11 Ocak 2006
Hayır, Bakan M.Ali Şahin aynen böyle demedi. Ama Kulüpler Birliği’nin Ulusoy’u desteklediğini öğrendiğinde, dayanamadı, "Hani bana Ulusoy’u şikayet ediyordunuz? Ya o zaman yalan söylediniz, ya şimdi" CNN Türk’teki programa Ankaralı gazeteciler, Uğur, Cemal ve Atilla, Başbakan Yardımcısı M.Ali Şahin’i davet etmişler. G.Saray - Beşiktaş arasında oynanan Efes Cup finalini kanallardan ararken onları gördüm, takıldım. Hem de tam takıldım.
M.Ali Şahin’i bu kadar tempolu, bu kadar net, bu kadar kesin kararlı görmemiştim. Her kelimesini ve cümlesini dikkatle ve özenle seçiyordu. Hazırlıklı olduğu içinde tempoyu hiç düşürmeden sorulara kesin ve net yanıtlar verdi.
Hep söylerim, biz duygusal bir milletiz, çabuk unuturuz. Önümüzde federasyon genel kurulu var. Sahneye bakın, hep eskiler.. Oturmuşlar yıllarca tencerenin başına kepçeyle içmişler, yemişler. Her kepçeden sonra da "Oh öldüm" demişler. Kaşıkla sıra bekleyenler de dayanamayıp, yer açın da biraz da biz ölelim demişler.
TARİHTE GEZİNTİ
Gelin tarihte biraz gezintiye çıkalım ve Haluk Ulusoy dönemlerini kısaca hatırlayalım. Arabasına 2 metre kefen bırakılan, ısrar edersen içine girersin diye üzerine de kağıt iliştirilen, Hadi Türkmen, Ulusoy’a gidip, ne yapayım yardım et bana diyor.
Ulusoy’dan cevap; Ben karışmam.
Sonra Ulusoy aday oluyor, karşılığında bazılarına göre 60, bazılarına göre 40, kendine göre de 30 koyun keserek başkan oluyor. Koyun keseceksin, diyenin Alaattin Çakıcı olduğu iddiasını duymayan kalmadı. Yine bir iddiaya göre de aracı Ergun Gürsoy’du.
Sonra Ulusoy’un başkanlık dönemi başlıyor. Dünya Kupası’na gidiyoruz 3. oluyoruz. Yapılan tüm seyahatlere yüzlerce kişi gidiyor. Oteller 4 yıldız, 5 yıldız. Bütün bunların parası federasyondan. Resmen lale devri. Çünkü aynı seyahatlere bizler de, gazetelerimizin parasıyla gidiyoruz. Her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor.
ANİ BİR U DÖNÜŞÜ
Sonra.. Sonra hakemler tutuklanıyor cezaevine giriyor. Önce söylenenler sonra değiştiriliyor. Bunun en basit örneği, Sadık İlhan. MHK Başkanı Bülent Yavuz’un, Samsun -Trabzon maçında, Trabzon yenilmesin diye telkin yaptığını söylüyor. Ama sonra nedendir bilinmez ani bir U dönüşüyle ben öyle demedim diyor.
MHK Başkanı Bülent Yavuz, Bülent Uzun, Mutlu Çelik ve daha saymadığımız birkaç ismin idare ettiği maçlar hep tartışmalı. Tayinlerde şüphe var. Kulüpler onu değil bunu istiyoruz diyor, dedikleri oluyor. Sonra Avrupa Şampiyonası finallerine gidemiyoruz ve genel kurul.. Haluk Ulusoy aday değil.
Bakan Şahin, "Kulüpler Birliği başkanı bana geldi, bu kayıtlarda var. Ulusoy’u da, Kulüpler Birliği adına en başta şikayet eden de odur. Şimdi ne değişti de beraber hareket ediyorlar, hayretler içindeyim" diyor. Eğer böyleyse bakan haklı.
Özhan Canaydın, Kulüpler Birliği toplantısına giriyor. Sağında 7, solunda 8 kişi oturuyor. Canaydın oylama yapıyor. Sağ tarafında oturanların hepsi Ulusoy taraftarı. Oylamaya oradan başlıyor. Ne de olsa acemi. O kadar ince düşünemez. Koçum aslanım dersen, havuza bile itebilirsin. Sağ taraftaki 7 kişiden silme Ulusoy ismi çıkıyor. Sol taraftakiler Ulusoy demeyecekler ama sağda 7 Ulusoy ismi çıkınca korkuyorlar.
Neden?
ÖLME İSTEĞİ
Yarın Ulusoy federasyon başkanı olursa bizim için iyi olmaz, diye düşünüyorlar. Ama yine de çekimser kalıyorlar. En son Malatyaspor Başkanı Hikmet Tanrıverdi, "Şenes Erzik" diyor.
Haluk Ulusoy tekrar seçilirse, kendi kafasına uyanlarla gelecek. Geçmiş dönemlerde ne oldu, ne değişti ki şimdi değiştirecek? Türkiye’de bu işin sahibi kulüpler. Ama hep o iktidar olma hırsı, hep o çorbanın başında oturup, kepçeyle o çorbayı içerek ölme isteği.
Bakan da kısaca şunu diyor, "Dün bizi kurtar diyordunuz, şimdi biz beraberiz diyorsunuz. Ya o zaman beni yanlış yönlerdirdiniz, ya da şimdi..."
Türkiye demokratik bir ülke. Ulusoy aday olabilir. Sonrası ne olur. Sizlere çok net bir şey söyleyeyim mi, yani kulüplere? Kendi düşen ağlamaz.
Daum ve Antalya’nın sıcağı
ANTALYA’da hava sıcak. Daum bu rahatlıkla yine beyanatlar vermeye başlamış. "Türkiye için iyi kadromuz var ama Avrupa’da devler önünde yok oluyoruz." Tamam Milan dev, zaten sen o devin karşısına da öyle kadrolar çıkardın ki, devi daha bir dev yaptın. Peki şimdi Daum’a soruyorum, PSV de Avrupa’da dev mi? Hiddink’in elindeki yabancıların sayısı ve kalitesiyle, Daum’un elindeki yabancı oyuncuların kalitesi ve sayısı ne? İyi hatırlıyorum, Daum’un bu cümlesini Hiddink’e söylediğimde, gülerek, "Ellerinde çok kaliteli yabancıları var ama oyun tekniği açısından bir şey söylemek bana düşmez demişti." Daum kamuoyunu yanlış yönlerdirmeyi bıraksın.
Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’den tek sorumludur. O da çıkıp artık tecrübe kazanacağız demesin. F.Bahçe Avrupa kupalarına yeni çıkmıyor. Aziz Yıldırım ilkokula gitmeden önce de çıkıyordu, şimdi de. Yani bu Avrupa’nın hesabını Daum değil Yıldırım verecektir.
Yılbaşında Beyrut’taydım
YILBAŞINDA Beyrut’a gittim. 1982’de çıkan savaşta perişan olan dünyanın eğlence merkezi Beyrut’a. Şehir yeniden yapılmış ama konum itibariyle hem Suriye, hem İsrail buraya burnunu sokmaya bayılıyor. Zaten kendi bünyesinde etnik din grupları var. Şu anda Hristiyanların nüfusu yüzde 50’nin altında olmasına rağmen başbakan onlardan seçiliyor.
Hükümetteki sayılar ise müslümanlarla Hristiyanlar arasında yüzde 50-50 bölünüyor. Çok enteresan, mesela içişleri bakanı eğer Şiiler’in elindeyse ömür boyu o bakanlık onların. Her an bir iç savaş patlak vermesin diye nüfus sayımı yapmıyorlar. Ve Lübnan’da hiç nüfus sayımı yapılmamış. Hristiyanlar, Şiiler, Sünniler, Durziler hepsinin nüfusu tahmini olarak hesaplanıp oranlanıyor.
Camiye gidiyorsunuz, imam hiç dinden imandan bahsetmiyor. Saatlerce siyaset konuşuyor. Bakanlar camiye giderse önlerinde onlarca kamera namazı öyle kılıyolar.
Yerlilerine soruyorum, burada ne üretiyorsunuz diye, hiçbir şey diyorlar. Ama yoldaki arabalara ve binalara bakıyorum inanılmaz lüks. Çocukların hepsinin bakıcısı var. Peki bu su nereden geliyor diyorum cevap veremiyorlar. İç savaştan sonra binlerce Hristiyan Avrupa ve ABD’ye göç etmiş. Onlar gönderiyor diyorlar. Her taraf ithal malla dolu. Şehrin içinde eski binaların hepsinde kurşun ve bomba izleri var. Bazı büyükelçilikler dahil.
Hakemler, noldu?
YILLARDIR hakem abilerim, hakem arkadaşlarım ve hakem kardeşlerimden şu cümleleri duydum; Türkiye’de hakemlik futbolun ilerisinde. Ben de hep şunu savundum. Futbolcular sizden daha sosyal, daha önce düşünüyorlar ve daha çabuk kavrıyorlar. Onları inandıramadım. Ama şimdi hepsi uyandı. Ne zaman kendi içlerinden olmayan, işin tekniğini bilmeyen, iyi niyetli, dan diye konuşan, zaman zaman da kendilerini haşlayan Ufuk Özerten MHK Başkanı olunca. Hani iyiydiniz? N’oldu?
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2006
Kavgayı bırakın, tartışmayı bırakın, ganimeti paylaşmayı düşünmeyin. Gelin Şenes Erzik’in ismi altında birleşin. Tek bir ekip yapın, hep beraber kurtulalım. DEMOKRASİ çok güzel bir şey. Tabii anlayana ve yapabilene. Seçim de çok güzel. Oy vermek ise kutsal. Bunların hepsi tereyağlı cümleler. İnsanlar seçilene kadar Musa gibi oluyorlar. Seçildikten sonra hepsi şeytana dönüyorlar. Seçilene kadar hepsi hizmet vaadediyor. Seçildikten sonra "Yağma Hasan’ın böreği..." Biraz kalemine dokundur, çeneni aç; en kötü sensin. Hepsi seçilmeden önceki insanlıklarını unutuyorlar...
2002’de şansımız yaver gitti, futbolumuz dünya üçüncüsü oldu. Bu başarı fazla emek harcamadan geldi, sonra yandık. Hepsini biz yaptık zannettik, beyin üstü gittik. Hasta zaten şu anda beyin kanaması geçiriyor. Kurtarmak lazım.
Sadece başarısız olan Bıçakcı mı ?
Haluk Ulusoy federasyonu en son geçirdiği başarısız dönemden sonra gitti. Levent Bıçakcı federasyonu geldi. Onlar da başarısız oldular, onlar da gitti. Ama Türk milleti biraz yufka yüreklidir, eskiyi çabuk unutur. Şimdi yeni seçilecek federasyon kurulunda sahneye bakıyorum, oynayanların hepsi başarısız eskiler. Niye seçime gidiyoruz o zaman?
Ayhan Bermek çok iyi arkadaşım, çok da güvenirim. Son derece düzgün bir insandır. Bir tek kaybı var, hümanist. İnsanları fazlaca seviyor ve onlara inanıyor. Nitekim, başkanlığa adaylığını koydu, kükredi, "her şeyi ben yapacağım" dedi. Dedi de, geçen Futbol Federasyonu’nda görev yapanlardan 7-8 tane ismi eline tutuşturdular.
O zaman geçen federasyonun başarısızlığı olduğu gibi Levent Bıçakcı’nın sıtına mı yükleniyor? Bu, son derece yanlış bir düşünce. Oy yüzünden belki de Ayhan Bermek istemediği isimlerle çalışmaya zorlanıyor.
Haluk Ulusoy, lise mezunu olabilir. İlkokul mezunu olsa ne fark eder? Bir insan bir işi iyi yapıyorsa, hak ediyorsa seçilmeli. Eğer başarılıysa 3 dönem de değil, 13 dönem de seçilmeli. Ben geçici başarıya bakmam. Bu başarıdan sonra ne yapacağımı, önümdeki 6 seneyi, 12 seneyi düşünmezsem ve uygulamazsam başaramam. Haluk Ulusoy dünya üçüncülüğünü getirdi. Yani kağıt üzerinde başrılı gözüküyor.
Ancak, keyfi uygulamaları imparatorluk kurması, yandaşları sonunu hazırladı. Bakın, futbol federasyonları iki şeyden giderler. Biri hakemlerden, diğeri milli maçlardan. Zaten iki federasyon da bunun yüzünden gitti. M.Ali Yılmaz, spor bakanlığı yapmış bir isim. Genelkurmay Başkanı dönüp, kuvvet komutanlığı yapmamalı. Ben kendi şahsi fikrimi söylüyorum. Şu anda futboldaki kaosu Türkiye’de bir kişi kurtarır. Ve bu şahıs bunu diktatörlük yaparak kurtarmaz.
Ama bu şahsın eline isim vermeye, politik olarak yönlendirmeye kalkarsanız ters teper. Çünkü bu şahıs şu anda Avrupa futbolunun idareciliğini yapıyor. Ve bu şahıs, geçmişte Federasyonu başkanlığı da yaptı. Zaman zaman çok da eleştirildi.
Düzgün insan etrafında birleşelim
Hatta ben de faal hakemken eleştirdim. Çok da tartıştık ama bütün bunlardan müthiş ders aldığımı da biliyorum. Bir tek şey var, onun etrafında birleşmek. Bu benim şahsi fikrim. Belki de yarın yaptığı icraatlardan dolayı onu ilk eleştirenlerden biri de belki olacağım.
Ama düzgün bir insan olduğunu biliyorum. Türk futbolunu da ileriye götüreceğinden en ufak bir şüphem yok. Kavgayı bırakın, tartışmayı bırakın, ganimeti paylaşmayı düşünmeyin. Gelin bu Şenes Erzik’in ismi altında birleşin. Tek bir ekip yapın, hep beraber kurtulalım.
Genel kurula mafyayı sokmayalım
SEÇİMLER açık oylamayla, açık tasnifle mi olsun? Yoksa kapalı oylamayla açık tasnifle mi olsun? İnsanlar ticari hayatlarından ve geleceklerinden korkarak açık oylamada serbest iradelerini acaba kullanabilirler mi? Futbol Federasyonu genel kurullarında (ve Kulüpler Birliği’nin aday belirleme seçiminde de) mafya babaları, silahlı insanlar otel lobilerinde, otel odalarında, kongre salonlarında olmamalı.
Siyasi idareler futbol gibi ballı börekli, yağlı bir parçayı bırakmak istemez. Kıyısından, köşesinden kafasını sokar. Kabak oyacağı gibi aletle girmeye kalkarsa, sonra malzemeyi patlatır.
Artık uyanın
YILBAŞINI Beyrut’ta geçirdim. Oradaki anılarımı daha geniş yazacağım. Kaldığım otelde bir Amerikan spor kanalı seyrettim. Geçen yılın önemli olaylarını gösteriyorlardı. Tugay’ın Premier Lig’de attığı golü ilk 10’da 3. seçmişler. İnsanın hoşuna gidiyor, içini gıcıklıyor. Ama en kötülerde Top 10’da F.Bahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’ndaki olaylar vardı. İnanın içim acıdı. Şaka değil, ateşle oynuyoruz. Sonra hepimiz yanacağız. Artık uyanın.
Yazının Devamını Oku 21 Aralık 2005
Herkes konuşuyor, üstelik kontrolsüz bir şekilde. Cavcav, PKK benzetmesi yapıyor, hiç de güzel değil. Ama bakın bu açıklamadan 3 gün önce protokol tribününde Mahmut Uslu nasıl bağırıyor? İLHAN Cavcav’ın, F.Bahçe ile ilgili beyanatını okudum. Yazının bir cümlesi hariç, tamamının altına imza atarım. Ama PKK benzetmesi hiç güzel olmamış. Fenerbahçe yönetimi Aziz Yıldırım başkanlığında sarı lacivertli kulüp için güzel şeyler yaptı, yapmaya da devam ediyor. Özellikle inşaat işlerinde başarılılar. Ne de olsa kendi meslekleri, çoğu müteahhit. Futbol tekniği konusunda ise zayıflar. Belki bir gün aralarına futbolu bilen birileri girer o dertten de kurtulurlar.
İşte tam burada ince bir ayrıntıya geliyoruz. İnce dediğime bakmayın, aslında kalın bir ayrıntı. Yıldırım ve ekibi tenkite gelmiyorlar. Biz çok başarılıyız, bizi kıskanıyorlar yorumunu yapıyorlar. En büyük yanılgıları da bu. İnanılmaz derecede kamuoyuna antipatik gelmeye başladılar. Mesela şu anda Yıldırım, ‘Veli adındaki arkadaş federasyon başkanı olsun’ dese ve Veli arkadaşımız da futbolu çok iyi bilse, dahası o koltuğa da çok yakışsa, sırf Yıldırım önerdi diye o Veli yanar. Şu anda Yıldırım için toplumdaki genel kaanat bu.
Ateşli ve kontrolsüz
Cumartesi günü F.Bahçe- Denizli maçına gittim. Geçici basın tribünü, protokol tribünün hemen önünde. Maç başladı. Hakem Alex’in rakip tarafından elle itilmesine faul yorumu yapmadı. Alex peşinden koştu, hakemi durdurdu, el kol hareketleri yaptı. Hakem de sarı kartı gösterdi.
Arkaya dönüp bakmadım. Ama bir kişi bu dakikadan itibaren devre bitimine kadar yüksek sesle bağırarak konuşmaya başladı. Sesi tanımasam, bu Fenerbahçe’nin ateşli ve kontrolsüz bir amigosu diyeceğim. Ama konuşan Mahmut Uslu. Bakın neler diyor;
‘Vermeyin vermeyin bakalım bunları. Sizin abileriniz, akıl hocalarınız öyle istiyor ondan vermiyorsunuz.’
Konuştukça açılıyor, açıldıkça konuşuyor, ses tonu yükseliyor. İlk yarının sonuna doğru geliyoruz. Bu sefer M.Yozgatlı’ya en ufak bir temas yok, rakip topa vuruyor, Yozgatlı yere düşüyor. Hakemin artık ayakta duracak hali yok, baskıya dayanamıyor, diz üstü çöküp kelleyi uzatıyor ve faulu veriyor. Yine Alex topun başında, bir orta, bir kafa ve ikinci gol.
Bu sefer Mahmut Uslu, ‘Nasıl geçirdik’ cümleleriyle konuşmalarına devam edip, huzur içinde VIP salonuna geçiyor.
Bak Mahmut.. Ben Ankaragücü’nde futbol oynarken, sen de Ankara’da basketbolcuydun. O yönetim kurulu içinde spora en yakın olan insan sensin. Ama seni hayretler içinde izliyorum. Davranışlarınla, konuşmalarınla o yönetimde sporculuğa en uzak isim sen oldun.
Bak Mahmut.. Bu davranışlarınız ve konuşmalarınız yüzünden toplumdan inanılmaz tepki alıyorsunuz. Ben seninle teke tek kaldığımda her şeyi tartışır ve konuşurum. Sen benim eski arkadaşımsın. Ama bu tarz hareketler yaptığında, yani bana kahvede konuştuğunda, kahvede özür dileyeceksin. Mikrofona konuşuyorsan, mikrofonda özür dileyeceksin.
Ben renklerin çıkarları için yorum yapmıyorum. Yıllar önce Arif kendini atıp G.Saray’a penaltılar kazandırdığında çok sevdiğim Arif’e bile pozisyon hırsızı yakıştırmasını yapmıştım. O zaman nerelerdeydin Mahmut?
Hagi hakemlerin üzerine gittiğinde, onun için hakemleri defalarca uyarmıştım. O zaman neredeydin Mahmut?
İnanılmaz tepki
İlhan Mansız için, Nouma için yazdıklarımda, söylediklerimde neredeydin Mahmut?
Ya o zaman da konuşacaktın Mahmut, ya da ebediyyen susacaksın. Çünkü ayıp ediyorsun.
Bakın sizler yönetime geldiniz. Yarın olmayacaksınız, başkaları gelecek. Ama o büyük Fenerbahçe hep var olacak. Yaptığınız kontrolsüz hareketler yüzünden, İlhan Cavcav’ın, son derece yanlış ve ileri giden cümlelerine muhatap oluyorsunuz. Sizler kontrolsüz bir şekilde bunları yaptıkça, karşınıza da kontrolsüz şekilde birileri çıkacaktır. Bundan da Türk futbolundan başka kimse zarar görmez.
Hagi davası ve yorumlar
HAGİ’nin, Erol Ersoy ile maç içinde ve maçtan sonra görsel ve yazılı basındaki münasebetlerini hepimiz hatırlıyoruz. O zaman Disiplin Kurulu Hagi’ye 6 maç ceza vermişti. Ben dahil çok kimse verilen cezanın adil olmadığını, Avrupa’da böyle bir durumda verilen cezanın en az 3-4 misli olacağını yazmıştık. Nitekim Erol Ersoy, Hagi’ye verilen cezadan memnun olmadığı için, daha doğrusu işlenen suçun karşılığı kimseyi tatmin etmediği için işi mahkemeye götürdü.
Hatırladığım kadarıyla o dönem Erol ordu mensubuydu. Askeri mahkemeye de başvurabilir miydi? Bu da başka bir tartışma konusu. Ama ordu mensubu hakemler şu anda görev yapmadığı için böyle bir şık da otomatikman devre dışı kaldı. Mahkemenin verdiği bu karar Türkiye Birinci Ligi’nde yaşandığı için dikkatleri çok çekti. Ve çok da tartışılacak. Yalnız bir hatırlatma yapayım. Yıllar önce amatör ligdeki bir maçta, futbolcu hakemin yumurtalıklarına tekme attı.
Hakem yumruğu
Hakemin bir yumurtalığı büyük hasar gördü. O zaman da o hakem kardeşimiz futbolcuyu dava etmiş ve futbolcu tutuklanmıştı. Şu bir gerçek, bu karar futbolumuzda güzel bir örnek oldu. Bundan sonra futbolcular hakeme karşı yaptıkları fiili saldırılarda herhalde bir 10 dakika düşünecekler. Suç suçtur, bunu yolda yürürken de yapabilirsiniz, sahada futbol oynarken de. Hakeme karşı ve hatta rakibine karşı kasıtlı, yaralayıcı bir işlem yaparsanız yalnız Futbol Federasyonu Disiplin Kurulu’nun verdiği ceza ile kurtulamazsınız, kurtulmamanız da gerekir. Yalnız burada şöyle bir yorum da var;
Hakem maçı idare ederken kamu görevlisi de, hatalı karar verdiği zaman kamu görevlisi değil mi? Hakem görevini kötüye kullanıyor yorumu yapılabilir mi? Hayır. Yapamazsınız. Ancak hakem görevini yaparken kasıt varsa böyle bir işlemi başlatabilirsiniz. Hakeme kamu görevlisi denmesi onu korumak içindir.
İsmet Arzuman çark etti
İSMET Arzuman FIFA hakemimiz. Bir G.Saray- Ankaragücü maçından sonra Cemal Aydın soyunma odasına gidiyor. Ve sözlü olarak ağır cümleler kullanıyor. Soyunma odasından kapıyı çarparak dışarı çıkıyor ve basın mensuplarına İsmet Arzuman’ın şerefiyle ilgili beyanat veriyor. Doğal olarak İsmet Arzuman da, Cemal Aydın’la mahkemelik oluyor.
Ufuk Özerten göreve geldikten sonra hakemlere hitaben, ‘Temiz bir sayfa açalım. Hiç bir hakemin yöneticilerle mahkemelik olmasını istemiyorum. Dava açanlar varsa lütfen geri alsın’ diyor. Ama sonra da ekliyor, ‘Bu konudaki nihai karar sizindir.’ Arzuman da, davasını geri çekiyor.
Baskı altındalar
İşte beyler, Türkiye’de hakemlerin neden dirayetli olamadıklarını, baskı altına girdiklerinde neden hemen yumuşadıklarını şimdi daha iyi anlıyorsunuz değil mi. Bana biri hakaret ediyorsa, bu konuda vereceğim karara kimse etki edemez.
Hatırlayın, yakın tarihte dönemin MHK Başkanı Bülent Yavuz’un, Hakem Sadık İlhan’a, ‘Samsun- Trabzon maçında Trabzon mağlup olmasın’ dediğini, İlhan’ın bunu TV’de söylediğini, sonra çark ettiğini.
Özerten’in telkini bence yanlış. Arzuman’ın davadan vazgeçmesi ise son derece yanlış. Hani hakemler kararlı olsun, kişiliklerinden ödün vermesin, çıktıkları yoldan dönmesin, diyorduk.
1500 yıllık taksi
GEÇEN gün İstanbul’da bir taksiye bindim. Ön koltuğa oturdum, popoma koltuğun telleri battı. Temiz hava alayım diye camı açmak istedim, cam kolu kırık. Taksici hareket etti, yağmur yağıyor. Şoför sileceği bir kere çalıştırıyor ve durduruyor. Ön cam ne zaman görünmez hale geliyor, o zaman bir kere daha çalıştırıyor. ‘Neden?’ dedim, ‘El alışkanlığı abi, hastalık’ yanıtını verdi. ‘Taksi fişin var mı?’ diye sordum, ‘Yok abi, patron koymamış’ dedi.
Sağda dur ineyim dedim, kapıyı açmaya yöneldim, kapı kolu da kırıktı. Taksici uzandı, bir eliyle kapı kolunu açmaya çalıştı, diğer eliyle kapıya yumruk attı, kapı açıldı. ‘Kusura bakma abi özür dilerim, bu benim hatam değil, ben gündelikle çalışan bir adamım. Bu taksi, plakası ile birlikte 500 milyar bunu patronun düşünmesi lazım’ dedi.
Ne diyebilirdim ki, ama ertesi günü Atatürk Havalimanı’na geldiğimde, kapı girişinin solundaki Şoför Derneği’nin binasını görünce küçük dilimi yutacaktım. Bu taksileri trafiğe Şoförler Cemiyeti mi denetleyip çıkarıyor, yoksa trafik mi?
Bilgilerinize
POLİSLERLE, askerlerin maaşları ile ilgili yazıma iki taraftan da tepki geldi. Önce ordu mensubu arkadaşlarımız, tavır koydu. Onların tavrına da polis arkadaşlarımız. Bakın kısaca anlatayım. Eşit düzeyde, eğitim seviyeleri aynı, görev süreleri aynı polis ve asker maaşı arasında polisin aleyhine ortalama 250 milyon lira fark var. Lojman konusunda da polisin aleyhine yüzde 70-80’lere varan fark. Bu hükümet döneminde polisin servis aracı sorunu çözülmüş. Bilgilerinize arz olunur.
Yazının Devamını Oku 18 Aralık 2005
LİDER ile sonuncu lig maçı yaptılar. Seyredenler bol gol gördüler, skor inanın bir basketbol maçı gibi olabilirdi. Aslında neticeye aldanmayın, 90 dakikayı seyreden biri olarak skoru çok kısır buldum. İki takımın da defans ve forvet anlayışı son derece kötüydü.
İnanılmaz gol pozisyonlarına girdiler, daha kaliteli olan girdiklerini gol yaptı. Ama işte hep söylüyoruz ya, ‘Kendi aramızda. Avrupa’da vasat bir takım bu iki takımı da yerle bir eder’ diye. Yani kendi kendimize tatmin oluyoruz.
İlk yarının son maçı, futbolcular bir an evvel tatile gitmeye bakıyorlar. Bu sahada oynadıkları futboldan da anlaşılıyor. Fenerbahçe seyircisi hava şartlarına rağmen stada yine de gelmiş. Ama seyirciye haksızlık edilen bir nokta var. O da stadın en alttaki 15 sırası. Ne zaman yağmur yağsa hepsi arkalara kaçıyor. Çatının mesafesi uzatılamayacağına göre, bilet fiyatlarının kısaltılması lazım.
Semih bir golcü
Bol gol seyrettik ama kaliteli futbol yine yok. Hakemin idaresi de sahada oynanan futboldan farklı değil. Hakem sarı lacivertlilerin aleyhine karar verdikçe, protokol tribününden sesler fazlaca yükseliyor. Aynen fanatik taraftarlar grubu gibi. Olsun ne yapalım, iyi futbol seyredene kadar maçlara gitmeye devam edeceğiz. Dün gece şansımız vardı 8 gol seyrettik. Hiç olmazsa ondan avunuyoruz.
Semih müzmin yedekti. Ümit Karan, G.Saray’da tavır koydu oynamaya başladı. Semih onu da yapmıyordu. ‘Ya oynatın, ya bırakın’ diyordu. Daum buna da izin vermiyordu. Semih’in golcülüğü tesadüf mü, hayır. Topla buluşacağı yeri iyi kokluyor.
Seyirci ‘Olcan’ diye bağırdı, Christoph Daum’un fazla Türkçesi olmadığı için Olcan’ın ikinci hecesini duydu herhalde. Önce Can’ı oyuna aldı, sonra da Olcan’ı.
Ne de olsa F.Bahçe seyircisi futboldan iyi anlıyor. Ama Allah’tan Türkiye Ligi maçıydı. Maçı da F.Bahçe 6-2 aldı. Yenilgi ya da beraberlik olsaydı Daum başarısızlığı yine yabancı oyuncu yokluğuna bağlardı.
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2005
SÜPER Lig’in ikincisi ile üçüncüsü arasındaki fark dün geceki maça göre şöyle neticelendi: Biri daha az pozisyona girmesine rağmen attı, diğeri daha fazlasına girmesine rağmen atamadı. İşte bu aradaki fark denen nesneye de ‘tecrübe’ deniyor. Çok kaliteli bir oyun değildi, ama güzel bir maç oldu. Ligde bulundukları yerlere göre futbolcuların kalitesinin daha yüksek olması gerekir. Çünkü ikinci ile üçüncü sıradaki futbolcular bir maçta bu kadar çok top kaybı yapıyorlarsa, o maçın kalitesinden bahsedilmez. Sahanın en iyi adamı, tek hata ile oynayan Mondragon.
Maçın ikinci iyi adamı, yine tek hata ile düdük çalan Yunus Yıldırım. Mondragon, ilk 45 dakikada kale sahasına çaprazdan değil, karşı yönden gelen bir topta yarıda kaldı. Song imdadına yetişti. Yunus Yıldırım da G.Saray’ın birinci golünden iki pozisyon evvel auta korner verdi. Yardımcısından çok yardım dilendi ama gelmedi.
Gereksiz gerginlik
G.Saray ilk yarı daha etkili ve kontrollü oynadı. İkinci yarı ipin ucunu kaçırdı. Bu sefer sazı Kayserispor aldı. Bu devrede Kayserili oyuncuların hem beceriksizliği vardı, hem de şanssızlıkları... Yalnız Kayserili oyuncular gereksiz yere fazla gerginler. İki-üç haftadır alınan başarısız sonuçlar, onları bu hale sokmuş. Halbuki daha sakin olsalar, dünkü maçtan galip de ayrılabilirlerdi. Gereksiz yere hakemle ve rakiple oynadılar. Kendilerini gerdiler.
Yalnız G.Saraylı oyuncuların bazılarını anlamak mümkün değil. Rakip oyuncu veya top 3 metre yanlarından geçiyor, pozisyon bitmiş, bir G.Saraylı oyuncu yerde, zannedersiniz ki, can çekişiyor. Bir tedavi oluyorlar, bir fıs fıs, dipdiri sahadalar. ‘G.Saray takımıyım, ben büyük takımda oynuyorum’ diyen futbolcuların bu tarz küçük hareketleri bence onlara yakışmıyor. Bu davranışlarından dolayı gereksiz yere de rakibi sinirlendiriyorlar.
Kayseri Atatürk Stadı’nda özellikle maraton tribünündeki merdivenlerin çoğu boş. Ama protokol tribünü maalesef çok kötü. Eğer tuvaletin gelirse, büyük ihtimalle ihtiyacını orada yapacaksın. Dünkü neticeden sonra Kayseri de orta gruba dahil oldu. Ama şu bir gerçek, Ertuğrul Sağlam, Kayserispor’un oyun ve kafa yapısını değiştirmiş. Ama yeterli mi? Hayır.
Yazının Devamını Oku 14 Aralık 2005
Geçen hafta Hollanda’daydım. Lahey’de parlamentoya gittim. Genel kurul salonunun kürsüsünde bir kadın milletvekili konuşuyordu. Tesadüfe bakın ki Türk’tü. O sırada bir kapı açıldı. Gördüğüm manzara karşısında gözlerim yuvasından çıktı... FENERBAHÇE’nin PSV ile oynadığı maç için Hollanda’ya gittik. Seyahati çok seviyorum ve gittiğim yerde ‘İlla ki futbolu yazacağız. Sadece gittiğimiz maçı değerlendireceğiz. Otelden fazla çıkmayacağız. Gittiğimiz mıntıkada Türk restoranı arayacağız’ gibi saplantılı özelliklerim yoktur.
Yeni yerler görmeliyiz. Değişik şeyler yaşamalıyız diye düşünürüm. Yani gezmeye ve burnumu çok şeye sokmaya bayılırım. Amsterdam’da da farklı olmadı. DHA’dan Fatih kardeşim gerekli bağlantıları yaptı ve Mehmet Arslan ile ikimizi Lahey’de bulunan Hollanda parlamentosuna götürdü. İki Türk milletvekili bizi karşılattı. Parlamento binasının kapı girişinin dışında nöbetçi polis kulübeleri ve polisler yok. Kapıdan girdik, sanki bir otel girişi. Bir tek X-Ray cihazı var. Biri kadın üç görevliden geçtik. Önü camlı bölümden geçerken basın kartları verip ziyaretçi kartını aldık. Bütün işlem bu kadar.
Hollanda milletvekili iki Türk, bize odasında çay-kahve ısmarladı. Yaşları 35 civarındaydı. O sırada odadaki dahili yayın yapan TV’de bir kadın milletvekili konuşuyordu. Yayın Genel Kurul salonundan yapılıyordu. Ve tesadüfe bakın ki, bu kadın milletvekili de Türk’tü. Erkek vekil arkadaşlardan birinin komisyon toplantısı varmış, gitti. Diğeri de bize meclisi gezdirdi. Önce genel kurul salonuna gittik. Bizim kadın milletvekilinin konuşması kürsüde devam ediyordu. Salonda az sayıda Hollanda milletvekili vardı. Çoğu komisyon toplantılarındaydı. Bizim kadın milletvekilinin konuşma yaptığı toplantıyı izliyoruz. O sırada bir kapı açıldı. Gördüğüm manzara karşısında gözlerim yuvasından çıktı. Önde bir köpek yanında bir kadın parlamento binasının genel kurul salonuna girdi. Kürsünün önündeki masaya oturdu. Köpek de görevlinin yanında yere doğru halının üzerine kuruldu. Görevli kadın konuşmaları takip eden bir katipti, ancak gözleri görmüyordu. Yani yapılan konuşmaları zabıta geçiyordu. Ama bu görme özürlü kadını salona getiren, yanında ona refakat eden ve yol gösteren eğitimli olan köpekti.
Özürlüler için ne yapıyoruz?
Biz özürlü diyoruz evden dışarı çakarmıyoruz. Yurt dışına çıkınca o kadar çok özürlü görüyorum ki, hep kendi kendime soruyorum, ‘Acaba bizde özürlü az mı? Yoksa bizim özürlüleri aktif hayata alıştırmıyorlar, çıkarmıyorlar mı? Ya da bizim özürlülerden hem özürlülerimiz, hem de biz aileleri utanıyor muyuz? Yoksaaaa bu özürlülere gerekli imkanları tanıyacak, onları hayata bağlayacak hiç bir şeyi yapmıyor muyuz?’ Bu soruların cevabı sonuncu olsa gerek.
Amerika’da otobüs durağa yanaşıyor, şöför el frenini çekiyor, direksiyondan kalkıyor, otobüsün arka kapısını açarak yukarıdan bir düğmeyi daha çevirince otobüsün arka kapısının altından bir parça yola doğru uzanıyor. Sakat arabasındaki bayan otomatik olan arabasını kullanarak o uzatılan aparatın üzerinde otobüse biniyor.
Orası Amerika, burası Hollanda. Sonra katip kadının görevi bitiyor ve ayağa kalkar kalkmaz köpek de haraketleniyor. Ona yol göstererek salonu terkediyor. Biz bu özürlü kadını ve köpeği gördükten sonra, meclis restoranına geçiyoruz. Girişte self servis var. Yani milletvekili de olsan, bakan da olsan, ziyaretçi de olsan, tepsini, bardağını, çatalını, bıçağını alarak sıraya girip, günün yemeklerinden alıyorsun. Biz üç arkadaş üç et yemeği, üç salata, bir meyve, bir kola, bir bira ve iki bardak şarap aldık. Türk milletvekili arkadaşın hesabına geçen miktar 37 Euro oldu. Bizim mecliste bunların toplamının karşılığı ne olur bilemem.
Masayı silmediğimiz kaldı
Yemeklerimiz bitti, şöyle etrafa bir baktık. Acaba garson gelip önümüzdeki tepsiyi alacak mı diye. Ne gezer. Masayı topladık, bir tek silmediğimiz kaldı. Restoranın çıkış kapısına yöneldik. Daha görevimiz bitmemişti. Yemek artıklarını bir torbaya döktük. Kağıtları başka bir torbaya, kullanılmış şişeleri de bir başka torsbaya koyduk. Geri kalan tepsi ve bardakları da kenardaki tezgahın önüne koyduk.
Bunu misafir olarak biz de, Hollandalı milletvekilleri ve bakanlar da böyle yapıyordu. Yaş ortalaması taş çatlasa 40 olan bu parlamentoyu gördükten sonra, arada sırada gittiğim bizim parlamentoyu düşündüm. Şimdi burada yorum yapsam, bizim parlamenterler diyecek ki, ‘Ey Toroğlu sen neden bahsediyorsun. Bize günde en az 50 ziyaretçi geliyor. Kimisi iş istiyor, kimisi yemek, kimisi doktor, kimisi ameliyat. Biz bunlara hizmet etmekten mesai bile yapamıyoruz. Bizim meclisteki fiyatlar bundan çok ucuz. Biz de bunaldık.’
Yıllar önce ben de milletvekili adayı olmuştum. Onlara diyorum ki, aday olduğunuzda seçilmek için o sözleri verirseniz, bu vaatlerde bulunursanız, ve nedendir bilmem o milyonlarca liralık yatırımları yaparsanız, sonunda o tip olaylarla karşılaşırsınız. Ama işte Hollanda’da işler sizinki gibi değil, bizimki gibi değil, onlarınki gibi gidiyor.
Sevgili okuyucular hangisi doğru?
İnsan kaç para
İSTANBUL’da bir taksiye bindim. Taksicinin yanına yani ön koltuğa oturdum. Kafamı şöyle bir geriye yaslayayım dedim, başlık yok. Döndüm arkaya baktım, orada da başlık yok. ‘Niye takmıyorsunuz?’ diye sordum. ‘Çünkü olacak en ufak bir kazada, yani senin vuracağın veya sana arkadan vurulacak bir durumda müşterilerin burnu kırılır, ölümlerin de çoğu böyle olur’ dedim.
Taksicinin cevabı müthişti. ‘Erman abi, başlıkları koyup gezersek, yolda taksi bekleyen müşteriler, taksinin dolu olduğunu zannederek el kaldırmıyor. Yani birileri oturuyor sanıyorlar. Onun için kaldırdık’ dedi. Tekrar merak ettim, ‘İstanbul’da taksi plakası kaç para’ diye sordum. ‘450 milyar’ cevabını aldım. Adam haklı. 450 milyar lira olan taksinin devamlı müşteri alması mı önemli. Yoksa aldığı müşterilerin boynunun kırılması mı.
Gemi su alıyor
FUTBOL Federasyonu başkanı seçilecek. Kulüplerin hakkını koruyacak yönetim kurulu üyeleri, disiplin ve tahkim kurulu üyeleri ve kulüplerin istediği hakem tayini yapacak MHK.
Artık bıktık. Beyler statlardaki seyirci adedi hızla azalıyor. Kadın, çocuk seyirci statlardan kaçıyor. Disiplin Kurulu yapıyor, Tahkim Kurulu bozuyor. Ve maalesef bazı kulüp başkanları güç gösterisinde bulunuyorlar.
Hepimiz, yani basın dahil. Ortak ve mantıklı bir adayda buluşamazsak eğer, bu su almakta olan gemiyi batıracağız. İçinde bulunduğumuz şu anda bile bu büyük kavganın tehlikesini görüyor gibiyim.
Kulüpler Birliği Başkanı olan Özhan Canaydın çok sevildiği, çok istendiği veya Galatasaray’da başarılı olduğu için mi bu birliğin başkanı oldu, yoksa futbol, basketbol, boks, voleybol veya başka federasyonları kurmakta kendini etkili ve yetkili gören, ‘Ben istemezsem, Türkiye’de sporda hiç bir şey olmaz, olamaz’ diyen Aziz Yıldırım’a bir tepki davranışı olarak mı geldi veya getirildi. Bunların hepsini önümüzdeki bir ay zarfında damarlarımıza kadar yaşayacağız. Bakın altını çiziyorum. Ne enteresan şeylere şahit olacaksınız.
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2005
BEŞİKTAŞ, Tomas’ın da olmamasından yararlanıp, göstere göstere iki yan toptan golü bulunca, G.Saray bir 10 dakika panikledi. Ardından Ayhan, Iliç, Saidou üçlüsü sazları ellerine alıp, oyunu bir güzel idare ettiler. Beşiktaş, bu üçlüye çare bulamadı. Aslında G.Saray’ın en geri adamıyla en ileri adamı arasındaki fark ilk yarı bayağı açıldı. Öyle olduğu halde bile Beşiktaş o mesafeden faydalanamadı.
Tigana için bir şeyler söylemek erken. Aslında kafasında bazı şeyler var. Yapmak istiyor ama onun istediklerini Beşiktaş’ın kadrosundaki bazı futbolcular yapabilirler mi bilemem. Çünkü Kleberson gibi bir adam geldiğinde iyiydi. O da bozuldu.
Ayhan değiştirdi
Ayhan sakatlığı geçip takıma girdikten sonra G.Saray’ın çehresi bayağı değişti. Özellikle Ayhan geldikten sonra Iliç daha rahat top oynamaya, daha rahat top almaya ve atmaya başladı. Ümit Karan’la, Necati gol atıyorlar ama birbirlerine fazlaca yakın oynuyorlar. Çünkü ikisinin de kafasında direkt kaleyle oynamak var. O zaman da dar alanda birbirlerini kilitliyorlar.
Hakan olduğu zaman bu ikili çok daha rahat pozisyon buluyorlar. Çünkü Hakan en az iki kişiyi yanına alıp gezdiriyor. Ümit ve Necati de, Hakan’ın boş bıraktığı alanlara koşular yapınca daha rahat pozisyona giriyorlar.
Seyirci enteresan.. G.Saray şampiyonluğa oynuyor, tribünler dolu değil. Bir de Beşiktaş takımı stada gelirken, otobüsün camını kırıyorlar. Ne gereği var? Adamın zaten iddiası yok. Bilakis onu iyi karşıla, yumuşak karşıla. Gereksiz yere cam kırarak rakibini hırslandırıyorsun.
Çakır iyi yönetti
Cüneyt Çakır bir-iki hata dışında temelde doğru kararlar verdi. İki pozisyonda gereksiz yere düdük çalarak avantajı engelledi. Ama bunun yanında da çok pozisyonu iyi oynattı, cesaretle oynattı. Aldatmaya yönelik hareketlerin çoğunu yemedi. Ümit Karan-İbrahim Toraman tartışmasında sarı kartlarını kullanıyorsan bir pozisyon sonrasında Çağdaş’a hiç sarı göstermemelisin. Bir dakika arayla Çağdaş’a sarı kart veriyorsan, Ümit Karan’la İbrahim Toraman’a kırmızı göstermen lazım.
Buna rağmen ilk derbi maçında bence başarılı bir yönetim gösterdi. Hayrettir son iki büyük derbi maça FIFA hakemi yok. Demek ki FIFA’lar yetersiz veya bu kokartları hak etmediler. Veya hakkıyla almadılar.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2005
Hollandalı çalıştırıcı, ‘Türk futbolcusunda futbol hazinesi vardır’ dedi. Hiddink’in yüz ifadesine baktığımda ‘Bu F.Bahçe kadrosu elimde olsa Devler Ligi’nde çok daha başarılı olurum’ der gibiydi. PHILIPS Stadı’ndaki basın toplantısına önce Daum geldi. Merak ediyordum her başarıda, başkan Aziz Yıldırım’ı övüyor, öne itiyor ve arkasına geçiyordu. Başarıda birinci adam Aziz Yıldırım, ikinci adam Daum’du. Özellikle başkanıyla yöneticilerini ayırıyordu. Başarısız olunduğunda bu sefer yurtiçinde futbolcular öne çıkıyordu, yurtdışında da yabancı sayısı.
Önceki gece eski 45’liği gene pikabın üzerine koydu. Başladı anlatmaya. ‘Bizde yabancı adedi az. Hepsi yabancı olsun’ diyordu. Ve daha da önemlisi ‘Çıkarttığın yabancı oyuncunun yerine soktuğun yerli oyuncular aynı verimi sağlayamıyor’ diyordu. Ama Daum bir şeyi unutuyordu. İlkokul mezunu okuma yazması olan bir kişi, dün geceki maç listesini eline alsa, tribünde yanında oturan Hollandalı’ya sorsa ve dese ki ‘Şu listeyi eline al. Sizde oynayan ilk 11’de kaç yabancı oyuncu var. Bana bir işaretle’ çıkacak rakam 5. Dönse F.Bahçe’de oynayan yabancıları işaretlese, çıkan sayı 6.
Önce kibarlık yaptı
Bu Eindhoven takımı, grubu ikinci bitirdi. Hiddink geçen yıl bu takımda oynayan 7-8 futbolcuyu yenileyerek bu başarıyı sağladı. Hem de kadrosunda 17-18-19 yaşındaki bebelerle. Daum, işine gelen soruları, işine geldiği gibi yanıtladı. İşine gelmeyen birkaç soruyu da ‘Burası yeri değil. Bunu anlatmak çok uzun sürer’ diyerek kestirip attı. Sonra da arkasına bakmadan çıkıp gitti.
5 dakika sonra Hiddink geldi oturdu. Türk gazetecilerden de bizden başka kimse kalmamıştı. Önce Hollandalı gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Karşıdan bir soru yönelttim, dedim ki ‘Yabancı oyuncu sayısı Fenerbahçe’den hem daha az, hem de daha genç takımsınız?’ Çok fazla bir şey söylemek istemedi. Ne de olsa profesyonel adam.
Ama Hiddink, basın toplantısından sonra bizden kurtulamadı. ‘Çok fazla soru istemem. Çünkü az sonra bira içmeye gideceğim’ dedi. Çok keyifliydi ve elinde kırmızı şarap bardağı vardı. ‘Daum, biraz önce ‘Türkiye’de yabancı oyuncu sınırlaması kalksın, başarısızlığın sebebi bu’ dedi. Siz ne dersiniz?’ dedim.
Hiddink başladı... ‘Dünya futbolunda İlk 3’e veya 4’e girememiş futbolda ilerlememiş ülkelerde yabancı futbolcu sayısının çoğunlukta olması tabii ki önemlidir. Ama kendi futbolcusuna da önem vermelidir. Ben 15 yıl önce Türkiye’de çalıştım. Orada potansiyel olarak futbol zenginliği gördüm. Ve de bu da orada var. Devam ettim ‘Fener kadrosu elinizde olsa ne yapardınız?’...
‘Ben şu an PSV’den sorumluyum. Bundan 15 sene önce F.Bahçe’de çalıştım. Büyük bir kulüp ve hızlı bir şekilde büyümeye devam etmiş. O zamanki kadro ile bugünkü kadro arasında çok fark var. Teknik olarak pek fazla bir şey diyemem. Çünkü sorumlusu ben değilim. Bu işin içinde olmadığım için bu konuda fikir yürütemem.’
Sevgili okuyucular... Hiddink bunları söylerken yüz ifadesine bakıyorum, sanki ‘Bu F.Bahçe kadrosu benim elimde olsa Şampiyonlar Ligi’nde çok daha başarılı olurum’ der gibiydi. Ama meslektaşını fazla hırpalamak istemiyor. Zaten kadronun çok farklı olduğu, ama teknik olarak bir şey söyleyemeyeceğini belirtmesindeki mantık da bu zaten.
Türklerde kapasite var
Sorularıma devam ediyorum... ‘Daum ‘Rakiplerimizdeki yabancı oyuncu sayısı bizimkinden çok fazla olduğu için başarısız olduk’ dedi. Türk futbolcusu sizce yeterli mi?’
Hiddink, ‘Başarılı olmak için Türk futbolcunun kapasitesi vardır ve yeterlidir. Bu akşam (önceki akşam) PSV’ye baktığınızda yabancı futbolcu sayımızın F.Bahçe’den daha az olduğunu görürsünüz. Tabii ki çok kaliteli yabancı oyuncu takıma büyük katkı sağlar. Ama bunun çok kaliteli birisi olmasına dikkat etmesi lazım. Dünya futbolunda ilk 4’e giren İngiltere, İtalya, İspanya ve Almanya’ya bakıldığında alt yapıya ne kadar değer verdiklerini görürsünüz. Bu ülkelerde çok iyi altyapı eğitimi yapılmakta ve alt yapıya büyük önem vermektedirler. Tecrübelerime dayanarak ve de Türkiye’de çalışmış biri olarak şunu söyleyebilirim. Türk futbolcusunda futbol hazinesi vardır ve bu kapasiteye sahiptir. Teknik konuda kendilerinde büyük bir birikim zenginliği vardır. Başarıyı yabancı oyuncularda aramak yanlıştır.’
‘Siz kendi Alex’inizle, Daum’un Alex’ini bağladınız. Hiç tepki gelmedi, gelseydi ne yaparsınız’ diyerek devam ettim.
‘Bizim Alex’i önce Anelka’ya verdim, marke etmesi için görevlendirdim. Zaten Anelka’dan fazla süt sağılamadı. Anelka çıktıktan sonra bu sefer Alex’i F.Bahçe’nin Alex’ini marke etmesi için görevlendirdim. Zaten ilk yarıda da Simons’un Alex’i durduğunu düşünüyorum. Biz bugünkü taktiğimizde F.Bahçe’nin silahlarının çalışmaması için uğraştık. Onları durdurduk ve bu sonuca ulaştık.’
Sevgili okuyucular. Hiddink’in son soruda verdiği cevaplar F.Bahçe kadrosunun PSV’den daha iyi olduğu yönünde. Ne diyor, ‘F.Bahçe’yi durdurduk. Silahlarını kitledik, sonra da vurduk.’ Ama Daum, Hiddink tarafından kitlenen F.Bahçe silahlarını oyunun içinde fark edemiyor. Hiddink kendi kadrosunda olmayan, ama her teknik adamın ağzının suyu aktığı Anelka ve Alex’i kitleyip F.Bahçe’yi durduruyor, Daum da kenardan macera filmi seyreder gibi seyrediyor. Hiddink’in yaptığı hamlelere hamle ile karşılık veremiyor. Ama bir şeyi çok iyi yapıyor. Başkanına yağ çekip, yabancı futbolcu istemeyi.
Bahtiyar’dan şarkılar
Altan Tanrıku ile beraberiz, o da Hiddink’e soruyor ‘Hem Avusturalya Milli Takımı’nı, hem de PSV’yi çalıştırıyorsunuz. İkisinde de başarılısınız. Hangisi sizi daha çok mutlu ediyor.’
Yanıt: ‘Benim için başarı önemlidir. Avustralya gibi yıllarca başarıya aç bir ülkeyi başarıya ulaştırmak bana büyük keyif verdi.’
Milyon dolarla futbolcular alan, bırakın Şampiyonlar Ligi’ni UEFA’da bile olamayan, 150 milyon dolar borcu olan, maçtan önce ve sonra yönetim kurulu istifaya davet edilen G.saray’ın şuan sadece 4 puan önünde olan, Trabzon’un ve Beşiktaş’ın olmadığı bir Türkiye Ligi’nde 2 sene şampiyon olan, iki yıl futbol oynamadan şampiyon olan bu F.Bahçe’nin hakkında bize ancak şu yorumu yapmak düşer. Aziz Yıldırım başkan, Daum teknik direktörü. İkisi de birbirinden çok mutlu ve mesutlar. O zaman da bize Zeki Müren’in o meşhur Bahtiyar parçasının finalini söylemek düşer... Adım Mesut, soyadım Bahtiyar. Yıllarca siz Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz...!
Erman Hoca’nın cesur yorumları için
BLOG ERMANHOCA yazıp Turkcell 2727’ye gönderin
Yazının Devamını Oku