12 Haziran 2008
FATİH Terim, önce kamuoyuyla, sonra spor basını ile mücadele etti. Yetmedi kendi takımıyla mücadele etti. Sonunda baktı ki olmuyor, bu maçın ikinci yarısında aklı selim, futbolu bilen herkesin birleştiği noktalarda değişiklikler yaptı.
Milletin iki aydır gördüğünü o İsviçre maçının ikinci yarısında gördü.
Nitekim sonuç da değişti.
Çok net söylüyorum.
İnşallah bu, Fatih Terim’in son inatları olur.
Hamit’i hala sağbekte oynatarak onu köreltti.
Bayern Münih’in Almanya ligini almasında en etkili futbolcu dün sahada garip garip işler yaptı.
Onun da eseri Fatih Terim’dir. Galip takımın antrenörü için bunları yazıyoruz.
Şu sahada net gözüktü; Fatih Terim, Fatih Terim’e karşı kazandı.
İnat etti ama sonunda doğru ve mantık onun inadını kırdı.
Yapılmayacakları yaptık
Belki de hiç hesapta olmayan bir yağmur başladı.
Ve bu yağmur sahayı inanılmaz ağırlaştırdı.
Peki sahada bulunan A Milli Takım seviyesine gelmiş futbolcular bu yağmurda kenara bakıp nasıl oynayacaklarını da mı ona soracaklar?
Hayır.
Topu tutacaksın, uzun oynayacaksın.
Kendi sahanda riskli işler yapmayacaksın.
Kısa pas oynamayacaksın, dripling yapmayacaksın.
Biz ne yaptık?
Bu yapılmayacakların hepsini yaptık.
Başka ne yaptık?
Kör gözün parmağına hücum ediyoruz.
Rakip ceza alanı etrafında veya içindeyiz,
en az 10 tane hücum faul yaptık.
Yer zaten kaygan.
Belki adamın ayağı kayacak, adam ters vuracak.
Adamın arkası dönük, rakibi itiyorsun.
Nihat’a yazık etti
Bunlar amatör kümede olmaz.
Bizim milli takımda Nihat orta sahada da oynar, bir tek en ileri uçta santrfor oynayamaz.
O bölgede kim oynar?
Senin gol kralın Semih, Kazım, bir de evine gönderdiğin Halil Altıntop.
Ama Fatih Terim en sonunda Nihat’ı almak zorunda kaldı.
Ona da yazık etti.
Şu İsviçre’ye yenilmedik, onun için çok sevinçliyim.
Çünkü belki yolda gezen isviçreli insanlar değil ama basınları müthiş küstah ve terbiyesiz.
Her türlü yazılı ve görsel basında terbiyesizlik ve ahlaksızlık yaptılar, dalga geçtiler.
Özellikle uzatmada attığımız golle, tabiri caizse onların bize yaptığı terbiyesizlikleri köküne kadar iade etmiş olduk.
Hakem için ne dersiniz bilmem ama benim hakem konusundaki "Yaşlanınca kafasına şeytan girer" tabirimi bu Michel de kanıtladı.
Sekiz sene evvel İngiltere’nin Leeds şehrinde gördüğünü çalıyordu, çok cesaretliydi.
Dün sanki iki takım teknik direktörü gibi "vereyim mi vermeyeyim mi?" diye diye maçı idare etti.
Müthiş eyyamlar yaptı, zaman zaman kendisiyle mücadele etti.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2008
Milli Takımımız’la ilgili bir evdekiler bir de eldekiler var. 1000 tane beyin cimnastiği yapabilirdik. Ama artık bırak beyin cimnastiğini, şınav yapacak halimiz kalmadı. Yine bir şansımız var, ama bu şanssızlık da olabilir... İSVİÇRE maçında nasıl oynamalıyız? Herkes bunu soruyor, biliyorum. Çünkü Portekiz maçında nasıl oynadık kimse bilmiyor. O maçtan sonra da herkes soruyordu; ne oynadık diye?
Ne oynadığımızı, İsviçre maçında da nasıl oynayacağımızı Fatih hocaya sormak lazım. Aslında benim için en büyük tehlike burada oldu. Çünkü Portekiz maçından sonra Fatih Terim verdiği beyanatta, o maçta iyi oynadığımızı söyledi ve kötü oynadığımızı kabul etmedi.
Fatih hoca yapılmayanı, uygulanmayanı uygulamak peşinde. Ama, bana bu soruyu yönelttiğinize göre, İsviçre maçında şöyle oynamalıyız...
Öncelikle Milli Takım’a gelen futbolcular nasıl seçiliyorlar?
Cevap: Kendi oynadıkları takımda başarılı oldukları için. Yine cevap oynadıkları yerlerde başarılı oldukları için. Yani önce her futbolcuyu yerinde oynatacaksınız. Mesela Nihat’ı en ileride değil, bir arkada. Mesela Hamit’i en geride değil, bir önde. Eve gönderilenler gittiler. Böyle bir şansımız yok. Mesela Milli Takım defansının en çabuk adamı İbrahim Kaş, evinde televizyon seyrediyor. Mesela Emre Belözoğlu’ndan önce oynar dediğimiz Yıldıray o da evinde. O zaman biz eldeki kuşlara bakalım, evdekilere değil....
İki yol var
Öncelikle M.Topal’ı ön liberoya koyacaksın. Neden, çünkü Aurelio’yu orta sahada biraz daha ileride kullanabilirsin. Çünkü bu iki futbolcu hem top çalıyorlar, hem topsuz oyuna girebiliyorlar. Bu ikisi oldu mu, o dörtlüden diğer iki adamı biraz daha rahat seçebilirsin. Mesela Arda’yı, mesela Nihat’ı... Peki o zaman en ileride kimi oynatacaksın? Tabii ki bu kadroya göre bence iki şansın kalıyor. Semih’i kullanabilirsin. Peki Semih Türkiye’de gol kralı ve hayati ilk maçta kullanmıyorsun. Demek ki alırken düşünmedin...
Bence bu kadroya göre orada oynayacak en ideal adam Kazım. Hem havadan hemde topu ayağına atarsan rakip defansının ortasındaki iki adamını kalçasını dayayarak inanılmaz rahatsız eder. Mesela burada oynayacak Ümit Karan’ı evde bırakıyorsun. O zaman rakibi oyalayayım diyorsan, Nobre’yi düşünseydin. Yani 1000 tane beyin cimnastiği yapabilirdik. Ama artık bırak, beyin cimnastiğini şınav yapacak halimiz kalmadı. Ya vurulacağız, ya vuracağız. Yani bugün öyle bir maça çıkacağız ki, ya tamam ya devam...
Yine bir şansımız var, ama bu şanssızlık da olabilir. Portekiz-Çek Cumhuriyeti bizden önce oynayacaklar. Oradan çıkacak neticeye göre de bir plan yapabiliriz. Ama ilk oynadığımız Portekiz maçına göre o planı yapacak gücümüzün de olmadığını kamuoyuna verdik. Onun için tek bir kelime kalıyor: Rastgele!!!...
Beyne kurt düşerse...
Biz herşeyi hakeme yüklemeye bayılırız. Tamam, UEFA’nın göz göre göre, hiç gereksiz yere İsviçre-Türkiye maçını yöneten bir hakemi vermesi yanlış. Sanki başka bir hakem yok gibi. Ama o maçı ben statta seyrettim. Hakemlik bir şey olmadı. Sakın o maçın mağlubiyetini hakeme bağlamayalım. Ayrıca o hakem hafızalarınızı biraz zorlarsanız, İstanbul’da iki İngilizin öldüğü G.Saray-Leeds maçının İngiltere’deki rövanş maçını yöneten hakem. G.Saray’ın çatır çatır tur atlayıp geldiği maçı idare etti. Sen futbolunu oyna, hakem sana bir şey yapmaz. Bu maçta da İsviçre’ye Lubos Michel’in pembe bakacağını zannetmiyorum. Birşey olabilir, o G.Saray maçı 8 sene önceydi. Hakemler yaşlandıkça beyinlerine kurt fazla düşer. Hani İsviçre, UEFA diye. Ufak da olsa bu tehlike olabilir.
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2008
ÖNCELİKLE şunu belirtmekte fayda var; inanılmaz güzel bir maç izledik. Tamam Hollanda 3-0 yendi ama ilk yarıda ileride Luca Toni’yi tek başına bırakan menekşeler, "Biz iyi defans yaparız. Nasıl olsa gol atarız" klasiğine girince perişan oldular. Son yıllarda İtalya Milli Takımı’nın defansını böyle görmedim. Bu cümleyi söylerken zannetmeyin ki İtalyan defansının arkadaki dörtlüsünden bahsediyorum, İtalyan takımının 10 oyuncusundan bahsediyorum.
Hollanda takımı 90 dakika boyunca hiçbir İtalyan’dan tepki görmeden Buffon’la karşı karşıya kaldılar. Attıkları ikinci, üçüncü gol bunun en basit örneği. Kendi kalesinde gol tehlikesi yaşayan Hollanda döndürdüğü atakta, 3 veya 4 topla gitti gol attı.
3-0 İtalya için çok kötü bir skor. Çünkü uzun yıllardır bir İtalyan Milli Takımı böyle aciz durumlara düşmedi. Ama şunu unutmayalım; Hollanda mükemmel bir takım yaratmış. Daha doğrusu Van Basten. Ne zaman ayağa oynayacaklar, ne zaman uzun yapacaklar, ne zaman yana dönecekler ezbere yapıyorlar. Sanki hepsinin arkasında gözü var veya yanında. Van der Saar, 8 sene sonra İtalyanlar’dan intikamını aldı. Çünkü iki mükemmel kurtarış yaptı. Hem de en kritik iki anda.
Bu gruba "Ölüm Grubu" diyorlar. Sonunda kim ölür kim kalır bilmem ama bu maç mükemmeldi. Ve Hollanda bu rüzgarla turnuva sonuna kadar gider.
Hakem doğru karar verdi
Maçın hakemi kesinlikle İtalyan futbolculardan fazla koştu. Ve kesinlikle İtalyan takımındaki her futbolcudan daha iyiydi. Hollanda’nın birinci attığı golde yardımcı hakem pozisyonu çok iyi süzdü. Çünkü, Buffon kendi futbolcusuyla çarpışarak onu aut çizgisinin dışına gönderdi. Hiçbir defans oyuncusu kendisini aut çizgisinin dışına atarak ofsaytı kurtaramaz. Onun için gol çok doğru olarak geçerli sayıldı.
Şunu da unutmayalım; bir hücum futbolcusu kendini aut çizgisinin dışına atarak kendini kurtarabilir. Artık bunları Türk seyircilerinin öğrenmesi gerekir. Ve Türk spor adamlarının da...
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2008
"İsviçre maçı Fatih Terim’in milli takımlardaki kariyerinin sonu olabilir. Bunun sorumlusu kendisi ve yanında ona ’en büyük sensin padişahım’ diyen yardımcıları olacak. Millilerimizin görüntüsü, Terim’in Fulham yolunu da kapadı." FATİH Terim’in, "Ben değişik hocayım. Kimsenin düşünmediğini düşünürüm, kimsenin yapmadığını yaparım" daha doğrusu "Ben şapkadan kuş çıkarırım" inadı A Milli Takımımız’a olumsuz yönde etki etti.
Milli takım hocasının, takımlarında iyi oynayan futbolcuları çok değişik yerlerde oynatıp maceraya girmek yerine, aralarındaki akordu tutturması gerekir.
Haliyle de o zaman orkestradan ahenkli sesler çıkar.
Portekiz karşısındaki oyun sonrası, futboldan anlayan veya anlamayan herkesin yönelttiği ortak soru şuydu:
"Biz ne oynadık?"
İnanın çiftetelli bile oynayamadık.
Mağlup duruma düştükten sonra, son 15-20 dakika kontrollü, kenardan hücumlar yerine ortadan ve karşıdan şişirme toplar atacaksın.
Peki bunu hangi pivot santrforla yapacaksın?
Elinde böyle bir oyuncu yok.
Neden?
Çünkü Alman Ligi’nin iyi santrforlarından biri olan Halil Altıntop’u evine yolladın da ondan.
Orta alanda iyi top çevirip topu saklaman, rakibinin aralarına girip onu rahatsız etmen lazım.
Kiminle yapmaya kalkıyorsun?
Emre Belözoğlu ile...
Emre, bir senedir piyasada yok. Ama öbür tarafta yine Alman Ligi’nin çok iyi oyuncularından Yıldıray var.
Onu da evine gönderiyorsun. Avrupa’nın 2 numaralı kupasını kazanan takımın en iyi oyuncularından Fatih Tekke kadroda bile yok.
Dam üstünde saksağan...
Bayern Münih gibi bir takımda çok başarılı maçlar çıkaran Hamit sağ bekte...
Bayern onu tam tersinde kullanıyor.
Sabri’yi Feldkamp bir maç orta sahada denedi, sonra 7 maç Sabri kulübeden çıkamadı.
Milli takımda orta sahada, Hamit Altıntop’un önünde oynuyor.
Yani, tam ’Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı’ türünden...
Nihat, İspanya’da gol krallığını zorladı. Topu önüne alarak bu başarıyı gösterdi.
Milli takımda nasıl oynadı?
En ileri uçta santrfor.
Yani, rakip defansın kucağında. Nihat hem futbol oynayamadı, hem de karşısındaki adam Pepe, bize iki gol attı.
Biri sayıldı biri sayılmadı. Peki bütün bunların hazırlayıcısı kim? Tabii ki, Fatih Hoca...
Şimdi Fatih Terim’in elinde tek silah kaldı, her zamanki gibi.
Basının onu ve futbolcuları haksız yere tenkit ettiğini söyleyerek belki de bu tip yazıları keserek, toplayıp İsviçre maçından evvel sahaya çıkarken soyunma odasının kapısında futbolcularının önlerine atacak ve takımı böyle motive edecek.
İsviçre maçı Fatih Terim’in milli takımlardaki kariyerinin son maçı olabilir. Ama bu sonun görüntüsünü hazırlayan hiçbir zaman kamuoyu veya onun düşmanları olmayacak. Kendisi ve yanında ona "En büyük sensin padişahım" diyen yardımcıları olacak. İnşallah yanılırım, yanılmak isterim...
NOT: Fulham Kulübü, önümüzdeki sezon Fatih Terim ile çalışmayı düşünüyormuş.
Milli takımın Portekiz maçındaki görüntüsü, takım tertibi ve görüntüsü maalesef onun Fulham takımına gitme yolunu kesti.
Bunu da kendi yaptı.
Yazının Devamını Oku 8 Haziran 2008
UZUN yıllardır A Milli Takımı bu kadar aciz görmedim. Yenilebiliriz fark etmez, ama insan biraz top oynar mücadele eder. Takımda 5 tane oyuncu var, veresiye oynadılar. Marco, Kazım, Servet biraz da kalede Volkan, işte o kadar. Mesela bir Tuncay var, Fatih Terim nasıl sabretti ona... Servet’in sakatlığı yüzünden ona dokunamadı. Birkaç tane hücum ettik, rakip ceza alanına girdik. 3’ünde Tuncay, 2’sinde Nihat hücum faul yaptı. Bir de acizliğimizi hesap edin.
Emre’den beyin olursa...
Kimse skora aldanmasın. Allah’ın yardımıyla 5-0 bitecek maç 2-0 bitti. Eğer bir gol atsaydık berabere kalsaydık, futbol adına yazık olurdu. Peki, bütün bunlarda Fatih Hoca’nın günahı yok mu? Kesinlikle var. Çünkü bazılarına esas evlat, bazılarına üvey evlat muamelesi yaptı.
Bizim takımın beyni Emre Belözoğlu. Eğer Emre Belözoğlu’ndan beyin olursa, siz gerisini düşünün karaciğer, dalak, safra kesesi nasıl olur... Hamit, kendi takımında oynadığı yerde ’oynatın’ diyor. Nihat kendi takımında oynadığı yerde ’oynat’ diyor. Ama bir sezon top oynamayan Emre Belözoğlu 90 dakika sahada kalıyor. İnanın teknik-taktikten bahsedeceğimiz en ufak bir şeyimiz yok. Allah’tan Marco vardı, bir de sakat sakat ona yardım eden Servet. Biz bu takımla gruptan çıkarsak futbol adına ayıp olur. Diyeceksiniz ki, bu mağlubiyetten sonra alacağımız iki galibiyetle çıkarız. Evet çıkarız ama takımda o hava yok.
Allah’tan Marco vardı
Maçtan evvel Maraton’da Cenevre’den yaptığımız yorumlarda, bu maçı görmüş gibi konuşmuştum. Yanılmayı çok istiyordum ama olmadı. Bakınız, sakın bu kadar yazdıktan sonra Portekiz’in çok iyi oynadığını zannetmeyin. Onlar çok kontrollü oynadılar, bizi yenecek kadar oynadılar. Hatta ve hatta futbolun sürprizini hiç düşünmediler. 1-0’ken gerekli işleri yapmadılar. Yiyecekleri bir golle duman olacaklardı. 5-6 fark yemekten hem direkler sayesinde hem de şansımız sayesinde kurtulduk. Ama bu neticeden sakın Fatih Hoca kendini sıyırmasın. Çünkü benim Milli Takımım’daki bazı futbolcular mücadele etmedi. Allah’tan siyahi Brezilyalı Marco vardı da bizim futbolcuların kızardığını göremedik.
Yazının Devamını Oku 30 Nisan 2008
BEŞ kişi muhabbet ediyor. Diğer üçünün ismi önemli değil. İki kişi var ki çok önemli. Birisi F.Bahçe Teknik Direktörü Zico, diğeri F.Bahçe Basketbol Takımı Koçu Tanjeviç. Konu hep futbol. Zico’ya arada sorular geliyor o da gayet samimi ve dosthane biçimde cevaplıyor.
Neden diyorlar, ’Zaman zaman zorlandığında rakibe yüklenmiyorsun, hava topu atmıyorsun, şişirmiyorsun’ Zico da, "Nasıl yapabilirim ki. Benim 2 santrforum bunlara müsait değil" der. ’Peki neden Kezman önce, Semih sonra’ Hoca yine cevaplar: "Kezman’ın rakibi yıpratıcı oyun stili var.
Önce onu oynatıyorum, sonra Semih diri girince daha iyi işler yapıyor." Peki diyorlar, "Sen memnun musun santrforlarından". Zico, "Herkes söylüyor ama eldeki malzeme bu. Ben de aynı fikirdeyim. Aslında yönetim santrfor arıyor. Bize lazım olan santrfor fazla uzak da değil, karşı tarafta." Merak ediyorlar, "Kim" diyorlar. Brezilyalı çalıştırıcı, çok net cevap veriyor, ’Nonda. Nonda ile Arda bende olsa ligi de açık ara götürürüm, Avrupa’da çok farklı yere gelirim" diyor.
O sırada Tanjeviç söze giriyor, "Bak hoca senin bir hatan var. Sen hep aynı değişikliği yapıyorsun. Senin sahaya çıkan kadron da aynı, değiştireceğin oyuncular ve dakikan da. Bunu herkes ezberledi. Değişik hamleler yap" der.
İşte F.Bahçe’nin bence bu sohbetten sonra düzeni bozuluyor ve Zico, Tanjeviç’e uyuyor. Değişik işler yapacağım diye olayı eline-yüzüne bulaştırıyor. Havuza kendi düşse belki Zico bu kadar üzülmezdi. Ama onu havuza Tanjeviç itiyor. O günden sonra Chelsea maçı dahil F.Bahçe’nin saçma sapan kadrolarını gördük.
Herkes kendi işine bakacak. Bildiğini yapacak.
Ben bu haberi geçen hafta içinde aldım. Yazmadım. Sebebine gelince; geçen hafta sonu G.Saray-Fenerbahçe karşılaşacaktı. Nonda da, Kezman da, Zico da, Arda da, iki takım da bu söylenenlerden etkilenecekti.
Ve diyeceklerdi ki, Erman ortalığı karıştırıyor. Onun için bekledim. Bence de doğru yaptım. Ama bu konuşulanlar köküne kadar doğru.
Bostan ve Türkalp’e güvenirim
BENCE futbolumuzdaki en büyük noksanlık, futbol oynamış insanların Futbol Federasyonu yönetiminde profesyonel olarak görev almamaları ya da alamamaları. Futbol Federasyonu Başkanı da bir gün profesyonel futbolcu olursa mükemmel olur ama idari işlerde mutlaka profesyonel futboldan gelen üniversite mezunu ve yabancı dil bilen biri olmalı. Şart mı? Belki şart değil ama olursa çok iyi olur. Çünkü futbolu bırakanlar kesinlikle antrenör olmaya kalkıyorlar.
Orada para çok. Sonra işsiz kalıyorlar. Çünkü birbirlerine daha sonra ateş ediyorlar. İş cazip hale getirilirse hakem olabilirler. Bu federasyon yeni yapacağı yönetmeliklerle belli kriterleri olanları çok çabuk hakem yapacak. Bence doğru karar.
Şu anda Disiplin Kurulu Başkanı Reşat Bostan geçmişte profesyonel futbol oynamış, hukuk fakültesi mezunu bir arkadaşımız.
Anadolu Üsküdar ve Zeytinburnu’nda oynamış ve benim de hakemliğini idare ettiğim eski bir futbolcu. Diyorlar ki, Disiplin Kurulu’nu Şekip Mosturoğlu kurdu. Bu cümleyi söyleyenler Disiplin Kurulu Başkanı’na büyük haksızlık ederler.
Adam yetiştiremiyoruz
Tahkim Kurulu Başkanı yakından çok iyi tanıdığım Adnan Türkalp. İki kurul başkanı futbolumuzun içinden gelen son 20 yıldaki 2 isim.
Keşke genel sekreter de, gözlemcilerin başındaki adam da futbolun içinden gelseydi. Biz, yani futbol alemi adam yetiştirip buralara sokamıyoruz. Sonra da dışarıdan gelenlere sallıyoruz.
Kemal Dinçer de sporun içinden gelme. Çok da düzgün birisi. F.Bahçeliymiş. Olabilir. Ama sporculuk ruhu olan insan, o terbiyeyi alan insan, fasülyeyi nohuta karıştırmaz.
Dinçer’e F.Bahçeli olduğu için sallayanlar şu anda Ahmet Güvener’in federasyondaki görevini bilmiyor. Güvener hangi takımı tutar? G.Saray. Geçmişte MHK’da görev yaparken hiç G.Saray’ı karıştırdı mı? Kesinlikle hayır.
O da dürüst bir adamdır. Hatta ve hatta o komite başkanıyken yaşanan müthiş bir olayda! tavrını net koyarak entresan bir olayı engellemiştir. Bu olay G.Saray’a karşı yapılan bir olaydır.
Ben bu federasyondaki Tahkim ve Disiplin Kurulu’ndaki insanların özellikle 3 büyük kulüp tarafından adam sokularak kurulduğuna inanmıyorum. Böyle olduğunu da biliyorum.
Doğru ve yanlış
HATIRLARSANIZ Büyükşehir Belediye-G.Saray maçında Ayhan yardımcı hakeme ’lan’ dedi. Yardımcı hakem Ayhan’a kartı gösteremedi. Peki sonunda ne oldu? Merak ettim, araştırdım. O yardımcı hakeme bu sezon sonuna kadar maç verilmeyecekmiş. Demek ki Türkiye’de doğru işler yapılıyor.
Yanlışlar yok mu, var. Lugano, G.Saray-F.Bahçe kupa maçında Cüneyt Çakır tarafından atıldıktan sonra 5-6 dakikalık gecikmeyle sahayı terk etmişti. Ve bu olay rapor edilmiş. Bir şey yapılmamış. Sinek ufak ama mideler bulanıyor.
Polis koyulmalı
BEN Beyoğlu’nda gezmeye bayılıyorum. Hani bir şarkı var ya ’Beyoğlu’nda gezersin gözlerini süzersin’. Gezersin de nah gözlerini süzersin. Çünkü yeni döşenen taşlar yağmur yedi mi, taşın da kenarına bastın mı, gözleri süzmeyi bırak, gözüne kadar su içinde kalıyorsun.
Hadi üzerini temizlikçiye verir kurtulursun. Peki, tramvayın yanında özellikle akşamları taksiler, özel arabalar cirit atıyor. Bence İstanbul Valiliği bir kaç yere trafik polisi koysun, yaya yolundaki araç trafiğini düzenlesin. Tam bir rezalet.
Dur diyen yok. İstanbul sahipsiz şehir diyorlar, kesin doğru. Ve birkaç kişiye arabanın vurduğuna şahit oldum. Şöför, "Kenara çekilsene lan" diyor. Sıkıysa tampon yiyen cevap versin. Adam sopa yer.
Az bile yapılıyor
İNANILIR gibi değil. Bazı F.Bahçeli seyirciler futbolcuların yollarını kestiler. Televizyondaki spor yorumcuları seyirciyle karşı karşıya kalmayalım, yarın Alex-Kezman, Fener’den giderler ama biz seyirciyle karşı karşıya kalırız düşüncesiyle pazar gecesi ilerleyen saatlerde yorumlar yaptı.
Araba içindeki Kezman güya kendini tehdit eden seyirciye tükürmüş. F.Bahçeli seyircinin yaptığı normal. Yorumcuların böyle olduğu bir ülkede seyirciler az bile yapıyor.
Yazının Devamını Oku 28 Nisan 2008
İLK 45 dakikanın tamamında Galatasaray, sahanın her yerinde baskı uyguladı. Topa en yakın olan futbolcu, ne pahasına olursa olsun presi yaptı, bütün arkadaşları da ona yardım etti. Fenerbahçe, üst üste ısrarla bu kadar inatçı bir pres beklemiyordu. Zaten sarı lacivertliler bu tarz presi hiç sevmezler. Ve hep beklediler, ne zaman Galatasaray, Fenerbahçe hücumlarını kendi yarı alanında karşılayacak diye. Ama 45 dakika boyunca sarı kırmızılılar hep rakip yarı alanda ilk baskıyı yaptılar. Fenerbahçe, ancak iki kere hızlı hücum şansı buldu. Özellikle ilkinde, Ümit Karan, Fenerbahçe’yi iyi tanıdığı için atabilecekleri bir golün kokusunu aldı ve kendi kale sahasına kadar rakibi kovalayarak topu kornere attı.
Bu şunu gösteriyor; Ümit Karan’ı bir rakip ceza alanında bir de kendi ceza alanında görüyorsunuz. Ve bu oyun isteği, hırsı koca 45 dakika boyunca bütün sarı kırmızılılarda vardı. Nonda, Edu-Lugano ikilisini bozdu. Çünkü, bu oyuncu çok ters yerlere gidiyor ve bu ikilinin istemediği işleri yapıyor. Nitekim buna benzer bir pozisyonda Edu panikleyip, kendi kalecisi Volkan da kendisine faulü yapınca Galatasaray’ın golü geldi.
Zico’nun Lugano’yu alması acaba atılma riski miydi? Yoksa vazifesini yapmaması veya sakatlığı mı? Ama Lugano’nun hareketlerine bakarsanız, sakatlığı oynamasına engel değildi.
Devre arasında bütün soru, Galatasaray’ın bu presini 90 dakika boyunca sürdürebilmesiydi. İkinci yarı başladığında, ilk yarıdaki pres yoktu ama Fenerbahçe’de de hareket yoktu. Fenerbahçe belki de bu sezonun en kötü futbolunu oynadı. Fenerbahçe’de el freni Maldonado sahnedeydi. O, olmayınca Marco da sahnede olmuyor. Ama dönüyorsunuz Galatasaraylı teknik adamlar da Fenerbahçe’nin ekmeğine yağ sürüyor. Nasıl mı? Nonda’yı oyundan alarak. Bu Nonda’yı 90 dakika oyunda tutsalardı daha önce 2-0, 3-0’lık skoru yakalayıp rahatlarlardı.
Güzel maç oldu
Fenerbahçe, Galatasaray kalesinde tehlike bile yaratamadı, bir tek Alex’in pozisyonu hariç. Dünkü maç sabaha kadar oynansa, Galatasaray kazanırdı. Sonuna kadar hak ettiler. Galatasaraylılar’ın bir şeyi iyi düşünmeleri lazım. Kalli’nin sevapları ve günahları. Bu takım neden inişli-çıkışlı oldu. Yönetimden mi teknik adamdan mı? Veya takımın içinden mi? Sarı kırmızılılar eğer şampiyon olurlarsa ve kendi içlerindeki çelişkileri görüp, halledemezlerse seneye işleri zor olur. Her şeye rağmen güzel bir maç oldu. Belki kalite yoktu o da normal. Ama kesinlikle de hakem yığılacak bir maç olmadı. Fırat Aydınus, belki önce bir-iki sarı kartı kullanmadı. Teknik açıdan kendini böyle hazırlamış olsa gerek. Ama hiçbir zaman oyunun içine girmedi ve maçın neticesini hakeme yıkmadı.
Yazının Devamını Oku 23 Nisan 2008
FUTBOL Federasyonu çok yeni. Ama, gelir gelmez çok doğru bir şey yaptılar. Nerede pürüzlü hakem var veya dedikodulu veya torpilli, bir anda hepsine neşteri vurdular. Bir kısmı "Ne olur, ne olmaz" diye bekliyorlar. Bazıları da "Nasıl olsa bize ekmek vermezler" diyerek, bırakıp gittiler. Bakınız, hakemlik parayla, pulla yapılan bir olay değil. Ama, maç verilmezse bile bir gün Futbol Federasyonu değişir eskisi gelir, "Ben yine at oynatırım" diyenler hala bekliyorlar. Bu bir pencere. Dönelim öbür tarafa.
Ligin son 3 haftasına girdik. Dikkatinizi bir şey çekiyor mu? Geçtiğimiz yıllarda düşme ve çıkma maçlarında, özellikle düşme hattındaki maçlarda mafya babaları girerdi devreye. Bu mafya babalarına yakın futbolcular çıkarlardı sahneye. Hakemler vardı. Maçlara tayin edilir edilmez, o maçı iddaa’dan çıkartan. Ama son 3 haftaya geldik.
Bunların hiçbirisi konuşulmuyor. Ne konuşuluyor? Hakem hataları.
Bunlar hep oldu olacak. Ama, kasıp kavuran, yakan o meret kelime, çirkin kelime, tehlikeli kelime, maçlara yapışmadığı, bulaşmadığı müddetçe herkesin gönlü rahat olacak. Bence, Futbol Federasyonu daha işe başlar başlamaz bu eylem planını doğru yaptı. Federasyonun başka taraflara da aynen neşteri vurması lazım.
Geçen gün Maraton’da işten çıkarılanların veya işten çıkarılmaya teşebbüs edilenlerin tekrar işe alındıklarını, Şansal Büyüka iddia etmişti. Ben de tersini iddia etmiştim. Yani işten çıkarılma eylemlerinin sonuna kadar yapıldığını. Israrımda şiddetle devam ediyorum. Yukarıdakilere en son örnek. Eski bir Bursalı yönetici ortaya çıktı. Çaykur Rize-Beşiktaş maçının şike olacağını söyledi. Neden bu iddiada bulundu? Eski maçlara dayanarak. Ama ne oldu? İddiası elinde patladı.
Hasan Doğan ve ekibinin destek de verilirse, Türk futboluna çok iyi işler yapacağı fikrindeyim. Çünkü, Hasan Doğan düzgün bir adam veya öyle gözüküyor. İnşaallah benim gibi düşünenleri yanıltmaz. Görünen o ki yanılmayacağımı da zannediyorum.
Baba hataları hatırlamazlar
3 Büyükler yıllarca ağladılar. "Hakemler bizi doğradı" diye. Ben de onlara dedim ki, "Hep kaybettiklerinden bahsediyorlar." Ya hakem hatalarıyla kazandıkları. Onları hafızaları almıyor, çöpe atıyorlar. Geçen haftaki Hürriyet’in spor ilavesi her şeyi net gösteriyor.
Bu yıl 3 takıma yapılan hatalar, hem de baba hatalar alt alta, üst üste, yan yana konulmuş. Galatasaray +5’te, Fenerbahçe +1’de, Beşiktaş sıfırlamış. Peki bu artılar nereden gelme? Peki bu büyüklere yazılan artılar nereden geliyor? Zavallı küçüklerden. Onların da sesinin çıkacak hali yok.
Küfürle besleniyoruz!..
SON 2 yılda, 3 büyük takımımızın sahası 18 kere kapanmış. İnanılmaz bir rekor. Bunların bir kısmı küfürden, bir kısmı şiddetten. Ben küfürden dolayı maçın yarıda kalmasına veya küfürden dolayı saha kapatılmasına karşıyım. Eğer, küfür ediyorsa seyirci para cezasını öder. Küfüre devam eder. Bir daha öder, bir daha devam eder veya daha başka bir önlem yaratılır.
Mesela diyorum. Küfür maraton tribününden fazla ve devamlı geliyorsa o maraton tribünü kapatılır. Diyeceksiniz ki, "Onlar kale arkasına geçmezler mi?" Bir hafta sonra da orayı kapatırsın.
Yanında da para cezası gelir, bu mücadele böyle yapılır. Yani parayı veren, küfürü eder. Çünkü biz küfürle büyüyen bir ülkenin çocuklarıyız. İdare edildiğimiz TBMM’deki oturumlarda küfür dizboyu. Evlerde küfür "Merhaba" gibi.
Stat ne zaman kapanmalı? Kesinlikle tribünlerden sahanın içine fiziksel eylemlerde bulunduğunda kapatılmalı. Sahaya madde atarsın, hakemlere gelir, futbolculara gelir. Sahaya atlarsın, hakeme ve futbolculara tecavüze kalkarsın veya edersin. O zaman sahayı okkalı bir şekilde kapatırsın. Kimse de bir şey diyemez. Yani yeni federasyonun bu konuda önümüzdeki yıldan başlayacak şekilde etkin kararlar alması ve uygulaması gerekir.
Tabi ki işleri zor. Küfüre sahayı kapatma işini kaldırıp, paraya çevirirlerse susturacaklar. "Siz küfürün yanında mısınız?" diye. Ama bir de bu işin mantığı var. Küfür, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bir yaşam biçimi. Beslendiği bir olay.
Ayhan gol atar veya attırırsa
GALATASARAYLI Ayhan Akman, İstanbul BŞB maçında sahanın içinde düştüğü yerden, "Hadi, hadi, hadi ulan" diyor. Hakemin gördüğü yerde, yayıncı kuruluşun görüntüsünden futbolcuya ceza veremezsiniz. Sistem bu.
Burada cezayı yiyecek adam kim? Kendisine "Ulan" diyen Ayhan’ı hakeme şikayet etmeyen yardımcı. Peki Ayhan’ı kime şikayet etseydi ne olurdu? Sarı kart alırdı. Peki, Ayhan sarı alsaydı ne olurdu? Bu hafta Fenerbahçe maçında oynayamazdı.
Soruyorum size: "Ayhan oynanacak Fenerbahçe derbisinde gol atarsa, gol attırırsa ezeli rakibini yıkan adam olursa, bu yardımcı ne olur?" Hiçbir şey. "Ulan" diye kalır. Belki, "ulan" olur.
Hakemler penaltıyı, faulü, ofsaytı göremeyebilirler veya kapasitelerine göre karar verirler. Ama bir metreden kendine "Ulan" diyen bir futbolcuya gerekli işlemi yaptıramıyorsa, o hakemden bir halt olmaz. "Ulan" olduğunla kalır ve yüzde yüz puan cetveline tesir eder.
Ceza can yakacak
CUMARTESİ günü İlhan Cavcav’ı dinliyorum. Gençlerbirliği Başkanı olarak Trabzon Hüseyin Avni Aker Stadı’dan çıkarken. Bu sefer pazar günü İlhan Cavcav’ı dinliyorum. Ankara 19 Mayıs Stadı’ndan Gençlerbirliği OFTAŞ-Kayserispor maçından çıkarken. "Hakem alkol muayenesine gitsin" diyor.
Peki, İlhan Cavcav bunu hangi yetkiye dayanarak söylüyor. Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav olarak mı, yoksa yoldaki Hasan efendi İlhan Cavcav olarak mı? İlhan Cavcav’a mutlaka bir ceza çıkar. Ama neye yarar. Cezanın bir hükmü yok. Onun için de Aziz Yıldırım, soyunma odasında kıstırdığı hakeme hakaret eder. Onun için de Yıldırım Demirören ağzına geleni söyler. Bu cezaların kesinlikle para cezası olması gerekir. Hem de okkalı bir şekilde.
"A" diyene 50, "B" diyene 100, "AB" diyene 200 lira. Özellikle İlhan Cavcav para cezasını görünce alkolü kendi alır, hakeme içirmez, parayı da ödemez.
Alex, G.Saray’da OLSAYDI!..
ADNAN Polat, acele ederek İstanbul BŞB maçından çıkar çıkmaz Lincoln’ü savunmaya kalktı. Ama o Lincoln, Adnan Polat’ı yalanlarcasına sahanın içinde ne artistlik işler yaptı. Artık öyle bir hale getiriyor ki hakikaten tekme de yese bazı hakemler devam ettiriyorlar. O da yanlış. Hakemlere tavsiyem şu. Top ona geçince, yanaşın. Artistlik yapıyorsa, kendini yere atıyorsa ki bunu mükemmel yapıyor. Sarı kartı gözünün üzerine yapıştırın. Tekmeyi yiyorsa, kararı yapıştırın.
Sevgili Adnan Polat’a da bir tavsiyem var. İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda tribünden maç seyrine aldanmasın. Mesafe çok uzak, iyi seçilmiyor! Demek ki, Alex Galatasaray’da oynasaydı, sevgili Adnan Polat her maçtan sonra beyanat verirdi.
YARININI düşüneceksin...
FUTBOLCULUK güzel bir meslek. Cicim ayları biter, futbolu bırakırsınız. Aldığınızı iyi değerlendirirseniz ondan sonraki hayatınızda zorlanmazsınız. Ama, türlü sıkıntılar geçirirseniz veya hastalıklara maruz kalırsanız, elden ayaktan düşerseniz, sonunuz kötü olur. Kimseyi yanınızda bulamazsınız. Onun için de futbolcular faal oldukları zaman yarınlarını düşünüp, huzurevleri hazırlamalılar. Bunlara ihtiyaçları olur, olmaz. Ama geleceklerini garanti altına alırlar. Önlerinde o kadar çok örnekler var ki sayamazsınız. Hele bir tanesi var, inanılmaz.
Erol Togay. Son zamanlarda duyuyorum, eski Federasyon Başkanı Kemal Ulusu’nun adını kullanarak "Kitap bastırdım" diyerek, bazı zenginlere telefon açıyor. Zaten açamaz, açtırıyor. O zaman, bir organize iş var. Bu verdiğim örnek sadece bir tanesi. Şu aşamada, şu zamanlarda çok kötü durumda olanları biliyorum. Ama bu sütunlarda isimlerini yazmaya elim varmıyor, üzülüyorum.
Ne dersiniz futbolcular veya Futbolcular Derneği, bir huzurevi projesine...
Yazının Devamını Oku