Derviş gelmeden kişi başı gelirimiz 20 bin dolar mıydı?
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
‘‘KEMAL Derviş hayranı yazılarınız’’ diyen fakslar alıyorum.
Gülüyorum.
Bu meslekte ‘‘hayranlık’’ lüksümüz yok. Olamaz da...
Bakarız, görürüz, değerlendiririz, yazarız.
Derviş'e de aynen böyle yapıyorum. Geçmişte BDDK'nın hatalı tutumlarından dolayı zehir zemberek eleştirdiğim de oldu, ağır suçlamalar yönelttiğim de.
Bugün de çok doğru şeyler yaptığını görüyorum ve yazıyorum.
Derviş'e ‘‘akıl veremediği’’ için kendini kötü hisseden bir grup sözde ‘‘ekonomi gurusu’’ bugünlerde Derviş'i eleştirmeye başladı. Sözde ‘‘gurularla’’ yıllardır içli dışlı olmuş ‘‘siyasetçiler’’ de Derviş'e çatıyorlar. Söyledikleri çok hoş: ‘‘Derviş geldiğinden beri ekonomik göstergelerde iyiye doğru bir gidiş gözlemlenmemiş.’’
Türk halkının hafıza zayıflığından yararlanmak amacındalar.
Bunların söylediklerine bakarsanız Derviş Türkiye'ye gelmeden önce sanki şöyle bir tablo vardı:
Derviş'ten önce Türkiye'de kişi başı ulusal gelir 20 bin dolardı. Gayri safi milli hasıla toplamı 1.5 trilyon dolardı. İhracatımız 440 milyar dolardı. Dış ticaret fazlamız 350 milyar dolardı. Dış borcumuz yoktu, tam aksine 300 milyar dolar dış alacağımız vardı. İç borcumuz zaten yoktu. Faizler binde 1 düzeyindeydi. Enflasyon binde birin altındaydı. Tarımsal üretim patlama yapmıştı. Sanayide kapasite kullanımı yüzde 100'ü aşıyordu.
Ve işte tam bu noktada Türkiye ‘‘Bu kadar da iyi olunmaz’’ diyerek Kemal Derviş'i çağırdı.
Ben bazı ekonomi yazarlarını ve siyasetçileri dinleyince tablonun bu olduğunu düşünmeye başladım.
Sanki Türkiye müthiş bir krizin içinde değildi. Sanki dolar gökyüzüne doğru tırmanmıyordu. Sanki bankalar birbiri ardına gitmiyordu. Sanki uluslararası finans kuruluşlarının kara listesine girmemiştik. Sanki yüzde 20 reel faizle bile para bulamaz hale gelmemiştik.
Faizler yüzde 5000 miydi hatırlamak dahi istemiyorum. Şimdi bunun yüzde birine yakın.
Adamı ‘‘kurtarıcı’’ diye çağırdık. Allah var Bülent Ecevit'in de büyük desteğiyle Türkiye'nin en önemli dönüşümlerinden biri gerçekleştirdi. Şimdi sövüyoruz. Çünkü ‘‘iki beden bol’’ geliyor.
Gazetecisine de, siyasetçisine de, iş bitiricisine de, mevcut düzenden rant elde edenine de ters geliyor.
Artık gitsin istiyorlar.
Adamın devleti yedirtmeyen, Hazine kesesinden rant yaratmayan halinden rahatsızlar. Türkiye'nin gerçeğini bilen ve bundan rahatsızlık duyanların ona olan güveninden rahatsızlar.
Bence de haklılar.
Aynen Mavi Jeans reklamı gibi. ‘‘Bu Derviş de çok oluyor ama.’’
Dağdan gelip bağdakini kovmak var mı! Ne güzel üzümleri talan ediyorlardı.
Her yurtseverin içinde kararsızlık yok mu?
KEMAL Derviş, büyük bir olasılıkla bugün ‘‘kararını’’ açıklayacak.
Adamı beklediği için çok eleştirdik.
Oysa beklemekte çok haklıydı. Bugün aklı başında milyonlarca yurtsever siyasete girmek için neden bekliyorsa, o da ondan bekledi.
Çünkü ‘‘yurtseverin öncelikleriyle’’‘‘siyasetçinin öncelikleri’’ örtüşmüyor.
Derviş haftalardır süren arayışında işte bu ikisini üst üste koymaya çalışıyor.
Bu ikisinin tam üst üste oturduğu hiçbir yerde görülmemiştir belki ama, bu ikisinin birbirinden bu kadar uzak olduğu da görülmemiştir.
En azından gelişmiş bir ülkede.
Derviş'in derdi de işte bu.
Düne kadar ‘‘sol birleşsin’’ diyenler bugün aynı şeyi Derviş söylüyor diye karşı çıkıyorlar.
Düne kadar ‘‘sağ birleşsin’’ diyenler, bugün aynısını söyleyen Derviş'i eleştiriyorlar.
‘‘Türkiye'yi güçlü merkez iktidarlar kurtarır’’ şarkısının yazarları aynı şarkıyı Derviş söyleyince eşlik etmiyorlar.
‘‘Küçük olsun benim olsun’’cularla, ‘‘Bu ülkeyi ben ve yandaşlarım yesin’’ciler bir yanda, ‘‘Bu ülkeyi çocuklarımıza bu halde bırakmayalım’’cılar diğer yanda.
Ve Derviş Türkiye'deki her yurtseverin yaşadığı ikilemi yaşıyor:
‘‘Ben bu siyasete girip de ne yapacağım.’’
‘‘Bu haliyle bu pislik beni de yutar mı?’’ sorusunun yanıtı basit değil.
Elinizi vicdanınıza, kendinizi de Derviş'in yerine koyun ve söyleyin.