Başbakan Ahmet Davutoğlu, yurtdışı seyahatlerinin hepsinde “Ekonomik reformları yapacağız, gelin bize yatırım yapın” dedikçe, bir yandan içerideki çatışmalar, hapisteki gazeteciler ile bölgedeki savaştan nasıl etkileneceğimiz sorulurken, öte yandan “Ekonomik reformları bir yapın da görelim” deniyor.
Kısacası; Türkiye’de yatırım yapması muhtemel yabancılar, bir yandan ekonomik, diğer yandan iç ve dış siyasi gelişmeleri izleyip, yatırım kararı vermek için somut gelişmeleri izleyeceklerini açıkça söylüyorlar. Bazı bakanların da itiraf ettiği gibi, getirip para yatırmaları için Türkiye’de yaşanacak gelişmeleri, yani önlerini görmek istemeleri çok doğal.
Eğer büyümek için dış yatırıma ihtiyacınız varsa ve yatırım yapacak kişilerin de böyle bir beklentisi olduğunu biliyorsanız, yapmanız gereken tedirginlikleri, belirsizlikleri giderip biran önce yabancıların yatırım için ülkeye gelmelerini sağlamaktır, öyle değil mi?
Peki, Türkiye buna karşılık ne yapıyor?
İçeride bizim gibi, dışarıda yabancılar da izliyor; en yetkili ağızlardan başlamak üzere herkes, her gün yeni bir boyut kazandıracak biçimde, çatışma ve savaş dile getiriyor. Son olarak geçtiğimiz cumartesi günü, ABD ve Rusya’nın desteğindeki YPG güçlerine karşı, yoğun topçu atışları yapıldı. Son günlerde giderek artan biçimde Türkiye’nin Suriye’ye gireceği konuşulurken, Suudi Arabistan uçakları İncirlik üssüne geldi. Dışişleri Bakanı açık açık Suudi Arabistan ile birlikte Suriye’ye askeri harekattan söz edebiliyor...
Tüm bunlar olurken, içeride çatışmalar hala devam ediyor, İçişleri Bakanı operasyonların yeni ilçelere yayılacağını söylüyor.
Bu tavan fiyatın bir özelliği ise Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile satıcı ve üreticilerin toplanıp bu kararı almış olmaları. Tavan fiyat 5-6 ay uygulanacak, başarılı olmazsa o zaman et ithalatı yapılacak…
Kırmızı ette geçilen tavan fiyat, özellikle son yıllarda Hükümetin sıkıştığı zaman başvurduğu yöntemin son örneği. Zorunlu kalınca uygulanıyor; çünkü piyasa ekonomisinde mal ve hizmet fiyatlarına tavan uygulamak, aslında işin mantığına aykırı. Bu nedenle de fazla tepki çekmemek için “ben bunu uygulamak zorunda kaldım” noktasına gelen kadar bekliyorlar.
Halkın yararına olduğu gerekçesiyle böyle bir yöntem uygulandığı için tavan fiyat vatandaştan tepki görmüyor. Aksine “Hükümet bizi korumak için tavan fiyat uyguladı” denilerek, halkın daha fazla desteği kazanılıyor.
Acaba tavan fiyat uygulaması gerçekten halkın yararına mı?
Her gün dinlediğimiz yeni örnekler, daha büyük sıkıntıların geldiğinin işareti gibi.
Sıkıntıların büyüdüğünü, özellikle küçük ve orta ölçekli reel sektör temsilcilerinin yakınmalarından da anlıyoruz. Bankacılar da geri dönmeyen kredilerinin, ne kadar döndürmeye çalışsalar da büyümeye devam ettiğini kaydediyorlar. Bankacılık kesiminde, Rusya gerginliği nedeniyle, zor duruma giren turizm sektörüne ilişkin olarak devlet katkısı yönünde bir adım atma beklentisi olduğunu söylemeliyiz. Bankacılar belli ki kullandırdıkları ama aksayan turizm kredileri hakkında harekete geçmek için bu devlet adımını bekliyorlar.
Geçen gün bir büyük işadamı, ticari hayatın tıkandığını anlatırken, şu örneği verdi: “Bir tekstilci arkadaşım Aksaray’da 4-5 katlı bir binayı kiralamış yıllardır buradan yüklü satışlar yapıyordu. Geçen ayın sonunda konuştuğumda, cirosunun bile aylık bina kirasını karşılamaya yetmez hale geldiğini, satışların iyice durduğunu anlattı. Daha fazla dayanamayacağını, kapatacağını söylüyor” dedi. Aynı işadamı turizm sektöründe sorunun kamuoyuna yansıdığından çok daha büyük olduğunu, sadece Rusya’dan değil Avrupa ülkelerinden yapılan rezervasyonların bile iptal edildiğini, bu konuda mutlaka adım atılması gerektiğini söylüyordu.
PARA ARTARSA SGK PRİMİ
Bir başka arkadaşım, şahit olduğu bir olayı anlattı. Arkadaşının İstanbul’a yakın bir ilde fabrika binası varmış ve bunu kiraya vermiş. Geçen yılın sonlarına kadar her şey normal, kiralar zamanında ödeniyormuş ama birdenbire kiralar aksamaya başlamış. Kiracı olan sanayiciye gittiğinde elindeki vadesi geçmiş onlarca çek ve senedi sallayarak, “Ben bu işletmeyi sürdürmek zorundayım ama sattığım malın tahsilatını yapamıyorum. Buna rağmen mal alıp üretime devam etmek zorundayım. Ancak işler düzelene kadar senin kiranı ödeyemem. Önce işçiye elden maaşını verip, para artarsa SGK primini ödeyeceğim, yine artarsa vergimi ödeyeceğim, ondan da artarsa senin kiranı ödeyeceğim” demiş.
Rusya ile yaşanan gerginlik nedeniyle, turizm, tavukçuluk gibi sektörlerde sıkıntılar artarken, bu sektörlerde çalışan şirketlerin doğal olarak bankalarla başı derde giriyor.
Mevcut gerginliğe dayalı dış politikanın devamı halinde sıkıntının büyümesi de kaçınılmaz.
Ancak bunların ötesinde genel bir kredi sorunu başladı ve bu nedenle özellikle KOBİ temsilcileri, “Bankalar büyük şirketlere kredi vermeye devam ederken, bize artık vermiyorlar” demeye başladılar.
Böyle dönemleri daha önce de yaşamıştık; işadamlarından gelen şikayetler artar, arkasından hükümetin banka suçlamaları gelir.
Piyasalarda, beklenen bir oran olduğu için, yükselen enflasyon nedeniyle fazla moral bozukluğu olmadı. Ocak ayı sonunda yıllık enflasyonun çift haneye çıkıp çıkmayacağı tartışıldığı için, bir anlamda çift haneye çıkmaması moralleri korudu diyebiliriz. Ancak piyasada hala bu yıl içinde enflasyonun çift haneye çıkacağı beklentisi var ve büyük ihtimalle bu orana Şubat ayı sonunda ulaşılacağı söyleniyor.
Çünkü geçen yıl Şubat ayı tüketici fiyat artışı yüzde 0.7 idi. 2016 Ocak sonunda, dünkü rakamlarla yıllık enflasyonun yüzde 9.58’e çıktığını göz önüne alırsak, Şubat ayındaki tüketici fiyat artışının yüzde 1.3 civarında gelmesi halinde, enflasyon yıllık bazda çift haneye çıkmış olacak.
Ocak ayı fiyat rakamlarına baktığımızda yılbaşında vergi zammı yaşanan sigara ve içki fiyatlarındaki artışın endekse artırıcı yönde etki yaptığı, açıkça görülüyor. Bunun yanında lokanta fiyatlarına da bu artış yansımış durumda.
Ancak görünen başka bir gerçek de, bu mallardaki fiyat artışı yüksek olmasına rağmen, fiyat artışının endeksin geneline yayılmış olması. Bazı hesaplamalara göre endeksin yüzde 72’sinde Ocak ayında fiyat artışı yaşandı, yani genel bir artış sözkonusu.
Bununla birlikte eleştirilerin daha çok ekonomideki kırılganlıkların bankaları etkilemeye başladığı, yani ileriye dönük makro ekonomide artacak risklerin bankacılığı daha zor durumda bırakacağı noktasında birleştiğini de söylemek gerekiyor. Yani bankacılığa gelen eleştiriler daha çok ileriye dönük uyarı niteliği taşıyor.
Konuyla ilgili yorum aldığım bankacılar da, şimdilik ciddi bir risk olmadığını, bankalara dönük rating indirimi gelmeyeceğini ama ileriye dönük risklerin birikmesine de dikkat etmek gerektiğini söylüyorlar.
Dün Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından açıklanan 2015 yılı bankacılık verileri de sermaye yeterliliği gibi rasyolarda sektörün hâlâ iyi durumda olduğunu ama kârlılığın azaldığını gösteriyor. Aktif büyüklüklerine baktığımızda kârlılık daha da az görünüyor.
Bu arada bankacılar, özellikle tahsili gecikmiş alacakların önümüzdeki döneme ilişkin ciddi bir risk oluşturabileceğini, makro ekonominin böyle bir tehlike barındırdığının altını çizip, bu verilerin gecikmeli geldiğini hatırlatıyorlar.
İşte bu nedenle önümüzdeki döneme ilişkin risk uyarıları da artmaya başladı. Dün bir değerlendirme yapan Standard & Poor’s, Türk bankalarını bu yıl bekleyen iki önemli riskin “finansman ve varlık kalitesi kırılganlıkları” olduğunu söyledi. Yapılan değerlendirmede bankaların fonlama ve aktif kalitesinin kırılgan olduğuna dikkat çekilerek, “Bu iki unsur şu anda bir tehdit oluşturmamasına rağmen, politikalardaki belirsizlik ve yurtdışı ortamdan kaynaklanabilecek ekonomik baskı ve güven erozyonu gerçek sorunların oluşmasına yol açabilir” denildi.
Raporda Türk bankalarının mali durumları ve performanslarının “son yıllarda bozulan” yerel ekonomi ve politika ortamı ile yakından ilintili olduğu ifade edilerek, kredi notu verilen altı Türk bankasının kredi notu görünümünün ülke notuna paralel olarak “negatif” olduğu belirtildi. Negatif görünümün gelecek 12 ayda aktif kalitesinin belirgin ölçüde bozulabileceğine ve toptan yurtdışı fonlamanın oranının artmaya devam edebileceğine işaret ettiğinin altı çizildi.
Bakanların bile bu konularda tatminkar yanıt vermekte zorlandıklarını duyuyoruz.Hükümet üyelerinin yabancılarla görüşmelerinde en çok karşılaştıkları sorular; başkanlık tartışmaları, yeni bir seçim ya da referandum ihtimali, demokraside geri adımlar, hapisteki gazeteciler, öğretim üyelerine açılan soruşturmalar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki çatışmalar ve insan hakları ihlallerine ilişkin oluyor. Başbakan ve hükümet üyeleriyle görüşen yabancı işadamlarının, Türkiye’deki sivil kesimlerle yaptıkları görüşmelerde, “Hükümetin bu konularda yanıt vermekte zorlandığını, siyasi açıdan risklerin giderek büyüdüğünü gözlediklerini” söylediklerini duyuyoruz. Özetle; yabancı yatırımcılar bir yandan reform programlarını, bu programların hayata geçmesiyle doğacak fırsatları araştırıyorlar ama öte yandan yatırım için uygun bir siyasi iklim olduğu konusunda ciddi şüpheler taşıyorlar.Bu ortamda,
Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yabancı sermayeyi, hele ki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmesinin bir hayli zor olacağı ortada.Bir başka deyişle hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın sık sık vurguladığı “1 Kasım seçimleriyle birlikte Türkiye’ye yeniden siyasi istikrar geldi” sözü boşta kalıyor. İstikrarın sağlanamadığını artık yabancılar bile görüyorlar.İşte bu konuda geçen hafta uluslararası rating kuruluşlarından JCR’dan gelen uyarı dikkat çekiciydi. JCR Eurasia Rating Başkanı Orhan Ökmen, 2016 yılında olası bir not değişikliğinin ekonomiden ziyade politik alandaki tartışmalarla ilgili olabileceğini söyledi. Yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye’nin dış borç bağımlılığının ve kısa vadeli borçların baskınlığının giderek artıyor olması karşısında döviz rezervlerindeki kaybın Türkiye’nin en önemli riskleri arasına girdiğini belirterek, “İç ve dış siyasi riskler ile demokrasi standartlarındaki bozulmaların ekonomi ve yatırımcı atmosferi üzerinde yarattığı tahribat ve güven eksikliği, son yılların en yüksek seviyesine ve yönetilebilir olmaktan çıkma noktasına ulaşmıştır” dedi. Bu nedenle muhtemel not değişikliğinin daha çok politik katılaşmalarla ilgili olabileceğinin altını çizdi.
YÖNETİMDEKİ İKİLİK ALGISI
Piyasalardaki genel kanı Merkez Bankası’nın bağımsız davranamadığı, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile geçen yılki tartışmadan sonra tümüyle bağımlı hale geldiği yönünde.
Önceki gün yılın ilk Enflasyon Raporu’ndaki metin ve Başkan Erdem Başçı’nın söyledikleri üzerinden piyasa uzmanları çeşitli yorumlar yapıyorlar. Teknik olarak bakıldığında Enflasyon Raporu’nda yazılanlar ve Başçı’nın söylediklerinin piyasaları tatmin etmediği çok açık ortada. Uzun süredir uzak ara tutmayan enflasyon tahminlerinin çok daha kapsamlı ve bilimsel analizlere ihtiyaç gösterdiğinin alını çizerek, Merkez Bankası’nın gerekli özeleştiriyi yapamadığından yakınıyorlar. Objektif bir rapor çıkmasının Merkez Bankası’nın güvenirliliğine katkı yapacağını, Başkan Başçı ve yönetimdeki ekibin itibarını yükselteceğini ama bunun yapılmadığını söyleyen bankacılar var.
Başkan Başçı’nın 19 Nisan’da sona erecek Başkanlığından sonra yeniden atanıp atanmayacağı ile önceki günkü söylemiyle ilişki kuran yorumlar da yapılıyor. Bir bankacı, 2. Enflasyon Raporu açıklamasının 26 Nisan’da yapılacağını yani Başçı’nın önceki günkü açıklamasının son Enflasyon Raporu açıklaması olduğunu hatırlatarak, “Bizim beklediğimiz koltuğu bırakacak, hem de üniversiteden gelen bir Başkanın çok daha kapsamlı, gerekirse kendini de eleştiren kapsamlı bir enflasyon özeleştirisi yapmasıydı ama yapmadı” dedi. Buradan yola çıkarak, “Bu tavır Erdem Başçı’nın yeniden başkan atanma ihtimalinin arttığının bir göstergesi olabilir” diyen aynı bankacı, bu nedenle teknik ve hükümeti de zor durumda bırakabilecek bir analiz yapmamış olabileceği tahminini iletti.
Bu arada bankacıların Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Davos gezisini yakından izledikleri görülürken, aynı yerde bulunan Merkez Bankası Başkanı