OKTAY Derelioğlu geçenlerde bir beyanat verdi. Diyor ki: "Büyük takımların başına paralı adamların gelmesi şart değil." Küçük takımların başına da artık paralı adamların gelmesi şart değil. Naklen yayın gelirleri, İddaa ve diğer sponsorluklarla kulüpler eğer iyi ve akıllı idare edilirlerse çok rahatlıkla bütçelerini döndürürler.
İlhan Cavcav, G.Biliği’ne futbol serası diye bir takım kurdu. O serada yetiştirdiklerini G.Birliği’nde oynatacaktı. Çünkü İlhan Cavcav yıllarca bir B Ligi kurulmasını istemişti, yaptıramadı. Ama o İlhan Cavcav’ın kurduğu sera Birinci Lig’e geldi. Satamadı da. İsmini değiştirdi. Peki bu sorun İlhan Cavcav’ın mı? Değil. Peki kimin? Diğer kulüplerin ne kadar kötü idare edilmesinin bir resmi. Adam, oyuncakla Birinci Lig’e geliyor, sen elindeki oyuncağı İkinci, Üçüncü Lig’e düşürüyorsun. Kimler bunu yapan? Zengin yöneticiler.
Mondragon, Lincoln değil
Peki buraya niye geldik? G.Saray, Mondragon’u satıyor. Neymiş, "üç senelik anlaşma yapalım" demiş. Mondragon iş ahlakı üst düzey olan bir sporcu. Yani "paramı alırım, yatarım" diyenlerden değil. Yani bir Lincoln değil. Sen Mondragon’u yolluyorsun, kalecilerini beğenmiyorsun. Sonra bir kaleci kiralıyorsun tonla parayla ve kulübe belki de 30 milyon dolara malolacak maçta kiraladığın kaleciyi oynatmıyorsun. Geçen sene Kalli’yi yolluyorsun, o Kalli geçen seneki amatör takımı şampiyon yapıyor. Belki bu sene Şampiyonlar Ligi’ne giremeyeceksin.
Dönüyorsun Fenerbahçe’ye bakıyorsun, sende Marco Aurelio diye bir oyuncu var. Oynadığı sezonlarda Fenerbahçe’yi de sırtlıyor, oynadığı maçlarda Milli Takımı da. Ve adamı hiç yok yere yolluyorsun. Kalede Volkan var yedeği Serdar.Volkan oynamadı mı o oynuyor, hiç de Volkan’ı aratmıyor, hatta daha da iyi olduğu maçlar var. Volkan, Belgrad’da inanılmaz kötüydü. Niye? Çünkü rakibi yok. Biraz araştırdım, yedek kaleci Volkan Babacan için de çok mükemmel diyene rastlamadım. Yani kapalı kutu.
Bugün büyük takımlara veya iddialı takımlara bakın, hemen hemen aynı ayar iki kaleci vardır. Çünkü kalcinin yedeği olmaz. Birisi olmayıp, diğeri oynarsa fark etmeyeceksin o zaman takım olursun. Şimdi F.Bahçe belki bir yedek kaleci alacak.
Bir de muhakkak, Marco’nun yerine bir adam olacak. Marco’nun yerine alacağı adama en az dört katı para verecek. Veya diyecek ki Aragones’e, "Arkadaş Güiza’ya verdiğin para kamyonla. Marco’nun yerine alacağım adam da çok pahalı ya da yaşlı." Bu sefer Aragones ne yapacak? Çift ön liberoya dönecek. Yani Marco’nun yapacağı işi büyük ihtimalle Maldonado ile Selçuk beraber yapacaklar. Sen bu fazlalığı nerede kapatacaksın? Hücumda. Yönetici olarak bu işi çok iyi biliyorsun ya, sonunda geleceğin nokta bu.
Toz şeker gibi dağıttılar
Diyorlar ki: "Partizan maçında defans çok büyük hatalar yaptı." Evet yaptı. Ama hata defansta mıydı? Hayır. Aynen geçen sene Beşiktaş’ta olduğu gibi orta alanda hiçbir tazyik ve müdahale görmeyen hücumcular direkt geri dörtlünün üzerine bindirme yaptılar. Onları da toz şeker gibi dağıttılar. Partizan biraz dikkatli olsaydı, 36. dakikada durum 4-0 olurdu. Bu Partizan’da bu maçta 6 oyuncu oynamadı. Ve bu 6 oyuncunun İstanbul’daki maçta oynama şansı var. O zaman ne olacak?
Yani idareciler sakın çıkıp da basını, hakemi, Futbol Federasyonu’nu suçlamasınlar. Yaptıkları hataları örtmeye kalkmasınlar. Türk futbolunda artı da eksi de oluyorsa maalesef bunları yapanlar yöneticiler, başka kimse değil. Başarısızlık gelince sonra hedef değiştiriyorlar.
Arıboğan hak ediyor
GEÇEN gün gün bir arkadaşım telefon açtı. "Ermancığım" dedi, "Lutfi Arıboğan’ın görevi ne?" Dedim ki: "Başkan yardımcısı." "Bu profesyonelmiş, para alıyormuş" dedi. Ben de "Alsın, ne var bunda?" diye cevap verdim. Aslında şu anda Arıboğan para almıyor. Ana statüye konuldu ama henüz kabul edilmedi, edilince olacak. Şunu bir türlü halledemiyoruz. Futbol Federasyonu’nda çalışan bazıları eğer tam profesyonel hizmet veriyorlarsa köküne kadar para kazansınlar. Kim kime bedava iş yapıyor?
Aynı arkadaşım devam etti: "Ama Ermancığım bu basketbol kökenli değil mi?" Evet, Lutfi Arıboğan basketbol kökenli.
Bu da Lutfi Arıboğan’ın ayıbı değil ki. Futbol camiasının ayıbı. Eğer yıllardır futbolu bırakan arkadaşlarımız yöneticiliğe soyunsalardı, lisanları olsaydı, Futbol Federasyonu’nun değişik kademelerinde görev alsalardı, fena mı olurdu? Bırakanların hepsi antrenörlüğe gidiyorlar.
Çoğu da oralarda sürünüyorlar. Hepsi bir milletvekilinden, bir bakandan torpil yapma peşinde. Zaten yapanlar antrenörlük yapıyor, yaptıramayanlar dışarıda kalıyor. Veya Futbol Federasyonu antrenör kadroları eski futbolcular fil mezarlığına dönüyor.
Düşünün, futboldan gelip kendini yetiştirip üst kademelere gelen bir tek isim var. O da Adnan Sezgin. İkinci ismi söylesenize bana. Yok. Sizler kendinizi hazırlamazsanız basktetboldan Lutfi Arıboğan gelir, Kemal Dinçer gelir, voleybolcu Can Çobanoğlu gelir.
Futboldan da yalnızca Adnan Sezgin. Olsun gelsinler, bunlar da zaten aklı başında insanlar.
THY’den cevap geldi
GEÇEN haftaki yazıda, Cenevre’ye giderken, 3.5 saat boyunca uçakta yemek yiyemediğimi, sebebinin de önümdeki yemek yiyeceğim açılır sehpanın kırık olduğunu yazmıştım. Ve bu konuda Türk Hava Yolları’nın duyarsız kaldığına değinmiştim.
Yazımın ertesi günü telefon gecikmedi. Hem özür dilediler, hem de daha ilk yazıda genel müdürün de olduğu bir toplantıda bu konunun gündeme geldiğini söylediler. "Bundan sonra yurt içi ve yurt dışı bütün uçuşlarda uçaklarda yolcuyu rahatsız eden hatalardan dolayı o yolcu artık kesinlikle business class’a alınacak, hem kim olursa olsun orada uçurulacak" dediler.
Genel müdür o toplantıda şunu söylemiş: "Bu tamamen uçaktaki yetkilinin yetkisini kullanamama zaafından kaynaklandı."
Allah’tan Pegasus var
PEGASUS’u Yeşilköy’e sokmuyorlar. Sebebi, şu anda Türk Hava Yolları’na en büyük rakip olması. Aslında Pegasus’un bir rakibi daha var. O da uçtuğu hava limanı Sabiha Gökçen. Geçenlerde Bodrum’a uçuyorum, akşam saat 6 olmuş.
Bir tek viski içtim, içtiğim de Red Label. Verdiğim ücret sıkı durun, 25 YTL. Hatta hesabı verirken şöyle etrafıma bir baktım, müzik filan aradım, bulamadım. Dans edenleri aradım, bulamadım. Çünkü Sortie’ye Laila’ya giderseniz viskiyi ancak bu kadara içersiniz. Pegasus’a bindim. Bir tek viski de uçakta içtim. O da Black Label. Düşünün uçakta olmasına rağmen 15 liraya içtim.
Yani havalimanında içseydim herhalde benden 40 lira alırlardı. Allah’tan Pegasus var. Uçakları tertemiz, zamanında kalkıyor. Ama çalışanında da rekabet var. Görevliler uçuşta ne kadar mal satıyorlarsa, ondan yüzde 10 prim alıyorlarmış. Yani hem uçuştan, hem de hizmetten ayrı ayrı kazanıyorlar.