26 Mart 2008
HERKESİN ortak derdi hakem. Peki hakemler dertli değil mi? Hem de boğazlarına kadar. Çünkü onların arasında da büyük rekabet var. Bir kısmı bu rekabetin haksız olduğundan sözediyor. Bence de o konuda haklılar.
Sebebi de şu.
Bir maça "x" gözlemci gidiyor, hakemi doğruyor. Bir başka maça "y" gözlemci gidiyor, hakemi puana boğuyor. Bunların arasında şartlı olanlar da var. Bu da işin daha kötü yanı.
Peki nasıl düzelir?
Çok basit. Yıllarca yapmadılar. Bir kaç yerde dile getirdim, anlatamadım. Son defa, tekrarlayayım.
Hakem adedini düşüreceksin. Gözlemci adedini de düşüreceksin. Hem hakem, hem gözlemci, çok maçta karşı karşıya gelecek. Her gözlemci her hafta maça gidecek. Tabi hakem de. O zaman hakeme verilen puanlarda eşitleme olacak. Ama burada çok önemli bir nokta daha var. Hakemleri en az üç veya dört gün kampa alıp, eğitim veriyorlar. Gözlemcileri lütfedip bir gün çağırıp, ertesi sabah postalıyorlar.
Bu iş nasıl olacak
Altını çizerek ikaz ediyorum. O yıl görev alacak hakem ve gözlemciler, aynı kamp yerinde aynı eğitimi almaya mecburlar.
Hakemlikte ikinci önemli nokta da şudur. Türkiye’deki bir hakem temsilcisinin, Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nda olması gerekir. Şimdiki yönetim kurulunda eski MHK başkanlığı yapan Ufuk Özerten var. Ama Ufuk hakemlerin içinden çıktıktan sonra o işten koptu.
Siz okuyucular, hakemlerin arasındaki dayanışmanın çok iyi olduğunu zannedersiniz. İşte burada çok büyük hata yaparsınız. Hakemler maç almak için rakipleriyle mücadele etmez, onun altını oyar. Sonra da kulüpler ve kamuoyu onları topyekün oyarlar.
Öncelikle hakem aleminin kapalı sisteminde adaleti sağlayacaksınız. Şu anda böyle bir adalet hakem alemi içinde yok.
Peki o zaman daha kendi içinde adaleti sağlayamayan grup, çıkıp maçlarda nasıl adaleti sağlar?
İşin aslı budur, benim adım Hıdır.
Raporlar tutmuyorsa sen öpeceksin!
MAALESEF bazı futbolcular ortamı o kadar rahat ve boş görüyorlar ki onlar için atılmak da önemli değil. Atıldıktan sonra da eylemlerine devam ediyorlar. Çünkü, gözlemciler ve hakemler nedendir bilinmez raporlarını eksik tutuyorlar. Raporlarında eyyamcılık yapıyorlar, yazmıyorlar.
Mesela bu hafta Bobo atıldı. Atıldıktan sonra hakem tedavi olan futbolcuya eğilmişken, geldi iki metrelik Sivriservi’yi olanca gücüyle itti. Tuttular. Yoksa, Sivriservi, Yerlebirservi olacaktı. Bence Bobo’nun atıldığı suçtan daha fazla bu eylemden ceza alması gerekir. Bakalım maçın temsilcisi o sırada başka bir yere mi bakıyordu? Veya hakem kendine yapılan bu eylemi yazacak mı?
Üç hafta evvel Lugano hakeme gözlük yaptı, atıldı. Atılışı ikinci sarı karttandı. Ama, Lugano ikinci sarı karttan kırmızı gördükten sonra, Ali Sami Yen’de tünelin içine girene kadar yaptıklarını bir Avrupa kupası maçında yapsa en az 5 maç ceza yer. Ne oldu? Temsilci de yazmadı, hakem de yazmadı, Lugano yırttı.
Bu konularda gözlemciler de sıkıntılı. "Bizim bu olayları yazmamızı federasyondan istemiyorlar" diyorlar. Niye? Sahada olup biten bütün olayları gözlemci, temsilci ve hakemler yazacaklar ki eğer olaylar onların yazdığı gibi öpüşmüyorsa, federasyon olarak raporuna yazmayanı o zaman sen öpeceksin.
O zaman adalette bir sakatlık oluyor. Rüştü’nün günahı neydi? Göğsüne çarpan topta pozisyonu görmeyen hakemler Trabzonsporlu Umut’un son derece centilmence (!) yaptığı ikazlardan sonra kırmızı kartı gösterdi. Ama Rüştü, hiç ağzını açmadan yürüdü gitti. Yani, Lugano da çıktı, Rüştü de çıktı. Birisi darmaduman etti, paramparça yaptı, yapmadığını koymadı. Diğeri de adam gibi, tıpış tıpış çıktı.
Ne oldu? Kara kaplı deftere bakıldığında ikisinin de karşılığı bir maç. Eğer Bobo’nun da ikinci yaptığı hareket yazılmazsa o da yalnız birinci suçtan ceza alacak.
Satan, 90 dakika beklemez
HİÇBİR futbolcu maç satmak için 90 dakikayı beklemez. Öyle işler yapar ki futbolu iyi bilenler anlarlar. Eğer futboldan anlamazsanız, onu maçın kahramanı bile yapabilirsiniz. Yani maçı satanı.
Bunun yıllarca çok örneklerini yaşadık. Souleymanou’nun yaptığı laubalilik. Aşırı kendine güven. Türk futbolcusunun inanılmaz bir yapısı var. Cephesi kornere ve taca dönükken topu oradan dışarı atmıyor. Atsa, sanki futbolculuk değeri düşecek. Dönüp daha iyi işler yapmaya kalkıyor.
9 defa yaparsın tutar, bir yapmazsın uçağı düşürürsün. Souleymanou’nun yaptığı gibi. Özellikle kaleci maçı verecekse, maçı sattıysa eğer, en fazla yan toplarda tatbikata geçer. Yarıda kalır, çıkmaz veya çıkar, kontrolsüzdür. Top üstünden geçer. Yan topa çıkarken rakibine yumruk atar veya çıkılmayacak pozisyonda rakibe çıkar, ceza alanı içinde onu düşürür. Hatta kıyağı biraz daha arttırır, bariz gol şansından düşürdüğünde kırmızı kart görür.
"Yeme de yanında yat" misali. Bilmem anlatabildim mi?
NOT: Eskilerde ismi yurt dışına taşmış müthiş yetenekli bir kalecimiz vardı Türk futbolunda. Böyle maçlarda adı sıkça geçerdi. Hatta birinde yaptığı şu olayı da hep anlatırlar. Bir yan top gelir. Kalecimiz olanca hışmıyla ve hırsıyla topa doğru hareketlenir hem de bağırarak, "Bıraaaakkkk" diye. Ama rakip santrfor topa kafayı çakmıştır. Gol olmuştur. Kalecimiz, "maaa" diye cümleyi bitirir ama, "bırak" ile "ma" arasındaki o kısa süre içerisinde rakip işi bitirmiştir. O kalecinin de hiçbir suçu yoktur. Hatta arkadaşlarını fırçalar bile.
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2008
FENERBAHÇE’nin Chelsea maçındaki en büyük şansı bu takımdan Mourinho’nun ayrılması. Onun getirdiği disiplin ve sistem, şu anda fazla bozulmadan devam ediyor gözüküyor. Ama, iç taraflarına girdiğinizde, baktığınızda görülen böyle değil. Futbolcular arasında huzursuzluk had safhada. Seyirci, pankart açıyor, "Kukla teknik direktör istemiyoruz" diye. Shevchenko, bir geldi Chelsea karıştı. Futbol takımlarında bu karışıklıklar ancak şok neticelerden sonra su yüzüne çıkar. Yani Chelsea şu anda mikrop olmaya hazır yara biçiminde.
Hollanda’dan bir antrenör getirdiler, hem de yüklü bir para ödeyerek. Futbolcular onu da istemiyorlar. "Senin kariyerin ne ki. Bize ne öğretebilirsin" diyorlar. Nitekim Championship’ten yani onların 2. Ligi’nden bir takım geldi adı Barnsley ve Chelsea’yi eledi. O eleyen takım Fenerbahçe’den daha kötü bir takım. Maliyeti de daha düşük. Fenerbahçe, Chelsea’yi eleyerek onun içini dışına çıkarabilir. Zaten kulüp başkanlarının da teknik direktörünün de en büyük korkusu bu. Bu 7 takımın içinde başka birine elenseler durumu gene kurtarabilirler.
Fenerbahçe’nin bir dezavantajı var. Sevilla’yı elemesi. O Chelsea’li futbolcular üzerinde, "Aynı duruma biz düşmeyelim sonra perişan oluruz" fikri oluşabilir.
Fenerbahçe için İstanbul’daki maç çok daha tehlikeli. Çünkü, buraya göre bütün stratejilerini yapacaklar. Yani Fenerbahçe, 90 dakika olarak bakılan tur maçlarının İstanbul’daki ilk 45 dakikasında gözünü dört açmak zorunda. O seyirci baskısıyla, İngiltere’deki maçta zaten futbolcuların gözlerini kapatacak halleri ve zamanları kalmayacak.
Sarı kartta cimri olun
HAKEMLER, FIFA da olsalar hala farkında değiller. Bir hakem için tehlikeli olan kart, sarıdır. Kırmızı, çok kolaydır. Onlara şu tavsiyede bulunabilirim. Sarı kartınızı zorlanarak çıkaracağınız cebinize koyun. Kırmızı kartınızı ise nereye isterseniz oraya. Sarı kartı gösterdiğiniz zaman çıkılmayacak yola giriyorsunuz. Her zaman şöyle düşünün: "Sarı kartı atladım, göstermem gerekirdi" dediğinizde hiçbir kaybınız yok. Çünkü, futbolcu zaten oyun alanının içinde. Ama sarıyı gösterdiğinde, aynı harekette ikinci sarıyı göstereceksin. Yani sarı kartta cimri olun.
Kırmızı kartta hakemlerin hata oranı azdır. Zaten sporcu önemli bir halt etmiştir. Kırmızıyı görmüştür. Bankadan aldığınız kredi kartını da önüne gelen yerde kullanırsanız, sonunda iflas edip icralık oluyorsunuz. Sarı kartları da temkinli kullananlar, hayatlarında ve işlerinde başarılı oluyorlar.
Başkent’teki stat rezaleti
MELİH Gökçek beni gördüğünde, "Hocam, Şansal Büyüka ile bir gün gelin de size tesisleri gezdireyim" deyip durur. Hiç fırsat olmadı ama Ankaraspor’un oynadığı stada ikinci defa gitmek nasip oldu.
2 yıl önce G.Birliği OFTAŞ-Eskişehir maçına gitmiştim. Az seyirci vardı ama yolu bulmakta gene zorlandım. Bu sefer arkadaşımın arabasıyla Ankara-G.Saray maçına gittim. Tabelalara bakıyoruz. Yolu bulacağız, hava karanlık. Bir tabelaya geldik, o da orta refüjde duruyor.
"VIP, Basın Tribünü" sol tarafta diyor. Sola bir daldık, başka tabela yok. Tekrar Ankara’ya doğru dönüp gidiyoruz. Bir U dönüşü çektik. Yine aynı tabeladan döndük, bu sefer kararlama acaba birer araba var mı diye bakıyoruz. Bir, iki araba yola girdi. Devam ettik. Takriben 1 kilometre sonra 2 şerit geliş, 2 şerit gidiş olan yol dört şerit stada doğru gidiş olmuş.
Arkamızdan bir cankurtaran geliyor, stada ulaşamıyor. Öyle bir yola girmişiz ki dönülmeyen bir yol. Mecburi yürüdük. Maça da 10 dakika geç girdik. Merak ediyorum, statta yaralanan veya hastalanan birisi olsaydı, ya kan kaybından ya da cankurtaran gelmeden oracıkta ruhunu teslim ederdi. Ankara 19 Mayıs Stadı’na gidiyorsunuz, ulaşımı kolay ama rezalet bir zemin. Bu statta şu an 3 takım oynuyor. Önemli değil. Üç takımı kaldırır o zemin. Ama 23 Nisan ve 19 Mayıs provaları 1 ay sürüp filizlenen çimler ezilmezse...
Öyle değil mi Semih
F.BAHÇE takımında futbol oynuyorsun. "Banko oynamam lazım" diyorsun. Hepsi tamam. Ama, yedeksin ve belki de sahaya girecek ilk oyuncusun. Kenarda dalga geçiyorsun. Yeterince gerdirme, ısınma yapmıyorsun. Sonra girince de lifin atıyor. Burada Zico’nun en ufak bir kabahati ve suçu yok. Bir futbolcu anında oyuna girecek şekilde kenarda hazır beklemelidir. Yarın Chelsea maçında bu sakatlık yüzünden oynayamazsan ve oyununa tesir ederse ne yaparsın?
Utanıp, sıkılmıyorlar!..
GEÇEN haftalarda "Katil Taksiler" başlıklı yazım, taksicilerin çıkardığı gazetenin kapağından 9 sütun manşet olmuş. Diyorlar ki, "Erman Toroğlu, taksicilerden özür dile."
Ben, "Katil taksi" diye hangi taksilerden bahsettim? 3 kuruş daha fazla kazanacağız diye, ön sağ koltuktaki ve arka koltuktaki başlıkları çıkaran taksilerden. Neden çıkarıyorlar bu başlıkları? Arabanın boş olduğunu binecek müşteri anlasın diye. Eğer başlık olursa, müşteriler taksi dolu zannediyorlarmış. El kaldırmıyorlarmış. Yani 1-2 müşteri uğruna, o arabaya binenlerin hayatları yok sayılıyor. Bir başka arabaya vurduğunda veya o arabaya vurulduğunda, eğer başlıklar olmazsa orada kim oturuyorsa boynu kırılıp ölüyor. Ama taksicinin oturduğu koltukta başlık var. Onunki can. Diğer binenler hıyar.
Düşünün bir kere, "Toroğlu özür dileriz, bu başlıkları takmayan taksilere İçişleri Bakanlığı veya Emniyet Müdürlükleri göz yumuyorlar. Bizi iyi ki uyardınız, ikaz ettiniz. Başlıksız taksileri trafikten biz de men edeceğiz" diyeceklerine, utanmadan sıkılmadan benden özür bekliyorlar.
Başlık olmadığı için o taksilere binip ölen insanların ailelerinden siz özür dilesenize. Hoş dilediğiniz zaman o gidenler geriye gelmeyecekler. Ama sizler, o katil taksileri yollarda müşteri almaya gene yollayacaksınız.
Helal size. Mart ayı içindeyiz ya. Kediler piyasaya çıktılar. Hem üste çıkıyorsunuz hem de bağırıyorsunuz.
Zaman gerçekleri gösterir
BAYANLARIN, eşlerinin işlerine karışmasını tasvip edenlerden değilim. Takriben 4 yıl önceydi. Kuşadası’nda hakem semineri var. Öğlen tatilini fırsat bilerek Kuşadası girişindeki Aquapark’a gittim. Yanımda gazeteci arkadaşım Besim Güçtenkorkmaz da vardı.
Açıktaki soyunma odalarının önündeyim, bir bayan hışımla bana yöneldi. Başladı, bağırarak konuşmaya: "Eşim hakkında nasıl yazı yazarsınız." Kim olduğunu sordum, "Mutlu Çelik’in eşiyim" dedi. Bana hiçbir konuda konuşma fırsatı vermedi ve en sonunda da "Yanlış yazıyorsun" diye ekledi. Ben de kendisine, "Oğlunuzun ismi Haluk değil mi, yazdıklarımdan birisi buydu" dedim. O da "Evet, ne olacak. Eşim, Haluk Ulusoy’u seviyorsa" diye cevap verdi.
Diğer yazdıklarımı iyi bildiğim için hanımefendiye şunu söyledim: "Zamanı gelince onların da ne kadar gerçek olduğunu öğrenirsiniz." Acaba bu bayan dünkü Hürriyet’in spor sayfasındaki manşeti gördükten sonra şimdi karşılaşsak bana ne der?
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2008
ANKARA’nın dışında bir stat. Ve stada giriş eziyet. Hele büyük takım maçı varsa, en az 2.5 saat evvel Ankara’yı terk etmeniz gerekir. Biri şampiyonluğa, diğeri düşmemeye oynayan iki takım. Ama maalesef ikisinde de hedef hırsı yok. Şampiyonluğa gidenin teknik direktörü ikide bir hastalanıyor zaten. Düşenin de teknik direktörünü görevden alıyorlar.
Maçta 3’er 3’er 6 tane gol pozisyonu var. Ve maalesef bütün maç bu kadar. İki takım da hücuma kalktıklarında, defanslarıyla en uç adamları arasındaki mesafe bazen 60-70 metreye varıyordu. Ama bu cümle ikisi için de geçerliydi. Zaten biri 40 metreye indirse, dün gece diğerine havlu attırabilirdi. Ama ikisinin de bırakın havluyu, birbirlerine bornoz atacak halleri yoktu.
Bir Lincoln düşünün, Galatasaray’a ’kurtarıcı’ diye alınan... Adamın aklı-fikri, ’birisi bana dokunsa da yere düşsem’ diyor. Yunus Yıldırım da bunların hiçbirisini yemeyince bu sefer Galatasaray seyircisi gene hakeme küfür etmeye başladı. Belki de dün gece sahadaki en iyi sporcu hakemdi.
Zurnanın son deliği
Saffet Susic fazla uzak değil birkaç ay önce Rizespor’da teknik direktörken gene bir Galatasaray maçında korner atışlarında Galatasaraylı Servet’i Fahri’yle durdurmaya kalkışmıştı. Haliyle bütün hava toplarına Servet kafayı yapıştırmıştı. Hikmet Karaman’dan sonra Ankaraspor, Saffet Susic’le kurtulacaksa bravo o yönetime...
Galatasaray, dün gece sadece 3 puanı aldı ve maç fazlasıyla lider oldu.
Kalli hastaymış veya üç büyük takımın teknik direktörlerinden biri rahatsızmış ya da yetersizmiş, hiçbir şey fark etmez. Türkiye liglerinde üç büyükleri kim çalıştırırsa çalıştırsın, sezon sonunu zaten onlar ilk üç sırada tamamlıyorlar. Birinci olan başarılı oluyor, ikinci ile üçüncü, kim çalıştırırsa çalıştırsın zaten hikaye. Yani, zurnanın son deliği.
Ligin çok kaliteli olur da ’ben çatır çatır ikinci veya üçüncü oldum’ dersin. Ne dersiniz bu işi iyi bilen sevgili yöneticiler?..
Yazının Devamını Oku 12 Mart 2008
FENERBAHÇE, Sevilla’da çok iyi mücadele etti, tur atladı. Sevilla’ya giden Türk seyirciler Sevilla’dan ve Sevillalılar’dan çok memnun kaldılar. Bir barda maç öncesi İngiltere’den gelen alkollü Fenerbahçeli taraftar elini iki kolunun arasına geçirerek, içkilerini yudumlayan İspanyollara doğru, sonradan iki elini yumruk yapıp kendine doğru çekip 3 işareti yaptı. Adamlar bu hareketten sonra sadece ona bakarak güldüler.
Aynı hareketi bir Sevillalı İstanbul’da, Kadıköy’de bir barda yapsaydı; O Sevillalı’nın ellerini kollarını ne yaparlardı, bilemiyorum.
Bitmedi, İstanbul’daki maçta Sevilla ikinci golü attığında maçı herhalde radyolarına anlatan iki ayrı İspanyol gazeteciye yanındaki Fenerbahçe tribününden edilmedik küfür, hakaret ve el işareti kalmadı.
Neredeyse basın tribününe atlayacaklardı. Ama İspanya’da Volkan maçın neticesine tesir eden penaltıyı kurtardığında bizim gazeteden Mehmet Arslan ile ben havalara sıçradık.
Bulunduğumuz yer İspanyol seyircisinin göbeğiydi. Çünkü özel uçağı kaçırmamak için penaltı atışlarını çıkış noktasına en yakın yerden izledik.
Takımlarımız Avrupa’da ilerlerken seyircilerimizin de aynı paralelde yürümesi gerekir. Futbolda herşeyi kabul edeceğiz.
Kalemini bırakacaksın
ÖMER Üründül, Levent Bıçakçı döneminde gözlemcilerin başındaki isimdi. İyi tanırım, düzgün adamdır. Kulüpçülüğü karıştırmaz. Bence işini de iyi yaptı. Şimdi Kemal Dinçer, aynı görevi yapıyor. Kendisini çok tanımıyorum ama yaptığım istihbarata göre düzgün bir karaktere sahip olduğunu duyuyorum.
İkisi de Fenerbahçeli... Ama farketmez. Buradaki önemli nokta şu, Kemal Dinçer şu anda bir gazetede spor yorumu yapıyor. Bu açıdan iş son derece mahsurlu.
Eğer MHK’nin ve gözlemcilerin başında iseniz, hiçbir gazetede ve televizyonda görev almamanız gerekir. Bunu Ömer de yaptı. Ama son derece yanlıştı. Çünkü gözlemci de, hakemde cin gibidir. Senin yaptığın maç ve futbol yorumu içinden bırakın cümleleleri, kelimeleri cımbızla alırlar. Ondan sonra kraldan fazla kralcı olurlar. Çünkü Cüneyt Çakır’ın gözlemcisi Murat Ilgaz’dı. Verdiği puan belki de son yılların en düşük puanıydı: 6.9...
Murat’ı iyi tanırım, benimle çok maça geldi. Bu not bana şu şarkıyı hatırlattı: "Daha önceleri nerelerdeydiniz?" diye. Şunun altını çizerek söylüyorum. Merkez Hakem Komiteleri, disiplin, tahkim.. Bunlar bütün kulüpler için çok önemlidir. Ama hem kulüplerin hem de bunların birbirlerine eşit mesafede olmaları ve durmaları gerekir.
NOT: Kemal Dinçer, Fenerbahçe’de menajerlik yaptı. Yani yarın, bir gün rahatlıkla bu noktaya Sinan Engin’de gelebilir.
Bil bakalım!..
SELÇUK Dereli, Galatasaray-Kayserispor maçını biraz tempolu oynattı. Biraz sertliğe göz yumdu. Bunun üzerine tribünler önce "Sen oyna Selçuk, sen oyna" diye bağırdı, sonra da küfür etti. Baktılar ki ceza gelecek bu sefer, "Selçuk Dereli, anan nereli" demeye başladılar. Galatasaraylı bazı takım spor yazarlarına göre bu tezahürat mutlak esprilidir. Peki o zaman bende soruyorum, o tribündeki seyircinin herhangi birisinin tesadüf bu ya soyadı Dereli olsun ismi de Ahmet olsun. "Ahmet Dereli anan nereli desem". Bana ne yapar?
A) Benim anneme küfür eder
B) "Annemin nereli olduğundan sanane lan" diyerek üzerime yürür
C) Veya bana, "O..... ç....." der.
D) Veya bana balıklama atlayıp, bir kafa atar
E) Adam sağır, dilsizdir senin ne dediğini anlamaz. Suratına bakar yürür, gider.
Korkuyorsan yapma
HAKEMLER taç atışlarını düzeltmeye başladılar. Biraz da faullerle 9-15’e bakarlarsa daha faydalı olur. En önemlisi de oynanmayan sürenin oynatılması. Bakınız, uzatmalarda Beşiktaş 5 maç kazandı. Ama yine Beşiktaş’ın, Denizlispor ile oynadığı maçta oyun 9 dakika 57 saniye durmasına rağmen hakem 4 dakika oynatıp sonra düdük çalıp, tırıs kaçtı.
Eğer 6 dakikayı oynatsa idi Denizlispor ya da Beşiktaş kaçar gol atarlardı ya da atamazlardı onu bilemeyiz. Ama, "Başım belaya girer" diye uzatmadan korkan hakem, o zaman bu işi yapmasın.
İyi ki varsın!
DÜNYA Kadınlar Günü, Anneler Günü, Sevgililer Günü, Evlilik yıldönümü ve kadının doğumgünü. Kadın için bunlar çok önemlidir. Olmazsa olmaz, günlerdir. Erkeklerde onların gönüllerini hoş tutarlar.
Belki, Sevgililer Günü’nde veya başka bir özel (!) günde iş seyahatine çıkanlar olabilir. Uzaktan da olsa, bu bayanlar telefon ve çiçek ile bugünlerin tebriğini kabul edebilirler. Ama kadınlar şunu unutmasınlar. Her erkek, her kadına hediye alabilir. Veya güzel sözde söyleyebilir. Ama unutmasınlar bir kadın için en önemli şey bence şudur: Bir erkek ona, "İyi ki varsın" diyebiliyorsa, o anda herşey hem işin başlangıcı hem de sonudur.
Aptallık olur
FENERBAHÇE’ye çeyrek finalde kim çıkacak tehlike değil. Asıl tehlike eğer bazı Fenerbahçeli futbolcular, "Biz Sevilla gibi dünya devini eledik, bu işi yırttık" diyorlarsa işte o zaman ayvayı yerler. Ama ben Fenerbahçe takımında o kadar çok aptal futbolcu olduğunu düşünmüyorum.
Boşuna dememişler
GENÇLERBİRLİĞİ’nden Kerem 90+4’te üzerine gelen yumuşak bir topta vücudunun her türlü uzvu ile müdahale edebilecek iken, o topa kıçının kenarını döndü. Hani, halk dilinde bir tabir vardır: "Hadi oradan kıçımın kenarı" derler.
Yani karşısındakiNİ aşağılarlar.Bu kelimenin o kadar aşağılamayı bırakın, ne kadar önemli olduğunu yaşadık. Kerem’in kıçının kenarı puan sıralamasında ilk 4’e tesir etti. O gol olmasaydı, Beşiktaş bugün dördüncü idi. Ama şimdi lider. Yani öyle bundan sonra, "Kıçımın kenarı" deyip geçmeyin.
Yazının Devamını Oku 9 Mart 2008
ÇOK güzel bir lig maçı olur hayaliyle maça gittim ama yanıldım. Çünkü, Kayserispor, Galatasaray’a hiçbir direnç gösteremedi. Maç başladı Galatasaray biraz pres yapıyor, Kayseri’de inanılmaz top kayıpları var. Galatasaray, aman aman mı oynuyor? Hayır. Ama hiç olmazsa bir takım havası var. Bireysel olarak Servet, Sabri, Mehmet Topal hatasız mücadele edip, iyi işler yaptılar. Ümit Karan, hücumda tek kaldı. Çünkü, Nonda isteksiz, havasını kaybetmiş. O ilk geldiği iştahlı hali yok. Beni bırakın gideyim havasında.
İlk dört belli
Sabri’nin kadro dışı kalması onun biraz aklını başına getirmiş. Ama hala ara sıra rakiple de hakemle de dalaşmaya devam ediyor. Bir anda aklına Kalli geliyor, veya sahanın kenarında Kalli’yi görüyor, hemen dönüp işine bakıyor. Lincoln, ayakta durmaya değil de, nerde düşerim diye düşünüyor. Çalım atarken bile sanki buz pateni yapar gibi.
Maç 2-0 oldu, seyirci maçtan koptu. Başladı hakemi sarmaya... "Selçuk Dereli anan nereli" diye bağırıyorlar. Yanımdaki birkaç Galatasaraylı da diyor ki, "hocam bu küfür değil mi?" Acaba böyle bir cümleyi televizyon programında yorumda söylesek, bakalım RTÜK kapatır mı, kapatmaz mı? Eğer o yayını kapatırsa bu bir suçtur. Kapatmazsa değil. Var mısınız iddiaya?
Türkiye’de özellikle üç büyükler İstanbul’da futbolcusu yere düştü mü düdüğü çalıp, hemen lehine faulü vereceksin. O biraz itebilir. Onun hakkı vardır. Selçuk Dereli, çok ikili poziyonda bence doğru yorum yaparak oynattı. Hem de bayağı iyi oynattı. Ama Galatasaray seyircisinin bu işine gelmedi. Ondan sonra da Selçuk’un annesinin memleketini sormaya başladılar.
Atsalar maç dönecek
G.Saray, maçı rahat aldım derken, Kayseri’nin üç tane pozisyonu var. Atsalar maç dönecek. Ama onlar da karşılarındaki büyük takımın etkisinde kalıyorlar. Bu pozisyonları kendi ayarlarındaki ismi küçük takımlara karşı yakalasalar hepsini gol yaparlar.
Gökhan Ünal, "ben şu dakikalarda çıkarılacak futbolcumuydum" diyordu. Bence dün akşam 20 dakika sonra oyundan alınması gerekirdi. Rakiple konuştu, hakemle konuştu, kendini yere bıraktı. Ne kadar gereksiz iş varsa hepsini yaptı. Bir tek futbol oynamadı. Mehmet Topuz da 30 metreden, 25 metreden serbest vuruşların hepsini dağlara-taşlara attı. Ama bu futbolcular şunu unutmasınlar: Onlar biraz iyi futbol oynayınca, bazı takımlar akıllarını çeldiler, kafalarını karıştırdılar. Bunlar öyledirler. Bu işi yaparlar sonra sizi tanımazlar. Herhalde akıllanmışsınızdır değil mi? Varsa yoksa önce takımınız. El oğlu sonra gelir. Bu maçtan sonra artık ilk dört sıra belli. Bu grubun içine artık kimse giremez, mucize olmazsa. Yani bu maç aşağıdakileri, yukarıdakileri belirledi.
Yazının Devamını Oku 8 Mart 2008
BEŞİKTAŞ iyi oynuyor mu? Hayır... Belli oyuncuları var. Sahneye çıkıyorlar, bireysel beceriyle maçı bitiriyorlar. Tabii, bunda rakip takımların kalite oranları da var. Bir tane de sağ iç oluğundan, Tello’nun kullandığı serbest atışlardan İbrahim Toraman’ın attığı goller var. Zaten bu Tello-İbrahim Toraman golünü yiyen bir takım, eğer "Süper Lig’de oynuyorum" diyorsa o lige şüpheyle bakarım.
Baki’nin mutlak suretle saçlarını uzatması gerekir. Çünkü kafaya çıkarken kendi düşündüğü, hedeflediği yere vuramıyor. Kafa ustura olunca top sekiyor, başka tarafa gidiyor. Aynen Beşiktaş’ın yediği golde olduğu gibi. O, tam terse vurmak istedi, sanki bir G.Birliği oyuncusu gibi topu rakibin önüne "Löp" diye bıraktı, vurup gol yapsın diye.
Beşiktaş bakıyor ki, maçı döndüremeyecek, Bobo’yu oyuna alıyor. Yani orta alan hak getire. Peki bundan G.Birliği faydalanabiliyor mu? Hikaye...
Zaten fikstüre şöyle bir baktığınızda en üstte 4 takım, sonra Kayseri ve diğerleri var. Maalesef bu diğerleri çok fazlalar. Onun için de ligde kalite düşük.
Şüpheliysen çalma
88. dakikada G.Birliği ceza alanı içinde bir pozisyon var. Hakem Yunus Yıldırım, yani maçın yetkilisi, yani maçın hakemi, pozisyona hakim. Yani pozisyonu görüyor. Ama 2 nolu yardımcı olaya maydonoz oluyor. Hakeme penaltı işareti yapıyor. Peki senin kulaklığın yok mu? En kötü konuşamaz mısın hakemin pozisyonu görüp görmediğine dair? O zaman bu yardımcılar alsın düdüğü geçsinler ortaya. Bayrağı da versinler tribünden birine o kaldırsın. Bence pozisyonda hakemin kararı doğru. Çünkü benzer bir pozisyonda ilk yarıda hakem yine devam kararı verdi. Bence o da doğruydu. Hakemlikte şu olay vardır, eğer penaltıdan şüpheliysen çalma.
Futbolu sert oynamamız lazım. Ama rakibe değil, topa. Hakemlerin de bunlara müsaade etmesi lazım. Ama Baki rakibiyle girdiği 10 pozisyonun yarısından fazlasında topla karışık rakibine giriyor. İşte burada hakeme büyük iş düşüyor. Bu yoklama macununu kendine attırmayacaksın.
Hakemlere, ne oldu? Bir senedir taçları 10 metre, 15 metre hatta 20 metre ileriden attırıyordunuz. Sesiniz çıkmıyordu. Futbolcular sizinle dalga geçiyorlardı, kafa yapıyorlardı. Sizin bütün otoritenizi sarsıyorlardı. Bazen ileriden attırdığınız taçları, yalandan 3-5 metre geriye alıp, yine aynı futbolcuya attırıyordunuz. FIFA işi değil, Arap işi yapıyordunuz. MHK değişti, bir anda taç atışları düzeldi. At sahibine göre kişner derler. Zaten o atların ..... gemine hakim olamazsanız, bir gün sizi sırtından atar. Futbol Federasyonu’nun ve MHK’nin o gemlere hem titizlikle hem de dikkatle sahip olması gerekir. Çünkü o gemler sonradan çok başlar ağrıtır.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2008
MAÇ başlıyor, Fenerbahçe’de inanılmaz bir gerginlik. Futbolda bir tabir vardır: Kaleci takımın yarısı derler. Volkan Demirel, ilk 10 dakikada tamamını verdi. Kezman, sahada hiç yok. Yani Fenerbahçe 9 kişiyle 11 kişiye karşı oynuyor. Bir de seyirci var, inanılmaz bilinçli, saçma-sapan bağırmadan, inanılmaz noktalarda nokta atışı yaparak hem hakemlerin, hem de rakibin üstüne biniyor. Ama Sevilla, o bildiğimiz takım değil. Fenerbahçe’nin direnç gösterdiği anlarda tepki göstermiyor.
Maç 3-1’e gelip kitleniyor.
Zico, belki de mecburiyetten Semih’i oyuna alıyor, çift santrfora dönüyor. Bu öyle bir değişiklik ki, Fenerbahçe’yi iyi tanıyanlara göre bir kumar. Ama rakibin teknik direktörü bunu fark edemiyor. Fenerbahçe, orta alan boşluğundan bu kadar yararlanamayan bir takımın artık bundan sonra turu geçme şansı zorlaşıyor. İlk 10 dakikada takımı rakibe teslim eden Volkan, bu sefer penaltılarda assolist oluyor. Yaptığı bütün hataları temizliyor. Kezman da attığı rahat penaltıyla kötü oyununu kurtarıyor. Burda bir çift laf Edu’ya etmek lazım. Olmadık pozisyonda kendi kalene gol atıyorsun, penaltıda rakibin kalesine atamıyorsun.
Dün gece Fenerbahçe takımında herkes iyi niyetle mücadele etti. Ama Uğur Boral, 11 futbolcu arasından hem mücadele olarak hem de yaptığı olumlu hareketler olarak tam puan aldı. Oynadığı dirençli futbolla, hem rakip futbolcuları, hem de rakip seyirciyi tedirgin etti. Takımına daha bu maç bitmez, bu işin sonunda rakip bu kadar kolay tur atlayamaz imajı verdi. Takımını ateşledi, bravo ona...
Bravo Uğur’a
Hakem tesir altında kalmadı. Ama şu bir gerçek; Cüneyt Çakır’ın 14 sarı, 4 kırmızıyla verdiği ders, Fenerbahçeli futbolculara yaramış. Hakemle oynamamayı ve kolay sarı kart görmemeyi öğrenmiş olsalar gerek. Bizim hakemlerimiz ne kadar acımasız olurlarsa, Avrupa’ya gönderdiğimiz takımlar ve futbolcular o kadar başarılı olurlar.
Böyle bir neticeye ülke olarak ihtiyacımız vardı. Fenerbahçeli futbolcular şunu gösterdiler: Onların da iki tane gözü-kulağı, onların da iki tane bacağı, kolu vardı. Sonuna kadar mücadele ettiler. Rakip ne yaptıysa bir fazlasını yaptılar. Turu, analarının ak sütü gibi helal ettiler. Bu şunu gösteriyor: Yer, isim, hava yok. Mücadele var. Koşma var. Isırma var. Bu ısırmayı oyun kuralları içinde yaparsan, dün akşamki gibi turu geçersin. Helal olsun Fenerbahçeli futbolculara ve Zico’ya... Hepsine teşekkürler ve tebrikler.
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2008
ANLAŞILDI ki, Fenerbahçeli futbolcuların kafası Sevilla’da. Haksız da değiller. 20 tane Ankaragücü veya Bursaspor maçı oynasan ne yazar. Sevilla’yı elersen, büyük iş yapmış olacaksın. Çünkü Türk takımları henüz hem Şampiyonlar Ligi’ni, hem de Türkiye ligi ve kupasını götürecek seviyede değiller. Fenerbahçe’nin ful kadrosu sahaya çıkarsa, Türkiye liginde etkili olur. Ama kenarda bekleyenler oynatılınca, aynı keyfi ve etkiyi vermiyorlar.
Dün gece eğer "maçı kim alır" deseydik, bu cevap kesinlikle Ankaragücü olurdu. Çünkü ikinci yarı üç tane net gol pozisyonuna girdiler. Gol yapamadılar. Kaçırdılar mı, yoksa Fenerbahçe kalecisi mi kurtardı. Bu tartışılır.
Alex Fener’in yarısı
Her ne olursa olsun, Alex’i kilitlersen Fenerbahçe’nin yarısını bitiriyorsun. Nitekim İbrahim Ege dün gece bunu mükemmel yaptı. Hatta bir ara bırakın Alex’i, Zico bile ondan bıkmış olacak ki, oyuna İlhan’ı alıp, Alex’i geriye çekti. Sanki ön liberoymuş gibi oynatmaya başladı. Bu anlarda bile İbrahim Ege, Alex’i kaleye uzak yerde gözüyle, kendi kalesine 35 metre mesafeye girince, fiziksel markaj yapmaya devam etti. Ama Zico’nun İlhan- Kezman çift santrfor düzenine dönmesi, bu sefer orta alanın tamamen Ankaragücü’ne kalmasını sağladı. Bu dakikalarda Ankaragücü çok seri kontratağa çıkarak, üst üste pozisyonlar yakaladı. Ankaralı sarı lacivertliler, maçın tamamında son derece kontrollü oynadı. Kendi oyunlarını Fenerbahçe’ye kabul ettirdi. Onu kendi taktiklerine zorladı.
Hakemin yorumu doğru
Hakemi zorlayıcı fazla pozisyon olmadı. İtme çekmeler vardı. Hepsinin yorumunu devam olarak yaptı. Bazılarında futbolcular sinirlendiler. Colin Kazım ile Lamas maçın altına odun atmak istediler. Hakem de onlara iki sarı göstererek, olayı pansuman yapıp söndürdü. Aslında Colin Kazım sağ dışta bayağı etkili işler yaptı. Ama arkadan ve yandan gerekli desteği görmedi. Bence çıkarılması da hataydı. Çünkü ters hareketlerle Ankaragücü defansını zorlayan tek adamdı. O çıktıktan, İlhan girdikten sonra Fenerbahçe orta sahası azaldı. Bu kez Ankaragücü bir hayli rahatladı.
Başkent ekibinin gittikçe artan ve takımını mükemmel destekleyen bir seyircisi var. Böyle bir seyircinin Ankara’da olması çok zordur. Çünkü Ankara başkenttir ve seyirci de maç değil, tiyatro seyreder gibi stada gider. Bir dakika olsun takımlarını yanlız bırakmadılar.
Fenerbahçe için herşey Sevilla maçının neticesine kaldı. Bekleyeceğiz, gideceğiz, göreceğiz. İnşallah tur atlayarak Türkiye’ye döner. Çünkü ülkemizin böyle bir şeye müthliş ihtiyacı var.
Yazının Devamını Oku