Ercan Kumcu

Gelişmekte olan Avrupa ülkeleri yabancı sermayenin yıldızları oldu

27 Şubat 2006
ÖDEMELER dengesinde bir ülkeye net bazda giren yabancı sermaye (doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları ve borçlanmalar) finans hesabı adı altında sınıflandırılıyor. 2005 yılında Türkiye’nin ödemeler dengesinde finans hesabı 44 milyar dolar fazla verdi. Bir başka deyişle, ülkemize giren yabancı mali kaynaklar 2005 yılında 44 milyar dolardı. Bu rakamın büyüklüğünü iyi görebilmek için küresel bazda sermaye hareketlerine daha yakından bakmak öğretici olacaktır.

TÜRKİYE’NİN YERİ

Türkiye’nin de içinde olduğu ve yükselen piyasalar (
emerging markets) adı verilen sermaye hareketleri serbest gelişmekte olan ülkelerin 2005 yılında 233 milyar dolar cari işlemler fazlası verdiği tahmin ediliyor. Buna karşılık, bu ülkelere giden yabancı sermaye toplamının 358 milyar dolara çıktığı düşünülüyor. 2005 yılında bu ülkelerin döviz rezervleri 410 milyar dolar kadar arttı. Kaba bir hesapla, Amerika’nın dış açığının üçte ikisini bu ülkeler finanse etti denebilir.

Gelişmekte olan ülkelere giden yabancı sermayenin bölgesel dağılımında 2004 yılından bu yana dikkat çekici bir değişme gözleniyor. Asya/Pasifik ülkeleri, başta Çin olmak üzere, daima yabancı sermaye akımlarından en büyük payı alan ülkelerdir. Örneğin, 2003 yılında gelişmekte olan ülkelere giden yabancı sermaye akımı 225 milyar dolarken, bu meblağın yüzde 55’i Asya/Pasifik ülkelerine gitmiştir.

2003 yılından sonra Asya/Pasifik bölgesindeki ülkelere giden yabancı sermaye akımı 150 milyar dolar civarında kalırken, Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelere giden yabancı sermaye 2003 yılında 66 milyar dolarken, 2005 yılında 144 milyar dolara ulaştığı tahmin edilmektedir.

2003 yılından 2005 yılına yabancı sermaye akımları 225 milyar dolardan 358 milyar dolara tırmanmıştır. Artışın yaklaşık yüzde 60’ı Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelere gerçekleşmiştir. Küresel sermaye açısından, Avrupa’daki gelişmekte olan ülkeler son iki yıldır yıldızlaşmıştır.

Türkiye’ye giren yabancı sermaye 2005 yılında 44 milyar dolarken, tüm Latin Amerika bölgesine giden yabancı sermaye aynı yıl 44 milyar dolar olmuştur. Yalnızca bu rakam Türkiye’nin küresel sermaye hareketlerindeki yerinin saptanması açısından yeterlidir.

RİSK İDARESİ

Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerin küresel sermaye açısından göreli olarak daha çekici hale gelmesi bu bölgedeki ülkelerin borçlanma maliyetlerini de ciddi bir biçimde düşürmüştür
. Gelişmekte olan ülkelerin dış borçlanma faizleri ile Amerikan devlet bonosu faizleri arasındaki fark (spread) giderek azalmaktadır. Faiz farkındaki azalış en fazla Latin Amerika ve Avrupa bölgesindeki gelişmekte olan ülkelerde yaşanmaktadır.

Örneğin, 2002 yılı sonunda, Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerin ödediği faiz farkı yüzde 4’ün biraz üzerindeyken, bu fark 2005 yılı sonunda yüzde 2’ye kadar gerilemiştir. Son günlerde yüzde 2’nin altını zorlamaktadır. Buna karşılık, Asya/Pasifik bölgesindeki ülkelerin ödedikleri faiz farkı aynı dönemde yüzde 2 civarında salınırken, 2005 yılı sonunda Asya/Pasifik ülkeleri Avrupa’daki rakiplerinden daha fazla faiz farkı öder hale gelmişlerdir.

Yabancı sermaye gelirken hoş, çıkarken de acıklı olmaktadır. Bugün artan küresel sermaye hareketleri hacminde giderek daha fazla pay alan gelişmekte olan Avrupa ülkelerinin bir çoğu artan cari işlemler açığı (Rusya hariç) ile beraber büyüme ve enflasyon gibi konularda artan petrol fiyatlarına rağmen çok iyi performans göstermişlerdir.

Bundan sonra, küresel sermaye hareketlerinden doğan riskleri yönetmek çok daha önemli hale gelecektir.
Yazının Devamını Oku

Eğitim kredilerinde devlet desteği

26 Şubat 2006
TÜKETİCİ kredisi, oto kredisi, konut kredisi derken önümüzdeki dönemde en popüler olabilecek kredi türlerinden biri de eğitim kredisidir. Diğerlerinden farklı olarak, eğitim kredisi bir çeşit yatırım kredisidir. Toplumsal bir fayda yaratma potansiyeline sahiptir.

Bu özellikleriyle eğitim kredisinde devlet desteğinin olması şaşırtıcı değildir. Kaldı ki, eğitim kredileri yoluyla devletin kendi ürettiği ve ücretsiz sattığı eğitim hizmetlerine talebin azaltılabilmesi de söz konusu olabilecektir. Doğru çalıştırıldığında, eğitim kredilerine verilecek devlet desteği göründüğünden çok daha az maliyetli olabilecektir.

VADE YAPISI

Geçenlerde Milli Eğitim Bakanı
’nın eğitim kredilerinde faizin yarısının devlet tarafından karşılanacağı yönündeki açıklaması bu açıdan çok sevindiricidir. Eğitimin devlet tarafından desteklenmesi özel okulların kullandığı su ve elektriği ucuza vermek olarak düşünülmemeli eğitimi alanın desteklenmesi "eğitimi destek" politikasının ana unsuru olmalıdır. Dolayısıyla, konuya hükümetin yaklaşımı doğru yöndedir.

Kredi faizinin bir bölümünün devlet tarafından ödenmesi doğru yönde atılmış bir olsa da, yeterli olmaktan uzaktır. Bu çeşit desteğin belli bir mantık içinde yapılandırılması gerekmektedir. Her şeyden önce, eğitimin uzun dönemli bir yatırım olduğu göz önüne alınarak, bir anlam ifade etmesi için, eğitim kredilerinin uzun vadeli olması kaçınılmazdır.

Kredinin ana parasının bir yıl içinde ödenmesi demek uzun bir eğitim döneminde yıllık eğitim giderlerinin kredilendirilen bölümü kadarının ödenmesini bir yıl ötelenmesi anlamına gelir. Değil yarısını, böyle bir kredinin tüm faizini devlet ödese dahi, bu çeşit bir kredinin devlet tarafından "doğru" desteklendiği düşünülemez. Çünkü, eğitim, özellikle orta ve yüksek okul düzeyindeki eğitim, bir yıllık bir süreç değildir.

Dönemsel faizler zamanında ödense de, eğitim alanın, eğitim sürecinin sonunda çalışmaya başlamasıyla anaparayı ödemesi hedeflenmelidir. Bir öğrenci lise eğitimiyle kredi kullanmaya başlasa, eğitim kredisinin vadesinin 10 yıl kadar olması bu varsayım içinde kaçınılmaz olmaktadır.

Belli bir teminat ve kefillik yapısıyla, 20 yıl vadeli konut kredisi veren bankacılık sisteminin 10-15 yıl vadeli eğitim kredisi vermesi çok şaşırtıcı olmaz. Başlarda miktar kısıtlı olacaktır. Ama, farklı mekanizmalarla eğitim kredilerinin de ikinci piyasası yaratılabildiğinde, devletin çok daha rahat bir biçimde bu piyasaya destek vermesi söz konusu olabilecektir.

ŞARTLAR

Eğitim kredilerinde devlet destek verecekse, desteğin temeli krediyi kullananın geçmiş ve cari başarısı kriterlerden biri olmalıdır
. Çünkü, eğitim süreci içindeki başarı kredinin belli bir vade içinde geri ödenmesi olasılığını artıran bir etkendir.

Krediyi kullananın hamisi durumundakilerin gelir düzeyi de devlet desteğinin parametrelerinden biri olacaktır. Aksi taktirde, devlet, zengin çocuklarının çok fazla başarı talep etmeyen pahalı okullardaki eğitimini destekler duruma düşebilecektir. Bu da kaynakların yanlış kullanımı anlamına gelir.

Bir diğer konu hangi aşamadaki eğitim için kullanılan kredilere devlet desteğinin olacağıdır. Bir başlangıç olarak, zorunlu eğitimden sonraki eğitim için alınan krediler devlet desteği kapsamına alınabilir. Ama, üniversite ve lisans üstü eğitim için alınan krediler, belli şartlar sağlandığı taktirde, mutlaka devlet desteğine söz konusu olmalıdır.

Bakan’ın açıldığı eğitim kredisine devlet desteği sevindirici bir başlangıçtır. Ama, devletin elindeki kıt kaynakların yerinde kullanılması ve kredinin kendinden bekleneni verebilmesi açısından hem ayrıntılı bir biçimde yapılandırılmasına hem de zamana ihtiyaç vardır.
Yazının Devamını Oku

Euro’nun getirdiği sıkıntılar

24 Şubat 2006
EKONOMİK yapısı birbirine çok benzemeyen Avrupa ülkeleri parasal bir birlik oluşturdular. Kendi paralarını ortadan kaldırıp Euro adında bir para kullanmaya başladılar. Bu ülkeler parasal birliğe giderken maliye politikalarında da benzer bir yeknesaklık oluşturamadılar. Her ülkenin kendine göre çeşitli alanlarda vergi oranları var.

Para aynı olunca, paranın üzerindeki faiz oranı da tüm ülkelerde aynı oldu. Ama, enflasyon ülkeden ülkeye değişiyor. Üretimdeki büyüme de ülkeler arasında farklılık gösteriyor. İşsizlik oranlarındaki farklılık daha da çarpıcı bir resim oluşturuyor. /images/100/0x0/55eb2a4ef018fbb8f8af8ba5

Kısacası, Euro kullanan ülkelerin tüm makro ekonomik verileri birbirinden çok farklıyken, paraları aynı oldu. Aynı parayı kullanan ülkeler ücret ve fiyatlarda gerekli esneklikleri oluşturamadıklarından para birliği bazı ülkeler için bir cendere halini almaya başladı.

KİM GİDER?

Euro’yu basan Avrupa Merkez Bankası doğal olarak tek bir ülkenin ekonomik şartlarına göre değil, Euro kullanan ülkelerin ortalamalarına bakarak para politikasını oluşturmaya çalışıyor. Ortalamanın bir tarafında olan ülkeler Avrupa Merkez Bankası üzerine bir yönde baskı yaparken, ortalamanın diğer tarafındakiler farklı yönde baskı yapıyorlar. Avrupa’da para politikası giderek farklı ülkelerin lobi faaliyetlerinin bir sonucu olmaya başlıyor. Tehlike de burada başlıyor.

Euro bölgesinin genelde ekonomi alanında ve özelde para politikası konusunda iki önemli sorunu var. Birincisi, farklı ekonomik yapıların tek para altında toplanmasının getirdiği kısıtlar. Diğeri ise, parasal birliğin farklı ekonomik yapıları değiştiremeyip birbirine yaklaştıramaması. İkinci sorun giderek ağırlaşıyor. Ağırlaşan sorunların arkasında parasal birliğin gerektirdiği yeterli ücret ve fiyat esnekliğinin oluşamaması da var. Sorunlar ağırlaştıkça, "Acaba Euro kullanmaktan ilk önce hangi ülke vazgeçecek?" sorusu da daha sık sorulmaya başlanıyor.

İSPANYA VE İTALYA

Tabloda Euro bölgesindeki bazı ülkelerin enflasyon, büyüme, işsizlik ve cari işlemler dengesi rakamları verilmektedir. Bu verilerden, İspanya ve İtalya’nın Euro kullanmaktan çok memnun olamayacakları açıktır. İtalya’da büyüme sıfırdır. İspanya’da hem enflasyon ortalamanın oldukça üzerindedir hem de işsizlik fazladır. Cari işlemler açığı da giderek artmaktadır.

Euro kullanmak İtalya ve İspanya gibi ülkelerin rekabetçi konumlarını giderek olumsuz etkilemeye başlamıştır. Bu ülkeler bir anlamda Almanya ve Fransa gibi Euro bölgesinin büyük ülkelerinin iktisadi alanda işledikleri günahların fiyatını ödemek durumunda kalmaktadırlar. Buna karşılık, çok farklı bir yapıda olan İrlanda gibi ülkeler Euro kullanma sayesinde altın çağlarını yaşamaktadırlar. Birçok açıdan, AB’ye katılan son on ülkenin makro ekonomik verileri önceki on beş ülkeden daha iyi görünmektedir.

Euro bölgesinde yaşanan sorunlar Euro’dan kısa dönemde kopmalar olabileceği anlamına gelmiyor. Ama, bir para olarak Euro’nun yarattığı sıkıntıların uzun bir dönem süreceği anlaşılıyor.
Yazının Devamını Oku

Avrupa ekonomileri topallıyor

23 Şubat 2006
EKONOMİDEKİ küresel riskler düşünülürken akıllara ilk önce Amerikan ekonomisinin giderek büyüyen ikiz açıkları (dış ticaret ve bütçe açıkları) ile Asya ekonomilerinin rekabetçi konumunun diğer ülkeler için yarattığı tehdit geliyor.  Avrupa ekonomileri çok dikkat çekmiyor. Halbuki, hantallaşan ve yaşlanan Avrupa ekonomileri de küresel istikrar için küçümsenmeyecek bir tehdit oluşturuyor.

Euro bölgesi Japonya’dan sonra dünyada en düşük kısa vadeli faizlerin geçerli olduğu bir ekonomidir. Buna rağmen, işsizlik Avrupa’da çok yüksektir. Ekonomik büyüme giderek düşmektedir. Arada bir ekonomilerin toparlanmasına yönelik gelen veriler bir sonraki dönem tersine işaretler vermektedir. Kısacası, Avrupa ekonomileri topallamaktadır.

AVRUPA’NIN KATKISI

Euro bölgesinde ekonomik büyüme 2004 yılında yüzde 2.2 civarındayken, 2005 yılı büyümesinin yüzde 1’in biraz üzerinde olacağı tahmin edilmektedir
. Ön tahminlere göre, geçen yılın son çeyreğinde büyüme yüzde 0.3 civarında olmuştur. Euro bölgesi ekonomileri içinde en büyük paya sahip olan Almanya’da işsizlik yüzde 10 civarındadır.

Ekonomik büyüme konusunda hayal kırıklığı yaşayan Avrupa’da enflasyonist baskılar artmaya başlamıştır. Petrol ve diğer hammadde fiyatlarındaki artışlar da enflasyonist baskıları artırmaktadır. Buna karşılık, büyüme konusunda yaşanan sorunlar nedeniyle Avrupa Merkez Bankası’nın eli yeterince serbest olamamaktadır.

Ekonomik sorunlar Avrupa’yı daha fazla içine kapanık hale getirirken, korumacılık eğilimleri de artmaktadır. Çin’den gelen ayakkabılara konan gümrük vergileri buna iyi bir örnektir. Kısacası, Avrupa küresel rekabette zorluklar içindedir.

Farklı yapılardaki ekonomilerin parasal birlik içinde olmaları ekonomik uyum sürecinde çeşitli katılıklara neden olmaktadır. Örneğin, Lüksembourg gibi küçük ülkeler enflasyondan şikayetçiyken, Euro faizinin artış eğilimine giriyor olması İrlanda ve İspanya gibi ekonomileri için bir tehdit olmaktadır. Sorunlar yeknesak değillerdir.

Avrupa ekonomilerinin göreli performansı Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. Çünkü, 2005 yılı verilerine göre, ihracatımızın yüzde 52’si, ithalatımızın yüzde 42’si Avrupa Birliği ülkeleriyledir. Bu ülkelerdeki ekonomik performansın dış ticaretimizi doğrudan etkilemesi doğaldır.

Dış ticaretinde ötesinde, artan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önemli bir bölümü Avrupa ülkelerinden gelmektedir. Avrupa Birliği ile üyelik müzakereleri ilerledikçe, bu alandaki sermaye akımlarının hızlanması beklenmelidir. Ama, topallayan bir Avrupa ekonomisinin Türkiye ekonomisine göreli katkısı zayıflayabilecektir.

EURO’NUN DURUMU

Avrupa para birimi Euro henüz beklenen doğrultuda Amerikan dolarına rakip bir rezerv para konumuna gelememiştir
. Rezerv para olarak Euro’nun itibarı geçmişteki Alman Markı’ndan daha düşüktür, Japon Yeni ile yaklaşık aynı düzeydedir denebilir. Bu geçek de Euro’nun değerinde temel bir belirsizlik yaratmaktadır. Avrupa ekonomilerinin büyüme potansiyelini Euro’nun bu konumu da sınırlamaktadır.

Son dönemde altındaki değer artışının önemli bir bölümü Amerikan doları konusundaki belirsizliklere, bu belirsizliklere karşı Euro’nun bir alternatif para olamamasına bağlanabilir. Piyasalar hiç kimsenin yükümlülüğü olmayan bir değere daha çok itibar etmeye başlamışlardır. Dünya ödemeler sistemi açısından bu gelişme çok sevimli değildir.
Yazının Devamını Oku

Ekonomi politikaları esnek olmalı

22 Şubat 2006
EKONOMİDE yönlendirilebilecek dengeler olabileceği gibi dışarıdan dayatılan dengeler de söz konusu olabilir. Daha önce görmediğimiz boyutlarda ülkemize gelen yabancı mali sermaye akışı dışarıdan dayatılan dengelerden biridir. Bu gelişmeye karşı, içeriden yönlendirilebilecek denge arayışına girmek kaçınılmazdır. Aksi taktirde, kaderimizi başkalarının eline bırakmış oluruz.

Seçeneklerimizi gözden geçirdiğimizde, yabancı mali sermaye gelmesin diye, başka hiçbir şey yapmadan tek başına yurt içinde faizleri düşürmek gerçekçi bir seçenek değildir. Çünkü, bugünkü dengelerde faiz politikasını yabancı sermaye akışına endekslemek enflasyonla mücadeleyi zayıflatacak, hatta sakatlayacaktır.

Buna karşılık, yabancı mali sermaye akımının hacmini düşürecek denge yurt içindeki yatırımlardan elde edilmesi beklenen getirinin yurt dışındaki yatırımlara göre düşürülmesiyle sağlanabilecektir. Burada iki önemli kavram önümüze çıkmaktadır. İlki, "beklenen" ikincisi de "getiri" kavramlarıdır.

"Beklenen" kavramı bir çok değişkeni içermektedir. Döviz kurlarının ileride alacağı değerler ve ekonominin genel gidişatı bunların arasındadır. "Getiri" kavramı ise "beklenen" kavramı içindeki değişkenlerle faiz oranını içermektedir. Beklentileri bozarak bir ekonomi politikası uygulamak akılcı olamayacağına göre, faiz politikası "beklenen getiri" büyüklüğünü doğrudan etkileyecek unsurlardan en önemlisidir.

TASARRUFLAR ARTMALI

Enflasyon hedeflemesiyle çelişmeyecek bir biçimde faizler nasıl iner?
Faizlerin enflasyonu tehdit etmeyecek bir biçimde inebilmesi iç talep büyümesine bağlıdır. Çeşitli raporlarında Merkez Bankası iç talep büyümesinin henüz enflasyonu tehdit etmediğini vurgulamaktadır. Aslında, bu yargı gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Çünkü, iç talep büyümesiyle artan cari işlemler açığının yarattığı riskler dolaylı olarak enflasyon riskini de artırmaktadır. Kaldı ki, hizmet fiyatlarında gözlenen katılık önemli ölçüde hizmetler sektörüne yönelik iç talep büyümesinden kaynaklanmaktadır.

Bu aşamada, Merkez Bankası’nın çok haklı olarak enflasyon hedefinden ödün vermemek için uyguladığı faiz politikası sermaye hareketlerinin hacmini artırarak enflasyona yönelik riskleri de artırıcı bir rol oynayabilmektedir. Konunun "kısır döngü" gibi görünen yanı burada ortaya çıkmaktadır.

Bu sorunun çözümü, Merkez Bankası’nın elinde olmayan, faiz politikası dışındaki ekonomi politikası enstrümanlarıyla iç talebi kısmaktan geçmektedir. Bu politika da maliye politikalarıdır. İç talebi kısıcı maliye politikaları (faiz dışı fazlayı hedeflenenin ötesinde artırmak) elbette ekonomik büyümeye olumsuz etki yapacaklardır. Ama, daha sıkı maliye politikaları sayesinde Merkez Bankası iç talebi daha da artırma riski olmadan faizleri indirebilme olanağına kavuşacaktır. Kısacası, kamu sektörü tasarrufları doğrudan, özel sektör tasarrufları dolaylı yollardan artırılmalıdır. Bu çerçevede, Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesine daha dazla yer açılabilecektir.

POLİTİKA UYUMU

Yakın ekonomi tarihimizde hep para politikasının maliye politikalarıyla uyumlu olmasının önemi vurgulandı
. Hatta, Hazine Müsteşarlığı’nın görevleri arasına "Merkez Bankası ile beraber para politikasını oluşturmak" cümlesi bu nedenle kondu. Şimdi, şartlar değişti. Maliye politikalarının para politikası ile uyumlu olması öne çıktı.

Enflasyonu indirme konusunda bugüne kadar maliye politikalarında yapılanlar aslında maliye politikasının fiyat istikrarını hedefleyen para politikasına uyumuna yönelik girişimlerdi. Aynı uyum şimdi ihtiyacımız olan "ince ayar politikalar" için de geçerlidir.

Sorunlarımızın çözümünü para politikasında bulmaya çalışmak fiyat istikrarını hedefleyen ekonomi politikaları manzumesinde konuyu çok basitleştirmek olmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik çevre ve hedefler

21 Şubat 2006
EKONOMİ politikalarında seçeneklerimizi iyi değerlendirebilmek için önce ekonomik çevreyi, daha sonra da ekonomik hedeflerimizi (amaçlar) iyi tanımlamak zorundayız. Aksi taktirde, seçenek diye düşündüğümüz politikalar seçenek olmayabilirler. Ya da, "kaş yapmaya çalışırken, göz çıkarmak" çok olası olabilir.

Ekonomik çevre: Uluslararası sermeye hareketleri serbesttir. Bizim gibi ülkelere sermaye akımı hacminde çok ciddi artışlar olmuştur. Diğer ülkeler için olduğu gibi, son dört yıllık performansa dayanarak yabancı mali sermayenin Türkiye’ye bakışı çok olumludur.

Hedef: Fiyat istikrarını sağlamak istiyoruz. Fiyat istikrarını sağlarken, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sürecine geçmek istiyoruz.

KISITLAR VE SEÇENEKLER

Bu ekonomik çevre ve hedeflerimiz doğrultusunda bazı kısıtlamaları kabullenmek zorundayız
. Kabullenmek zorunda olduğumuz en önemli kısıt fiyat istikrarı ile uyumlu Merkez Bankası’nın para yaratmasına getirilen sınırdır. Bu sınır, bir yandan Merkez Bankası’nın devlete kredi vermesinin yasaklanması yoluyla korunurken, diğer yandan Merkez Bankası’nın başka operasyonlar (örneğin, döviz alımı) yoluyla para yaratmasını da kısıtlamaktadır.

Dalgalı kur sisteminin uygulamada olmasının en önemli nedenlerinden biri budur. Döviz kurlarını beğenmedik diye Merkez Bankası’na vazife çıkarılması kur rejimi seçimiyle önlenmek istenmiştir. Kur rejiminden memnun olmayabiliriz. Memnun olmayıp kur rejimini değiştirmeyi bir seçenek olarak görürsek, bu aşamada enflasyon hedeflemesini de yumuşatmış olacağız. Yani ekonomik hedeften sapmış olacağız.

Uluslararası sermaye akımının serbest olması "güven" ile bir araya gelince, artan uluslararası sermaye akımları hacmine paralel olarak Türkiye’ye de yabancı sermaye akımı artmaktadır. Yabancı sermaye cari işlemler açığımız var diye gelmemektedir. Ekonomik dengelerin zorladığı cari işlemler açığı artan yabancı sermaye girişleri ile çok kolay finanse edilmektedir. Yani, cari işlemler açığımız olmasaydı da, yabancı sermaye gelecekti. O halde, cari işlemler açığı bir sorunsa, çözüm başka yerlerdedir.

Artan yabancı sermaye girişleri döviz kurlarını düşürmektedir. Türk parasını daha değerli kılmaktadır.Çünkü, döviz bollaşmakta, enflasyonla tutarlı para politika neticesinde Türk parası aynı paralelde bollaşmamaktadır. Ekonomik çevre ve ekonomik hedefler çerçevesinde, döviz bolluğunu azaltmak için sermaye akımlarını durdurmak gibi seçeneğimiz yok; enflasyon hedefimiz nedeniyle Türk parasını bollaştırmak gibi bir lüksümüz de yok. Bir başka açıdan, ülkedeki döviz bolluğu bizim değil, başkalarının (uluslararası yatırımcılar) tercihidir.

ZIMNİ HEDEFLER

Ülkedeki döviz bolluğunun başkalarının tercihi olması bizim buna karşı bir şey yapamayacağımız anlamına gelmez
. Çoğu kişinin aklına faizleri düşürerek yabancı sermaye akımının yavaşlatılması seçeneği gelir. Örneğin, faizleri "sıfır" yapsak, yabancı mali sermaye ülkeye gelmeyecektir. Yani, döviz bolluğu yaratılmayacaktır. Ama, bu seçeneğin göz ardı edilen tarafı düşük faizlerin yaratacağı enflasyondur. Enflasyon hedefinden feragat etmedikçe belli bir sınırın ötesinde faizleri düşürmek de aslında seçenek olmamaktadır.

Asıl seçenek, faizlerin enflasyon hedefini tehdit etmeyecek bir biçimde düşmesini sağlamaya yönelik ekonomik dengeleri sağlamaktır. Bunun yolu iç talep büyümesini sınırlayarak ekonomik büyümeden kısa dönemde belli bir ölçüde feragat etmektir. İşin bu tarafı da zımni bir amaçla ters düşmektedir. Türkiye’de hükümetler hiçbir şartta ekonomik büyümeden fedakarlık etmeye yanaşmamaktadırlar.
Yazının Devamını Oku

5 milyar dolarlık alım başarılıydı cari açığa başka çözüm arayalım

20 Şubat 2006
GEÇEN hafta Merkez Bankası herhalde tarihindeki en yüklü döviz alımını yaptı. Döviz kurları birkaç saatliğine arttı. Merkez Bankası’nın ertesi gün için açıkladığı kendi kurları o gün için yüksek oldu. Sonra kurlar yine eski yerlerine geri geldi. Merkez Bankası başarılı mıydı? Değil miydi? Enflasyon hedeflemesini para politikasının ana yönlendiricisi olarak seçmiş bir merkez bankası için geçen haftaki döviz alımları son derece başarılıydı. Çünkü, döviz kurlarını kıpırdatmadan Merkez Bankası doğrudan yaptığı döviz alımlarıyla 5 milyar dolar civarında döviz rezervlerini artırdı.

AMAÇ TANIMI

Ekonomideki çoğu kesim döviz piyasasına Merkez Bankası’nın müdahalesini döviz kurlarının kalıcı bir biçimde artması sonucunu doğurmasını istiyor
. Olmuyor. Olmayınca da, müdahalenin başarısız olduğu gibi biz izlenim oluşuyor. Bu izlenimin yaratılmasına biraz da Merkez Bankası katkı yapıyor. Çünkü, her müdahaleden sonra döviz kurlarındaki oynaklığın azaltılmasının hedeflendiği söyleniyor. Halbuki, döviz kurları hiç de oynak değil. Kurlar kararlı bir biçimde tatlı tatlı düşüyorlar. Grafikte kasım ayındaki son günlerdeki bir günlük sıçramalar müdahale günleri gerçekleşmiştir.
/images/100/0x0/55eb2593f018fbb8f8ae4eeb
Oynaklığın azaltılması gibi afaki bir amaç ortaya atılacağına, "kurlardaki temel eğilimleri değiştirmeden doğrudan alımlar yoluyla döviz rezervlerinin artırılmasının hedeflendiği" söylense, belki çok daha inandırıcı bir tavır alınmış olacak.

Amaç, döviz rezervlerinin artırılması olunca, Merkez Bankası kurların düşmesini değil, döviz alımları yoluyla kurlardaki eğilimi değiştirmeyecek olumlu piyasa şartlarını beklemesi daha doğal olacaktır. Son döviz müdahaleleri bu şartlarda yapılmıştır. O nedenle de, kurlardaki eğilimler değişmemiş, ama Merkez Bankası yüklü bir biçimde döviz rezervlerini artırabilmiştir.

Olumlu şartlar, Merkez Bankası’nın yurda gelmiş dövizleri satın alması değildir. Aksine, Merkez Bankası’nın döviz /images/100/0x0/55eb2593f018fbb8f8ae4eedalımları nedeniyle yurda dövizin girmesi kurları değiştirmeden rezervleri artırma olanağı sağlamaktadır. Bu dengede, yurda daha fazla döviz girmesini istemiyorsak, aslında, bugünkü uluslararası eğilimler içinde, Merkez Bankası’nın döviz alımları yapmasını arzulamamız gerekmektedir.

Grafikte, (1 dolar + 0.77 Euro) olarak hesaplanan döviz sepetinin değeri ile Euro/dolar çapraz kuru gösterilmektedir. Oynaklık açısından, aslında Euro/dolar çapraz kuru YTL’ye karşı döviz sepetine göre çok daha oynaktır (geçen yılın kasım ayı başından bu yana Euro/dolar kurunun standart sapması yaklaşık yüzde 66 daha fazladır). Döviz müdahaleleri ise sepet kurdaki temel eğilimi değiştirmemiştir. Enflasyonu hedefleyen bir merkez bankası açısından aslında bu arzu edilen bir sonuç olmalıdır.

Merkez Bankası kurları yükseltemiyor. O halde ne olacak bu ekonominin hali? Cari açık daha da mı artacak? Cari açık arttıkça, krize davetiye çıkarmıyor muyuz? Bu soruların yanıtı kurlarla oynamaktan geçmiyor.

Devamı var.

Merkez’in bilanço büyüklüğü enflasyon sınırını aştı bile

MERKEZ Bankası’nın doğrudan döviz alımları yoluyla sağladığı döviz rezervi artışları piyasaya ek YTL çıkmasına neden olmakta ve Merkez Bankası bilançosunu büyütmektedir. Grafikte, Merkez Bankası’nın analitik bilanço büyüklüğünün aylık ortalamalarının bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde değişmeleri gösterilmektedir.

Merkez Bankası’nın bilançosundaki büyümenin hızlanması enflasyon açısından iyi haber değildir. Geçen yılın eylül ayından bu yana Merkez Bankası bilançosundaki büyüme hızlanmıştır. Bilanço büyüklüğünde bu yılın şubat ayının ortasına göre oluşan ortalama geçen yılın şubat ayına göre yüzde 24 kadar daha fazladır Bu ortalamaya son döviz müdahalesiyle oluşan bilanço büyüklüğünün etkisi yoktur. Bilanço büyümesindeki bu eğilimin yüzde 5 enflasyon hedefiyle tutarlı olduğu iddia edilemez.

Piyasalar müsait olduğunda, Merkez Bankası döviz rezervlerini artırmayı hedeflese de, bilanço büyüklüğündeki büyümeyi kontrol edebilmek açısından, bu yöndeki çabasının bir sınırı vardır. Enflasyon hedefi açısından, o sınıra gelinmiş, hatta aşılmıştır.
Yazının Devamını Oku

İnançlar ve değerler, din ve devlet

19 Şubat 2006
İNANÇLAR ve Değerler çalışmasının özetini vermeye devam ediyorum. Son bölüm din ve devlet işleriyle ilgili.

Genelde, dinine bağlı bir toplum görüntüsü veriyoruz. Dindarlığımız biraz artıyor. Buna karşılık, din ile devlet işlerinin ayrı olduğunu düşünen bir toplumuz.

Devlet yardımlarında "hak" ilkesini önemsiyoruz. Bu konuda, örneğin Yunanistan kadar, gülünç bir tablo çizmiyoruz.

Uygulamadaki temel eğilimlerle bu çalışmadaki bazı sonuçlar ise birbirleriyle çok tutarlı görünmüyor. Örneğin, vergi kaçırmayı kabul edemiyoruz, ama vergi kaçırmanın neredeyse bir "hak" haline geldiği bir toplumuz. Benzer bir görüntünün Bangladeş’te de çıkması belki şaşırtıcı değil.

Aynı şekilde, rüşvet almayı da kabul edilebilir bir davranış görmüyoruz. Bu konudaki yorumu sizlere bırakıyorum. Galiba, içimizden geçenlerle dışarı vurduklarımız birbirlerinin tam aksi olabiliyor.

Yazının Devamını Oku