İzmir'deki A class gizli toplantı

AMERİKA Birleşik Devletleri'nin savunma konseptindeki değişiklik tartışılıyor. ABD geçmişte ‘‘önleyici vuruş’’ olarak tanımlanan bir savunma stratejisine sahipti. Bu strateji bir ülkede ABD çıkarlarına karşı bir tehlike başgösterdiği zaman buraya müdahale etmeyi gerektiriyordu.Bush yönetimi bunu değiştirdi. Şimdi ‘‘ön vuruş stratejisi’’ uygulanmak isteniyor. Bu da ‘‘tehlikeli olabileceği sezilen ülkeye tehlikeli hale gelmeden müdahale etme’’ anlamına geliyor. ABD, Irak'ı bu yeni strateji dahilinde vurmayı planlıyor. Bölgede ise bu yeni ‘‘stratejiye’’ büyük tepki var. ABD ile müttefik olan Arap ülkeleri aynı konsept içinde kendilerinin de İsrail'e karşı harekete geçme hakkına sahip olacaklarını söylerken, en ciddi itiraz Türkiye'den geliyor. Türkiye tam bu noktada ABD'ye çok önemli bir soru soruyor: ‘‘Güney Kıbrıs'a yerleştirilen füzeler Türkiye açısından çok ciddi bir tehdit unsurudur. Bu çerçevede biz de Güney Kıbrıs'ı vurabilir miyiz?’’Bütün bu meseleler geçtiğimiz ayın başında İzmir'de yapılan çok gizli bir toplantıda ortaya konuldu. ‘‘A class gizlilik’’ derecesindeki toplantıya 16 Arap ülkesinden üst düzey generaller, İsrail'den iki general ve 1 deniz albay, NATO Güney Kanat komutan yardımcısı, ABD Dışişleri Bakanlığı uzmanları, ABD Büyükelçiliği'nden görevliler, Türkiye'den ise Milli Savunma Bakanlığı'ndan uzmanlar, generaller ve bazı üniversite öğretim üyeleri katıldılar. ABD tarafı bu toplantılarda olası Irak harekátına destek bulmaya çalışırken, Türkiye de bölge ülkelerine önderlik ederek, ABD politikasındaki ‘‘tutarsız’’ tarafları ortaya kokuyor. Bu arada Kürt grupların Kuzey Irak'taki ‘‘şımarık’’ tavrına karşılık olarak bu hafta sonunda Avanos'ta ‘‘Irak Türkmenleri Derneği’’ önemli bir toplantı yapıyor. Bütün bu hareketlilik, ABD'nin Irak operasyonuna doğru koşar adım gittiğini gösteriyor gibi. Bu yanıt Altan soyadına yakışmadıAHMET Altan'ın bu kadar ‘‘saçmalayacağını’’ ummazdım. En azından ‘‘o’’ babadan doğmuş bir evladın bu kadar saçmalama hakkı olmamalıydı. Kitabı üzerine bir tartışmaya girmek istemiyorum. Ama kendini ‘‘savunuş’’ biçimi ve beni ‘‘suçlayış’’ biçimi ‘‘Altan’’ soyadına yakışmadı. Görüştüğü muhabirlere ‘‘Benden nefret etmesi için bir neden yok’’ anlamına gelecek sözler söylemiş ve benim ‘‘düşmanlık’’ yaptığımı öne sürmüş. Yazık... Sığ bir bakış açısı. Bir gazeteci eleştiri yaparken kriteri ‘‘düşmanlık veya sevgi’’ değildir.Benim de Ahmet Altan'ı veya herhangi başka birini eleştirmek için onun ‘‘düşmanı’’ olmam ya da o kişi veya kurumdan ‘‘nefret’’ ediyor olmam gerekmez. Tam aksine işime duygularımı karıştırmamam gerekir. Zaten hiçbir zaman da karıştırmadım. ‘‘Andıç’’ benzetmesi de yapıyor Ahmet Altan. Güldüm... ‘‘Andıç’’ nedeniyle Sabah Gazetesi'nin iki önemli yazarının işine son verdiği günü hatırladım. Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand'ın.Birand ve Çandar o ‘‘bulanık’’ günlerde işlerinden olmuş ve ‘‘yakın dostları’’ kuyruklarını sıkıştırmış saklanırken, Türk basınında bu iki ‘‘gazeteciye’’ tek desteğin bu köşeden verildiğini beni okuyan herkes hatırlar. Neredeyse tek bir fikrimin bile örtüşmediği Çandar ve Birand'a destek veren ve Sabah'ta yazamadıkları yazılara sütununda yer açan ‘‘tek’’ kişiye ‘‘andıç’’ benzetmesini yapan kişinin bana ‘‘düşmanlık’’ suçlaması yapması ilginç. Asıl ‘‘kin’’in kimde olduğunu da gösteriyor.Yazık doğrusu. Altan soyadlı birinden daha tutarlı ve daha samimi açıklamalar beklerdim. Basit, sıradan, Türk işi bir ‘‘düşmanlık’’ ve ‘‘kıskançlık’’ edebiyatı yapmasını değil. Ahmet Altan niye kızgın?AHMET Bey benim suçlamama biraz aşırı tepki verdi. Bunun içinde bir miktar telaş seziyorum. Yok yok yanlış anlamayın. Suçluluk telaşı değil. Her ne kadar Milliyet Gazetesi iki kitabın benzeyen ve ayrılan yönlerini yazarak, benim haklılığımı ortaya koyduysa da ben Ahmet Altan'ın bu etkilenmeye ‘‘bilmeden’’ de maruz kalmış olabileceğini düşünüyorum. Belki de kitabı okumadı, filmi izledi ve yıllar sonra bu filmden kalan kırıntılar ona bu kitabı yazdırdı ve o bu kırıntıların nereden kaldığını hatırlamadı bile. Olabilir. Bilmiyorum. Ama Ahmet Altan'ın öfkesi bence bundan değil. O çevresine ördüğü kozanın ‘‘çatlamasına’’ bozuk. Goygoylanmaya alışmış egosunun ve onu koruyan çevresindeki halkanın zedelenmesinden rahatsız. Fatih Altaylı'dan sonra, Engin Ardıç'ın ve kim bilir daha nicelerinin o çatlaktan girmesinden rahatsız. Edebiyat eleştirmenlerinden bana gelen faksların, e-postanın içeriğini o da tahmin edebiliyor.Buna öfkeli... Bu yüzden de beni ‘‘gazeteciliği bırakmaya’’ davet ediyor. Haklı da. Gazeteci dediğin Ahmet Altan'ın en müthiş kadın yazarı olduğunu söyleyendir. Onun ‘‘etkilenmiş’’ ve hatta ‘‘yürütmüş’’ olabileceğini yazan değil. Ama merak etmesin. Ben aslında dün bitirmek istediğim tartışmayı noktalıyorum. Artık hakkında bir tek satır yazmam. Çok sevgili Çetin Abimin ‘‘hatırı’’ var. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Seviyemizi öfkemiz kontrol etmediği zaman.
Yazarın Tüm Yazıları