşmuş.

Ayrıca da Cem Uzan’la sadece kendisi değil, başka yetkililer de görüşmüşler...

Vali Güler’in yanıtı böyle.

Bu arada Cem Uzan, ‘konser’ adı altında düpedüz ‘miting’ yapıyor.

Acaba bu mitingler için alınması gereken izinleri alıyor mu?

ÇEAŞ’a müfettiş gidince


DEVLETE şerefle hizmet etmiş bir bürokrat aradı.

Üst düzey.

Uzanlar’ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nı ve bakanlık çalışanlarını sindirmeye çalıştığı yolundaki yazılarımı teyit etti.

‘Haklısınız. Bakanlık üzerinde büyük bir baskı kurmaya çalışıyorlar. Ancak tek neden Ilısu Barajı işini almak değil. O da önemli bir neden ama bakanlıktan bir başka rahatsızlıkları daha var’ dedi.

Uzanlar’ı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na düşman eden nedenler arasında, iki ay önce Uzanlar’ın kontrolündeki ÇEAŞ ve Kepez’e gönderilen müfettişler de önemli bir yer tutuyormuş.

Bakanlık bundan 2 ay önce 27 müfettişi Çukurova Elektrik ve Kepez Elektrik şirketlerinde dönen dolapları araştırmak üzere bu iki şirketin merkezlerine yollamış.

İncelemeler iki aydır sürüyormuş.

Müfettişlerin bu şirketlere gitmesiyle birlikte Uzanlar’a ait gazete ve televizyonlarda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile ilgili ‘aleyhte’ ve birçoğu ‘yalan’ haberler başlamış.

Beni arayan bürokrat, ‘Her kurumda olduğu gibi bu bakanlıkta da yanlışlar var. Ama Uzanlar bu yanlışları düzelsin diye değil, çıkarları için yazıyorlar. Ayrıca da yazdıklarının yarısı yalan’ dedi.

Doğrusu hiç şaşırmadım.

Bu gezi ertelensin


BAŞBAKAN Ecevit’in inatçı kişiliğini biliriz.

Ülkeyi darbeye götürecek kadar inatçıydı geçmişte.

Can çıkar huy çıkmaz derler.

Yine inadı tuttu.

Bütün uyarılara rağmen Pakistan ve Afganistan gezisine çıkacak. Başbakanlığa gidemiyor, Pakistan’a gidecek.

Aynı yere son gidişinde sağlamdı, dönüşünde ‘camdan el sallamasa’ yaşadığına kimsenin inanmayacağı kadar hasta oldu.

Bu kez hasta hasta gidiyor.

Gideceği yerlerde sıcaklık 50 derece dolaylarında. 40 kişi sıcaktan ölmüş.

Üstüne üstlük bizim Başbakan bağırsaklarından sorunlu, sağlamı bağırsak sorunlu yapan bir yere gidiyor.

Rahşan Hanım veya Hüsamettin Özkan, Ecevit’i ikna etmeli ve bu gezi ertelenmeli.

Durduk yerde ‘istikrarı bozmaya’ hiç gerek yok.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ülkelerin kaderleri, liderlerin inatlarına bırakılmayınca.
Yazının Devamını Oku

Uzanlar, Ilısu’yu almak için her şeyi yapacak!

15 Mayıs 2002
<B>BU </B>ülkede olacakları görmek için ne káhin olmaya gerek var, ne de <B>Nostradamus’</B>un sırlarını çözmeye. Biraz ‘dikkatli bakmak’ yetiyor.

Berke Barajı’nın ‘sözde açılışı’nda, Kemal Uzan’ın yaptığı konuşmanın ardından yazdık, ‘Bunlar yeni baraj ihaleleri istiyorlar ve bunun için Enerji Bakanlığı’nı tehdit ediyorlar’ diye.

Haklı çıktık.

Önce istediler, verilmedi.

Şantaj yaptılar, sökmedi.

Enerji Bakanlığı’na çamura başladılar, yemedi.

Son yol olarak siyaset kaldı.

Baktılar ki, artık siyaseti satın alamıyorlar, kendileri siyasete soyunuyorlar. Türkiye’yi kendi şirketleri gibi yönetmek, sıkıştıkları köşeden çıkabilmek için.

İlk hedefleri Ilısu Barajı.

Bu barajın hikáyesi uzun. Yıllardır ‘her nedense’ başlayamayan bir ‘hikáye’...

İsviçre’den başlayıp İngiltere’ye uzanan, oradan Çin’e geçen ve ‘birtakım ellerin’ bir şekilde engellediği bir hikáye.

Uzanlar, şimdi ‘tehdit ve şantaj’la bu işi kapmak istiyorlar.

Ve sanki bu işi kimse yapmak istemiyor da, Uzanlar ‘millet’ için bu işi yapacakmış gibi bir hava yaratmaya çalışıyorlar.

Taş çatlasa 500 milyon dolara mal olacak Berke Barajı inşaatını bu ülkeye 1 milyar dolara ‘geçirdikleri’ yetmiyormuş gibi, şimdi de Ilısu’nun peşindeler.

Maliyeti 1 milyar dolara yaklaşan Ilısu’da atmayı planladıkları‘kazığın’ boyutunu varın siz hesaplayın. Ben söyleyeyim; en az 2 milyar dolar.

Bu arada ‘Kimse yapmıyor ama biz bu ülke için yaparız’ dedikleri barajı yapmaya talip pek çok firma var.

Bunlardan bazıları Hasankeyf’i kurtarmayı da taahhüt ediyor.

Üstelik de Türk firmalarının yapacağı bölümler için de kredi sağlıyor. Ama Uzanlar bu işe ‘uzanmaya’ çalışıyorlar... Gerekirse meydanlara bile çıkarak.

Pisliğin içinden sağa sola çamur atarak ahlak bekçiliği yaptığını ve milleti kandırabildiğini zanneden Uzan kalemşorları ise susup izliyorlar.

Utanmadan...

Merkez’in yanıtı


MERKEZ Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti aradı.

Daha doğrusu geçen hafta aradı da, aradığını yazmak bugüne kaldı.

Merkez Bankası’nın 7.5 katrilyon lira kár ettiği bir dönemde, bankaların bir küsur trilyon zarar ettiğini konu etmem üzerine konuştuk.

‘Hazine’nin yüksek faiz uyguladığı dönemlerde Merkez Bankası her zaman kár etmiştir. Üstelik biz kárımızı zaten Hazine’ye aktarıyoruz’ dedi.

‘Biliyorum. Ben yazımda bunu eleştirmedim. Yanlış değerlendirmeyin. Ben sadece ekonomide bir denge olduğunu vurgulamaya çalıştım. Bir başka yerden bakarsak, size bağlı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu 8.5 katrilyon zararda ama siz 7.5 katrilyon kárdasınız. Topluca bakarsanız, kamu TMSF’den 8.5 katrilyon zararda gibi görünse de, zarar bir anlamda 1 katrilyon lira. Olaylara çok yönlü bakmak gerektiğini vurgulamaya çalışıyorum’ dedim.

Güldü. ‘Çok yönlü bakarken, bir başka yön de var’ dedi. ‘Geçen yıl Merkez Bankası 7.5 katrilyon kárda, bankalar 3.4 trilyon zararda ama Merkez Bankası Başkanı bankalara ucuz döviz sattığı iddiasıyla yargı önünde. Düşünün bir de biz bu bankalara ucuz döviz satmasaydık ne olurdu?’

Bu konu yargıya aksetmişti ve yargı Süreyya Serdengeçti’yi aklamıştı.

Ama Gazi Erçel döneminde sorun ucuz döviz satılmasından çok ucuz dövizin ‘kimlere’ satıldığıydı. Ve bütün Türkiye’ye ‘Dövize yönelmeyin devalüasyon yok’ diyen Gazi Erçel aynı gün kendi birikimini ‘dolara çevirmişti’.

Vicdanlarda aklanmayan olay buydu.

Köprüdeki bayrak artık insin


GALATASARAY’ın Boğaziçi Köprüsü’ne astığı bayrak artık can sıkmaya başladı.

Önce ‘çekemeyenler’ tarafından indirildi. Ardından tekrar asıldı. Sonra rüzgárdan yırtıldı.

Şimdi dalgalanıyor ama bu kez de fazla dalgalanıyor ve bayrak yüzünden köprü üzerindeki trafik iyiden iyiye tıkanıyor.

Bence yeterli ‘şov’ yapıldı ve yeterince sevinildi.

O bayrağı şimdilik indirsinler.

Önümüzdeki yıl Avrupa Şampiyonu olurlarsa yine asarlar...

Türkiye ligi şampiyonluğuna bu kadarı yeter...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Şantajcının yanında gazetecilik yapılmayacağını, şantaj organında çalışıp gazetecilik dersi vermeye kalkanlar da anladığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Samsun Valisi Cem Uzan'a niye plaket verdi?

14 Mayıs 2002
<B>CEM ‘‘Berlusconi’’ Uzan'</B>ın <B>‘‘siyasete soyunduğu’’ </B>kesinlik kazandı. Gazatesinde yazan Ali Şen mesajı vermiş dün:

‘‘Cem Uzan muhalefet lideri mi?’’

Şen, Uzan'
ın konuşmalarını yazıyor ve patronunu ‘‘tebrik’’ ediyor.

Cem Uzan'ın siyasete girişi netlik kazandı bana göre.

Türkiye'yi il il gezecek ve iktidarı halka şikáyet edecek.

‘‘Bana avanta ihaleler verilmiyor. Ilısu Barajı işini bana peşkeş çekmiyorlar. Eskiden kimsenin ruhu duymadan her türlü suç duyurusundan takipsizlikle yırtardım, şimdi artık dava açılıyor’’ diyemeyeceği için de iktidarın ekonomi politikalarına yükleniyor.

Bu arada konuştuğum bazı hukukçular Cem Uzan'ın milletvekili olarak ‘‘dokunulmazlık zırhına’’ kavuşmak istediğini söylüyorlar.

SPK'nın suç duyuruları nedeniyle hakkında açılan davalardan kurtulmasının son derece güç olduğunu söyleyen hukukçular, ‘‘Şimdi niyeti bir şekilde postu Meclis'e atıp dokunulmazlık kazanmak. Yoksa hapse girmesiyle sonuçlanacak süreç başladı’’ diyorlar.

Hangi nedenle olursa olsun Cem Uzan siyasete giriyor.

Görünen o.

Elbette her Türk vatandaşı gibi siyasete girmek onun da hakkı.

Bu uğurda elindeki medya gücünü kullanmak onun bileceği iş.

Yanında çalıştırdığı ‘‘etikçiler’’ bu durumu nasıl yorumluyorlar doğrusu merak ediyorum.

Ama daha çok merak ettiğim, Samsun Valisi Muammer Güler'in Cem Uzan'a hangi gerekçe ile plaket verdiği!

Devletin valisi, durduk yerde meydanlarda konuşmalar yaparak hükümete çatan bir işadamını plaketle karşılıyor.

Hayırdır inşallah!

Karayolları: Yargı yolu henüz kapanmadı


KARAYOLLARI Genel Müdürü Dinçer Yiğit aradı. Otoyal ve köprü geçiş ücretlerine yapılan zamların yargı tarafından iptal edildiği halde zamlı geçiş ücretleri alınmasını ve yargı kararlarının genelde yürütme veya idare tarafından uygulanmamasını eleştiren yazıma yanıt verdi.

‘‘Sayın Altaylı, kamuoyunda yanlış bir izlenim var. Devlet sanki otoyol ve köprülerden aldığı parayı başka yerlerde har vurup harman savuruyormuş gibi bir intiba oluşuyor. Oysa bu yıl köprü ve otoyollardan 218 trilyon gelir elde ederken, devlet bütçeden sadece otoyol ve köprülere 1.3 katrilyon bütçe ayırıyor’’ dedi.

Ben de kendisine, ‘‘Dinçer Bey, ben fiyat veya para işinden söz etmiyorum. O başka bir konu. Benim derdim yargıya yapılan saygısızlık. Türkiye'de yargı altın madenini kapatır, idare engeller. Türkiye'de yargı çevreye zararlı termik santral kapatılsın der, idare kapatmaz, otoyol zammı geri alınsın der idare almaz. Benim derdim bu’’ dedim.

Hemen yanıtladı.

‘‘Fatih Bey, ben üç yıllık yargı mücadelesiyle görevine dönmüş bir adam olarak yargının önemini bilirim. Ve yargıya saygısızlık yapmam. Doğru, yargı zamların geri alınması kararını verdi ama bu nihai karar değil. Biz de idare adına itiraz hakkımızı kullandık. Şu anda Ankara Bölge İdare Mahkemesi'nde bizim itirazımız inceleniyor. Orada verilecek karara göre hareket edeceğiz’’ dedi.

‘‘Yani itirazınız reddedilirse, köprü ve otoyol zamları geri çekilecek mi?’’ diye sordum.

‘‘Hiç şüpheniz olmasın. Yargı yolu bitince zamları geri alırız. Hem de o dakika’’ dedi.

İnşallah alırlar.

Hani müzeler bedavaydı!


KÜLTÜR Bakanlığı ‘‘Müzeler öğrencilere bedava’’ diyor ama velilerden gelen tepkiler öyle değil.

Bu hafta sonunda da Anadolu'nun çeşitli illerinden İstanbul'a gelen öğrenci grupları, girişte kendilerinden ücret istenen Topkapı Sarayı Müzesi'ni gezemeden dönmüşler.

Kültür Bakanlığı'nın bana verdiği bilgiye göre ‘‘öğrenciye bedava’’ olması gereken müzenin kapısında çocuklardan 7.5 milyon TL istenmiş.

Acaba orada da devreye mafya mı girdi diye düşünüyor insan.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hiçbir uğurda yalan söylemeyeceğini belirtenler, ilk açıklamalarında yalan söylemedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku