2 Temmuz 2008
FATİH Terim’i, Portekiz mağlubiyetinden sonra İsviçre maçında Arda’nın eğer 90+2’de vurduğu top gol olmasa Taksim’e getirir, idam sehpasını kurar, asardık. Yarı finalde Almanya ile oynadığımız maçta o üçüncü golü yemeseydik ve Almanları eleyip finale kalıp şampiyon olsaydık, bu sefer de aynı yerde heykelini dikerdik. Yani futbol bu kadar ince bir ayrıntıyla eksi ve artıyı verebiliyor.
Peki size şimdi soruyorum. İspanya-Almanya finalini seyrettikten sonra kaçınız, "Biz en kötü final oynardık, hatta şampiyon olurduk" demiyor.
Ama, Almanya mağlubiyetinden sonra, "Gururlandık. Başımız dik" gibi laflar ettik. Yani galip olsaydık gururumuz incinecekti ve mağlup olunca mı gururlanacaktık?
Almanya’ya 2 gol atıyorsunuz, 3 gol yiyorsunuz. Peki, bunun sebeplerine bakıyor musunuz? Hayır. Sen bir Avrupa Şampiyonası yarı finalinde 2 gol atıp 3 gol yersen, kusura bakmayın ama gururdan değil, aptallık gibi başka şeylerden bahsetmek lazım.
Maçı son dakikada 2-2 yapıyorsun. Üstüne golü yiyorsun. 3 maçı son saniyede kazanıyorsun, bir maçı son saniyede veriyorsun.
Canlı misal Lincoln
Futbol öyle bir hale geldi ki önce çok koşacaksın. İkincisi, defansın sağlam olacak. (Sakın bunu geri dörtlü ve kaleci gibi algılamayın. Ben topyekün defanstan bahsediyorum.) Üçüncüsü de artist futbolcun olmayacak.
Aragones’in yarattığı İspanya takımı bu yukarıda söylediklerimin hepsini yaptı. Hiç farkettiniz mi bizde bazı spor yazarları hala yıldız futbolcudan bahsederler. Yıldızlar korunsun derler.
Mesela, en son misal, canlı misal, heyecanlı misal Lincoln. Beyefendinin kılı dönüyor, sakatlanıyor. Hazretleri sezon açılıyor, gelmiyor. Sonra da yandaş spor yazarları ve yöneticiler boy boy beyanatlar veriyorlar, hakemlere. "Lincoln’ü koruyun" diye. İşte bu zihniyetlerin hiç birisi sahada başarılı olamıyor.
Torres biraz sallanıyor. Golü attığı halde, kafa vuruşu direkten döndüğü halde, kenardan kementi yiyor. Veya aynı Torres arkadaşına gollük pas vermediği, şut attı diye yine kenardan kementi yiyor. Hakemler sahadaki yıldıza gökteki aya bakmıyorlar. Futbolcular çatır, çutur mücadele ediyorlar.
Sakatlar ordusu
Peki, biz bu turnuvaya nasıl bir kadroyla geldik. Müzmin sakat Gökhan Zan. 5 senedir süratle yere iniş yapan o da müzmin sakat olan Emre Belözoğlu. Sakat olan bir Servet ve bu turnuvada sakatlananlar. Eğer, Emre Belözoğlu sakatlanmasaydı Arda sahneye çıkar mıydı? Kesinlikle hayır. Mecburi sakatlıklar olmasaydı, Almanya maçında mükemmel oynayan Ayhan sahaya sürülür müydü? Kesinlikle hayır. Yıldıray ve Halil Altıntop’u evine göndermek doğru muydu? Kesinlikle hayır. Tümer kadroda kalmalı mıydı? Kesinlikle hayır. Hamit Altıntop’u sağ beke hapsedip ona pranga bağlayıp oynatmak doğru muydu? Kesinlikle hayır. Hamit Altıntop’u orta sahaya çıkarıp, serbest bırakmasaydın bugün 4 takıma kalır mıydın? Kesinlikle hayır. Hamit’ten başka UEFA’nın listesine giren başarılı futbolcun var mı? Kesinlikle hayır.
Şansımızın adeta arkadan iterek bize yardım ettiği bir turnuvada finali oynar mıydık? Kesinlikle evet. Bütün bunlardan sorumlu kim? Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim. Yani, futbol öyle bir olay ki yazının başlangıcındaki gibi rezil de olabilirsin, vezir de. Çok ince bir ayrıntıyla.
Artısı da var
Fatih Terim’in bu turnuvadaki genel prensibi şu oldu: Önce eşekleri kaybettirdi üzdü, sonra eşekleri buldurdu, sevindirdi. Peki, bütün bunların yanında Fatih Terim’in artıları yok mu? Tabii ki var. Öncelikle bu kondisyoner ve diyetisyen Amerikalı ekipten yardım alması ki biz bunun maçların 70. dakikasından sonra büyük avantajını gördük. Futbolda şans vardır da güçsüz, kuvvetsiz olursan şans sana gülmez. Biz kuvvetli kaldık. Şans da kuvvetliye yardım etti.
İkincisi kamp ortamını iyi tuttu. Kiminle konuşsam, ortamın çok samimi, çok içten, çok gırgır olduğunu söyledi. Yani takım sahaya çıkmadan önce yemeklerde, gezilerde ve antrenmanlarda güzel havayı yakalamış. Bunda da Fatih hocanın etkisi büyük.
Gelelim istifa meselesine. Fatih hoca Almanya maçından sonra tribünlere sanki veda eder gibi elle işaret yaptı, sonra soyunma odasına girdi futbolcularıyla vedalaştı. Sonra televizyonlara çıktı demeçler verdi, "Ayrılacağım" diye.
Maçtan sonra bazı spor adamlarıyla konuştum. "Fatih hocaya dışarıdan bir teklif geldiğini bilmiyoruz ama şu aşamadan sonra kesinlikle yardımcıları ve kendisinin maaş durumu düzeltilir. Futbol Federasyonu da bunu yapmaya mecbur kalır" dediler.
Para için değil
Fatih hocanın para için bu yolu seçtiğine inananlardan değilim. Ben federasyonda yetkili olsam milli takımlar teknik direktörünün alacağı ücretin belirlenmesini kendisine bırakırım. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Hem kendisinin hem de altında çalışacak herkesin fiyat belirlenmesini o yapmalı. Maalesef Fatih Terim, Milli Takım’a tekrar dönerse bu spekülasyonlar yapılacak. Ama, Fatih hoca şunu diyebilir, "Ben istifa etmedim ki, geri dönmüş olayım. Beni bırakmadılar." O zaman da o heyecanla o futbolcularla, o konuşmayı yapmayacaksın.
Aslında Fatih hocanın sinirlendiği ve öfkelendiği zaman yutkunması gerekir. Ama maalesef o bunu yapamıyor. Artı, hesap sormaktan bahsediyor. Şurada yanılıyor. Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan herkes milli takımlar teknik direktörü için artı veya eksi herşeyi konuşabilir. Tenkit yapabilir. Bu hakka sahiptir. Çünkü burası kulüp takımı değil. Bizim Milli Takımımız. Ne benim ne Fatih Terim’in, ne de Futbol Federasyonu’nun. Bizim Milli Takımımız.
F.Bahçe’de renkli şeyler olacak!..
ARAGONES tavırlı bir teknik direktör. "Deli" diyorlar. Eğer diyorlarsa mutlak doğrusunu yapıyordur. Çünkü, Türkiye’de bildiğini söyleyene "Deli" diyorlar. Ama, Türkiye’de kıvırta kıvırta konuşanlar da akıllı oluyorlar. Giymedikleri bir tek dansöz kıyafeti kalıyor. Ama, sorun hepsi zeki insanlardır.
Aziz Yıldırım-Aragones ikilisi için değişik söylemler var. Bence, Aziz Yıldırım bu işi öğrenmeye başladı. Anladığım kadarıyla pasif teknik direktör istemiyor. Aragones’i getirmekle, "Alın kardeşim size kimseyi işine karıştırmayan bir teknik adam getirdim. Geçtiğimiz yıllarda bende bu teknik adamlara karışıyordum. Ama ne zaman o teknik direktör pasif kaldığı zaman. Bu teknik adama da bundan sonra karışmayacağım" havasında mesaj vermek istiyor.
Peki sizce ne olur? Huylu huyundan vazgeçer mi? Onu zaman gösterecek.
Ama, Fenerbahçe’de renkli şeylerin olacağı kesin. Daha da önemlisi, Aragones’in tercümanlığını kimin yapacağı. Çünkü bazı tercümanlar maalesef söylenenleri doğru çevirmiyorlar. Bazıları da kulüp başkanıyla teknik adamları arasında telef oluyorlar. Ne söyleyeceklerini şaşırıyorlar.
30 yıl öncede kalmışlar
AVUSTURYA ve İsviçre gibi futbolu sevmeyen, futbol ülkesi olmayan iki ülkeye turnuva vermek son derece yanlıştı. O kadar çok korktular ki statların etrafındaki alışveriş merkezlerini, pasajları, içkili yerleri kapattılar.
Maç günleri bile restaurantlar gündüz 3 ile 6 arası servis yapmadı. Hangi İsviçre ve Avusturyalı’ya sorsam, "Bize böyle turist değil, iş adamı gelsin" dediler.
Avusturyalı taksi şoförlerinin dertleri de aynıydı. Onlar bir tek Ruslardan memnun kalmışlar. Çünkü, Viyana’ya yarı final İspanya maçına Rusya’dan 300 tane özel uçak gelmiş. Ve çok para bırakmışlar.
Avusturya’da birkaç mağazada 1977 senesinde İzmir’de Türkiye’yi 1-0 yenen Avusturya Milli Takımı formaları satılıyor. Golü atan oyuncunun. O golle Avusturya Dünya Kupası’na gitmişti. Yani adamlar 30 sene öncede kalmışlar.
Olaylar olmadı mı oldu. Kaç tanesine ben şahit oldum ve bizzat duydum. Ama, yabancı basın ne kadarını görebildiyse verdi. Kendileri dışarıya vermediler.
Eylem yapılsın sonucunu görelim
AVUSTURYA’da canlı yayındayız. Hasan Cemal ile Tayfun Bayındır da programda var. Tayfun Bayındır üzgün bir görüntü içinde, "Biraz önce milli takım futbolcularının yanından geldim. Karar vermişler, bizim basına konuşmuyorlar. Yabancı basına konuşuyorlar" dedi.
Hasan Cemal futbolu takip ediyor ama fazla derinliğine giremiyor. Ben dedim ki, "Size soruyorum. Bir milli takım teknik direktörü veya bir kulüp başkanı veya futbolcuların, sizlere hakaret ettiği bir basın toplantısını o anda kameraları, fotoğraf makinalarını ve tuttuğunuz notları bırakıp çıksanız acaba ne olur? Bunu hiç düşündünüz mü" diye. Cevap gelmedi.
Kendi soruma kendim cevap verdim. Kesinlikle bu uygulamayı yapan basın mensupları, işten kovulurlar. Bu birincisi. Gazeteciler için yedikleri fırça ve hakaret değil, oradaki olayın haber değeri önemlidir. Bu ikincisi. Üçüncüsü ise bu teknik adamlar, futbolcular veya yöneticiler gazetelerde ve televizyonlardaki üst kademelere ulaşarak, o şahıslar hakkında, o gazeteciler hakkında kovulma talebi yaparlar.
İsterseniz gelin bir gün bu eylem yapılsın, sonucunu hep beraber görelim.
Rotayı Almanya formasına çevirdiler
YILDIRAY Baştürk ve Halil Altıntop’un Bundesliga’daki futbollarından sonra Türk Milli Takımı’ndan gönderilmeleri, Almanya’da büyük yankı yaptı. Hem Almanya’daki Türkler hem de Almanlar için büyük sürprizdi bu karar. Şu anda Almanya’daki hava orada yetişen Türk asıllı oyuncuların bundan sonra bu olaydan sonra Türk Milli Takımı’nı değil Alman Milli Takımı’nı tercih etmeleri yolunda. Yapılan yorumlar böyle.
Tabelaya dikkat
90 dakika tamamlanıyor. 4. hakem ilave süreyi gösteriyor. O sıra stattaki tabelada da şu cümle var. "En az şu kadar dakika oynanacak" 2, 3, 4 neyse. Bu cümleye dikkat edin. Hem bizim hakemler dikkat etsinler hem de bazı ulema spor yazarları. Bu cümle net biçimde şu demektir: "Sen 4 dakika ilave vermişsen ve oyun 3 dakika durmuşsa eğer süre oynanmamışsa o dakikaları oynatacaksın." Bu kadar net. Yani kemiksiz kıyma.
Seve seve Baykam
CUMHURİYET Gazetesi’nde Bedri Baykam yazmış. "Kadınlar Ligi kurulsun, gerginliğin havasını alalım. Erman Toroğlu da bu maçlara yorum yapmaktan kendini esirgemesin" diye.
Sevgili Baykam. Olsun, kurulsun, seve seve yaparım.
Söylediğinizi yedirirler
BAZI futbolcuların kendi kulüp antrenörleri ve milli takıma gittiklerinde oradaki teknik adamlar hakkında söylediklerine inanmıyorum. Ya söylediklerini bir kenara yazsınlar ve saklasınlar ya da hiç konuşmasınlar. Çünkü, yarın transfer olduklarında veya milli takıma gittiklerinde, gitmediklerinde söylediklerini yemesinler.
Yazının Devamını Oku 30 Haziran 2008
TURNUVAYI hak eden kazandı. Bu şampiyonada üç takım vardı. İkisi çok iyi top oynayan, göze hoş gelen futbol sergileyen, seyirciyi sahaya çeken, sahada takımı oynarken tribünde ve saha dışında seyircisi mükemmel olan Hollanda ile İspanya. Sonra biz vardık. Ne yaptığı belli olmayan, her an değişik işler yapan, turnuvaya renk katan... Dün gece İspanya, ne istiyorsa onu yaptı. Almanya’nın futbolcu kalitesi, teknik kapasitesi, oyun anlayışı İspanya’ya yanaşamadı. Maçın skoru seyretmeyenleri aldatmasın. Çünkü en az 3 farklı bitmesi gerekirdi. Kötü bir hakem vardı. Çok avantajı uygulayamadı, maçın çok daha tempolu ve heyecanlı geçmesine sağlayamadı. Maçın sonlarında Almanya hücumunda faul olan bir pozisyon yoktu ama bu bile Almanya’nın kupayı alması için bir neden sayılmaz.
İspanyol teknik direktörü Aragones takımını iyi idare etti. İspanya takımının yıllardır futbolcuya dayalı bir oyun düzeni vardı. Şöhretler çıkardı, kendilerini gösterirlerdi. Ama bu İspanya takımı bir beyinden düşünüyor gibi oynuyor. Mesela bir ön libero Senna var, mükemmel ötesi bir şey. Resmen takımın kilit adamı. Nerede açık varsa orayı 404 gibi yapıştırıyor. Zamanında hücuma çıkıyor, zamanında defans yapıyor veya rakip takımın hücum süratini frenliyor.
Kaçan balık büyük oldu
Alman takımının defansı ağır. Özellikle çift libero dönemiyorlar. Aralarına atılan her top tehlikeli. Zaten İspanya Milli Takımı’nın da en büyük özelliği rakip defansın arasına koşu yapan oyuncuların önüne atılan toplar. Bir anda mesafe üç-beş metreye çıkıyor. Defans da zaten ofsayt var diye duraklıyor. Ama iş işten geçmiş oluyor. Alman Milli Takımı’nda orta alanda ve defansta topu iyi kullanan oyuncular yok. Herkes Ballack’a bel bağlamış. O da biraz pres yiyince oyundan düşüyüor. İlerideki oyuncular çabuk hareketli ama top onlara gelinceye kadar mevsimler geçiyor. Oyunun sonuna doğru Almanlar çift santrfora döndüler. Oyunu ileriye şişirmeye kalktılar ama onu bile beceremediler.
Aslında bu finalin İspanya-Türkiye olması lazımdı ama olmadı. Teknik direktörümüz ve bazıları kaçan balığın ne kadar büyük olduğunu anlamıştır. Fakat atı alan Üsküdar’ı geçti.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2008
KÖTÜ maçlar oynadık. Maçları bırakmadık. Sonra kazandık. Şansımız da vardı. Ama, dün gece bu turnuvanın en iyi maçını oynadık. Yapılabilecek her şeyi yaptık. Forvette biraz cılız kaldık. Rüştü inanılmaz bir hata yaptı. Ama, aynı hataya benzer bir hatayı rakip kaleci de yaptı. Almanya, hiç beklemediği bir şekilde dirençli bir Türk Milli Takımı gördü. Fatih Terim, takımı geriye çekerek defans yaptırmadı. Hücum ettik, presi ileride bastık. Almanlar oyun kuramadılar. Hep korkarım. Böylesine maçlarda kötü bir gol yersin ve biter. Maalesef yine aynısı oldu.
Bu turnuvadan sonra şu iyi düşünülmeli ve karar verilmeli. Futbol Federasyonu, Fatih Terim, Spor Bakanı. Bunlar topluca bir konsensüs yapmalı ve yürümeli. Çünkü, Türk futbolundaki ışık gözüktü. Türkiye’de futbol dürüst oynanırsa, iyi mücadele edilirse, yeni futbolculara şans verilirse, çok şeyler olacak.
Hakem rezaletti
Teknik, taktik olarak burada fazla bir şeyden bahsetmeye gerek yok. Ama, dün gece bir numaralı yardımcı hakem inanılmaz rezaletti. Hakem derseniz, bir şeyler yapmak istedi. Eveledi, geveledi ama bazı şeyleri göstereyim derken, ipin ucunu kaçırdı. Sarı kartı vermiyor, veremiyor. Ama bu sefer Almanların penaltısını veremiyor. Dönüyor, Kazım yere indiriliyor. Onu da veremiyor.
Öyle veya böyle. Bu şartlarda Avrupa’da son 4 takım arasına kalmamız başarıdır. Daha iyisini yaparmıydık, yapardık. Ama bunları tartışmak maç yazısında olmaz.
En güzeli şu oldu. Ay yıldızlı ekibimiz bu turnuvanın en fantastik takımı oldu. Ne zaman, ne yapacağını kimse kestiremedi. Heyecan verdi, renk verdi.
Silahımızla vurulduk
Biz Milli Takım olarak son dakikalarda maçlar çevirdik bu turnuvada. Yani maçı bırakmadık. Eskiden bırakırdık. Ama Alman Milli Takımı eskiden de bırakmazdı, şimdi de bırakmadı. Bizi kendi sihalımızla vurdular. Yani, bir son dakika golüyle.
Final oynar mıydık. Oynardık. Özellikle bu Almanlara oynadığımız topu gördükten sonra oynardık. Yazık oldu.
Yazının Devamını Oku 22 Haziran 2008
Alman Milli Takımı’ndan, Alman futbol takımlarından korkmayan taş olur. Sebebi de şu: Hakem bitiş düdüğünü çalana kadar oyun disiplininden kopmuyorlar. Türk milletine de en ters gelen şey disiplin. SON dört takım arasına kaldık ama ne biz, ne rakiplerimiz, ne de seyredenler nasıl oynadığımızı daha fark edemediler. Aslında haklılar. Bizim fark edemediğimizi onlar nasıl fark edecekler?
Fatih Hoca, o meşhur basın toplantısında spor yazarlarını suçladı. Dedi ki: "70. dakikadan sonra verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz!" Bu, şu anlama geliyor: "Sizin o yazdığınız kağıtları ben size yedirdim. Siz yeniden yazmak mecburiyetinde kaldınız." Yani, kestirmeden dedi ki: "Siz spor yazarı değil, skor yazarısınız." Ben bu cümlelerden hiç alınmadım, gocunmadım, üstüme almadım. Çünkü basın hayatımda skor yazarlığı yapmadım.
Ama Fatih Hoca, özellikle bu son üç maçın görüntüsünde, skor tabelası teknik direktörlüğü yapıyor. Neden? Çünkü bir oyun şeklimiz yok, bir oyun planımız yok. Önce gol veya goller yiyoruz, sonra tuhaf bir şey oluyor. Tanrı’nın eli mi değiyor, arkadan mı itiyor ne yapıyorsa, inanılmaz zamanlarda inanılmaz gollerle skor lehimize dönüyor.
Skor teknik direktörü!
O zaman Fatih Terim kendi silahıyla vuruluyor. Futbol oyunu teknik direktörü değil, skor teknik direktörü oluyor.
Öyle veya böyle, tarih iyi oyunu ya da kötü oyunu yazmayacak. 5 yediğini, 5 attığını da yazmayacak. Skoru yazacak. Neticeyi yazacak, Hatice’yi değil. 2002’de hiçbir Avrupa takımıyla karşılaşmadan dünya üçüncüsü olduk. Şu anda ne diyoruz: "Dünya üçüncüsü olmuştuk." Diğer cümlelerin hiçbirisi açıklamalara girmiyor. Şu anda da en kötüsü Avrupa dördüncüsüyüz. Geçen gün bir arkadaş dedi ki: "Bu Fatih Terim Boğaz Köprüsü’nden aşağı düşse, yürüyerek Beylerbeyi’nden çıkar."
Hep diyorum ki: "Türk futbolcular Avrupa’ya gitsinler. Çünkü oradaki futbol anlayışı, oradaki futbol terbiyesi çok fazla." İşte Tuncay. Bir senelik İngiltere macerası onun futbol görüşüne ve anlayışına ne kadar müsbet yansımış. Haliyle de bu da A Milli Takımımız’a yol, su, elektrik olarak geri dönüyor. Mesela Hamit. Almanya’da yetişmenin avantajlarını, kaymağını biz yiyoruz ama Fatih Hoca onu inatla sağbekte hapsetti.
Ferrari garajda bekler mi?
Ben, Hamit’in sağbekte oynamasını Ferrari bir arabayı garajda bekletmek gibi görüyorum. Hamit’in orta sahada oynadığı iki maç, onun takımı derleyip toparlamasıyla kazanıldı. Peki Fatih Terim’in prensleri Emre Belözoğlu ile Tümer ne yapıyorlar? Tabi senatör gibiler. Düz koşu yapıyorlar, yatıyorlar aynı primi alıyorlar. Peki, Fatih Terim’in bir türlü yıldızının barışmadığı Halil Altıntop’la Yıldıray ne yapıyorlar? Onlar da evde ceviz oynuyorlar.
Aslında Fatih Terim’in basınla girdiği bu diyaloglar onu dış basında zayıflatıyor. Çünkü edilen tercümeler, yabancılar tarafından aynen gazetelerine yansıtılıyor. Yani Terim’in tabiriyle skor basınıyla skor teknik direktörünün kavgası devam ediyor.
Disiplinden kopmuyorlar
Peki, Almanya maçında ne yaparız? Oynadığımız dört takım içerisinde en zor takım Hırvatlardı. Almanlar, Hırvatlardan iyi takım değiller. Ama bırakın Alman Milli Takımı’ndan, Alman futbol takımlarından korkmayan taş olur. Sebebi de şu: Hakem bitiş düdüğünü çalana kadar oyun disiplininden kopmuyorlar. Türk milletine de en ters gelen şey disiplin. Hiç sevmeyiz, çok bıkarız. İşte en son örnek. Hırvat maçında yediğimiz golden sonra üç futbolcumuz kale sahası içinde yatıyorlardı. Ama daha bitime 1 dakika vardı. İki futbolcu gitti, ite kaka, vura vura yerden kaldırıp santraya gönderdi arkadaşlarını. Kimdi bunlar? Birisi Almanya’da yetişmiş Hamit, diğeri 1 yıldır İngiltere’de oynayan Tuncay. Yerde yatan kimler? Bizimkiler.
Kolay kartlar gördük. Bunların bazılarında hakemler hatalıydı, bazılarında bizim futbolcular. Sakatlıklar oldu. Servet’inki tamam. O, bile bile ladesti. Riske de girmeye değerdi. Ama Gökhan Zan, Tümer ve Emre üçlüsü Fatih Terim’in yüzde 100 hatasıdır. Yani şu anda üç tane daha sağlam futbolcumuz yoksa bunun sebebi hocadır.
Golü Erdoğan attı
ASLINDA bu son maçın en büyük galibi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Doğan, Çek maçından sonra dedi ki: "Hırvat maçına Başbakanı, Cumhurbaşkanı’nı ana muhalefet başkanını, Genelkurmay Başkanı’nı, kısacası herkesi davat edeceğim." Ama bu davete bir tek Erdoğan katıldı.
Hem de Trabzon’dan maça yarım saat kala geldi. Hani ne demişler? "Tekkeyi bekleyen çorbayı içer." Böyle bir maçtan sonra da yaptığı jestlerle ve hareketlerle Başbakan son derece sempatik geldi. Çok doğaldı, içtendi. Yani anlayacağınız Deniz Baykal burada da golünü yedi. Ne de olsa Tayyip Erdoğan eski futbolcu. Topu bacak arasından geçirip, golünü attı.
Kondisyonerler sayesinde ayakta kaldık
PEKİ, iyi güzel de hiç mi Fatih Terim’in yaptığı iyi şeyler yok kötülerin yanında? Olmaz olur mu... Var tabii. Mesela Amerikalı kondisyonerleri getirtmesi, bilime önem vermesi güzel şeyler. Nitekim, Fatih Terim en fazla bu 4 Amerikalı kondisyonerden fayda sağladı. Çünkü yendiğimiz bütün takımlar oyunun sonlarına doğru oyundan düştüler. Biz ayakta kaldık.
Sen ayakta kalınca psikolojik olarak da diri kalıyorsun.
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2008
BENCE şu ana kadar oynadığımız en iyi rakipti Hırvatistan... Bu turnuvadaki en dengeli, en mantıklı futbolumuzu da gene Hırvatlara karşı oynadık. Özellikle Marco’nun olmaması bizim için büyük bir kayıptı. Ama Mehmet Topal burada mükemmel işler yaptı. Ama Fatih Hoca maalesef onu oyundan aldı. O çıktıktan sonra orta alanda zorlanmaya başladık.
Üçgen planı tuttu
Maçın başında Sabri büyük hatalar yaptı. Sonra biraz toparladı. Dün gece Tuncay, Hamit ve sol kanatta Hakan Balta müthiş oynadılar. Emre Aşık ile Gökhan Zan da az hata ile oynadılar. Arda maalesef; "mükemmel işler yapacağım, üst düzey hareketler yapacağım ve dikkat çekeceğim" diye takım oyunundan koptuğu gibi kendisi de kötü oynadı, takımı da eksik bıraktı. Penaltı istediğimiz pozisyonda hakem haklıydı. Çünkü rakip Tuncay’ın önüne doğru döndü ve ileriye doğru hareketlendi. Eğer dursaydı penaltı olabilirdi. Oyunun başında Hırvatlar üç pozisyona girdiler, üçünü de biz hazırladık. Onlar girmediler. Rakipte Modric çok etkili bir oyuncu. Ama Fatih Hoca onu Hamit, Mehmet Topal, Sabri üçgeninde eritmek istedi. Bence de başarılı oldu. Bütün hareket alanını kapattı.
Ayakta kalmasını biliyoruz
Golü yedik, kale sahasında üç tane futbolcumuz yerde yatıyordu ve bayılmıştı. Saat de çalışıyordu, saniyelerd e geçiyordu. Yerde yatanların iki arkadaşı geldi, ’Kalkın yürüyün’ diye. Kalktılar, yürüdüler, işi de bitirdiler.
Bence bu turnuvada oynadığımız en iyi maçtı. Ve hak ederek kazandık. Şunu bir kere belirtmekte fayda var. Bizim A Milli Takım son dakikaya kadar ayakta kalabiliyor. Bir takımın bu kadar çok penaltı kaçırması ile bu kadar çok penaltı atması fizik gücüne bağlıdır. Ayağa yere sağlam basmakla olur. Bu maç kesinlikle tesadüf eseri kazanılan bir maç değil.
Rüştü iyiydi ama...
Rüştü, çok iyi oynamasına rağmen bir büyük hata yaptı. Ama futbolda olan şeyler. Eğer kazanamasydık Rüştü’nün bütün yaptığı iyi şeyler çöpe gidecekti. Şunun altını çizmek istiyorum. Artık teknik direktörümüz de basınımız da kavga etmeyi, tansiyonu yükseltmeyi, korku filmini bıraksınlar. Hep beraber bunun keyfini yaşayalım. Gene şunun altını özellikle çiziyorum; Bu başarı Dünya Kupası üçüncülüğünden çok daha büyük bir başarı. Kimlerin emeği varsa herkese teşükkürler.
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2008
FATİH Terim, sağbek hapishanedeki tutuklu Hamit’i demir parmaklıklar arasından çıkarınca işin rengi değişmeye başladı. Orta alana çıkan bu oyuncu pas yaptı, takımı idare etti, orta attı, şut attı ve bu maçı aldık. Çünkü tek Arda tarafından hücum edebiliyorduk. Onun da gücü bir yere kadar yetiyordu. Ne zaman Hamit de sahneye çıkınca bu sefer Çekler’e karşı iki taraftan yürümeye başladık. Ve bütün defans güvenliğini kaybettiler.
Sen gereğini yaparsan futbolda şans sana güler. Emer Aşık’ın oyuna girmesinin gecikmesi, yine bir saha içi organizasyon bozukluğu ve inanılmaz hatalı bir ikinci gol yedik. Bakmayın maç 2-1 olduktan sonra 2-3 tane daha net gol pozisyonumuz var. A Milli Takım’ın son 20 dakikadaki kadrosu, takım tertibi aslında turnuva başında sahaya çıksa bu pozisyonlara düşmeden gruptan çıkardık.
Kabul edilir hareket değil
Ama öyle amatör işler yapıyoruz ki, Şampiyonlar Ligi’nde oynayan Fenerbahçe’nin kalecisi Volkan, Çek takımı nakavt olmuşken gidip rakibini itiyor ve atılıyor. Kabul edilir bir hareket değil.
Bu turunvada bir şeyi gördük; 60. ve 70. dakikadan sonra fizik olarak ayakta kalıyoruz. Bu önemli bir gelişme. Belki de Amerika’dan getirtilen kondisyonerlerin katkısı olabilir. İlk yarı çok kötü futbol oynadık. Semih hiç gözükmedi. Sol tarafta Hakan Balta hücumda hiç yoktu. Ama önündeki Arda, rahat oynayınca onun bu hücum zaafı gözükmedi.
Hakem iyi maç yönetti. Türk seyirciler kendilerine geç geldiler ama buna bizim takımın ilk 60 dakikadaki kötü oyunu sebep oldu. Sonra kendimize geldik. Sen gereğini yaparsen, futbolun pozisyon hakkını verirsen, adamların dünya çapındaki kalecisi hata yapar. Tıpkı yediği ikinci golde olduğu gibi...
Yazının Devamını Oku 15 Haziran 2008
Çek Cumhuriyeti, oturmuş bir takım havasında. Dengeli oynuyorlar. Oyundan kopmuyorlar, yardımlaşmaları da çok iyi. Bizim de değişik tarzda futbolcularımız var. Şanslar bu yüzden eşit. Geriye tek tehlike kalıyor. Hakem ve rakiple oynamak. Eğer bu olursa biteriz.
UZATMADA İsviçre maçını aldıktan sonra takım olarak bilmem ama dışarıdaki taraftar olarak ve ülke olarak sanki A Milli Takım işini tamamlamış gibi bir hava esiyor.
İsviçre’yi yenmek hele hele uzatmada yenmek bizim için önemliydi. Çünkü, İstanbul’daki olaylar ve onların mecmua, gazete ve televizyonlarındaki maçtan önceki kışkırtmaları, bizleri sinirlendirdi.
Ama şunu unutmayalım,
İsviçre ve
Avusturya hak ettiği için değil, elemeleri geçerek geldiği için de değil, ev sahibi oldukları için bu turnuvaya katıldılar. Biz ise, elemelerden çıktık. O bizim için avantajdı. Milli Takımımız için Çeklerle son maçı oynamak şans. Böylelikle kendi ipimizi kendimiz çekeceğiz.
Peki Çeklere karşı nasıl oynamalıyız?Fatih Hoca, Avrupa Şampiyonası başlayana kadar hep kararsızdı. Hatta futbolcular bile maça çıkmadan önce nasıl bir kadro ile mücadele edeceğimizi bilmiyordu. Bu durum futbolcunun kafasını karıştırır.
Mesela
Fatih Hoca,
Emre Belözoğlu’na sonsuz güvenirken,
Arda’yı ikinci plana attı.
Tümer’i tereddütsüz sahaya sürerken,
Yıldıray ve
Halil’i evine gönderdi. Sonunda ne oldu? Hiç gereği yokken, Portekiz maçını kolay kaybettik.
Olmazsa, olmazlar varPortekiz bizden iyi takım mı? İyi takım. Ama ilk golü kaçıncı dakikada yedik. Ona bakın bir de hangi kadro ve takım tertibiyle oynarken. Ona da bir bakın. Önce olmazsa olmazları bir sayalım.
Kalede
Volkan. Önünde
Servet. Onun önünde
Mehmet Topal. Onun yanında
Mehmet Aurelio. Sol tarafta
Arda. Sağ tarafta
Hamit. Bunların önünde
Nihat. O zaman boşta kim kalıyor. En ileri uçta kimi oynatırsın?
Semih’le başlar mısın? Yoksa sonradan mı oyuna sokarsın? Yoksa
Colin Kazım’la mı başlarsın? Sağ bekte
Sabri’yi mi oynatırsın yoksa,
Hamit’i sağ beke çekip verimini düşürür müsün?
Hamit’in sakatlığı oyuna tesir ediyor tamam ama
Fatih Hoca’nın oynattığı yerde de çok istekli değil.
Çek Cumhuriyeti oturmuş bir takım havasında. Dengeli futbol oynuyorlar. Oyundan kopmuyorlar, yardımlaşmaları da çok iyi. Ama bizde de değişik futbolcular var. Mesela
Arda. Mesela oyuna girdikten sonra
Semih. Mesela
Hamit. Onun için şanslar eşit gözüküyor.
Geriye bir tek tehlike kalıyor.
Hakemler ve rakiple oynamak.
Yani hakemle oynamak veya sinirlenip rakiple oynamak. Yani eksik kalmak. Eğer bu olursa yanarız. Hiç gol atamasak, yemesek bile penaltılara kalıyoruz. Bu da bir şans. Yine İsviçre maçındaki gibi yağmur olur mu, çok zor. Cenevre’de de yağmur yağıyor ancak o kadar uzun sürmüyor. Ancak gruptan çıkarsak, A Milli Takım ilk vazifesini yapmış olur. Yani işin gereğini. Sonrası zaten gücü gücü yetene.
Yalnız şunu anlatmadan geçemeyeceğim.
Hollanda seyircisini sahanın dışında, takımını da oyun alanının içinde görünce,
"Bir gün biz de orada olur muyuz?" diye içimden geçiriyorum. Allah var ya, onları kıskanıyorum.
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2008
VAN Basten kendi stilinde bir takım yaratmış. O kenarda sakin ne yapacağını iyi biliyor oyuncular sahada sakin, onun ne istediğini iyi biliyor. Daha da önemlisi Hollanda takımı nerede zayıf olduğunu kestiriyor ve rakibini kuvvetli olduğu yerlerden vuruyor. İşin özü bu. Öncelikle çok pas yaparak rakibin defans anlayışını kırıyorlar. Çünkü yön değiştikçe rakip de yerini ve pozisyonunu kaybediyor. O zaman da karşılarındaki bocalıyor.
Arka ortada oynattıkları iki adamları ağır. Ama onları hiç bir zaman rakip forvetle kafa kafaya bıraktırmıyorlar. Gerekirse rakip çabuk çıktığında taktik faullerle onları durduruyorlar.
Ama şu bir gerçek. Hollanda takımının maçını seyretmek büyük keyif.
Hem saha içinde takımları keyifli hem de tribünler. Zaten Hollanda maçı olunca şehir bir anda portakal rengine bürünüyor. Hiç bir şekilde seyirci kavga-dövüş yapmıyor. Tamamen karnaval havasında eğlenip stadı da o havaya sokuyorlar.
Yani Hollanda’sız bir Avrupa ve Dünya Kupası düşünmek haksızlık olur.
İşin ilginç tarafı eğer Hollanda, Romanya’ya yenilirse ne Fransa ne de İtalya üst tura çıkabilecek. Yani inat yapsalar, Romenlere yenilseler diğer ikisi yandı.
"Ölüm Grubu" deniyordu, Hollanda iki büyük rakibi olan İtalya ve Fransa’yı can çekiştire çekiştire yenerek, kendini yukarı attı.
Hak ettimi. Sonuna kadar. Ama turnuvanın gruplandırılmasına baktığınızda İsviçre ve Avusturya’nın grup başı olması İtalya, Hollanda ve Fransa’nın aynı grupta yer almasıyla, turnuvanın büyük fiyaskosu gerçekleşti.
Yazının Devamını Oku