BAZEN insan kendini anlatmak ister, ya da yaptığı işi. Bugün izninizle böyle bir şey yapacağım.
Büyük bir olasılıkla biliyorsunuz, bundan üç ay kadar önce Kanal D Haber'in Genel Yayın Yönetmeni oldum.
Daha önce yapmadığım, açıkçası yapmayı da düşünmediğim bir işti. Ama kitabımızda işten kaçmak yoktu. Kolları sıvayıp başladık.Üç ayda neler yaptık anlatayım:
Öncelikle ‘‘kamera şakası’’ adı verilen ve haberle uzak yakın hiç alakası olmadığı halde reyting getirdiği iddiasıyla haberlere salça yapılan garabeti Kanal D Haber'den çıkardık.
Yurtdışı kaynaklı eski aksiyon görüntülerini çöpe attık.
Ardından magazin adı altında yapılan ama aslında televole tipi programlardan apartma görüntülerden ibaret olan ve gerçek magazinle hiçbir ilgisi olmayan manken haberlerini haber bülteninden uzaklaştırdık.
Anlamsız, içeriği olmayan hayvan haberlerini kesip attık.
Siyasi haberleri gerçek ve tam bir tarafsızlık içinde yapmaya gayret ettik.
Hangi saatte olursa olsun, haberleri menkenlere değil, haber spikerlerine ve habercilere sundurduk.
1 saati aşan haber süresini önce 50, ardından da 45'ya dakika indirdik.
Bütün bunları yapınca reyting kaybetmek bir yana, reyting artırdık.
Hem tüm izleyicilerde, hem de AB sosyo ekonomik grubunda ilk sıraya yerleştik.
Eylül ayı ortalamalarında da farklı öndeyiz ve ayı önde kapatacağız.
İşin güzel tarafı biz böyle yapınca, rakiplerimizin büyük bölümü de haberlerine bizim gibi çekidüzen verdiler. Kamera şakaları ve palavra aksiyon görüntüleri artık onlarda da yok. Onlar da haber süresini bizimkine indirdiler.
Parlak sözlerin arkasına saklanmadan tarzımızla ayrıcalığımızı gösterdik.
Bu yazı bizi izleyenlere bir teşekkürdür. Kalitesizliğin toplum tarafından istendiğini öne süren ‘‘palavracılara’’ inat.
Partilerden yasadışı ahlaksız teklifler
RADYO D Reklam Servisi'ni önceki gün bir partinin üst düzey bir yöneticisi aradı ve şu teklifte bulundu:
‘‘Siyasi parti reklamları yayınlamanıza kısıtlamalar getirildi. Ancak bu yasağı aşan radyolar var. Acaba belirli bir fiyat üzerinden anlaşırsak, haberlerinizde ve özel programlarınızda partimizin bildirilerini habermiş gibi yayınlayabilir misiniz?’’
Bu konudaki kesin tavrımı bilen arkadaşlarım, ‘‘Yasal olmayan bir şeyi yapmamız mümkün değil’’ yanıtı verince şöyle karşılık almışlar:
‘‘Anlaşmayı birçok radyoyla yaptık. Niye hayır diyorsunuz?’’
Reklam piyasasının durumu pek parlak olmadığı için bazı meslektaşlarımız bu işe balıklama atlamışlar.Peki burada kim suçlu? Yasal olmayan bir işi ‘‘kılıfına uydurup’’ yapan radyolar mı, yoksa para karşılığı yasalara aykırı iş yapılması için teklifte bulunan partiler mi?
Radyolara ‘‘yasadışılık’’ teklifinde bulunanların, yarın yasalara saygılı bir şekilde bu ülkeyi yönetmelerini nasıl bekleyeceğiz!
Cezalar geliyor
YÜKSEK Seçim Kurulu, seçim yasaklarını hiçe sayan radyo ve televizyon kanallarına ceza yağdırmaya hazırlanıyor.
RTÜK'ten gelen raporlar doğrultusunda, geç de olsa harekete geçen Yüksek Seçim Kurulu bazı televizyonlara ceza yağdıracak.
Üstelik bu cezalar RTÜK'ün verdiklerinden ve verebileceklerinden daha ağır.
Çünkü Seçim Yasası'nın 149/A maddesi gereği öngörülen bu cezaların alt sınırı üç gün.
Bana gelen bilgilere göre ilk etapta YSK üç günlük cezaları verecek.
Ancak tekrarı halinde bu cezaların 15 güne kadar çıkması mümkün.
Yerel radyo ve televizyonlara il ve ilçe seçim kurulları zaten bu cezaları veriyordu.
Şimdi Yüksek Seçim Kurulu ülke çapında yayın yapan televizyonlara cezayı veriyor.
Anlaşılan bizim yayınlar ‘‘mekanizmaların’’ hızlanmasında etkili oldu.
Umarım bundan sonra uyarmaya gerek kalmaz.
Çünkü RTÜK sadece geçtiğimiz çarşamba günü ulusal televizyonlarda 20'yi aşkın ihlal belirleyip, durumu Yüksek Seçim Kurulu'na bildirmiş.
Bakalım cezalar nasıl gelecek.
Ve daha önemlisi nasıl devam edecek.
En kötü fiili yüceltenler!
YAZIM,Ahmet Altan'a değil, gazetelere. Kimse yanlış anlamasın.
Nedense son dönemlerde, Ahmet Altan'ın kitabıyla arşı alaya çıkan bir ‘‘aldatma’’ mevzuu var.
Bununla ilgili filmler övülüyor, kitaplar parlatılıyor, haberler yayınlanıyor.
Sanki ‘‘aldatmak’’ büyük bir marifetmiş gibi sunuluyor.
Yahu ‘‘aldatmanın’’ marifet mi olur?
Hangi anlamda olursa olsun, ‘‘aldatma’’nın yüceltilmesi mümkün mü?
Ama bizde oluyor.
Marjinal yaşam tarzını, modernitenin ‘‘olmazsa olmaz’’ şartıymış gibi sunmaya çalışan kimileri eşler arasındaki ‘‘aldatma’’yı sanki bir ‘‘vakai adiye’’ymiş gibi gözümüze sokuyorlar.
Sanki verilmek istenen mesaj şu:
‘‘Rahat olun, herkes aldatıyor.’’
Size ne yahu!
Bu lükede başımıza ne geliyorsa aldatmaktan ve aldatılmaktan gelmiyor mu?