Erman Toroğlu

Düdüğü çalmak

22 Şubat 2006
Hayatımın her safhasında İsmet Arzuman gibileriyle mücadele ettim. Ama bu İsmet’ler bitmiyor. Mantar gibi çıkıyorlar. Demek ki zemin İsmet’lerin üremesine ve çoğalmasına çok müsait. ZAMAN zaman hakemler açıklama yaparlar. "Bu hakemlik yapılacak iş değil, çok zor. Öyle baskılar altında kalıyoruz ki inanılmaz. Bizim de ailemiz var, çocuklarımız var.. Sokağa çıkamıyoruz" gibi... Beyler! Sizi kimse zorla hakem yapmadı. Yapmaya da mecbur değilsiniz.

Genel Kurmay Başkanlığı birkaç yıl önce çok doğru bir karar alarak dedi ki: "Orduda görev yapanlar, ya görevlerine devam etsinler ya da istifa edip hakemlik yapsınlar." Bütün bu dert yanan bir vurduğu zaman bin ah işittiğimiz astsubay arkadaşlarımız bir anda askerlikten emekli olarak hakemliğe devam kararı aldılar. Hani hakemlik çok zordu. Hani hakemlik yapılacak bir meslek değildi.

20 yıl orduda görev yapan bir astsubay 1300 YTL maaş alıyor. Türkiye Ligi’nde maç idare eden bir hakem maç başına 1050 YTL artı 315 YTL artı ayda 450 YTL ücret alıyor. Eğer o hakem, bir sezonda sekiz maçın üstüne çıkarsa maç başına 225 YTL de bonus alıyor. Derbi maçlarında bu ücret ikiye katlanıyor. Bu maçlardaki ulaşım bedeli ev sahibi kulüp tarafından karşılanıyor. Yani kısaca ayda 3 maç idare eden bir hakem bir astsubayın bir ayda aldığı ücreti dörde katlıyor. Yani hakemlik maddi olarak hiç de fena değil. Bana sorsanız, bu miktarın daha da artmasından yanayım.

İyi kazanıyorlar

İsmet Arzuman da bu karardan sonra ordudan istifa edip hakemlik seçenlerden!...

İsmet Arzuman pazar günü Vestel Manisa-spor- Samsunspor maçını idare etti. Pardon idare etmedi... Verdiği ve vermediği kararlarla çaldığı ve çalmadığı düdüklerle verdiği ve veremediği kartlarla Samsunspor’u doğradı. Bu Samsunspor sezon sonu küme düşerse tek sorumlusu İsmet Arzuman’dır. Bir hakem penaltı yorumu yapar, faul yorumu yapar, sana göredir, bana göredir. Ama bir hakem Manisa- Samsun maçındaki kararları veriyorsa o hakem tartışılmaz. Nasıl mı?...

Türkiye 1.Ligi’nde futbol oynayan takımlarda birer futbolcu çağıralım. Yani faal birer oyuncu. Çalışan veya çalışmayan 10 tane de teknik adam çağıralım. En az 5 sene 1. Lig kulübünde görev yapmış 10 tane yönetici çağıralım. Bu 25 kişiyi bir adaya koyalım. Vestel Manisa-Samsun maçını baştan sona oynatalım. İstedikleri yerde durduralım tekrar oynatalım. Sonrada da bir açık oylama yapalım. İsmet Arzuman hakemliğe devam etsin mi? etmesin mi? İsmet Arzuman bu maçta kasıtlı mı hareket etti, yoksa spontane mi? İsmet Arzuman hakemliği biliyor mu? Yoksa bilmiyor mu? Şartlı mı? Şartsız mı? Kararlarında kin var mı? yoksa gördüğünü mü anında mı veriyor. Futboldan uzak yakın nasibini alan herkes bu maçı banttan izledikten sonra gözleri yuvalarından çıkıp yere düşecektir.

Bakın, İsmet Arzuman’ın bu maçta yaptıklarını ve yapmadıklarını teker teker yazmıyorum. Çünkü sütunlara sığmaz. Yıllarca futbol oynayan ve hakemlik yapan biriyim. Futbolculuk dönemlerimde İsmet Arzuman gibilerinden çok canım yandığı için hakem olmaya karar verdim. Futbolculuğumda da, hakemliliğimde de yorumculuğumda da İsmet Arzuman gibileriyle mücadele ettim. Ama bu isimler bitmiyor. Mantar gibi çıkıyorlar, mantar gibi ürüyorlar. Demek ki zemin İsmet Arzuman’ların üremesine ve çoğalmasına çok müsait. Peki... Bir futbolcu profesyonel hayatında kaç para kazanır. 22 yaşında kazanmaya başlar, 28-29 yaşına kadar devam eder. Yani taş çatlasa 7-8 yıl üst düzey transfer yapabilir. Ve bu futbolcunun hayatı, kazandıklarıyla geçecektir. Yaptığı iş çok risklidir, her tarafı kırılır, dökülür ve sakatlanabilir. Profesyonel oynayacağı süre 18-34 yaş arasıdır. En iyimser hesapla 16 yıl.

Karşılaştırın bakalım hakemin ve futbolcunun verdiği, aldığını. Karşılıklı risklerini. Salla bayrağı, çal düdüğü, al parayı. Öteki 12 ay çalışsın, erken yatsın, günde üç antrenman yapsın. Aylarca kampa girsin, yılbaşı, bayram tatili olmasın. Sonra da biri düdüğü çalsın veya çalmasın, bayrak kaldırsın veya kaldırmasın işin bitsin.

Arkadaşlar hakemin özür dileme hakkı yoktur. O zaman milyon tane özür dilemen lazım. Hakemin aynı hatayı üst üste yapmama şartı vardır. Bakmayın, Vestel Manisa- Samsun maçının taraflarından birisi büyük takım değildi. Onun için de gazete sütunlarında badem olup gitti. Ama bu İsmet’ler tatlı su kurnazlarıdır. Büyük takımlarla ve büyük takım futbolcularıyla bu tarz oynama cesaretleri bunlarda yoktur. Sıkıyorsa oynasın bakayım.

Vicdan azabı çeker mi?

Serdar Tatlı özür diledi. Nobre kendini yere attı. Kerem’in cezası kalktı. Samsun’lu Celil birinci yarıdaki Trabzon - Samsun maçındaki televizyon açıklamasının bedelini Pazar günü ödedi. İsmet Arzuman, Celil’i attıktan sonra belki de onun küfürüne muhatap oldu. Raporunu yazacak, Celil belki de çok maç ceza alacak. Ama İsmet Arzuman’ın rüyalarına Celil ile beraber Johanna acaba girebilecek mi? Federasyon, Celil’in cezasını kaldıracak mı? Veya İsmet Arzuman’lar yollarına devam edecekler mi? Samsun küme düşerse acaba İsmet Arzuman vicdan azabı çekecek mi?

Maçı eksik oynatmayın

MAÇLAR 90 dakika oynanıyor. FIFA "Maça tonla para vererek gelen ve TV başında oturan seyirciye 90 dakika maç izlettirme şartı var" diyor. Para vererek seyrettiğiniz filmi 10 dakika kısaltılarak izlemeyi ister misiniz?

FIFA maçlarda oynanmayan süreyi "Net ve kemiksiz bir biçimde oynatın" diyor. Sakatlık süresini ilave edin diyor. Oyuncu değişikliklerini "Ortalama 30 saniye olarak hesap edin" diyor...

Ammaaaaa... "Sen oyuncu değişiklikliğini 50 saniye veya 1 dakikada yaptıysan, ona güre maçı uzat" diyor. Bunu ben demiyorum, FIFA diyor.

Şimdi gelelim Türkiye’deki maçlara. 90 dakika bitmiş. 4. hakem oynanmayan süreyi 5 dakika olarak gösteriyor. 90+2 oynanırken, bir futbolcu sakatlanıyor. Tedavi süresi 1.5 dakika diyelim. Galip takım teknik direktörü uyanık. O dakikaya kadar 1 oyuncu değiştirmiş. Bu dakikadan sonra iki oyuncu değişikliği daha yapıyor. Kayıp ortalama 2.5 dakika. Bir bakıyorsunuz, Türkiye’deki hakemlerin hepsi 90+5’te bitiş düdüğünü çalıyor. Koşar adımlarla sahadan uzaklaşıyor.

Oynatmama hakkınız yok

Hakem kardeşlerim... Bu oynanmayan 2.5 dakikayı da +5’e ekleyeceksiniz. Oynatmama hakkınız yok. FIFA öyle diyor. Ama ben sizde o cesareti göremiyorum. TV’den naklen yayınlananan maçlarda bile bunu yapmıyorsunuz. Kimbilir yayın olmayan maçlarda neler yapıyorsunuz. Maçı eksik oynatmaya TV başında veya stada tonla para vererek gelen seyircilerin, ceplerinden para çalamazsınız.

Kasaba gittiğinizde, kıymanın bile iki türlü fiyatı vardır. Kemikli kıyma 50 lira ise, kemiksiz kıyma 70 liradır. Siz maçlarda kemiksiz kıyma fiyatı alıp, kemikli oynatıyorsunuz.

GERETS, TÜRKİYE’Yİ HALA öğrenememiş

GERETS futbolculararası rekabeti kamçılayarak Galatasaray’ı bu noktaya getirdi. Ama pazar günkü Sivas maçında gördük ki, artık Ümit Karan "Ben takımın bankosuyum" diyor. Ceza alanı içinde sırtı kaleye dönük, sağından Hasan Şaş, solundan Necati depar atıyor. O ters dönüp golü atmanın peşinde. Arkadaşlarının önüne bıraksa, bariz gol şansı var. Neredeyse sıfıra inip kaleye vuruyor. Neden? Çünkü, Gerets, Hakan Şükür ile Hasan Kabze’yi kulübede unuttu da ondan.

Türk futbolcusunun en büyük korkusu, para pul silah değil, yedek kulübesidir. Gerets bunu öğrendi diye düşündük, yanılmışız.

Kariye’de Sevgililer Günü

GÖREVİM icabı çok seyahat eden birisiyim. İşimi de sevdiğim için seyahat etmeyi de seviyorum. Gazetecilerin seyahati deyince herkesin aklına uçak gelir. Ama maalesef bizim gittiğimiz her yere uçak yok. Onun içinde otobüse de binerim, taksiyle de giderim, dolmuşa da binerim, otostop da yaparım, metroya da binerim. İnsanlarla sıcak temas kurmayı seviyorum. En lüks yerde de yatar yemek yerim. En ücra köşedeki kahveye de giderim, çay içerim. En ters yerdeki meyhaneye de gider iki tekimi atarım...

Çok gezen, çok gören..

Hamama gitmeye bayılırım. Bu alışkanlığım 1962 yıllarına kadar gider. Amma velakin, gazetem Hürriyet en iyi ilk 10 sıralaması yapar. Bana sormak akıllarına gelmez. Türkiye’nin her tarafında muhallebicilere giderim. İlk 10 muhallebiciyi bana sormazlar. İlk 10 kebapçıyı da sormazlar. İlk 10 şarap evini de. Şimdi bu yazıdan sonra "Aaa atlamışız" derler sorarlar. Bundan sonra da ben onlara söylemeyeceğim.

Çok okuyanın değil, çok gezenin, çok görenin daha başarılı alacağı fikrindeyim. Geçen çarşamba günü Digitürk’te Maraton Fortis olduğu için Sevgililer Günü’nü İstanbul’da geçirdim. 12 milyonluk İstanbul’da üç erkek arkadaş Sevgililer Günü gecesinde Edirnekapı’daki Kariye Oteli Restoranı’nda inanılmaz Osmanlı yemekleri yiyerek, şaraplarımızı yudumladık. Hem de öyle yemekler ki şu ana kadar hiçbir yerde yemedim.

Hepsi de saraylardaki resmi dökümanlardan alınan tariflerle birebir yapılan yemekler. Yani yemeklerin hepsi belgeli. Restoranda bir tek boş sandalye yoktu.

Her şeyin reklamı yapılmıyor. Her reklamı yapılan da doğru dürüst çıkmıyor. Bence en iyi reklam verdiğin hizmetin etrafta konuşulması. Bulan zaten buluyor. Soruyor, öğreniyor ve geliyor. Aynen Sevgililer Gecesi’nde olduğu gibi. Kariye Oteli’nin o ufak restoranında tanıdığımız bir sima vardı. Yanına sevgilisini almış 8 kişilik bir arkadaş grubuyla eğlenen, sohbet eden, şarabını keyifle yudumlayan. Kim bu biliyor musunuz? Tarkan.

Her şey para değil...

Hayatta her şey para değil. Şan şöhret değil. Gazeteciler, kameralar, fotoğraf makineleri değil. Nitekim, ne bir kişi telefon açıp, gazetelerden, televizyonlardan adam çağırdı, ne de kimse Tarkan’ı ve arkadaşlarını rahatsız etti. Türkiye’de tenkit edilecek çok şey olduğu gibi güzel şeyler de oluyor, güzel şeyler de yapılıyor.

Tarkan’a afrodizyak menü

İskorpit balığı çorbası, Karidiye plaki, Nohutlu safranlı pilav, Kuzu gerdanlı keşkek kebabı, kerevizli elma salatası, Saray tatlıları (Revzine, Helatiye, Mukallele, Tembuse, Helaniye) Demirhindi şerbeti.
Yazının Devamını Oku

Çekirge sıçrayamadı

19 Şubat 2006
FENERBAHÇE yine bildiğiniz gibi. En ufak bir organizasyon yok. Giray Bulak, Fenerbahçe’ye fazlaca özel bir önlem almamış. Sadece Alex’i yarı alanında kontrol ettirdi. Aslında Ankaraspor’un defansının ortasında oynayan futbolcular ağır. Fenerbahçe, onların bu dezavatanjından fayadalanamadı. Faydalanamayı bırakın nerede top yakaladıysa geriden onların üzerine şişirdi. Tam onların istediği gibi, çıkıp çıkıp vurdular.

Zemin ağır, biraz kenarlara gitsen, biraz ver-kaç yapsan, biraz topları kenara alsan, biraz kaleye şut atsan, ağır Ankaraspor defansını zor duruma düşürürsün. Fenerbahçe kadrosundaki futbolcu kalitesiyle eğer bunları yapamıyorsa, kimsede kabahat bulmayacaksın.

Ankaraspor, ilk yarı ayağa top yaparak bayağı etkili oldu. İkinci yarı skoru koruma düşüncesi nedeniyle biraz geriye çekildiler. Fenerbahçe’nin attığı gol (pardon, Ankaraspor kalecisinin büyük hatasıyla yediği gol) bile Fenerbahçe’nin malı değildi.

Kaçınılmaz yenilgi

Maçta atılan 3 golü de Ankaraspor attı. Hakem oyuna çok tesir etmedi ama öyle şeyler verdi ki, futbolcular ona inanmadılar. Mesela, Serkan, Wederson’un altına yattı. Belki de Wederson’un boynu kırılırdı. Ama o Wederson’un aleyhine çaldı. Bunlar ufak hatalar olarak gözükür. Ama futbolcunun hakem üzerindeki itimatını azaltır.

Fenerbahçe, bu sezon futbol oynamadan çok kazandı. Zaman zaman şansı yaver gitti, zaman zaman hakemler yardım etti. Zaman zaman da kamuoyunda anti-patik duruma düştüler. Yapılan doğru tenkitleri de ne başkanları, ne de teknik direktörleri kabullenemediler. Ama futbolda ektiğini biçersin.

Dün akşamki sonuç bence sürpriz değil. Ankaraspor takımı vasat futbol oynadı. 11 oyuncu eşit şekilde mücadele etti. Birine daha fazla birine daha az yük binmedi. Ukalalık yapmadan oynadılar. Hakem faktörü de sahneye çıkmayınca Fenerbahçe’nin mağlubiyeti kaçınılmaz oldu.
Yazının Devamını Oku

Terim istifa etsin

8 Şubat 2006
Milli Takımımız, futbolcularımız ceza alıyor. Bu kadar ağır cezayı Türk insanı çekiyor ama Milli Takım Teknik Direktörü hala orada oturuyor. Ve de hala özür bekliyor. Ben, Türk milleti adına Fatih Terim’den özür değil istifa bekliyorum. AVRUPA Kupası maçı oynuyorsunuz, gelen misafir takımın iki taraftarını öldürüyoruz. Rakip milli takım Yeşilköy’e iniyor, çürük yumurta atıp, küfür edip hakaretler yağdırıyoruz. Koridorda rakip milli takımın futbolcularının hayalarına tekme atıyoruz. Hakemin kapısında hasar bırakıyoruz. Bize emanet rahibi silahla vurup öldürüyoruz. Bütün bunları yaptıktan sonra diyoruz ki, "Niye Avrupa’da bize barbar diyorlar..."

Yıllardır dünyanın her tarafına maça gittim. Hiç böyle şeylerle karşılaşmadım. Bizim milli takım teknik direktörümüz Fatih Terim, İsviçre dönüşü orada bize yapılanlardan bahsetti. Ama biz orada milli marşımız çalınırken ıslıklama hariç, başka hiç bir şeyle karşılaşmadık. Şimdi de milli takım düzeyinde bir ceza heyetindeyiz.

Buraya nasıl geldik?

Peki buralara nerelerden geliyoruz?

Amatör maçta atılan futbolcu silah çekip havaya ateş ediyor. Futbolcular, antrenörler eşşek sudan gelinceye kadar dövülüyor. Misafir takım futbolcularının otobüsleri taşlanıyor. Hatta kaya atılıyor. Bir futbolcu diğerine parmak atıyor, TV’deki görüntüden sonra 3 maç ceza alıyor, Tahkim kaldırıyor. Milli Takım sadece bir maç kazanıyor. Teknik direktörü omuzlara alıp havaya fırlatıyorlar. Federasyon seçimi yapılıyor, kazanan başkanı bu sefer kongre üyeleri hep beraber tutup havaya atıyorlar.

Sonra da diyoruz ki, bize niye barbar diyorlar. Dünyanın her tarafında müslümanlar camii yaptırıp içinde ibadetini yapıyor. Huzur içinde namaz kılıyor. Ben de çok ülkede kılınan bu namazların içinde bulundum. Ama sen üç tane kiliseden rahatsız oluyorsun.

Yüzde yüz etkisi vardır

Din ayrı bir olay, insan olmak ayrı bir olay. Peygamberin karikatürünü çizerek müslümanları taciz etmek de iğrenç bir olay, Allah için müslümanım diyip, bombayı beline sararak İngiliz Konsolosluğuna girmek de iğrenç bir olay. Ama arkadaşlar biz önce kendi evimizin önünü süpürelim. Sonra karşı tarafdan bekleyelim.

Yazının buraya kadar olan bölümü FİFA’nın verdiği cezalar açıklanmadan önce yazıldı. Şimdi bundan sonra yazacaklarım ceza açıklandıktan sonraki cümlelerdir.

Ceza ağırdır, hafiftir tartışılır. Ama İsviçre Milli Takımı’nın İstanbul’da karşılanmasından itibaren maçta yaşananlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bizim ayıbımızdır. Devlet, Futbol Federasyonu’na bu görevi verdiğine göre bu ayıp Futbol Federasyonu’ndur. Nitekim, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin, olaylardan sonra Futbol Federasyonu’nu istifaya davet etmişti.

Ve eski, tartışmalı, Futbol Federasyonu Başkanı yeniden göreve geldi. Yani, Türkiye’de biz bir şeyleri değiştiremiyoruz. Bu olayların olduğu zaman görev yapan Futbol Federasyonu gitmiştir. Ama olayların içinde yetkili, çok yetkili yerde olan, verdiği beyanatlarla yön değiştiren, hedef gösteren Fatih Terim hala görevdedir. Futbolcular ceza alıyorlar. Milli Takımımız ceza alıyor. Bu kadar ağır cezayı Türk insanı çekiyor ama Milli Takım Teknik Direktörü hala orada oturuyor. Ve de hala özür bekliyor.

Ben Türk milleti adına Fatih Terim’den özür değil istifa bekliyorum. Ne ektiysek onu biçtik. Şimdi itiraz edeceğiz. Belki cezalar biraz azalacak. Ama şu bir gerçek ki, imajımız yerle bir oldu. Bu imaj zedelenmesinin içinde istifa eden Levent Bıçakcı federasyonu kadar, Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’un geçmiş federasyon başkanlığı dönemi dahil yüzde yüz rolü vardır.

Şu bir gerçek; Türk futbolundaki asalaklar, sülükler, lütfen artık bu ortamı terk etsinler. Çünkü verecek kanımız kalmadı. Çünkü artık verecek bir damla kanımız kalmadı.

Almanya’da güneş mi var?

HOOİJDONK Fenerbahçe’den ayrılırken "Futbolcuların bazıları mutsuz, oynadıkları yerlerden ve oyundan memnun değiler.." Daha ileri gidiyor, "Ben Fener’den ayrılırken Daum benim evime yerleşecek, göreceksiniz" yorumunu yapıyor. Daum’un Hooijdonk’un evine yerleştiğini gördük. Bazı futbolcuların

mutsuz olduğunu da sahada görüyoruz. Kayseri Erciyes kupa maçından sonra "Bu soğuk havada, bu maçı oynatan zihniyet" diyen Daum’u hatırlıyorum.

Televizyonun haber bültenlerindeki hava raporuna bakıyorum. Münih’i -15, Bern’i -14 gösteriyor. Tabi ne de olsa Daum, Brezilya’da doğup büyüdü, Almanya’yı nereden bilsin. İşin daha başka ilginç bir yanı daha var. Hepimiz Fenerbahçe’nin sıcak havada da nasıl görüyoruz.

Dilleri sürçtü

ULUSLARARASI seminere hakem gönderiyoruz, İngilizce’den çakıyor. Peki bu hakem buradaki barajı nasıl geçiyor. Anlamak mümkün değil. Hem çocuğu rezil ediyorsunuz, hem de kendinizi. Ama bizde FIFA listeleri zaten anında yapılıyor. Gelen baskılara göre, keyfe göre, esen rüzgara göre.


Ankara’ya kar yağdı...

BÜTÜN Türkiye’ye kar yağdı. Ankara da nasibini aldı. Şehrin ana caddelerini tuzladılar. Yani oralarda trafik arttı. Ama bazı yerler vardır, önemlidir. Mesela İstanbul’da Beyoğlu, Nişantaşı, Şişli ve Caddebostan gibi. Ankara’da da böyle bir yer zaten bir tane. O da Kavaklıdere.

Kar yağdığı günden dün akşam yağmur yağmaya başladığı saat 18.00’e kadar bu caddedeki kaldırım karlarını dükkanlar süpürdü. Yoldaki karları hiç kimse almadı. Dağlar tepeler oldu, karşıdan karşıya geçenler yerlere düştüler, süründüler. Pislik dersen hak getire. Düşünebiliyor musunuz, Ankara başkent. Koca başkent diyorsun, 2.5 kilometrelik Kavaklıdere’yi ne Büyükşehir olarak, ne de Çankaya Belediyesi olarak temizleyemiyorsun.

Ama seçim gelince oy istemek için 10 tane takla atarlar. Benim insanım bunlara müstahak. Sesini çıkarmıyor, tavır koymuyor, hastanelik olanlar bunları mahkemeye vermiyor. Oran yoluna çıkın, Atatürk Bulvarı’na inin. Oran’a giderken paraleli 4. caddeye (şimdiki adıyla Togore) girin. Arabanızla 20 kilometre süratle girin, ya lastiğiniz patlar, ya lastiğiniz yarılır, ya düşme şiddetiyle Airback patlar, ya da ön takımlar darmadağın olur.

Ama benim insanım yine kuzu gibi. Halbuki arabandan ineceksin, o çukurun fotoğrafını çektirip, zabıt tutturacaksın, sigortan o masrafını karşılayacak. Çünkü o sigorta sana verdiği paranın mislisinin acısını belediyeden çıkarır.

Böyle hakemlerle böyle lig

SERDAR Tatlı güvenilir bir isim. Kamuoyunda sempati de topladı. Ama keseden de yemeye başladı. Bariz hatalar yapıyor, şu andaki güvenirliliği ile yırtıyor. Son yönettiği Malatya- Galatasaray maçında Mert’in yaptığı net bir penaltıyı vermedi. Ve bu sene iş artık komediye dönüştü.

Çok net, çok baba, göstere göstere hatalar Fenerbahçe’nin lehine oluyor, Galatasaray’ın aleyhine gerçekleşiyor. Bir ligde bir takımın lehine bu kadar net kararlar veya bir takımın aleyhine bu kadar net sevaplar yapılamaz. Bu şunu gösteriyor... Hakemlerimiz korkaklar. Hadi bazıları hep yapıyorlar. Rüzgar esiyor, biraz nem kapıyorlar, kulaklar ve burunlar sesi ve kokuyu değişik yerlerden alıyorlar, ona göre de penaltıları, faulleri çalıyorlar veya çalmıyorlar.

İbrahim Üzülmez... Futbol topundan daha fazla rakibiyle oynayan bir oyuncu. Topla buluştuğu an eli rakibin formasında. Çekse yine iyi, hem çekiyor, hem de kendini atıp bağırıyor. Çekerken de rakibini de çekiyor. O da bağıra bağıra peşinden gidiyor. Ama işte, İsmet Arzuman bunu görmüyor, göremiyor. Veya kabiliyeti o kadar. Bilemem. Ben locadan 80 metreden yanımdaki İlker Yasin ve Hikmet Karaman ile penaltı olmadığını görüyorum. "Olmaz böyle şey" diye isyan ediyoruz.

Tam bir sefillik

Arzuman 10 metreden üflüyor. Ama açın bakın gazetelere... Ufak ufak geçiştiriliyor. Ya tersi olsaydı ne olurdu, maazallah... İsmet Arzuman akıllı adam, deli mi.. Veriyor penaltıyı geçip gidiyor. Ondan sonra da Avrupa’ya çıkıyoruz, böyle hakemler yüzünden sefilleri oynuyoruz. Ne kulüp takımlarımız var, ne milli takım. Çünkü Avrupa’nın futboldaki üst düzey ülkelerinde bu hatalar bu kadar bariz yapılmıyor. Veya şöyle diyelim, büyüklerin lehine, küçüklerin aleyhine bu kadar pervasızca, göstere göstere yapılmıyor. Onun için de ligleri kurulduklarından bu yana 10’ar, 15’er 20’şer takım şampiyon olmuş.

Biz de ise sadece 4 takım. Rekabeti yaratamayan tek taraflı adalet, kuvvetliyi galip getiren, zayıfı ezdiren ancak bizde var. Böyle başa böyle traş. Böyle hakemlerle böyle lig.
Yazının Devamını Oku

Büyük takım fobisi

4 Şubat 2006
BİTİME 5 dakika var. Yavaş yavaş çıkıyoruz Hulki İlgün ağabeyi gördüm. "Nasılsın" dediğim de, "Bu işi tadı kaçtı Ermancığım" cevabını aldım. "Nasıl yani ?" diye sordum. "Ermancığım" dedi "Ben hastayım, ben Fener hastasıyım böyle diyorsam gerisini sen düşün" diye devam etti. Fenerbahçe aynen. Geriye dönüp, Fenerbahçe’nin oynadığı maçlarla ilgili yazılara bir baksam, tahmin ediyorum yüzde 80’inde başlangıç cümlesi budur.90 dakika Fenerbahçe’nin hazırlanmış bir pozisyonu yok. Attığı gol, yine bir ölü top sonrası kafa vuruşu. Hakem de sarı lacivertlilere rakip ceza alanı civarında yardım etmleyince, gol atmaları allaha kaldı. Ancak bir tane çıkardılar.

Rizespor, gol attıktan sonra bu Fenerbahçe’yi yeneceğine inansa, en az 3’lük yapardı. İkinci yarı ön liberoda kötü oynayan Ümit’i sola çeken Daum, sağ tarafa Yozgatlı’yı aldı. Ön liberoda Marco tek kaldı. Bu sefer ona yardıma Alex gelmeye başladı. Televizyondan kameranın gösterdiği kadar Alex’i izleyin ikinci yarı top almak için nerelerde geziyor görün.

Bu tablyoyu kim yaratıyor? Daum. Ama Rize, Fenerbahçe’nin bu teknik zaafından faydalanamadı. İlk yarı oynadığı gibi Fener defansının üstüne gitse, devamlı gol pozisyonu bulacak. Çünkü markaj yapan bir tek Marco var. O da kime gideceğini zaten şaşırdı.

Anelka mutsuz

Rize, attığı golden 5 dakika evvel aynı pozisyonu yakaladı kaçırdı. İkinciyi attı. Israr etse, atmaya devam edecekti.Ama dedim ya,büyük takım fobisi. Anelka, artık Fenerbahçe’den değil rakipten oynuyor. Gitmek istediğini,mutsuz olduğunu dilinle söyleyemiyor, hareketleriyle belli ediyor.

F.Bahçe şu anda lider. Ama seyircisi gittikçe azalıyor. Kan kaybediyor. Bunu bir tek görmeyen, görmemezlikten gelen Daum’a istediğini yaptıran Aziz Yıldırım. İkisi kol kola çok mutlular. Allah mutluluklarını böyle daim etsin. Yalnız bu Fenerbahçe, iki maç daha ters giderse Beşiktaş’tan da kötü olurlar.

Rizespor, Güvenç Kurtar’la bir hava yakalamış. Ama onun Fenerbahçe zaafını gördüğü kadar veya izah ettiği kadar futbolcusu göremedi. Onun kadar Fenerbahçe’yi yenebileceğine inanmadı. Biraz inansalardı, liderin namağlup ünvanını sileceklerdi. Bunu yapmak için bir şansları daha vardı. O da Selçuk Dereli. Hata oranı az bir maç yönetti. Seyirci ve büyük takım baskısında kalmadı. İnşallah böyle devam eder.
Yazının Devamını Oku

Diyet ödenecek

25 Ocak 2006
İnşallah bu söylediklerimin hiçbirisi olmaz. Haluk Ulusoy "Dün dündür, bugün bugündür" der. Bunu yakında göreceğiz. Benim yıllardır edindiğim tecrübe ve gördüğüm olaylar bunu söylememi gerektiriyor... TÜRK futbolundan Hasan Doğan geçti. Hiç niyeti yokken futbol alemine girdi. Belki de ittiler. Hasan Doğan içindekini net olarak karşısındakine söyleyen bir insan. Zaten bu işe girerken çok ince bir hesabı da yoktu.

İyi şeyler yapmak istedi. Açık oynadı. Ama bizim futbol camiasını tanımıyordu. Tahmin ediyorum bu seçimden sonra kimin ne olduğunu iyice anlamıştır. En büyük hatası, basın ile fazla diyaloğa girdi. Derdini anlatmaya çalıştı. Basın ondan istediğini aldı ama istediğini vermedi.

Çünkü basının işi polemik yapmak. Tabii hangi basından bahsediyorum. Kafasında cambazlık olandan. Zaten düzgün olanlar piyasada belli. Onların çizgisi değişmiyor.

Meşhur sandık

Ben Hasan Doğan’ın futbol camiasında daha fazla kalmasını isterdim. Olmadı, bir daha da gireceğini zannetmiyorum. Hasan Doğan gibilerinin sayısı artsaydı, zaten diğerleri olmayacaktı.

Ama o diğerleri yine geldiler. Çünkü onlar kuralına göre, sisteme göre oynuyorlar. İnsanların ne kadar zayıf olduğunu, menfaatleri uğruna nelerden fedakarlık edeceklerini biliyorlar. Öyle, ideal, mideal hikaye.

En son seçime bakın. Meşhur bir altıncı sandık var. Bu sandığa kuvvetli oynayan kazanacak. Şimdi sıkı durun.

Bundan önceki MHK’nin seçiminde Galatasaray "Ali Aydın var ise ben yokum" diyor. Aynı şekilde Beşiktaş da ortaya çıkıyor. Peki ne değişti de şimdi Ali Aydın MHK’de. Hem de 7 oydan 5’ini Haluk Ulusoy’a veren Galatasaray’da.

Ey kamuoyu... Hakemler düdük çalar maçları belirlerler değil mi? Hakemler o düdüğü yine çaldılar bu sefer Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı’nı belirlediler. Nasıl mı? MHK listesine bakın, biraz kafanız çalışıyor ise anlarsınız.

Lale Orta, Orhan Erdemir, Ali Aydın ve Mustafa Çulcu MHK’de. 4’ü de Haluk Ulusoy’a verdiler. Çıkart Haluk Ulusoy’un aldığı 109 oydan 4’ü, 105 kalır. O oyları Ayhan Bermek’e ver, o zaman da 106-105 Ayhan Bermek kazanır.

Bunlar ne muazzam hakemlermiş, ne kadar bilgililermiş, ne kadar tecrübelilermiş. Biri MHK Başkanı olacak, diğer 3’ü de MHK üyesi.

Bunlar süper zekalı insanlarmış da bizim haberimiz yokmuş. UEFA ve FIFA bunları yıllarca görememiş. Bunlar bu hırsla, yarın bir gün İtalya, İngiltere ve Almanya hakem komitelerinde görev alırlarsa hiç şaşırmayın.

Tayinlere dikkat

Fethi Heper’i iyi tanırım. Yıllarca karşılıklı futbol oynadık. Aslında MHK üyesi değil, Futbol Federasyonu Başkanı olacak insan olarak bilirim. Ama her halde yıllar önce Türkiye Ligi’ne çıkma maçı olan Aydın- Eskişehirspor baraj maçından edindiği tecrübelerle! MHK’ye faydalı olacak.

Bülent Uzun önce MHK’ye aday oluyor, sonraki tartışmalar onu Gözlemciler Kurulu’na yolluyor. MHK’de tartışılacak bir isim, gözlemcilerde tartışılmıyor.

Melih Gökçek, Cemal Aydın, Nuri Albayrak... Üç başkan ve ekibi, Futbol Federasyonu Başkanlık seçimleri üzerinde durmaktan takımlarıyla uğraşamadı. Daha ilk haftada alınan neticeler bunu gösteriyor. Ama bundan sonra MHK Komitesi artık tayinlerde onlara dikkat eder.

Bakınız bir koltuk bu kadar çok istenirse, bir koltuk için bu kadar çok kavga verilirse, onun arkasında bir sakatlık vardır.

Sakatlık demişken aklıma geldi. Bu federasyon seçimlerinde Özürlüler Federasyonu bir anda kıymete bindi. Haluk Ulusoy yıllardır unuttuğu özürlüleri bir anda hatırladı. Konuşmasının büyük bir bölümü Özürlüler’e gitti. Ulusoy bu işi biliyor, seçimi biliyor, Türk insanını iyi tanıyor. Çünkü Özürlüler’in Genel Kurul’da 4 tane oyu vardı. Zaten dakika bir gol bir... Neden mi? Kürşat’ın Ankaraspor’a transferi. Daha kurullar belirlenmemiş, görev dağılımı yapılmamış ve jet hızıyla bir imza atılıyor.

İçerde neler olacağını hep beraber göreceğiz. Bazı şeyler nasıl istenecek, diyetler nasıl ödenecek? Çocuğu doğurursan, ayağına yapışarak "Bana ekmek ver" diye bağırır.

Fatih Terim
"Milli Takımlar Teknik Direktörü’yüm" diyemez. Orada planlamadan sorumlu Gündüz Tekin Onay, Antrenörlerden Sorumlu İsmail Dilber vardır.

Şimdi artık Haluk Ulusoy’a yakın olanlar iş bulacaktır. Bu benim yıllardır edindiğim tecrübe, gördüğüm olaylar.

İnşallah bu söylediklerimin hiçbirisi olmaz. Haluk Ulusoy "Dün dündür, bugün bugündür" der. Göreceğiz. Şunun altını özellikle çiziyorum. İnşallah bu söylediklerimde yanılırım.

Ses çıkmadı

GEÇEN haftaki yazımda bir paragraf vardı. Haluk Ulusoy’un Anayasa Mahkemesi’nde bulunan ve Mayıs 2006 sonuna kadar görüşülmesi imkansız olan dosyasının, birisi veya birileri tarafından yıldırım hızıyla en üste çıkarılıp sonuçlandırılmasından bahsettim.

Buna hiçbir yanıt gelmedi. Beklerdim ki, "Olayın aslı budur, bu yüzden şöyle veya böyle olmuştur" denilsin.

Yine de bir bilgi gelirse bu sütunlardan sizlere aktaracağım.

NE ZAMAN OLACAK?...

TÜRKİYE’de ne zaman Futbol Federasyonu Başkanı olmak için, başkan adayları seçmenlere gitmeyecekler. Türkiye’de ne zaman başkan olmak için seçmenler hep birlikte bir adaya gidip, "Ne olur başımıza geç" diyecekler. "Kendi kurullarını bilgine, görgüne ve tecrübene göre yap" diyecekler.

İşte o zaman biz futbolda bir şeyler yapmaya başlayacağız.


Fener’den ders alın

YILLARDIR Maraton Programı’nda Ali Sami Yen Stadı’ndan görüntüler getirdim. Yarı beline kadar çıplak 90 dakika sahaya bakmayan, yüzleri tribüne dönük amigo denen yaratıkları gösterdim.

Yıllardır da bunları gösterdiğim ve konuştuğum için o tribünlerden küfür yedim. Zaman zaman bunları besleyen yöneticiler de, futbolcular da, teknik adamlar da oldu.

Çünkü aynı anda teknik adama "Kralsın" diye bağıranlar cümle bittikten hemen sonra bu kez benim için "İ. Toroğlu" diye stadı inlettiler.

Sürpriz değil

Konya’daki olay sürpriz değil. Necati biraz tavır koyunca kabak onun başına patlıyor. Ama kulüp takımlarında yöneticilik yapamayacak insanlar, oraları rüyalarında görecek insanlar, bu parazitlere şirin gözükerek hedeflerine ulaşıyor. Bunların arasında faal yönetici de olabilir, eski yönetici de veya gelecek yönetici de.

Bu yazdıklarım sadece Galatasaray için geçerli değil. Beşiktaş ve diğer takımlar için de geçerli. Bu filmler Fenerbahçe’de de Aziz Yıldırım’ın ilk yıllarında oynadı. Ama Yıldırım baktı ki bu işin sonu yok. Bunlara kaşık gönderiyorsun, kepçeyi istiyorlar. Kepçeyi veriyorsun, tencereyi istiyorlar. Ve çıktığı yoldan vazgeçti. Hatasından erken döndü.

Seyirci boşluğu

Şu aşamada bir Fenerbahçe uçağında böyle olayları yaşamaz, yaşayamazsınız. Yıldırım yaşatmaz. Dikkat edin, hem Beşiktaş tribünlerinde, hem Galatasaray tribünlerinde inanılmaz seyirci boşluğu var. Çocuklar ve bayanlar bu statlara gitmiyorlar. Çünkü korkuyorlar. Tam tersine Fenerbahçe Stadı’nda da bayan ve çocuk seyirci adedi artıyor. Diğer ikisi hep geriye giderken, Fenerbahçe, stadı dahil, çok şeyini yeniliyor.

Ve bu ikisi hala bu konuda gözlerinin önündeki Fenerbahçe’den ders almıyorlar.
Yazının Devamını Oku

Problem adam

22 Ocak 2006
Bu Sergen’i oynatsan problem, oynatmasan ayrı problem. Biz bu tipteki üst düzey hareketler yapan ama kopuk kopuk oynayan futbolculara prim veriyoruz. Onun için de sınırların dışına çıkınca duvara tosluyoruz. TÜRKİYE’de dengeler yavaş yavaş oturmaya başladı. Böyle olmaya da mecbur. İnönü Stadı’nda fazla seyirci yok. Siyah beyazlı taraftarların yine o klasik tezahüratı; "Gol, gol, gool." Nihayet "Allah belanı versin"i söylemediler. Birisi yılların kulübü, diğeri civciv. Doksan dakikanın geneline baktığınızda, civciv olanın oyun disiplini, temposu, sürati, isteği ve hevesi, tecrübeliye göre daha fazla. İlk yarım saat Sergen’in diri olduğu dakikalarda Beşiktaş farklı. Ondan sonra Timuçin’in farklılığı ibreyi Erciyes’e çevirdi.

Duvarlara tosluyoruz

Hakem Erol Ersoy kartlarını ve kararlarını daha tarafsız kullansa, oyunun dengesi çok daha önce bozulacak. Daha tecrübeli olan siyah beyazlılar ama bu sahaya yansımadı. Biz Sergen tipindeki üst düzey hareketler yapan ama kopuk kopuk oynayan futbolculara prim veriyoruz. Onun için de sınırların dışına çıkınca duvara tosluyoruz.

Ahlak dersi verdiler

Erciyes’te Serge Die diye bir oyuncu var. Oyunu yönlendirme, tempo ayarlama, pas yapma, pres yapma... Ne ararsan var. Ben teknik adam olsam, "Sergen mi, Serge Die mi?" diye sorsanız, gözümü kırpmadan "Serge Die" derim. Çünkü bu Sergen’i oynatsan problem, oynatmasan ayrı problem.

Dünkü maçı Erciyes kaybetseydi yazık olurdu. Oyunu hiçbir şekilde çirkinleştirmediler, Beşiktaş’a göre daha fazla mücadele ettiler, daha planlı oynadılar. Tek dezavantajları tecrübeydi. Futbol ahlak dersi de verdiler. Cenk, yüzdeye vurduğumuzda ellinin üzerinde gol olacak bir pozisyonda topu, rakip oyuncu sakatlandı diye dışarı vurdu. Ama, çok daha riski az olan pozisyonda Beşiktaşlı oyuncular maça devam ettiler. Her şeyin futbol olmadığını bir Anadolu kulübü demek ki, İstanbul’un büyük geçinenine göre daha fazla gözümüze soktu.

Erol Ersoy maçın kasetini alsın, kullanıp kullanmadığı kartlara bir baksın. Ondan sonra da güzel bir durum değerlendirmesi yapsın.



Yazının Devamını Oku

Kurban ve kahraman

21 Ocak 2006
Çakıcı’ya 170 kurban kestirme sözü verip, 30 tanede anlaşan siz değil misiniz Ulusoy? Bu kurbanları ne Erzik, ne Bermek, ne de Bıçakçı keserdi. Zaten onun için Türk futbolu kurban olur, bazıları da kahraman. SALI akşamından başlayarak, çarşamba ve perşembe günlerini, Futbol Federasyonu Genel Kurulu’nda, yani Sheraton Oteli’nde geçirdim. Üç günün sonunda çıkardığım netice çok net... Profesyoneller ile amatörler mücadele etti, tabii ki amatörler kaybetti.

Ayhan Bermek ve ekibi inanılmaz derecede büyük strateji hataları yaptı. Doğru yaptıkları devede kulak kaldı. Haluk Ulusoy ve ekibi o kadar rahat mücadele etti ki, Ulusoy son gece yanımıza geldiğinde bile açık açık şu sözleri söylüyordu; "Karşı grup arkasına siyaset rüzgarını alarak yürüyor. Ne kadar başarılı olamayacaklarını hep beraber göreceğiz. Zaten onu da yapmasalar bu 223 delegenin 200 oyunu alırım."

Hakikaten alır mıydı? Evet alırdı? Neden mi? Nedeni, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in sözlerinin altında yatıyor.

Bakın, Ulusoy’un başkanlık yaptığı dönemlerde yurt içinde ve dışında yıllarca seyahate gittim. Seyahat masraflarının tümünü çalıştığım kurumlar karşıladı. Ama Ulusoy’un seyahat ettirdiği uçaklar dolusu arkadaş ve dostlarının masrafları hep federasyonun kasasından çıktı. Ulusoy diyor ki, "Federasyondan boğazıma bir lokma girmedi."

Doğrudur, girmemiştir. Ama ya hiç iş güç sahibi olmayan ve yıllarca federasyon yönetim kurulunda ya da yan kuruluşlarında görev yapan yandaşlarının veya bazı kurmaylarının gelir kaynakları neredendi?

Fazla uzağa gitmeyin, Dünya Üçüncüsü olduğumuz ve Türk futbolunun sonu olan (İleriye dönük hiçbir yatırım yapılmadığı için) 2002 Dünya Kupası sırasında Kore ve Japonya’ya giden uçaklarda kimlerin olduğuna listelerden bir bakın. Hangi otellerde kalınmış, yapılan masraflar ne kadar?

Yine hiç unutmuyorum, Almanya ile Berlin’de oynadığımız bir maç var. Gelen kafileler geceliği 400-500’er Euro’luk otellerde kaldılar. Kafileler o kadar kalabalıktı ki, 1-2 otele bile sığamadılar.

Ulusoy’a çıkan oylara bir bakın, hangi gruplardan gelmiş? Yani Ulusoy yıllarca hep dağıtmış, şimdi de karşılığını alıyor. Tipik Türk zihniyeti, derebeylik sistemi.

Levent Bıçakcı namuslu bir adamdı. Koltuğa da yapışmadı. Çekti gitti. Onu, kendi getirdiği Tahkim Kurulu’ndaki arkadaşları arkadan vurdular, yönetim kuruluna aldığı -daha doğrusu aldırılan- bazı isimler vurdular. Türk halkı duygusaldır. Konuşan üç kişiden -Bıçakçı, Ulusoy ve Bermek- en fazla alkışı Levent Bıçakçı aldı.

Başta da dediğimiz gibi, Bermek, Ulusoy ile mücadele edemez. Çünkü o oyunun bazı kurallarını bilmiyor. Şenes Erzik gibi insanlar da Ulusoy ile mücadele edemezler... O da Ulusoy’un kuralları ile oynayamaz.

Ulusoy ile mücadele eden bir kişi var. O da Bakan Mehmet Ali Şahin. Ulusoy diyor ki, "Bu seçimdeki en doğru kesim basın oldu."

Sayın Haluk Ulusoy, doğruları yazan, üstelik ısrarla, çekinmeden yazan gazetecileri siz seyahatlerde -üstelik gazeteciler seyahat parasını ödediği halde- uçaklara almıyordunuz. Gazeteciler mi değişti, yoksa siz mi bazı şeyleri yeni yeni farketmeye başladınız?

Alaattin Çakıcı’ya 170 kurban kestirme sözü verip, 30 tanede anlaşan siz değil misiniz? Bu kurbanları ne Şenes Erzik, ne Ayhan Bermek, ne de Levent Bıçakçı keserdi. Zaten onun için Türk futbolu kurban olur, bazıları da kahraman.

Canaydın’dan gerçekler

YUKARIDA Allah var, Özhan Canaydın, beyefendi bir adam. Galatasaray’da veya Kulüpler Birliği’nde başarısız olmuş. O ayrı. Çarşamba günkü yazımdan sonra perşembe sabahı ilk telefonu ondan aldım;

- "Ermancığım seninle yüzyüze konuşmam gerekiyor. Bazı şeyleri anlatmam lazım."

"Hay hay" dedim. Seçimin yapıldığı gün, başkanlık oyları sayılırken, biz salonun arka tarafında sessiz bir yere oturduk.

- "Yazdıklarının bir kısmı doğru ama bir kısmında istihbarat hatası var."

- "Dinliyorum, başkan.
."

Başladı anlatmaya; "Biz bayramdan önce Kulüpler Birliği toplantısı yapacakken, ortada Haluk Ulusoy yoktu. Sonra telefonlar geldi, ’Ulusoy için Anayasa Mahkemesi kararını 3-5 güne kadar açıklayacak, toplantı için biraz bekle’ dediler. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’nden bir dostuma telefon açıp, Ulusoy için karar verme tarihi sordum. Bana, ’Mayıs ayından önce karara bağlanmaz’ dediler. Sonra bir telefon geldi, ’Birileri dosyayı altttan alıp, en üste koyacak, biraz bekle’ dediler. Ve onların dediği çıktı. Hem dosya en üste çıktı, hem de karar.

Kulüpler Birliği toplantısına girdik. Bakın beyler dedim, bir ilke kararı alalım. Eğer 9 kişi toplanıyorsak ve karar 5’e 4 çıkıyorsa, kamuoyuna bunu 9-0 açıklayalım. 9’a 8 çıkarsa 17-0 açıklayalım. Kamuoyu birlikte hareket ettiğimizi görsün. Bu bir güç ifadesi olur,
Kulüpler Birliği’nin gücü. Benim felsefem buydu Erman. Ama bu görüşe ilk karşı çıkan Celal Doğan oldu.

’Böyle bir sistem demokratik olmaz’ dedi. Bunun üzerine oylamaya geçtik. sağımdaki ilk üç kişi Ulusoy dedi. Dördüncü sıradaki Gençlerbirliği temsilcisi Atilla Aytek, ’çekimser’ dedi. Aytek’in çekimser sözüne herkes can simidi gibi yapıştı. Sol tarafa döndüm, iki çekimser çıktı. Celal Doğan, ’Ulusoy’ dedi. Sonra yine çekimser ve Ulusoy cevapları geldi.

Toplam 8 Ulusoy çıktı, ’Beyler çekimser mi kalacaksınız yoksa Bermek mi diyeceksiniz?’ diye tekrar sordum. Bazı kulüpler süre istedi. Benim fikrimi sordular, bende espriyle Levent Bıçakçı dedim. Hep birlikte güldük. Kayserispor Başkanı’nın salonu terketmesi söz konusu değil.

Hatta Bıçakcı’dan sonra Ata Aksu ismini de ortaya attım. Çünkü ben tüm adaylarla konuşma yetkisi aldım. Bak Ermancığım, bu toplantılara teyp sokmadım. Ama önümdeki kağıda kimin nerede oturduğunu ve oylarını yazdım. Altlarına herkesin imzasını aldım.

Oylamadan bir gece önce Kulüpler Birliği olarak yine toplandık. Bu kez 7’ye 3 Ayhan Bermek çıktı. Ama ben bunların hiçbirini bu toplantılardan sonra basına açıklamadım. Eğer açıklasaydım, bugün bu salonda kan gövdeyi götürürdü."

Canaydın
tam bu cümleleri söylerken içeriden bir gürültü koptu. Seçimi Haluk Ulusoy kazanmıştı. Canaydın, "Erman" dedi, "Kulüpler Birliği Başkanlığı’nı ben istemedim. Bir ağabey olarak beni istediler. Hepsi de bana saygı da kusur etmediler. Hep açık olduk."

Bu arada Canaydın’ın gazetecilik açısından insanın iştahını kabartan çok ilginç sözleri var. Ama söz verdiğim için yazamıyorum.

Toplantı bitti, öpüşerek ayrıldık. Bu diyaloğun başka bir boyutu daha var. Benim Bilkent İşletme Fakültesi’nden 20 gün önce mezun olan bir oğlum var. Hem de Fenerbahçeli.

Canaydın’ın bana telefon ettiğimi söylediğimde, şöyle bir yorum yaptı;

- "Baba aynı sütunda aynı yazıyı Yıldırım’a yazsaydın ne olurdu?"

"Cevabı sen ver" dedim.

"Ya mahkemeye verirdi ya da seni büyük Fenerbahçe taraftarına havale ediyorum, diye tehdit ederdi" dedi.

Türkiye’de kamuoyu yavaş da olsa elmalarla armutları ayırmaya başlayacak herhalde.

Futbol siyasetin içindedir

SİYASET futbolun içine giriyormuş... Ben aksi fikirdeyim; futbol siyasetin içinde. Ey kulüp başkanları, yöneticiler... Göreve geleceksiniz, gazetelerde boy boy fotoğraflarınız, televizyonlarda beyanatlarınız yayınlanacak, saçma sapan transferler yapacaksanız, kulüpleri borç batağına sokup, senede 3-5 teknik direktör değiştireceksiniz, milyon dolarlık transferleri Maliye’ye 3-5 kuruş diye beyan edeceksiniz, Biletix’ten bedeli 00.00 YTL olarak bastırılan biletleri yurt dışında 150 Euro’ya, yurt içinde 200-300 milyona satıp bu biletlerin vergilerini kaçıracaksınız, vergi borçlarınızı ödemeyeceksiniz, maçlarda devletin polisini, jandarmasını kullanacaksınız, özel güvenlik deyince "masraf" diyerek ağlayacaksınız, devletin statlarını, arazilerini 50 yıllığına kiralayıp üzerine oturacaksınız, amatörlere biz para veremeyiz, size devlet yardım etsin diyeceksiniz, sonra da Bakan’a, Başbakan’a çıkıp, "Kurtarın bizi" diye ağlayacaksınız.

Bütün bu rezillikleri yaparken, Devlet Baba, siyaset diyeceksin, sarılıp yanaklarından öpeceksin. İş seçime gelince, sakın ha üstüme gelme, futbola siyaseti sokmayın diyerek zavallı Türk insanını kandıracaksınız. Beyler size kimse inanmıyor. Çünkü futbola siyaseti, politikacılar değil, siz kulüp başkanları sokuyorsunuz. Bütün bunlardan sonra size demezler mi, "Yok ya, senin annen güzel mi?"

ŞAMPİYON OLUR AMA...

SKOR çok net... Eğer Fenerbahçeli iseniz veya iyi bir futbolsever iseniz, bu neticeyi duyunca, "Ahh, niye maça gitmedim?" diyebilirsiniz. Ben de size derim ki, "İyi ki gelmemişsiniz..."

Zaten buz gibi bir hava... Sahada oynanan futbol havadan daha soğuk. Fenerbahçe ilk yarıda hiç pozisyona girmiyor, kaleye bir tane şut atamıyor.. Durarak oynayan sarı lacivertliler, iki duran toptan gol yapıyor. Hayrettir ki, bu Gençlerbirliği takımı devre arası çalışmalarında devamlı, dün geceki maçta yediği golleri çalışmış. Demek ki, çalışmanın yanında bilgi, beceri ve kalite de gerek.

Bazı gazeteler devre arası hazırlıkları sırasında, Fenerbahçe’nin ikinci yarıda 3-5 topta gole gideceğini yazdılar. Tam tersine sarı lacivertliler defanstan çıkarken 6-7 topta 10 metre gidemiyorlar.

Rüştü eskisi gibi

Kaleciye yapılan paslarda ve aut atışlarında Rüştü’nün ayak dümeni eskisi gibi... Sarı lacivertlilerin biraz yaptıkları; Gençlerbirliği oyuna çıkarken 3-4 kişiyle prese çalışıyorlar. Bunda zaman zaman da başarılı oluyorlar.

İki yıldır Fenerbahçe’nin futbolunda en ufak bir ilerleme yok ama her gittiğimiz maçta stadı bir adım daha ileri gidiyor. Yeni basın tribünü çok güzel. Fenerbahçe yönetiminin müteahhitlik çalışması kadar Daum da takımın üzerinde teknik çalışma yapsaydı, hiç olmazsa Şampiyonlar Ligi’nde birkaç kademe gidilirdi.

Bu Fenerbahçe bu sene de şampiyon olacak. Ama bu Fenerbahçe önümüzdeki sene de, bu kadrosu ve futboluyla Şampiyonlar Ligi’nde bir üst tura çıkamayacak. Geçen sene olduğu gibi bu sene de isteyenle iddiaya girebilirim.

Gençlerbirliği, beklenen futbolunu oynayamadı. Çünkü futbolcular teker teker kendilerini göstermeye, kendilerini pazarlamaya kalktılar.

Fenerbahçe’nin attığı ikinci gol, tartışılır. Yunus Yıldırım en az üç ofsayt pozisyonunda, rakip topu almış çıkarken oyunu kesip bir daha başlattı. Bu kalite maçları yönetecek hakemlerin böyle basit hataları yapmamaları gerekir.
Yazının Devamını Oku

Futbolun dansözleri

18 Ocak 2006
Şu futbolun başkanlık seçimine bir bakın. Kulüpler Birliği denen kuruluşa bakın. Sanki Kulüpler Birliği değil, "Menfaatler Birliği." Her yerimiz kokuşmuş, kokmuşuz. Neden? Kişiliksiz, verdiği sözü tutmayan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumuz. BU yaşıma geldim, kendimi bildim bileli futbolun içindeyim. Ankara’da büyüdüm, İstanbul’da da çalıştım. Yani yıllarca işin hep göbeğinde oldum.

Mehmet Ali Ağca’nın bayraklı tahliyesi, Malatyasporlu bir grup taraftarın, "Malatya’da doğdu, Papa’yı da vurdu, Helal sana Ağca" diye bağırması, Abdullah Öcalan’ın zaman zaman, Türk halkına posta koyması, Uğur Mumcu’nun, Bahriye Üçok’un, Ahmet Taner Kışlalı’nın katillerinin bulunamaması ve en sonunda Adalet Bakanı Cemil Çicek’in, Ağca konusundaki konuşmaları, Avukat Deniz Baykal’ın adaletle ilgili benzetmeleri...

Sevgili Türk halkına bunların hiç biri bana tuhaf gelmiyor. Çünkü biz insanımıza eğitim verdiğimizi zanneden ama ona sadece okuma yazmayı öğreterek, çok şeyi hallettiğini zanneden bir ülkeyiz. Eğitim okuldan alınmaz. Eğitimin başlangıcı ailedir, en tepede de anne vardır. Eğer annelerimizi eğitirsek 2-3 kuşak sonra ancak bir kaç metre ilerleyebiliriz...

Heryerimiz kokuşmuş

Şu futbolun başkanlık seçimine bir bakın. Kulüpler Birliği denen kuruluşa bir bakın. Sanki Kulüpler Birliği değil, "Menfaatler Birliği."

Her yerimiz kokuşmuş, kokmuşuz. Neden? Kalitesiz, kişiliksiz, verdiği sözü tutmayan, sözünün arkasında durmayan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumuz.

Söz vermek demek, namustur. Yani sözünden dönersen, "Dün dündür bugün bugündür" dersen, rüzgar gülü olursan, senin namus kavramına şüphe ile bakılır.

Bunlar mı Türk futbolunu idare edecekler? Bu karakterdeki insanlar mı Türk futbolunu yönlendirecekler?

Herşeyi elinize, yüzünüze bulaştırıyorsunuz, (bu benim cümlem değil, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleri) sonra da çıkıyorsunuz, "siyaset karıştı" diyorsunuz. Haluk Ulusoy döneminde siyaset karışmadı mı? Devlet Bahçeli’nin, Ecevit’in anlamadıkları bilmedikleri için bulaşmadıkları futbola Mesut Yılmaz köküne kadar girmedi mi? Haluk Ulusoy sıkışınca Mesut Yılmaz’a başvurmuyor muydu? Bunlar ne çabuk unutuldu.

Her devirde siyaset

Başbakan Tayyip Erdoğan’dan, gazetelerde televizyon ekranlarında yardım isteyen, bu işi düzeltmesini isteyen, bu kokuşmuşluğa el koymasını isteyen bizler değil miyiz? O zaman iktidarda başka biri mi vardı, yoksa Haluk Ulusoy mu vardı? Ne kadar çabuk unuttunuz.

Bu neyin hırsıdır, neyin ispatıdır? Koltukta altın mı var? Fatih Terim’in sekreterinin 30 milyar prim aldığı yerde Futbol Federasyonu Başkanı 200 milyar maaş mı alıyor? Nedir bu arkadaşlar.

Levent Bıçakcı federasyonu seçim kararı alıyor, Ayhan Bermek’in başkan olacağı federasyonda Bıçakcı döneminden 7-8 kişi olacak.

Peki o zaman dünyaya rezil olduğumuz, geçen yılın dünyadaki en kötü olayı araştırmasında zirveye çıktığımız İstanbul’daki İsviçre maçındaki olayları ben mi tezgahladım. Melih Gökçek, organize işlerin başına geçiyor, sonunda gidiyor Başbakan’a çarpıyor.

Özhan Canaydın tam bir felaket. Faruk Süren’in yıllar önce söylediği, "Özhan’ın vizyonu yoktur. Pratik zekası yoktur, olayları hemen kavrayamaz, hızlı çözüm bulamaz, üretim yapamaz, yeni bir şey yaratamaz, hep kulis yapar, vizyonu yoktur" cümlelerini haklı çıkartıyor.

Canaydın’ın gafları

Sevgili okuyucular, Kulüpler Birliği Başkanı Özhan Canaydın, Haluk Ulusoy’un Anayasa Mahkemesi’nden çıkan kararından sonra birliği toplantıya çağırıyor. Sanki arkasından kovalayan var. Hemen oylamaya geçiyor. Sağındaki 8 kişi "Ulusoy" diyor. Solundaki 7 kişi çekimser kalıyor. Malatya Başkanı Hikmet Tanrıverdi, Şenes Erzik diyor. Kulüp temsilcileri ısrar ediyor, "başkan senin oyun kime?" Canaydın’dan, "Levent Bıçakcı" cevabı gelince Kayseri Başkanı oturduğu koltuğun arkasındaki ceketi alıp, "Bizimle dalga mı geçiyorsun Başkan" deyip toplantıyı terkediyor.

Toplantıya ara veriliyor. Dışarı çıkınca Canaydın’a ciddi misin, dalga mı geçiyorsun, yoksa şaka mı yapıyorsun diye soruyorlar. Bu kez Canaydın, "Ben de sizin gibi düşünüyorum. Benim de adayım Ulusoy" diyor.

Bakın Canaydın hakkında söyleyeceklerim daha bitmedi.

Aynı Canaydın 2 gün sonra Şenes Erzik’i ziyaret ediyor. "Biz ettik sen etme, bize başkan olur musun" diye soruyor. Durun daha bitmiyor, Aynı Canaydın bu sefer, Bakan Şahin’in açıklamasından hemen sonra Ulusoy ile konuşuyor.

Çekil iyi olur Haluk!

- Halukcuğum çekilsen iyi olur.

Neden G.Saray’ın bu halde olduğuna en çarpıcı örnek bunlar olsa gerek.

Sevgili okuyucular bütün bu görüntülerde en kişilikli, en istikrarlı, en sağlıklı en doğru ve en dürüst işi bir kişi yapıyor. O da Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin. Her şeyi en açık şekilde izah ediyor, bilgi veriyor, ne yapacağını anlatıyor.

Bu işin iki çözümü var. Biri başkan 15 kişilik federasyon yönetimine bütün takımlardan bir yönetici alacaksınız. Ama buraya girecek yöneticiler renkli ceketlerini toplantı salonu dışına asacaklar. Veya tam tersi kulüplerden hiç kimse olmayacak, futbolun içinde ama kulüplerin dışında 15 tane devedişi gibi adam bulup yolunuza devam edeceksiniz.

Hayatımın hatası!..

Geçtiğimiz günlerde atv’de geceyarısı bir dans yarışması programı izledim. Sonunda iki dansöz finale kaldılar. Halk oylaması yapıldı benim favorim ikinci oldu. O gece hayatımın en büyük hatasını yaptığımı şimdi anladım.

O programı seyredeceğime futbol federasyonu genel kurul hazırlıklarını daha yakından izleseydim, en az 50-60 tane birinci olacak oryantal bulurdum. Bence atv’de tezgahı yanlış yere açmış. Göndersinler yayın ekiplerini Ankara’daki büyük otellerin kulislerine. Bakın ne cevherler bulurlar.

Yazıklar olsun hepinize. Biz sporcular sizin gibileri istemiyoruz. Biz yıllarca ter akıtan sporcular sizler gibi idareci istemiyoruz. Ama sizlerde kızaracak yüz de yok. Yine yazıklar olsun.
Yazının Devamını Oku