Hükümet üyelerinden fazla ses çıkmazken, Cumhurbaşkanlığı danışmanları birbiri peşi sıra Merkez Bankası’nın bu ay faiz indirmesi gerektiği yolunda demeçler vermeye devam ediyorlar.
Peki, Merkez Bankası yönetimi bu baskılara boyun eğer mi, istendiği gibi faizde üst sınırı aşağı indirir mi?
Bu sorunun yanıtını vermek için birkaç unsura bakmak gerek. Birincisi; perşembe günkü PPK toplantısı Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın son toplantısı. Kendisinin hala bir umudu var mı bilmiyoruz ama piyasalar da, biz de Başçı’nın kesin olarak yeniden atanmayacağını tahmin ediyoruz. Neden derseniz bir bankacının dediği gibi; “Babacan’ı, Başbakanın söz vermesine rağmen eski görevine getirmeyen makam, Babacan’ın adamını görevde tutmaz” denilebilir. “Bunu bile bile Başçı itibarını öne alıp faiz indirim kararı vermez” diye düşünmek rasyonel olanı ama dediğimiz gibi; Başçı’nın hala bir umudu var mı bu şansını kullanmak için taleplerine yerine getirir mi, bilemiyoruz.
Teknik nedenlere gelince; bankacıların çoğunluğu teknik olarak bakıldığında, bu kadar yüksek enflasyon varken, net döviz rezervleri bu kadar azalmışken, normal olarak faiz indiriminin düşünülmemesi gereken bir süreç yaşadığımızı söylüyorlar.
Buna rağmen Merkez Bankası faiz indirir mi derseniz, piyasanın bu konudaki tahmini değişik. Neredeyse yarı yarıya, bu ay faiz indireceğini söyleyenler de var, bu ay sinyalini verip kur böyle giderse nisan-mayıs aylarında indirime gideceğini tahmin edenler de. Dediğimiz gibi normal olarak ne bu ay, ne birkaç ay içinde faiz indirmenin doğru olmayacağının düşünenler çoğunlukta ama buna rağmen birkaç ay içinde indirim bekleyenlerin sayısı bir hayli yüksek.
Turizmcilere göre son yaşanan patlamalar sonrası Avrupalı turistlerde de yaşanacak sıkıntıyla birlikte bu yıl beklenen 8 milyar dolarlık kaybın 12 milyar dolara çıkacağı hesaplanıyor. Turizmdeki bu kaybın domino taşı gibi tüm sektörlere yayılması bekleniyor.
YAŞANAN son terör olaylarından sonra, özellikle Avrupalı turistlerin gelişinde yaşanacak sıkıntı nedeniyle, bu yıl turizm gelirlerinde beklenen 8 milyar dolarlık kaybın, 12 milyar dolara kadar çıkacağı hesaplanıyor. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın (ATSO) başarılı üyeleri için yaptığı ödül töreni nedeniyle, hafta sonu Antalya’daydık. Tören öncesi ATSO Başkanı Davut Çetin, ATSO Başkan Yardımcısı aynı zamanda Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği (AKTOB) Başkanı Yusuf Hacısüleyman ve ATSO Sayman Üyesi Hüseyin Barut ile uzun sohbet imkanı bulduk. Bu sohbetten çıkardığım genel sonuç; turizmde yaşanacak kayıpların beklenenden çok daha yüksek olacağı, buna bağlı tarım başta olmak üzere yaşanan sıkıntının tüm sektörlere yayılacağı ve işsizlikte ciddi artışa yol açacağı yönünde. Şu an turistin az olduğu aylar olduğu için sıkıntının çok iyi görülmediği, asıl korkutucu tablonun mayıs ayından sonra ortaya çıkacağını söylüyorlar.
ATSO Başkan Çetin yaşanan ekonomik sıkıntı nedeniyle Rus turist sayısının geçen yıl da azaldığını ama bu yıl neredeyse tümüyle kesildiğini söyledi. Ayrıca Almanya başta olmak üzere Avrupa’dan turist gelişinde ciddi azalma beklediklerini söyledi. Konuştuğu 7 otel sahibi bir işadamının bu yıl otellerinin yarısını açmayacağını söylediğini, Alanya başta olmak üzere bazı bölgelerde otellerin hiç açılmayacağını, iflas ertelemelerin artmaya başladığını kaydetti. Çetin, bu yıl Antalya’daki sıkıntı nedeniyle 80-100 bin kişi arasında eksik istihdam yaşanacağını tahmin ettiklerini kaydetti.
Bu ihtiyacın aciliyet kazanması üzerine son dönemde özel sektör kuruluşlarının bu amaca dönük çabalarını arttırdıklarını gözlüyoruz.
Bugün TÜSİAD’ın düzenlediği “Türkiye’nin Sanayi 4.0 Dönüşümü” konferansı yapılacak. Konferans öncesi TÜSİAD’da, bir grup gazeteci, bu konuda oluşturulan çalışma grubu temsilcilerinden ön bilgi aldık. Bugün Sanayi 4.0 girişimine neden gerek duyulduğu, neler yapılması gerektiği, gerçekleştirildiği takdirde ülkenin kazanacakları, şimdiden hazırlık yapılmadığı takdirde özellikle rekabet gücü açısından kaybedeceklerimiz, bir rapor halinde bugün sunulacak.
Özetlemek gerekirse; TÜSİAD daha önce oluşturduğu “Sanayide Dönüşüm Masası” çalışmalarını Sanayi 4.0 adı altında toplayıp, bir farkındalık yaratmak ve daha geç olmadan devlet dahil herkesi harekete geçirmek amacı taşıyor.
Almanya’nın 4. Sanayi devrimi kavramından yola çıkarak başlattığı Sanayi 4.0 hareketi, başka isimlerle ABD dahil bir çok ülkede harekete geçmiş. İleriye dönük olarak ülkeler kendi sanayilerinin gelişen şartlara uyumu için şimdiden planlama yapıyorlar. İsmi üzerinde tartışma yapılabilir ama anladığımız kadarıyla TÜSİAD’ın amacı bu konuda öncülük yapıp, tüm paydaşların katılacağı bir platform yaratarak, bu konudaki farkındalığı artırmak.
Ankara’da yaşayan bir gazeteci olarak, terör belasının şehrin her noktasına sindiğini, yüzü gülen kimseye artık rastlanılamadığını söyleyebilirim. Tabi ki ülkenin her yanında aynı acı paylaşılıyor ama 5 ayda üçüncü felaketin yaşanması, herkesin yakınları ve tanıdıklarının heran bulunma ihtimali olan yerlerde meydana gelen patlamalar, doğrudan olmasa da dolaylı biçimde bombalamalarda ölen bir tanıdığa rastlamaları, Ankara’da yaşayan halkın enerjisini tüketmiş durumda.
“Terörün istediği bu” ya da “buna rağmen birlik içinde dik durmak zorundayız” gibi sözlerde haklılık payı olabilir ama böylesine bir ortamda insanların bir şey olmamış gibi davranmalarını beklemek imkansız. İnsanları bu ruh haline sokan hataların, hata yapan yöneticilerin sorgulanmasının “dik durmamız lazım” bahaneleri ile savsaklanmaya çalışılması ise belli ki durumun devamını sağlıyor.
Böyle bir ortamda bir Ankaralı olarak yazı yazmanın, hele ki ekonomi içinde kalmaya çalışmanın ne kadar zor olduğunu, umarım anlarsınız.
Yaşananlara ekonomik sonuçları açısından baktığımızda, günlük piyasa hareketlerinde çok etkili olmadığını söylemek gerek. Piyasalar bu tür terör hareketlerine, çok büyük bir sonuç doğmadığı takdirde fazla tepki vermiyor. Ancak daha büyük siyasi gelişmeleri satın alma havasında. Bunun en önemli nedeni ise küresel iklimin olumlu seyretmesi. Küresel ortamdan yararlanarak, artık yılın tümüne yayamayacaklarını gördükleri iyileşmeyi satın alıp, karlarını maksimize etme kaygısı içindeler. Esen havayı atlamama isteği terör olaylarından fazla etkilenmelerini engelliyor.
Yaşadığımız terörün piyasada kısa vadede etkisi görülmezken, ileriye dönük riskleri biriktirdiği, yani tüm bunların ileride satın alınacak olumsuzlukların içinde yer alacağını söylemek gerek. İçeride ve dışarıdaki piyasa oyuncuları gelinen bu noktada iç ve dış politika hatalarının büyük payı olduğunu da, bu gidişle çok daha büyük travmaların bizi beklediğini de görüyorlar. İleriye dönük kaygıları büyüyor, bozulan beklentiler bir gün satın alınacak ama şimdi değil..
EKONOMİK SONUÇLAR
Bu kapsamda Hükümetin hazırladığı, patent düzenlemesini de kapsayan yeni sınai mülkiyet yasa taslağının önemli bir adım olduğunu yazmıştım. Bu yasanın bizi uluslararası çağdaş mevzuata uyumlu hale getireceğini ama bunun ötesine geçmek için ek tedbirler gerektiğinden de söz etmiştim. Teknolojik sıçrama adına, yasa taslağını fırsat bilip, daha yapılması gerekenler üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) yasa taslağı için bir değerlendirme notu yayımladı. Notta dünyanın ve bölgemizin hızla değiştiği, Türkiye’nin uyumun ötesinde teknolojik sıçramaya ihtiyacı olduğu belirtiliyor. Teknoloji yüksek ürün üretimi ve ihracatına geçerken, mutlaka yabancı sermaye çekmek gerektiği de açık. Yeni teknolojilerin transferini içeren yatırımlar için Türkiye’yi cazip ve tercih edilir kılmak, benzer ülkeler arasında yatırım ortamı açısından daha avantajlı hale getirmek şart. Yatırım ortamının beşeri sermaye, araştırma ve üretim altyapısı gibi farklı bileşenleri olduğundan söz edilen Not’ta, bunlardan birinin fikri mülkiyet haklarına ilişkin düzenlemeler olduğunun altı çiziliyor.
Notu kaleme alan TEPAV İnovasyon Çalışmaları Program Direktörü Selin Arslanhan Memiş ile daha somut tedbir ihtiyaçlarını konuştum. Memiş bu yasanın önemli bir adım olduğunu ama diğer gelişmekte olan ülkelere göre Türkiye’yi cazip kılacak ek hızlandırıcı önlemlere ihtiyaç olduğunu söylüyor. Geçen yazıda sözettiğimiz “biyoteknolojik buluş” tanımının mutlaka sınai mülkiyet yasa tasarısına eklenmesi gerektiği görüşünde.
Yine tasarıya AB mevzuatında da bulunan ek koruma belgeleri (SPC) ile ilgili düzenleme eklemek gerektiğini, bunun bizi tercih edilir ülke yapacak unsurlardan biri olduğunu söylüyor. Böylece uzun süren pahalı ar-ge faaliyetleri sonucu elde edilen ürünlerin pazara verilmesi için zorunlu ruhsatın verilmesi işlemleri sırasında harcanan sürenin telafisi için patent süresi bitiminde devreye giren ek koruma belgeleri ile 20 yıllık koruma süresinin en fazla 5 yıl uzayabileceğini söylüyor. Veri münhasiriyeti uygulamasının uzatılması ve AB ile uyumlu hale getirilmesinin 6 yıl olarak uygulanan süreyi 11 yıla çıkarabileceğini belirtiyor.
Oluşturulan 199 maddelik taslak, 20 Şubat’ta Gebze’de Sanayi ve Teknoloji Bakanı Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın düzenlediği toplantıda paydaşlara anlatıldı. Yerli ve yabancı paydaşlar bazı eklemeler istedilerse de taslağı olumlu buldular
Bilgi veren yetkililer patent’le ilgili Avrupa Birliği ile uyumlu, çağdaş bir düzenleme öngörüldüğünü, TBMM de ciddi değişiklik yapılmaması gerektiğini belirttiler.
Yasa gerekçesinde de belirtildiği gibi patentle ilgili yasa maddeleri mevcut kararnamenin, Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri ve uygulama sorunlarını çözmek amacıyla yapılan küçük değişikliklerle yasa haline getirilmiş. Taslağın diğer ayaklarından olan coğrafi işaretleme konusunda AB’nin bazı itirazları olduğu ama bunun AB ile ABD arasındaki görüş ayrılıklarının uzantısı olduğunu öğrendik. Diğer ayak olan marka hakkı konusunda da yine uluslararası uyuma özen gösterdiği belirtiliyor.
Başka bir yenilik de üniversitelerdeki mevcut buluş potansiyelinin ortaya çıkarılması ve ekonomiye kazandırılması amacıyla üniversite mensubu buluşlarının hak sahipliğinin yüksek öğretim kurumlarına verilmesi yönünde düzenlemelere yer verilmesi olmuş.
Bu kapsamda AB ile 7. fasıl olan fikri mülkiyet hakları faslının kapatılması için patent hakkının tüketilmesi, ek koruma sertifikaları gibi düzenlemelere de ihtiyaç olacağı, yasaya bunların da eklenebileceği da kaydediliyor.
Mevcut taslak için düzeltilmesi istenen bazı hususlar da var. Bunlardan ilki uygulamada sorun olabilecek biyoteknolojik buluş kavramına ilişkin. Taslakta biyoteknoloji ifadesinin kullanılmamasının bu konuda hukuki korumanın belirsizleşmesine yol açıp, uygulamada sorun olabileceği belirtiliyor. Bu nedenle uluslararası metinlerde yeralan “Biyoteknolojik buluşlar” tanımının taslağa eklenmesinin ileride yaşanacak sorunları engelleyebileceği belirtiliyor.
DÜZELTİLMESİ İSTENEN MADDELER
Dışarıda perşembe günü yapılacak Avrupa Merkez Bankası toplantısından mevduatta faiz indirimi kararı çıkma beklentisi, petrol fiyatlarında görülen kısmi artış ve bunun tahvillere yansıması, içeride son enflasyon rakamlarında görülen düşüş, bu iyimserlik havasının bu haftaya da yansımasını sağladı diyebiliriz.
Çin Ulusal Kongresi’nin önümüzdeki döneme ilişkin hedeflerini belirleyip açıklaması da dünkü küresel piyasalarda etkili oldu.
Tüm bunlar piyasaların özlediği, satın almaya can attığı gelişmeler olarak gözüktü.
Halbuki örneğin ABD’de geçen hafta sonu açıklanan veriler aslında her tarafa çekilebilecek kararlar olarak gözüktü.
Şimşek, “2002-2007 arasında yaptığımız gibi” diyerek, yine yapabileceklerini söylemeye çalışmış.
Şurası çok açık ki; Türkiye mevcut gündemiyle algısını düzeltemez. Yapısal reformları yapar mı bilmiyorum ama hükümetin performansını yükseltmesi de algıyı düzeltmesi de, bu gidişle çok zor görünüyor. Dolayısıyla bu görüntü sürdüğü müddetce yapısal reformları yapsa da sonuç alması çok zor görünüyor.
Çünkü Şimşek de biliyor ki; hem içeride hem de dışarıda, mevcut hükümetin gücü, istikrarlı olup olmayacağı konusunda bile ciddi endişeler var.
Bunun yanında ülkede yaşananlar hem demokrasi ve basın özgürlüğü, hem de “Sermayeye yapılan baskılar” konusunda ciddi şüphe uyandırmış durumda. Böyle bir havada hükümetin performansını yükselteceğini, algıyı düzelteceğini bekleyenler özellikle sermaye kanadında pek bulunmuyor.