16 Nisan 2006
F.BAHÇE 6 maçtır iyi oynuyordu. Ama dün gece belki de son iki yılın en kötü Fenerbahçe’sini izledik. Ersun Yanal, kendi oyun felsefesini ve mantığını Manisaspor’a yavaş yavaş yerleştirmeye başlamış. Ama elindeki futbolcular ne kadar kaliteli, o tartışılır. Manisaspor, özellikle topu kaptırdığında, oyunun hangi yerinde olursa olsun 3-4 kişiyle pres yaparak Fenerbahçe’nin oyun kurmasını engelledi.
Sarı lacivertliler 90 dakikanın hiçbir anında oyuna hakim olamadılar. Önder, dün gece kötüydü. Sakatlığın verdiği dezavantaj bariz belirgindi. Yalnız bu kulvarda özellikle defansta Anelka da ona yardım etmedi. Fenerbahçe’de şu oyuncu çok iyiydi diyeceğimiz bir adam yoktu. Oyun 4-3 olduğu zamanlarda bile Manisaspor, defans yapmayı düşünmedi. Topu hep kendi kalelerinden uzakta tuttular. O dakikalarda bile 3-4 kişiyle hücum ettiler. Futbolun en büyük özelliklerinden biri de zaten bu olsa gerek. En iyi defans hücumdur. Hatta bazen işi abarttılar bile. Çok adamla gidince geride pozisyonlar verdiler.
Futbol koşarak oynanıyor
Fenerbahçeli futbolcuların daha maça çıkarken kafalarında "biz bu maçı rahat götürürüz" havası vardı. Ama işte futbol koşarak oynanıyor. Dün gece Fenerbahçe kötü oynadığı için Manisaspor kazanmadı. Manisaspor, 11 futbolcu aynı kafada düşünüp, 11’i birden mücadele edip tekmeye kafa koyunca kazandı. Ersun Yanal’ın zaten stili ve şekli bu. "Maçı izleyenler keyif alsınlar, yediğimden fazla atayım" diyor.
Sarı lacivertliler, dün gece o kadar aciz duruma düştüler ki, 5. golde, yani penaltıda bile net tavır koyamadılar. Yani o pozisyon bile maçtan sonra tartışılmayacak. Bu mağlubiyet, Fenerbahçe Kulübü’nde çok şeyi değiştirir ve karıştırır. Haftaya oynanacak Galatasaray maçında sarı kırmızılılara beraberlik dahi yetecek.
İkinci yarı Manisaspor sahasından biraz daha dikkatli çıkabilse, fark biraz daha artacaktı. Çünkü buradaki olay yalnız F.Bahçe defansı değil. F.Bahçe dün gece hücumdan dönerken pres yapmadığı için maçı kaybetti. Yani Ersun ne planladıysa, onu sahada gerçekleştirdi. Bu maçın neticesi belki de bu yılın lig şampiyonunu belirleyecek. Eğer Fenerbahçe dün geceki gibi oynarsa, iki kupa alayım derken, birini bile göremeyecek.
Vestel Manisaspor gelecek sene biraz daha hamle yaparsa, beyaz eşyasından fazla piyasada hava yapar.
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2006
Beşiktaş’ın bir kısım seyircisi kulüpteki yönetimi de değiştiriyor, başkanı da, futbolcuyu da, teknik direktörü de... Beşiktaş o kadar demokratik, halka açık bir kulüp ki, taraftar karar veriyor, olay şıp diye bitiyor. YOULA, Ailton, Adem, Veysel, Çağdaş... Sırada Tümer Metin var. Medyadaki kulüp yazarları, bu futbolcuların hiçbirine hak vermiyorlar. Sıkıysa versinler. Hep futbolcular haksız, seyirci haklı. Beşiktaş’ın bir kısım seyircisi kulüpteki yönetimi de değiştiriyor, başkanı da, futbolcuyu da, teknik direktörü de... Yani Beşiktaş o kadar demokratik, halka açık bir kulüp ki, taraftar karar veriyor, olay şıp diye bitiyor. Şu andaki yönetim, bu taraftara karşı gelemez. Çünkü onları getiren bunlar. Onlara karşı bu işi yapmak veya onların istediklerini yapmamak gibi bir düşünce kesinlikle olamaz.
Seba düzeltmişti
1970’li yıllarda aynı tablo vardı, gittikçe de tehlikeli bir duruma geldiler. O zamanlar yönetici olanlardan bazıları maç çıkışlarında kendi takım futbolcularını döverlerdi. İş Süleyman Seba başkan olana kadar devam etti. Seba, Beşiktaş’ta çok şeyi düzeltti. İşinden emekli olduğunda, ayın 20’sinden sonra kahveye gidemezdi. Çünkü, etrafına çay-kahve ısmarlayacak parası yoktu. Sadece emekli ikramiyesi vardı. Ama bazı aklı evveller der ki: "Süleyman Seba bir memurdu. Kendi parası da maaşıydı. Vizyonu yoktu. Kulüp başkanları paralı olmalı."
Beyler, vizyonu yok dediğiniz, parası yok dediğiniz Süleyman Seba, şu anda üzerinde büyük kavgalar verilen, büyük rantı olan Fulya’yı, Çilekli’yi Beşiktaş’a kazandıran adamdı. Transfer yaparken kılı kırk yarardı. Kendi parası nasılsa, kulübün parasını da öyle harcardı. Hem de çok cimri bir biçimde...
Vardar doğru söylüyor
Gelin bakalım şu anda Beşiktaş’ın borcu ne kadar? Fulya üzerindeki gelecek paralarla Beşiktaş’ın borcu sıfırlanmak isteniyor. Yönetici olması sakıncalı insanlar yönetim kuruluna giriyorlar.
Aslında Beşiktaş’ta son zamanlardaki en iyi cümleyi Sinan Vardar’dan okudum. "Futbol kulüplerini yöneticiler değil, futbol adamları yönetmeli" diyor. Bu cümle bile Beşiktaş’taki durumu bence izah ediyor.
Bu çifte standart niye?
İKİ kulüp inatlaştı, ortada Deniz Barış yandı. Bu konuda G.Birliği yüzde yüz haklı. F.Bahçe gereksiz yere işi uzatıp o parayı vermemeye kalktı. Deniz Barış da bunu net bir biçimde biliyor. Ama işte sonunda olan kendisine oluyor. Federasyon da son verdiği kararda hatalı. Taraflardan birinin itiraz hakkını öldürüyorsun veya kasıtlı olarak o saatte bunu açıklıyorsun.
Art niyet var mı, yoksa tesadüf mü, tartışılır. Ama G.Saray-Diyarbakır maçını Diyarbakırspor’a sormadan, Diyarbakır’ın isteklerini göz önünde bulundurmadan, İzmir’e almak, orada bile stada giren seyirci ile satılan bilet arasındaki orantısızlık, Diyarbakırspor’a ikinci bir darbe oluyor. Nasıl F.Bahçe gidip Manisa’da oynamalıysa, G.Saray da Doğu’ya yakın bir yerde oynayabilirdi. Adana’da, Kayseri’de oynayabileceği gibi. Bu karar böyle çıkınca bu sefer öbür karar hakkındaki tarafsızlık da güme gidiyor.
Muskalar ve günahlar
HURAFEYE hiç inanmam. Büyüye de inanmam. Kurşun döktürmeye inanmam. Bazı Afrikalı takımlar Dünya Kupaları’nda büyücülerini de yanlarında götürüyorlar. Maça çıkmadan evvel ayinler yapıyorlar. Peki bizde acaba bazı şeyler oluyor mu? Bizde de rakip takımın maçtan evvel soyunma odasına girip, sandalyelerin altına okunmuş kağıtlar yapıştırılıyor mu? Veya çimi düzeltmek için sahaya giren birisi hakem saha ve başlama kurasını attıktan sonra rakip takımın kalesinin içine girip çimi düzeltiyormuş gibi yapıp, çimin altına okunmuş muskayı koyuyor mu? Aynı kağıt bu sefer ikinci yarı rakip kalenin içine konuyor mu? Bunları idareciler mi yaptırıyor, yoksa onları birileri telkin ediyor mu? "Bunlara inanırsanız, yapılanlar tutar. İnanmazsanız tutmaz" diyorlar. Şu ana kadar yapanlar tutturdular mı, tutturmadılar mı çok merak ediyorum. Muskaları ve günahları boynuna.
O kelle kimin?
GEÇEN hafta Gündüz Tekin Onay bir yemek verdi. Yemekte Haluk Ulusoy’un bir cümlesi kafamı karıştırdı. Bize verilen ceza için FIFA’yı suçluyor. Ve diyor ki: "Kelle istediler, vermedik. Ondan bu cezayı verdiler." Yemekte olmadığım için buradan soruyorum:
"Sayın Ulusoy, kimin kellesini istediler? Neden istediler? O kelleyi verseydik, cezadan yırtar mıydık? O kelle işin başındaki kelle miydi? Hedef gösteren kelle miydi? İşin içindeki kelle miydi? O kelle suçlu muydu, suçsuz muydu? Eğer suçluysa, olayların çıkış noktası o kelleyse, niye vermedik? Eğer suçsuzsa, niye bu kadar yüklü ceza yedik? Günah değil mi bu ülke insanına? Eğer bir kelle yüzünden 70 milyon kelle mahkum olacaksa ve sizin de mantığınız buna basıyorsa o zaman pardon derim. Çünkü benim kellem basmıyor da ondan sayın Ulusoy."
FIFA Tahkim Kurulu’nun kararından sonra Federasyon Başkan Vekili Affan Keçeci, "Cezanın alınmasından bugüne kadar geçen süreçte bu konuya sebep olanları vicdanları ile baş başa bırakmak istiyorum" diyor. Sayın Keçeci, bunlar kim? Şu anda bunlardan sizinle çalışanlar var mı? Yoksa istifa edip gidenlerden mi bahsediyorsunuz. Kim bunlar?
Nerede küfüre tepki
AZİZ Yıldırım’ın statlardaki küfür konusundaki titizliğine katılmamak mümkün değil. Bu mücadelede sonuna kadar da yanında olurum. Ama Aziz Yıldırım’ın kendi yöneticisi İlhan Ekşioğlu’nun Lig TV muhabiri Deniz’e ve akabinde Lig TV’ye ettiği küfürü ve haberini duymayan ve okumayan kalmadı. Şu güne kadar da F.Bahçe yönetiminden, İlhan Ekşioğlu’ndan ve Aziz Yıldırım’dan en ufak bir tepki yok, özür yok. Deniz’in annesi ile sülalesi veya Lig TV’nin sülalesi hepimizin annesi ve sülalesi kadar değerlidir? Değil mi? Ne dersiniz?
Helal olsun o yolcuya
İKİ hafta önce bir akşam üstü İstanbul’dan Ankaraya THY ile uçacağım. Yarım saat CIP’teyim, yarım saat önce uçağa çağırdılar. Uçağın kalkma vakti geldi, kapılar kapanmadı. Uçağın bagaj kapıları da çoktan kapanmıştı. Uçağın kalkış saatinden yaklaşık 20 dakika sonra kapıda CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve ekibi belirdi. Büyük bir hava ve eda ile yerlerine oturdular. İki dakika sonra bu sefer Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Özak içeri girdi. Ve uçak takriben yarım saat gecikmeyle körükten ayrıldı. Orta sıralardan, orta yaşlarda bir yolcu, öne gitti, Deniz Baykal’a hitaben, "Siz, muhalefet lideri olarak halkın menfaatlerini koruyorsunuz. Ama bu kadar insanı uçakta bekletiyorsunuz. Herkesin işi gücü var" gibi cümleler sarfetti.
Ve geldi yerine oturdu. Bu sefer o gruptan bir milletvekili, orta sıralarda oturan yolcunun yanına gelerek, "Siz yanlış adrese gidiyorsunuz, biz çok evvel VIP’e geldik, oturduk. Ama bizi yeni çağırdılar, geç kalmanın da sebebi biz değiliz" dedi. Yolcu da, "Siz zamanında gelip otursaydınız, o zaman hedefin kim olduğunu daha iyi anlardık" karşılığını verdi. Bütün bunlar olurken uçaktaki diğer yolcuların o yolcuya verdiği destek mükemmeldi. Artık yavaş yavaş tavır koymaya, halk olarak, kişi olarak hakkımızı aramaya başladık. Helal olsun o yolcuya.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2006
BEŞ-altı haftadır Galatasaray sallanıyor. Ama onlara sorarsanız, "Biz iyiyiz" diyorlar. Takım olarak müthiş defans hataları yapıyorlar. Hücuma kalkarken aynı anda düşünmüyorlar. Bir pozisyon düşündüler, o da neticede mükemmel bir gol oldu. Sasa İliç, gösterişsiz ama en doğru işleri yapmaya çalışan bir oyuncu. Ancak yanındakiler onun kafasında olmadığı için gerçek performansı gözükmüyor. İliç, mükemmel boş alanlara kaçıyor ve rakip defansın arasına müthiş batıyor... Batıyor batıyor da, onun iğnesinin deliğine ipliğini sokacak adam yok. Haliyle çocuk boşa kürek çekiyor.
Diyarbakırspor’un gücü bu kadar... 1-0 öne geçmelerine rağmen, ’biz Galatasaray’ı yeneriz. 90 dakika sonunda üç puanla ayrılırız’ kafa yapısı yok. Galatasaray skoru 3-1 yapınca onlar da ipe un serdi. Karşılıklı al gülüm ver gülüm 90 dakika bitti.
Seyirci maça yan baktı
Dün gecenin en önemli köşebaşlarından biri Galatasaray seyircisinin maça yan bakmasıydı. Lider ile farkın averaj, seyircin senin yanında değil... Eğer bu Galatasaray bu sene şampiyon olursa, ne seyircisinin, ne yöneticisinin kelime konuşmaya hakkı yok. Bu takım ikinci bile olsa başarı.
Hakem olarak pozisyonu kısır bir maç. Yani hakem şansı fazla. Ama Selçuk Dereli, Necati’nin pozisyonunu süzemedi. Necati, kaleci Metin’in bir tarafından topu attı, öbür tarafından gidiyor. Topla boş kaleye sanki 100 metre finaline girer gibi elleri kolları havada gidecek. Metin topu tamamen bırakıp Necati’ye yöneldi. Tribünden gördüğüm kadarıyla pozisyon kırmızı kart. Bu maçta bu pozisyon belki kaybolur ama neticesi bu pozisyona bağlı bir maçta yıllarca konuşulur.
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2006
Bir gün Futbol Federasyonu’nda etkili bir yerde olursam, profesyonel lisans alacak futbolcuyu oyun kurallarını içeren imtihana alırım. Barajı geçemeyene lisansı vermem. GİTTİNİZ araba aldınız, geçtiniz direksiyona, çıktınız trafiğe... Eğer ehliyetiniz yok ise o arabayı kullanma hakkınız yoktur.
Futbolcu adayları genç ve amatör takımda futbola başlar. Sonra da bazıları profesyonel olur. Kimler profesyonel oluyor? Futbol simsarları adam olabilecek futbolcuları seçerek profesyonel yapıyorlar. Profesyonel ne demek? Yaptığı işten para kazanan adam demek.
Ben bir gün Futbol Federasyonu’nda etkili bir yerde olursam eğer, profesyonel lisans alacak futbolcuyu oyun kurallarını içeren imtihana alırım. Barajı geçemeyene lisansı vermem.
Şaşırdım kaldım
Bakın, geçtiğimiz haftaki maratonda insanın tüylerini diken diken eden cümleler vardı. 9.15 baraj ihlali yapan ve hakemden doğru olarak sarı kart gören Hasan Şaş diyor ki, "Hakem düdük çalıyor, ben koşuyorum, o koşuyor. Neyine sarı kart?"
Aynı Hasan Şaş ceza alanı çizgisi üzerinde yapılan faulde "pozisyon alanın dışında, penaltı yok" diye hakeme itiraz ediyor. Volkan da bu görüşe katılıyor. Maçtan sonra Hakan Şükür "Takım kaptanı olarak, hak aramak benim görevim" diyor.
Geçen haftaki Maraton programına girmeden önce sevgili Melih Şendil ile konuşuyoruz. "Erman Abi, programda bazen pozisyon yorumlarını çok uzatıyorsunuz. İlkokul talebesine ders verir gibi" diyor.
Ben de "Melih’ciğim, mecburuz. Her programda insanlar bir şeyler öğrenirse, hiç olmazsa şiddet azalır. İnsanlar maçları canlı olarak veya TV’den daha farklı izler ve yorum yapar" diyorum ve programa giriyorum. Ardından yukarıda yazdıklarımız oluyor.
Eskiden top oyuna çevresi kadar döndükten sonra girmiş kabul edilirdi. Şimdi dokunduğun zaman oyuna girmiş kabul ediliyor. 9.15 baraj açılan bir serbest vuruşta hakem düdüğü çaldığı zaman değil, vuruşu yapacak oyuncu topa dokunduğu an top oyuna girer. Yani oyuncu topa dokunduğu an, rakip futbolcunun 9.15’in içine girme hakkı vardır. "Çizgiler, bulundukları alana dahildir" der, kara kaplı kitap. Yani ceza alanı çizgisi üzerinde yapılacak her hareket penaltıdır.
Bazı futbolcular hala ceza alanı içinde verilen vuruşu hakeme sormaya devam ediyorlar. "Direkt mi, en direkt mi" diye... Sevgili futbolcular ceza alanı içindeki bir tek direkt vuruş vardır, o da penaltıdır. Ondan başka hepsi en direkttir.
Öğrenmenin sonu yok
Gelelim takım kaptanına... Onun takımının hakkını araması gibi bir hakkı yoktur. Ancak hakem gerekli görürse, herhangi bir konu hakkında takımı ikaz edecekse, takım kaptanını çağırır ve onunla konuşur. Yani hakemin her şeyde olduğu gibi kaptan ile konuşma hakkı vardır ama takım kaptanının hakeme gidip takımını kollama ve itiraz etme şansı ve hakkı yoktur.
İnsanlar her şeyi bilmeyebilirler. Bugün profesör olmuş, ihtisasını yapmış doktorlar bile bulundukları dalda yeni bir şeyler öğreniyorlar. Öğrenmenin sonu yoktur. "Ben her şeyi öğrendim, artık öğrenmeme gerek yok" demek gibi bir lüks de yoktur.
Song suçsuz
BU Galatasaray takımı, teknik direktörü, futbolcusu, menajeri sezon sonunda ligi ikinci de bitirse bence kesin başarılılar.
Vermeden almak Allah’a mahsustur. Her halde bu cümleyi G.Saray yönetimi için de söyleyebiliriz. Ama maalesef, bazı yöneticiler, hala futbolcuları suçlayarak, "Özür dilesin" diyorlar.
Song ne yapmış da özür dileyecek. Terbiyesizlik yapan, işini ihmal eden özür diler.
Ama maalesef burası Türkiye. Hakkını arayana da özür dilesin deniliyor. Ama aferim Necati’ye ve onun gibi düşünen arkadaşlarına. Galatasaray bu noktaya, Necati gibi düşünen ve düşündüğünü söyleyen futbolcular sayesinde geldi.
Kimi serttir kimi yumuşak
SEVGİLİ Hıncal, televizyonda yine kaşınıp, bana sallamışsın.
"Erman defans oynardı, sert oynardı, kazma bir futbolcuydu" demişsin.
Tartışılır... Bu senin yorumundur.
Bana göre de sen de light veya yumuşak bir yazarsın...
Değil mi Hıncal... Kimi serttir, kimi yumuşak...
Zaman nasıl değişiyor
Sevgili Hakan Şükür. Takıma faydalı bir oyuncusun. Bence Avrupa’da başarılı olamadın ama bu da senin hatan. Takım seçiminde daha dikkatli olsaydın, belki bugün hala Avrupa’da futbol oynuyor olacaktın.
Ersun Yanal ile çok gereksiz bir diyaloğa girdin, kadro harici kaldın ve yıprandın. Artık 400’ün son 100 metresinde koşuyorsun. Sen ne kadar daha fazla yıl oynarsan keyif alırım. Bu senin elinde. Ama şimdi geriye dön ve bir bak.. Sen 16 yaşındaydın, Serpil Hamdi Tüzün’ün teknik direktörlük yaptığı takım ile beraber ben de hakem olarak Romanya’ya Gençler Şampiyonası için gitmiştik. Hatta birlikte antrenmanlara da çıkmıştık. O zamanlar sana bazı telkinlerde bulunmuştum.
"Bak Hakan, ben hem santrfor oynadım, hem de santrhaf. Bazı pozisyonlarda eksiklerin var" diye. Sonra kabiliyetin ve hırsın ile iyi yerlere geldin. Eskiden 2-3 kişi senin beline sarılır, tutar veya çekerdi. Rakibini sürüklerdin. Şimdi sana dokunulduğu zaman kendini yere bırakıveriyorsun. Bundan 5-6 sene evvel "Hakan’a Türkiye’nin ihtiyacı var" diyen ben ve benim kafamdaki yazarlar vardı.
Zaman geçti, yine o yazarlardan bazıları senin kendini en ufak temasta çabuk bıraktığını yazıyor. Peki Hakan hiç düşündün mü acaba, o yazanlar mı değişti, sen mi değiştin?
Roberto Carlos’u gördünüz mü?
BİZİM futbolcular hakemleri parmaklaya, parmaklaya onları zor durumda bıraktılar. MHK baktı ki, hakemler bir şey yapmıyor, toplanıp karar aldılar. Hakemi işaret parmağı ile kamuoyu önüne atana aynen "Alkışlıyor" muamelesi yap ve sarı kart çıkar diye.
Bırakın futbolcuların hakemi parmak işaretiyle azarlamasını, el ve vücut temaslarıyla hakemleri neredeyse taciz ediyorlar. Hakem karamboldeki futbol topu gibi arada kalıyor. Ama Avrupa’da hakeme dokunduğun zaman sarıyı, kırmızıyı yersin.
Ne oldu Roberto Corlos’a? Direkt kırmızı ile Ronaldinho’nun bakışları arasında kapı dışarı kaldı.
Daum doğruyu sonunda gördü
FENERBAHÇE deplasmanda Gaziantepspor’u 2-0 yeniyor. Ev sahibi takım 3 korner kullanıyor. Fenerbahçe’nin köşe vuruşu yok.
Ali Sami Yen’e geliyoruz. Galatasaray maçı 3-0 kazanıyor. Sarı kırmızılılar 1 korner atmış. G.Birliği ise 6 korner kullanmış.
Bir basın mensubu maçtan sonra Christoph Daum’a "Hiç korner atmadan kazandınız" diye soruyor.
Şimdi bakın. Bizde her şey şartlı yapılıyor. Yıldızlar da bazen öyle veriliyor. Yorumlar da böyle yapılıyor. Birisi size sempatik gelmedi mi, vurun ona. Sempatik ise koçum aslanım. Daum son 5 maça kadar yedek kulübesinden faydalanamadı. Kullanmadı, kullanamadı. Hatta onları zaman zaman hor gördü. Alex’in yerine alternatifim yok dedi.
Yedekler umutsuzdu
Yedekler ise artık oyuna girmekten umudunu kesmişti. Ama o yedek kulübesi Ümit Milli Takımı’nın iskeletini oluşturuyordu. Belki yöneticiler baskı yaptılar, belki Aziz Yıldırım kendini gösterdi. Bir şeyler oldu. Belki de basındaki bazı yazarların doğru tespitleri ve tenkitleriyle Daum doğruyu bulmaya başladı. Dikkat edin, iki yıldır her maçın kahramanı ya Marco Aurelio idi, ya kaleci Rüştü, ya da Volkan.
Ama Fenerbahçe’de bu üç isim son haftalarda maçın kahramanı olamıyor. Neden, çünkü takımın yükü herkese eşit bölünmeye başladı. Daum artık oyuncu değişikliklerini yarım saat 45 dakika gecikerek değil, THY gibi 5-10 dakika gecikme ile yapmaya başladı. Nitekim Fenerbahçe’nin futbolu ve neticeleri ile golleri göze hoş gelmeye başladı.
Bravo Daum’a
Geçen zamanda Daum’u çok acı eleştirmeme rağmen şimdi "Bravo Daum’a" diyorum.
Bana göre o zamanlar yanlış yapıyordu, şimdi de doğru yapmaya başladı.
Dönüyorsunuz Galatasaray’a. Uzun zamandır maçın yıldızı ya Mondragon, ya da Song. Ama Galatasaray yediğinden fazla attığı için ses çıkmıyor. Sarı kırmızılıların neredeyse gol yemediği maç yok.
Yorumcular renkli gözlüklerle, at gözlükleriyle vazife yapamazlar. zaten toplum da böyle olanları bir kenara koyuyor. Ama onlar hala farkında değiller.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2006
G.SARAY için oyun sistemi açısından en zor geçecek bir maçtı. Ama Ankaralı futbolcular takım için değil de, kendilerine oynamaya kalkınca, G.Saray için çok kolay bir rakip oldular. Bu cümleyi yazmama rağmen 90 dakika bitiminde sahadaki en iyi futbolcu kim deseniz, karşınıza Mondragon çıkıyor. Bu da şunu gösteriyor, "İyi olmayan G.Birliği, G.Saray karşısında fazla pozisyon bulmuş, sonunda da bu pozisyonlarda Mondragon başarılı olmuş."
G.Saray şampiyonluğa gidiyor, Ali Sami Yen Stadı dolu değil. G.Saray seyircisi maçı bırakıyor, F.Bahçe’ye küfür ediyor, Murat Özaydınlı’ya küfür ediyor. Sonunda Ali Sami Yen’deki hoparlörler bile, "Lütfen küfür etmeyiniz" diye isyan ediyor.
Fırat Aydınus kötü maç yönetmedi. Yalnız ona bir şey soracağım, "G.Saray lehine verdiği birinci penaltıyı dün gece G.Saray aleyhine çalabilir miydi? Eğer çalsaydı kaç tane sarı ve kırmızı karta neden olurdu?"
Hasan Şaş, her pozisyon hakeme itiraz ediyor, olmuyor rakibe itiraz ediyor, başka bir şey bulamıyor kendi oyuncusuna itiraz ediyor. Hakemler de bu Hasan Şaş’a oldukça iyi tahammül ediyor. Aynı Hasan Şaş, A.Gücü’nde ya da G.Birliği’nde oynasa ve o hareketleri yapsaydı, izlediğim 10 maçın 5’inde sahadan atılırdı.
Sol ayaklı balerin
Hakan Şükür, iyi mücadele ediyor, rakip hücuma çıkarken pres yapıyor, çok çalışıyor. Hepsi tamam ama son 2 yıldır Hakan Şükür’ün, Nobre’den ne farkı var? Cezaalanına girdiği an her pozisyonda yerlerde sürünüyor. Elleri havada, hakemden penaltı dileniyor. Ama akıllı çocuk, birinci penaltıyı böyle bir pozisyonda takımına kazandırdı. Soruyorum Hakan’a, "Aynı pozisyonda G.Saray aleyhine penaltı verilse ve Ali Sami Yen’den yenik ayrılsalar acaba ne yapardı, gece uyur muydu?"
Bakın, oyun sistemlerinden bahsedeceğiz, baskıdan bahsedeceğiz, maçtan, şuttan bahsedeceğiz ama neler yazıyoruz. Ondan sonra da, "Şampiyonlar Ligi’nde, 2 sene sonra 2 ön eleme oynayıp tek takım kalacağız" diyoruz.
G.Birliği’nde Uğur Boral diye bir oyuncu var. Söylendiğine göre F.Bahçe ile anlaşmış, gelecek yıl F.Bahçe’de oynayacakmış. Penaltı dahil bütün serbest vuruşları o kullandı. Kendisini Alex sanıyor ama Alex ile ortak oldukları tek şey sol ayakları. Ama bu ayağı Alex balerin gibi kullanıyor, Uğur Boral da yürümek için.
Kalite olarak çok iyi geçeceğini umduğumuz bir maç kısır geçti. G.Saray’ın bu farklı galibiyeti onları aldatmasın. Oynadıkları futbola göre her an bir trafik kazasına uğrayabilirler.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2006
Murat Özaydınlı’ya bir hatırlatma yapayım. Daha üç hafta önce Aziz Yıldırım "Türkiye’de küfürle mücadele eden sadece iki kişi var. Birisi Erman Toroğlu, diğeri Şansal Büyüka" demedi mi. Şimdi ne değişti?
MURAT Özaydınlı bir açıklama yaptı. Özhan Canaydın ile Ergun Gürsoy da "özür dile" dediler. Bence hata yaptılar. Özellikle Özhan Canaydın’ın şu açıklamayı yapması daha doğru olurdu....
Sayın Murat Özaydınlı yaptığınız açıklamalardan dolayı size çok teşekkür ediyorum. Bu kadar zaman susup da şimdi konuştuğunuza göre, öncelikle bizden çok korkuyorsunuz.
Daha da önemlisi şampiyon olacağınıza fazla inanmıyorsunuz. Galatasaraylı futbolcuları bu kadar mükemmel başka şekilde motive edemezdiniz.
Para konusu
Yazının Devamını Oku 23 Mart 2006
UĞUR’un bir anlık markaj hatası, Tuncay’ın en az 15 metre top sürüşü ve vuruşu... Defans derinliğini kuramazsan, gol yemen kaçınılmaz. Bu vuruşa Mondragon bir şey yapabilir mi? Hayır. Hani Tuncay’la çıkacak ikinci-üçüncü adam yok. Herkes topyekün geri geri koşuyor. Bu golden sonra G.Saray sazı eline alıyor. Ne istiyorsa onu yapıyor. Golü de buluyor ama F.Bahçe’nin o klasik görüntüsü gene ortaya çıkıyor. Bir şey oynamasalar da pozisyona giriyorlar. Bu sefer sahnede Mondragon var. Hem de üç net pozisyonda.
Ama Fenerbahçe ilk 45 dakikada hiçbir zaman ne topa, ne oyuna müdahale edebiliyor. G.Saray ne isterse onu yapıyor. Nitekim, atılan gol ve Necati’nin bencilliği yüzünden amatörce kaçırılan bir gol.
Sahaya atmak için hazırlanmış
İlk yarı boyunca tribünlerden F.Bahçeli oyunculara, ufak kapalı su poşetleri el bombası gibi atılıyor. Avrupa’da da seyirciye su veriyorlar ama hiçbir zaman o poşetlerde değil. Su, bardaklara konuyor. Su dolu bardağı atsan bile aynı oranda gitme şansı yok. Bu şunu gösteriyor; kimse "ne yani alt tarafı su bardağı, mecbursun su satmaya" diyemez. Özellikle atılması için hazırlanmış.
Gerets bence Necati-Hakan-Ümit üçlüsüyle başlamamakla haklı. Bu üçlüden ikisini seçecekti. Hakan’ı seçmemiş. Tahmin ediyorum, kenarda oturtarak, F.Bahçe takımı üzerinde bir psikolojik etki yaratma düşüncesinde. İhtiyaç duyulduğunda oyuna aldığı an sarı lacivertlileri gerecek. Nasıl Uğur G.Saray’ın ilk golünde büyük hata yaptıysa, bu sefer Ümit Özat, F.Bahçe’nin yediği ikinci golde inanılmaz pozisyon hatası yaptı. "Bir şey olmaz" dediği bir atak sanki ufak bir kıvılcım sonrası alev topu oldu, gitti Fener kalesine ikinci gol oldu.
En iyisi Demirlek’ti
Fenerbahçe böyle oynamaya devam ederse, ikinci yarı işi zor. İkinci yarı başlıyor, F.Bahçe’de az bir kımıldama var. Ama öyle bir etkili oyunu gene yok. Turu getirecek golü gene yakalıyor ama anında ters görüntü, yine yiyor. Yediği gol, Hasan’ın Hakan’a attığı 50 metre toptan. Türkiye liginin birincisi ile ikincisi oynuyor. Atılan gollerde ve yenen gollerde mutlak hata olacak ama bu kadar defans hatasının yapıldığı bir ligden Avrupa’ya iyi takım çıkmaz. Avrupa’nın üst düzey ve orta düzey hiçbir takımı bu tarz defans hataları yapmazlar. Zaten bunun yüzünden ne kulüp takımlarımız ne de milli takımlarımız dışarıda başarılı oluyor.
Bence dün gece sahanın en iyi adamı hakem Bülent Demirlek’ti. İkinci çok iyi de, Hasan Şaş. Ama her şeye rağmen güzel bir kupa maçıydı.
Hakem sahaya atılan el bombası su petlerini "oyunu bırakır giderim" tehdidiyle engelledi. Keşke o hareketi daha evvel yapsaydı.
Yazının Devamını Oku 22 Mart 2006
Ligde 104 yabancı futbolcu var. Bunların kaç tanesi banko oynuyor. Şöyle bir araştırma yaparsanız, karşınıza enteresan rakamlar çıkar.
Türkiye'de 104 tane yabancı futbolcu oynuyor. Bunların kaç tanesi ilk onbirde sahaya çıkıyor, kaç tanesi yedek kulübesinde oturuyor. Bir bakarsanız, karşınıza enteresan rakamlar çıkacak.
Eğer aldığın yabancı hastalık ve sakatlıktan dolayı ilk onbirde oynamıyorsa, tamam. Ama yedek kalıyorsa, ne yapayım ben böyle yabancıyı.
Aslında burada önemli bir ayrıntı var. Türkiye'de yıllarca yabancı hakem isteyenler, daha o hakemler ülkeye gelmeden onları mahalinde hallediyorlardı. Çok nadiri gelip dürüst maç idare ediyordu. Aynı hafta lig maçı olan bir yabancı federasyon iyi hakemini önce kendi kullanır. Sana niye göndersin.
Herkes kazanıyor
Dönelim futbolcuya... Yıllardır bu işin içindeyim. Türkiye'de en fazla maç satma olayına karışan oyuncu, ithal oyuncudur. Bunlara yapılan gayri resmi ödemeler adrese teslim yapılmıştır. Adam Türkiye'de kalmayacak, oynamayacak, kimseyle yüz yüze gelmeyecek.
İşin ilginç yanı, bu futbolcuları alanlar, yani yöneticiler, menajer vasıtasıyla bu işi yapıyorlar. Hem futbolcu kazanıyor, hem de menajer. Aslında bir kazanan daha var. O da kulüp başkanı veya yönetici. Yabancı oyuncuya ödemeyi 700 bin dolar gösterirsin, adamın eline 100 bin dolar verirsin, menajere de 10 verdiğinde, 500 bin dolar sana kalır. Kimin haberi olur. Kimsenin. Alan razı, satan razı. Ne futbolcu, ne menajer araştırma yapıldığında yöneticiden aldığı parayı inkar etmez.
Yazının Devamını Oku