20 Nisan 2008
MAÇIN 4-1 bittiğine sakın aldanmayın. Dün gece basket maçı değil ama bir voleybol maçı set skoru çıkabilirdi. Sakın işi egzejere ettiğimi falan zannetmeyin. Maçı seyredenler bu fikrime katılacaktır. Seyretmeyenler de sonradan izlediklerinde pozisyonlara kahkahalarla güleceklerdir. Hele bir pozisyon var ki, "komik futbol" pozisyonları literatürüne girer. Denizli kalecisi Süleyman’ın muazzam ıskası, boş kale, Kezman’ın muazzam auta giden plasesi...
Son 5 yıldır Denizlispor’u bu kadar kötü görmedim. Puanları erken toplayınca, Denizlispor’daki bütün sorumlular herhalde kaşınmaya başlamışlar. Ama önümüzdeki yıl bu Denizlispor’da lastik tutmaz.
Hiç zorlanmadılar
F.Bahçeli futbolcular karşılarında böyle bir Denizlispor olduğunu 15. dakikada çözdüler. Ve başladılar istediklerini yapmaya. Öyle bir hale geldi ki maç, Denizli bir gol atsa, Fener anında görüntü yapıp, iki tane atacak şekildeydi. Uğur Boral’ın önüne Zico, Deivid’i koymuş. Sol dışta, sağ ayaklı oyuncu. O da içeri girerek oynamayı seviyor. Bu sefer Uğur Boral’ın önü açılıyor. Uğur da o kulvarı istediği gibi kullanıyor. Denizlispor’un o koca mesafede Uğur’un tek başına oynadığını fark etme şansı yoktu. Eğer etselerdi zaten onu ikili-üçlü kıstırabilirlerdi. Denizlispor’da santrfor olarak Yusuf oynayınca, Edu ile Lugano’ya fındık fıstık yemek düştü. Kalede Volkan inanılmaz derecede maçtan soğudu.
Dalga geçer gibi
Kezman gergin, sinirli tamam. Bir an evvel gol atmak istiyor o da tamam. Ama çok ileride oynarsan fazla gol atarsın diye bir kural olmadığı gibi futbolda bir de ofsayt kuralı var. Dün gece herhalde ofsayta düşme rekorunu kırmıştır. Colin Kazım zaman zaman iyi işler yapıyor, zaman zaman da ukalalıklar. Mesela ikinci yarı güzel hareketlerle sağdan top sürerken Gökhan 60 metre depar atarak ona yardıma ve pozisyon üretmeye geldi. Ama Kazım dalga geçer gibi, ona vereceğine şut atmayı tercih etti.
Alex, Kezman’ın penaltı olayından sonra dün gece kaptan olarak iddialı ve etkiliydi. Uğur, gol atacak pozisyondayken, ofsayttaki Kezman’a topu vermesinden sonra Alex’ten fırçayı yedi.
Futbolcular 2-0 olana kadar Zico’nun kenardaki halini görmediler. Ankaraspor’dan yenilen son saniye golü, Zico’da derin yaralar açmış. 2-0 olunca rahatladı.
Hakemin tek hatası
Abitoğlu, iyi niyetli bir hakem. Gördüğün çalmaya çalışıyor. Düzgün bir insan, o belli. Yalnız pozisyonların içine fazlaca giriyor. Topun hangi yönde akına döneceğini kestiremiyor ve futbolcuların oyununu engelliyor. Dolayısıyla topla çarpışma şansı fazla. 67’nci dakikada 1 nolu yardımcı kale içindeki Fenerli’yi görmüyor ve ofsayt bayrağını kaldırıyor. Ama Abitoğlu o poziyonda dikkatli ve "devam" diyor. Abitoğlu’nun dün gece yaptığı en büyük hata, ikinci yarıda Selçuk’un Musa Kuş’a yaptığı penaltıyı vermemesi. Herhalde göremedi. Görseydi de sonuç değişir miydi? Kesinlikle hayır. Ama sen göreceksin.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2008
HALUK Ulusoy Federasyonu gitti, Hasan Doğan Federasyonu geldi. Giden, niye gitti? Gerekenleri yapamadı, belki de yapmadı, işine öyle geldi. Sonunda kulüpler isyan ettiler. Federasyonun görevi Türkiye’de futbolu geliştirmek, geniş kitlelere yaymak ve düzenlemek. Statları yaparsanız, statları geliştirirseniz, statları yenilerseniz, insanlara büyük abdestlerini oturarak alafranga tuvaletlerde yaptırırsanız, insanlara ne olduğu belirsiz sosisli, peynirli sandviçler ve simitler yerine, bonfileler, suşiler ikram ederseniz seyirciniz de ona göre olur. Disiplin cezaları da küfür de azalır.
İnsanlar Türkiye’de statlara daha gelirken ve içeri girerken küfür ederek giriyorlar. Haklılar da. Ne ulaşım var, ne medeni bir şekilde barkodlu girişler var. Hayvan sürüleri gibi itile, kakıla giriyorlar. Bu işin uzun vade çözümü.
Gelelim kısa vade çözümüne. Bakınız. Önceki hafta Fenerbahçe-Kayserispor maçı vardı. Bu yazacaklarım kesinlikle bu maçla ilgili değil. Bu maçtan örnekler vereceğim. Hem de hayretler içinde kalacağınız örnekler. O kadar çok ki. İşin sonunda bir federasyonu götürüyor, diğerini getiriyor.
Raporları istesin
Eğer, Hasan Doğan ve Federasyonu acil biçimde aşağıda vereceğim örneklerdeki gerekenleri yapmazlarsa onlar da gidecekler. Bakınız nasıl.
Ben de bu maçı sonuna kadar canlı canlı izledim. Yani mışlı, muşlu, oturmuşluğu yazmayacağım. Gördüklerimi, bildiklerimi ve yaptığım araştırmanın neticelerini size aktaracağım.
Maçı 2-1 Fenerbahçe kazandı. Fenerbahçe’nin rakipleri gece bildiri yayınladılar. Ortalık karıştı. Benim gazetemde bir haber çıktı. Maçın gözlemcisinden ek rapor istendiği, çünkü maçın gözlemcisinin gerekenleri yapmadığı şeklinde. Hatta maçın gözlemcisini benim gazetem konuşturdu bile. Şimdi sadede gelelim.
Gözlemci Hamdi Kutval. Eski bir hakem. Hakemlikten de arkadaşım. Maçın temsilcileri Cemil Tonbun. Antalya İl Emniyet Müdür Yardımcısı. Öteki temsilci Fahrettin Selçuk. Bir lisede personel. Maç bitiyor, temsilciler gözlemci ve hakemler raporlarını Futbol Federasyonu’na gönderiyorlar.
Bu raporlardan, temsilcilerin raporlarında Fenerbahçe seyircisinin bayağı bir uzun süre topyekün, yüksek sesle yaptığı, "Satılmış Kayseri" tezahüratı ibareleri yok. Maçın gözlemcisi Hamdi Kutval’ın görevi hakemler.
Fakat gözlemcilere raporlardaki maçın tanımı bölümünde tribündeki olayları veya maçın genel atmosferi konumunda fikir beyan etme hakları verilmiş. Teferruat, detay hakkı verilmemiş. Bakınız. Maçın gözlemcisi çok doğru bir rapor tutmuş, bu konuda da maçın tanımı bölümünde gerekenleri yazmış.
Gerekeni yapsın
Ama dönüyorsunuz, Futbol Federasyonu Başkanı ve yönetim kurulu namına bu maça gönderilen iki tane temsilcide en ufak bir cümle, kelime yok. Federasyon Başkanı Hasan Doğan, bu üç raporu istesin. Yan yana koysun. Ondan sonra da gerekenleri yapsın.
Ne yapması gerekir? Gözlemci, Hamdi Kutval’a teşekkür etmesi, temsilcilere de ayrı bir teşekkür mektubu yazarak işlerine son vermesi.
Bu işlemi Hasan Doğan yapmazsa sonu Haluk Ulusoy olur. Bu iki temsilci esas görevlerinde eğer böyle hareket ediyorlarsa, vah Türkiye’nin haline. Ölmüşüz de haberimiz yok.
* NOT: "Ey, Erman Toroğlu sen bu üç raporu da gördün mü bu kadar net yazıyorsun?" diyenler olacaktır. Sevgili Türk vatandaşları. Yıllardır bu sistem gizlilik içinde yürütüldü. Gizli olan her şey sakattır. Gizli olan her şeyde sahtekarlık vardır. Gizli olan her şeyde üç kağıtçılık vardır. Ama her şeyde. Ey futbol federasyonları, yıllardır "Gizli gizli" diye diye istediğiniz atları oynattınız. Futbol mahkeme kapılarına düştü. Kimden neyi gizliyorsunuz, kimden neyi kaçırıyorsunuz? Açıklayın raporları, herkes görsün, fikir beyan etsin. Ama sizler gizledikçe, aynı benim gazetemde olduğu gibi komplo teorileri üretilir. Yalan, yanlış kamuoyu yönlendirilir. Daha da kötüsü testiyi kıranlar, görevlerini yapmayanlar, ellerini ovuşturarak, "Kerizlere bak" diye kahkahalarla gülerken, görevini yapanlar kahrolurlar.
İşte Türkiye’de şu anki futbolun adaleti bu. Bu sadece binlerce oynanan maçtaki bir örnek. Yani kum tanesi. Şimdi, Hasan Doğan nelerle mücadele edeceğini ve yapması gerektiğini herhalde daha iyi anlamıştır.
Yok olmaya mahkumlar
HÜRRİYET’in dünkü spor ilavesinin kapağını herkesin alıp kulübüne asması lazım. Hani, "Kapak yapacaksın" derler ya aynen öyle. Bir maçtaki futbolcu açısından teknik yorum sonsuza kadar açıktır. Ama hakem hakkındaki teknik yorum sonsuza kadar açık değildir. Bir yerde gelir, tıkanır. Bazı yerlerde sana göre, bana göre vardır. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Süper Lig’de mücadele eden 10 tane futbolcuyu getirin, bir pozisyonu oynatın, yüzde 95 pozisyonda hem fikir olurlar. Çok az pozisyonda 6’ya 5, 6’ya 4 çıkabilir.
Çok nadir, binde bir pozisyonda 9’a 1 çıkar. Belki de çıkmaz. Aynı pozisyonları getirin, hayatında topa vurmamış ama inanılmaz ahkamlar kesen spor yazarlarına, pardon futbol yazarlarına, gene pardon at gözlüklü kulüp yazarlarına veya yine at gözlüklü siyasi köşe yazarlarına sorun, tuttukları takım kadar pozisyonlara oy çıkar. Yani işin rezaleti.
Üç büyük takım yıllarca hep ağladılar. Bizim hakkımız yendi diye. Ama hep kaybettiklerinde ağladılar. Kazandıklarını çabuk unuttular. Ekte görüyorsunuz, üç büyük takımın kazandıklarını ve kaybettiklerini. Ondan sonra da diyorlar ki, Erman Toroğlu üç büyüklerin aleyhine yazıyor. Ben yazmıyorum. Rakamlar öyle veriyor. Yıllarca böyle veriyordu, ama bu sayfayı yapmak yıllarca kimsenin işine gelmedi. Çünkü böyle bir sayfa üç büyük kulüp başkanını çok kızdırır. Küçükler ne yapsın garibanlar. Onlar bir kazandılar 30 verdiler.
Futbolda düşmanlık yoktur
Örneklerini dikkatli okuyucular görüyorlar. Mesela bana "F.Bahçe düşmanı" diyenler oldu. "G.Saray düşmanı" diyenler oldu, "Beşiktaş düşmanı" diyenler oldu. Ama son anda hepsi taca çıktılar. Çünkü, futbolda düşmanlık yoktur. Kimin işine gelmediyse, taraftar olan spor yazarları salladılar. Ben de bu işlerden çok korkarım, çok pes ederim, hemen geri dönerim (!)
Hiç merak etmeyin sevgili okuyucular, bunların çoğu yok oldular. Geri kalanlar da çok yakın zamanda giderler. Yıllarca gazete sayfalarında fotoğraflarla pozisyon yorumu yapıldı. Öyle pozisyonlar var ki ne fotoğrafı kardeşim, defalarca oynatmana rağmen televizyon görüntülerinde zorlanıyorsun. Ama, yıllarca onlar gol fotoğrafı koymak için görüntüde sadece uçan kaleci olan çekilmiş fotoğrafa, bir tane top kesip koydular ve gazetelerine bastılar. Sevgili okuyucular bunlar işi daha da azıttılar.
Bir gün bir spor müdürü önüne gelen bir gol fotoğrafında, "Ulan beni uçan kaleciye top koyarak, aldatıp asla resminizi yediremezsiniz" dedi. Gazete baskıya girdi, iki gün sonra fotoğrafı getirenden cevap: "Haklısın müdürüm. Bu sefer uçan kaleciye topu koymadım. Bir top buldum, uçan kaleciyi koydum" dedi.
İşte bunlar yıllarca sizi böyle kandırdılar sevgili okuyucular. Şimdi şanslarının ne kadar azaldığını ve neden bu kadar çırpındıklarını daha iyi anlıyorsunuz değil mi.
ARKANI
dönmeyeceksin
SIKI durun. Bu anlatacağım fıkra değil. İsim de vermeyeceğim. Ama, bu yazı okunduktan sonra o teknik adam, o menajer ve o kulüp başkanı eğer "İsim ver" derlerse, haftaya isimleri yazacağım.
Olay, Süper Lig’in bir maçında cereyan ediyor. Rakip teknik direktör bir oyuncu değiştirince, mahalli takımın teknik direktörü de ona karşı hamle yapmak için sahanın kenarına gelerek teknik alan içinde oyuncularına talimat veriyor. Futbolcularının saha içindeki yerini ve taktiğini değiştiriyor. O sırada ne oluyor. Menajer, kulüp başkanının talimatı ve emriyle iki yedek oyuncunun ismini kağıtlara yazarak 4. hakeme veriyor ve teknik direktör kulübeye gelene kadar iki oyuncu değişikliğini yapıyor.
Kulübeye gelen hoca, oyuna girecek başka bir oyuncu istediğinde kendisinden haberi olmadan maça giren iki futbolcu maçı bitiriyor. Bu fıkra değil. Güzel futbolumuzdan ince bir kesit. Yersiniz.
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2008
G.SARAY’ın kadrosu belli. Bordo mavililerde kimin nerede oynayacağı, kötü oynayanın veya sakatlanın yerine kimin gireceği pek öyle bilinmeyen bir şey değil. Ama Kalli grip olup ülkesine iki defa gittikten sonra Servet’ten oyun kurucu, hatta santrfor yapmaya kalkmıştı. Zaten de sonunu öyle hazırladı. Yalnız "Orada 11 tane Servet olsa iyi olur" dediğinde, Servet’in hırsı, maça asılışı, oyun devamlılığını söylemişti. Dün G.Saray takımında diğer futbolcularda da bu hırs ve inanç gözüktü. Sahaya çıkan herkes de kaderine razıydı. Çünkü takımı yapan teknik direktör değil, kulübün başkanı ve A.Ş’nin başkanı iki Adnan’dı.
Futbolcuların sahadan çıkarken öyle ellerini kollarını sallayıp tepki göstermeye şansları kalmadı. Çünkü yapan kapı önüne konacak. Artık o belli. Yani bir yerde futbolcular sopanın ucunu iyice gördüler. Bu da şampiyonluk motivasyonu için iyi bir olay. Zaten çok az maç kalmış. Bence yeni bir teknik direktör şu dört maçlık havada takımı bozar. İki Adnan; teknik direktör Adnan Polat ve yardımcısı Adnan Sezgin bence artık sonuna kadar gitsinler.
G.Saray 1-0 yendi. Hangi takımı? Trabzonspor’u. Peki, Tranbzonspor nasıl bir takım? "Karadeniz Kaplanı" diyorlar. Mış, muş... Zamanında öyleymiş. Belki kaplanın kaplanlığı gözüküyor ama dişleri mişleri yok. Hani protez diş de taksan ısıramayacak halde. Ersun Yanal, pazartesi günü Avrupa’ya futbolcu bakmaya gidiyormuş. Trabzonspor kaliteli yabancıdan önce kaliteli yerli arasın. Çünkü oynattığı yerlilerin çoğu iyi değil. Bu yerlilerle şampiyonluğa oynayamaz. Yani Trabzon önce şunu kabul edecek. "Ben kötüyüm" diyecek, "İyi değilim" diyecek. Ona göre hareket edecek.
Maçın tek golü taç atışından. Süper Lig’de oynayan bir takım öyle bir taç atışından golü yiyorsa,
o takımın futbolcuları hakkında fazla konuşmaya gerek yok. O pozisyonda amatör küme maçında bile gol yenmez.
Onlara hiç yakışmadı
G.Saray’da iki kaptan var. Birisi Hakan Şükür, diğeri Ümit Karan. Her pozisyonda rakiple oynuyorlar, her pozisyonda hakemle oynuyorlar. Hiç yakışmıyor onlara. Hele darbe yemedikleri halde yerde bir kıvranışları var, zannedersiniz ki, öldüler. Kamera bir tekrar yapıyor, fiske bile yok. O zaman olmuyor. Misal isterseniz dün akşamki var. Bol bol var. Tekrar tekrar oynatın, görün. Ama onların şöyle diyeceğini zannediyorum veya tahmin ediyorum: "Deivid de aynısını yapmadı mı?" Yani bizde örnekler hep kötüyle veriliyor.
Bu dakikadan sonra artık F.Bahçe ve G.Saray’dan çok iyi futbol beklemek hayal. Ama çok iyi mücadele etmezlerse kaybederler. Çünkü iki hafta sonra birbirleriyle oynayacaklar. Yani kendi göbek bağlarını kendileri kesecekler. Geçen hafta hakemler ikisine de aynı kıyağı bir gün arayla yaptı. Onları koparmadılar. Zaten en ufak bir hakem hatası bundan sonra bu iki takım için felaket olur.
G.Saray dün gece "Çok zor bir maç oynadım, kazandım" demesin. Ama şu bir gerçek; G.Saray seyircisi fark etmiş. Belki de bu sezon ilk defa Ali Sami Yen’i full doldurmuştu ve takımını candan desteklediler.
Hakem az hatayla maçı bitirdi. G.Saray takımında en etkili adam Arda’ydı. Top ona geldiği zaman şekil değiştiriyor, rakip zor anlar yaşıyor. Şöyle bir düşünüyorum. Dün geceki maçtan Trabzonspor’dan Yattara’yı, G.Saray’dan Arda’yı alın. Gerideki kalanlardan nasıl bir keyif alırsınız, düşünün. Birileriniz "Lincoln" der gibi oluyor, ama onu bu sene hiç görmedik. Beyefendi geçen hafta gene sudan bir kartla bu hafta oynamadı. Ve hala G.Saray tribünleri ona "Lincoln... Lincoln..." diye bağırdılar. O taraftara bu Lincoln müstehak.
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2008
SON iki sezon Galatasaray’ın sahası 8 maç, Beşiktaş’ın 5 maç, Fenerbahçe’nin 4 maç ya kapanmış ya da karşılaşmalar seyircisiz oynanmış. Herhalde rekor 3 büyüklerde. Demekki bunların seyircileri takımlarını tutan seyirci değil. Kendilerini tutuyorlar, kendilerini seviyorlar. Takımlarını asla. Beşiktaş takımı en az 5 maçı çok kötü oynadı, son dakikalarda kazandı. Her maç sonrası kazanınca da aynı nakaratı söylediler. "Bu galibiyet bizi şampiyon yapar" dediler. Uyuttular milleti. Zaman zaman da hakemleri suçladılar. Tamam, hakem hataları var ama sırf ona yüklersen faturayı, futbolcunu kurtarmaya kalkarsan işte futbolcun da seni dün akşamki gibi yapar.
Maç 10 dakika geç başladı. İkinci yarı 14 dakika geç. Sebebi belli değil. Beşiktaş, maça orta alanda oyun kurucu olarak İbrahim Toraman ve Serdar Özkan ile başladı. Bir tarafta Mehmet Yozgatlı, diğer tarafta Aydın. Hücuma çıkacaklar ve defansa gelecekler. Ama OFTAŞ ileride bir kişi bıraktı. Orta sahayı kalabalık tuttu. Bu alandaki oyuncular Beşiktaş orta alan oyuncularından daha rahat top kullandılar. O zaman da maçın bütün ipleri OFTAŞ’ın eline geçti. Beşiktaş’ın dün akşamki 18 kişilik kadrosunda bu maçı çevirebilecek tek adam vardı o da Delgado’ydu. Ertuğrul onu çok seviyor olmalı ki onu yanına almıştı, oynatmadı. İkinci yarı o da girdi ama zaten keyifsizdi. "Madem öyle işte böyle" dedi ve idare etti.
Taş devri sistemi
Ertuğrul o kadar çaresiz kaldı ki geniş alan bulamayan Holosko’yu oyundan aldı ama Slovak oyuncu heran bir şey yapabilirdi. Yerine Batuhan’ı soktu. Sebebi, OFTAŞ’ın hava hakimiyetli iki stoperini bozmaktı. O zaman ne oldu karşıdan topu şişirdikçe, şişirdiler. Batuhan indirecek, Nobre vuracak. Mancınık gibi. Yani, ümit fakirin ekmeği misali. Ama işte rakipler milattan önceki taş devri sistemini yemiyorlar.
Bence Beşiktaş’a verilen bu ceza diğer takımlara da örnek olacaktır. Bu örnekten dolayı da tahmin ediyorum statlardaki seyirci olayı azalacaktır. Dün gece Beşiktaş rakibini bile zorlayamadı. Bakalım şimdi hangi hikayeleri dinleyeceğiz. Ama, şu zannedilmesin Beşiktaş kötü oynadı da OFTAŞ kazandı. Hayır. OFTAŞ takır takır futbol oynadı, ne istediğini biliyordu hepsini sahaya yansıttı. Çatır çatır Beşiktaş’ı yendi. Helal olsun onlara.
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2008
FENERBAHÇE’nin buraya gelene kadarki kadro yapısı belli. Futbolcular da belli. Yani sınırları da belli... Ve bu sınırların içinde Zico gerekeni yaptığı zaman da sarı lacivertlilerde iyi şeyler oluyor. Bu çıkan kadroyu anlamak mümkün değil. Sebebi derseniz, Maldonado maça gelmeden ateşler içinde kıvranıyor. Kadroda bile yok ama bir bakıyorsunuz ilk 11’de... Maldonado-Marco ikilisi maç 0-0 devam ettiği sürece belki iyi işler yapabilirlerdi. Ama İngilizlerin attığı klasik ilk 20 dakika golünden sonra hükmü kalmadı. Eğer Maldonado buysa verilen paraya yazık. 1 metre geriye oynuyor, 2 metre yana, yarım metre de ileriye. Öyle oynayınca Marco’yu da bozuyor.
Santrforlar yetersiz
İkincisi, Fenerbahçe buraya gelirken Maldonado’suz geldi. Ama Uğur vardı. Çünkü Uğur, Avrupa kupası maçlarında iyi başlarsa, iyi götürüyor. Ama o da kenarda. F.Bahçe Şampiyonlar Ligi’nde ilk 8’e kalıyor. Şunu çok net tekrar ediyorum. F.Bahçe’nin santrforları Şampiyonlar Ligi için yeterli değil. Peki yeterli santrfor var mı, var. Ama fiyatı 15 milyon Euro.
Dün Lugano mükemmel oynadı. Edu da ona yardımcı oldu. Volkan başarılıydı, Vederson vasat. Şimdi o zaman eğri oturalım doğru düşünelim. Maldonado yok, Semih yok, Kezman yok, Alex yarım. O zaman da Chelsea gibi bir takımdsan hele İngiltere’de 2 gol yiyip eleniyorsan ağlamayacaksın, kızmayacaksın, kabul edeceksin. Düşünebiliyor musunuz Semih rakip defanstan tek bir hava topu alamadı. Ama Semih’e yine de 20 tane hava topu atıldı. Alex de Maldonado yüzünden rakip ceza alanı yakınında iyi toplar alamadı. Geri gelerek Edu’dan, Lugano’dan toplar aldı ama etkili olamadı.
Hakem ezdirmedi
Hakemin hataları vardı ancak Fenerbahçe’yi Chelsea karşısında Londra’da, Kayserispor veya Gençlerbirliği konumuna düşürmedi. Yani Fenerli futbolcuları şamar oğlanı yapmadı.
Bu kadroyla Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’nde buralara gelmesi başarıdır. Ama İstanbul’daki maçtan sonra sanki her şey bitmiş gibi tur atlandı havası yaratıldı. Bundan da Fenerli futbolcular etkilenmişler. Maçta bir ara 1-0’dan sonra Chelsea’li oyuncular da panikledi. Ama F.Bahçe’nin bu hücum gücü ve santrforları Türkiye’de iş yaparlar. Avrupa’da daha iyilerini bulmaya mecbursun. Zico’nun da kendisini sorgulaması lazım.
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2008
G.SARAY da Beşiktaş da kötü oynadıkları maçları kazanıyorlardı. Ama Fenerbahçe kötü oynadığında kaybediyordu. O da ilk defa dün kazandı. Kendisi mi kazandı? Net bir şekilde söyleyeyim; hayır. Hakemle beraber kazandılar. Diyeceksiniz ki: "Bu kadar iddialı bir cümle olur mu?" Evet, olur. Çünkü 20 dakika sonra Fenerli bütün futbolcular hakemin ne yapacağını, ne yapamayacağını anladılar, avuçlarının içine aldılar. Top gibi oynadılar. Hedeflerine ulaştılar.
Hani var ya, son moda kırılma noktaları... F.Bahçe maçındaki noktalar kırılma mırılma değil, maçın çatırdayıp bir taraftan diğer tarafa verildiği dakikalar var. Mesela penaltı. Uzaktan yakından ilgisi yok. Şöyle söylemek lazım. Aynı penaltıyı Kayserispor’un lehine verseydi, F.Bahçeli oyuncular ne yapardı, merak ediyorum. Semih’in attığı gol ofsayt. Maçın bitiş süresine bir daha bakmak lazım. Devam doğru mu, yoksa kesmek mi doğru? Ama doğru olmayan tek şey, hakem. Bobo’yu attı ya, şimdi kahraman oldu, üst üste maç veriyorlar!
Sarıyla kurtardı
Aslında Kayserisporlu futbolcuları tebrik etmek lazım. Onlar sinirlenmediler. Ama Vederson sinirlendi. Belki de yaptığı hareket kırmızılıktı. İnce bir sarıyla kurtardı. İki takımı, tekniği taktiği konuşacağız ama maalesef hakemle başlıyoruz.
Sarı lacivertliler Marco-Maldonado oynayınca ileride çoğalamıyorlar. Tamam, Kezman koşuyor, çabalıyor ama bir yere kadar. İstediği topları da alamıyor. O da tamam. Ama sen Kayseri’ye mağlupsun veya beraberesin, o zaman Kezman’la Semih’i çift santrfor yap, Maldonado’yu kenara al. Tek Marco o alanı kaldırır. Hatta daha da iyi olur. Maldonado öyle bir oyuncu ki, sağdan alıyor, sola veriyor, soldan alıyor sağa veriyor. Ne kokuyor, ne bulaşıyor. Ne suya, ne sabuna. Diklemesine çok nadir oynuyor. Cennetlik canını cehenneme sokup, şöyle bir rakip defansa batma girişiminde bulunmuyor. Ama diyoruz ki, hala yeni. Olabilir. Hazır değil. Olabilir. Bakalım hazır olunca ne olacak?
Eliyle verse miydi!
Carlos’un maç eksiği 20 dakika sonra sırıtmaya başladı. Kayserispor, az adamla hücum etmesine rağmen Fenerbahçe oyun sisteminden dolayı sarı lacivertli defans geride onlardan hep iki veya üç fazla kaldılar. Bu görüntü haliyle F.Bahçe’nin hücum gücünü zayıflattı, etkisizleştirdi. Dün şunu net bir şekilde söyleyebilirim. Ortadan çalan, cesaretle hareket eden, pansuman yapmayan bir hakem olsa, Fenerbahçe kesinlikle bu oyunuyla galip gelemezdi.
Sarı lacivertlilerde Chelsea maçı yorgunluğu var mı? Var. Ama ikide bir Avrupa maçı oynamadan lig maçı tehir edilsin lüksünü artık bırakalım. Nitekim federasyon da doğru bir kararla maçı ertelemedi.
Kayserispor daha önceki maçlara göre daha bir derli toplu futbol oynadı. Fenerbahçe maçı ne de olsa vitrin. İyi bir Gökhan Ünal’ı Kayserispor arıyor. Ama onun da sakatlığının bu kadar uzun sürmesini anlamak mümkün değil. Yoksa sakatlık başka yerlerde mi?
76. dakikada bütün stat "Satılmış Kayseri" diye bağırmaya başladı. Anlamak mümkün değil. Bir takımın sahaya çıkıp çatır çatır mücadele etmesi kötü bir şey mi? Kasımpaşa da Ankara’da OFTAŞ’ı yendi. Onlar da aslanlar gibi mücadele ediyor. Ne var yani, Kayseri çıksın elleriyle maçı verse miydi?
Yazının Devamını Oku 3 Nisan 2008
BİR ilk yarı oynadı Fenerbahçe, tam bir fiyasko. Chelsea isim olarak, futbolcu olarak iyi takım ama sen de futbolcusun. Mesela Maldonado. Topu aldı, verdi, hiç riske girmedi, hiç rakibe batmadı. O, ön libero oynayınca Marco biraz daha ileri oynatıldı. Ama Marco da oyun kurucu değil. Daha çok top çalan, bozan bir adam. Şimdi F.Bahçe’de orada bir işi iki futbolcu yapıyor. Yani bir eksik. İleride Kezman top tutamıyor, top alıp basıp rakibi geçemiyor. Etti mi iki eksik. Bütün bunlar olunca Alex top alamıyor. Top alamayınca F.Bahçe’nin kolu kanadı kırılıyor.
Sağda Gökhan’ın yerine oynayan Önder pişmemiş yemek gibi. Tat vermiyor. Solda senin R.Carlos’un yok. Yani her şey ters. Üstüne bir de Deivid’in kendi kalesine golü geliyor, tuz biber ekiyor. Deivid’e kızamazsınız. Çünkü iyi niyetle kendi ceza alanında topu çıkarmaya geliyor, mücadele ediyor.
Mızrak gibi battı
Bir şeyi değiştirmek lazım. Colin Kazım giriyor. Görüntü olarak çok rahat, gamsız. Rakibi hareketleriyle sinirlendiren, rakip için gıcık bir oyuncu tipi. Nitekim daha girer girmez yaptığı hareketlerle Chelsea’yi bozmaya başlıyor. İş böyle olunca, bu sefer Alex de devreye girmeye başlıyor. Nitekim attığı bir topta altı tane Chelsea’li oyuncu oyundan düşüyor. Colin Kazım da diklemesine depar yapınca Chelsea’ye mızrak gibi batıyor. Deivid iyi niyetli. Bu sefer 35’ten vuruyor. Kendi kalesine attığı Chelsea’nin golünden sonra bu sefer aynı yerden kendi takımının golünü atıyor. Ben yukarıdakinin gücüne inanırım. Sanki bu işin sonunda bir şeyler olacak. Ama bu iş mücadele etmeden olmuyor.
Maçı Volkan çevirdi
Dün gece Colin Kazım girdi, hareketlendirdi tamam ama bence dün gece maçı çeviren bir numaralı isim kaleci Volkan’dı. İki numaralı isim de Lugano. Ama golü atan fazla konuşulur. Özellikle Volkan’ı tebrik ederim. Nerelerden geldi, ne zor günlerden geldi. Hatta ondan ümidi bile kesmiştik ama o yılmadı. Herhalde çok çalıştı. Özellikle jölelerini de atınca beyin jöleleri sahneye çıktı. Ve bugünlere geldi. Özellikle tebrik ederim. Zico, Kezman-Semih değişikliğini daha önce yapabilirdi. Hakem mümkün olduğu kadar oynatmaya çalıştı. Mümkün olduğu kadar atmalara prim vermedi. Ama bazı pozisyonları kaçırmadı mı? Kaçırdı. Olsun. Tempoyu düşürmedi.
2-1 kötü mü? Belki iyi değil. Çünkü rakip 1-0’la seni eleyecek. Ama unutmayın, maç 0-0 başlıyor. Ve başladığı gibi biterse F.Bahçe tur atlar. Oradaki maçta gollü olur mu? Kesinlikle evet. Ama her şey olur.
Yazının Devamını Oku 30 Mart 2008
F.BAHÇE, işi sıkı tutarsa Türkiye Ligi’ndeki diğer takımlara göre bir adım önde. İlk 20 dakika deplasmanda oynamalarına rağmen bunu gösterdiler. Ama sonra ’biz bu işi böyle de götürürüz’ dediler, golü yediler. Yine işe sarıldılar gol attılar. Sarı lacivertlilerin bir avantajı da takımda oynayan oyuncuların yerlerinde fazla değişiklik olmaması. Beşiktaş’ı düşünün, geri dörtlüsüne bakın, her maçta değişik çorba gibiler. İbrahim Toraman, sağbek oynadı, çift santrhaf oynadı, ön libero oynadı. Dönüyorsunuz Baki, geri dörtlünün her yerinde oynadı. Bu kadar çok adamın oynadığı yerde eğer takımı teknik adam olarak standart hale getirememişsen baş sorumlu sensin. Sarı lacivertlilerin Şampiyonlar Ligi’nde oynaması, psikolojik olarak ve fiziksel olarak diğer takımların üzerinde etkili oluyor. Alex, yine takımının her şeyi. Hem oynuyor, hem oynatıyor.
Habire değiştiriyorlar
Maalesef Beşiktaş’ta işler okuyup, üflemeye kalmış herhalde. Başkan bir ön koltukta, bir arka koltukta yok oluyor. Neymiş? Uğur. Eğer siyah beyazlıların işi yer değiştirmeyle oluyorsa bu iş tamam. Çünkü, Beşiktaş Başkanı koltuğunu değiştiriyor, teknik direktör Ertuğrul Sağlam defansta habire adam değiştiriyor. Ama Beşiktaş hala ilk 4’te. Türkiye’nin kaderi bu. Çünkü, Üç Büyükler, hangi futbolcuyu alırlarsa alsınlar, sezon bitince ilk 3 oluyorlar. Bu sene sürpriz Sivas aralarına girdi.
Bir de işe şu açıdan bakalım; Fenerbahçe, 3 gün sonra Chelsea’yle oynayacak. Yani akıllarının yarısı mı, dörtte üçü mü orada? Eğer Fenerbahçe, Chelsea maçı olmadan sırf Beşiktaş maçını düşünseydi, bu tarz tempoda mı oynardı? Bence hayır.
Bu maçtan sonra klasik bir laf var ya; Artık önümüze bakalım diye. Fenerbahçe, önüne bakacak da Beşiktaş nereye bakacak bilemiyorum.
Yazının Devamını Oku