EKONOMİDE yönlendirilebilecek dengeler olabileceği gibi dışarıdan dayatılan dengeler de söz konusu olabilir.
Daha önce görmediğimiz boyutlarda ülkemize gelen yabancı mali sermaye akışı dışarıdan dayatılan dengelerden biridir. Bu gelişmeye karşı, içeriden yönlendirilebilecek denge arayışına girmek kaçınılmazdır. Aksi taktirde, kaderimizi başkalarının eline bırakmış oluruz.
Seçeneklerimizi gözden geçirdiğimizde, yabancı mali sermaye gelmesin diye, başka hiçbir şey yapmadan tek başına yurt içinde faizleri düşürmek gerçekçi bir seçenek değildir. Çünkü, bugünkü dengelerde faiz politikasını yabancı sermaye akışına endekslemek enflasyonla mücadeleyi zayıflatacak, hatta sakatlayacaktır.
Buna karşılık, yabancı mali sermaye akımının hacmini düşürecek denge yurt içindeki yatırımlardan elde edilmesi beklenen getirinin yurt dışındaki yatırımlara göre düşürülmesiyle sağlanabilecektir. Burada iki önemli kavram önümüze çıkmaktadır. İlki, "beklenen" ikincisi de "getiri" kavramlarıdır.
"Beklenen" kavramı bir çok değişkeni içermektedir. Döviz kurlarının ileride alacağı değerler ve ekonominin genel gidişatı bunların arasındadır. "Getiri" kavramı ise "beklenen" kavramı içindeki değişkenlerle faiz oranını içermektedir. Beklentileri bozarak bir ekonomi politikası uygulamak akılcı olamayacağına göre, faiz politikası "beklenen getiri" büyüklüğünü doğrudan etkileyecek unsurlardan en önemlisidir.
TASARRUFLAR ARTMALI
Enflasyon hedeflemesiyle çelişmeyecek bir biçimde faizler nasıl iner? Faizlerin enflasyonu tehdit etmeyecek bir biçimde inebilmesi iç talep büyümesine bağlıdır. Çeşitli raporlarında Merkez Bankası iç talep büyümesinin henüz enflasyonu tehdit etmediğini vurgulamaktadır. Aslında, bu yargı gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Çünkü, iç talep büyümesiyle artan cari işlemler açığının yarattığı riskler dolaylı olarak enflasyon riskini de artırmaktadır. Kaldı ki, hizmet fiyatlarında gözlenen katılık önemli ölçüde hizmetler sektörüne yönelik iç talep büyümesinden kaynaklanmaktadır.
Bu aşamada, Merkez Bankası’nın çok haklı olarak enflasyon hedefinden ödün vermemek için uyguladığı faiz politikası sermaye hareketlerinin hacmini artırarak enflasyona yönelik riskleri de artırıcı bir rol oynayabilmektedir. Konunun "kısır döngü" gibi görünen yanı burada ortaya çıkmaktadır.
Bu sorunun çözümü, Merkez Bankası’nın elinde olmayan, faiz politikası dışındaki ekonomi politikası enstrümanlarıyla iç talebi kısmaktan geçmektedir. Bu politika da maliye politikalarıdır. İç talebi kısıcı maliye politikaları (faiz dışı fazlayı hedeflenenin ötesinde artırmak) elbette ekonomik büyümeye olumsuz etki yapacaklardır. Ama, daha sıkı maliye politikaları sayesinde Merkez Bankası iç talebi daha da artırma riski olmadan faizleri indirebilme olanağına kavuşacaktır. Kısacası, kamu sektörü tasarrufları doğrudan, özel sektör tasarrufları dolaylı yollardan artırılmalıdır. Bu çerçevede, Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesine daha dazla yer açılabilecektir.
POLİTİKA UYUMU
Yakın ekonomi tarihimizde hep para politikasının maliye politikalarıyla uyumlu olmasının önemi vurgulandı. Hatta, Hazine Müsteşarlığı’nın görevleri arasına "Merkez Bankası ile beraber para politikasını oluşturmak" cümlesi bu nedenle kondu. Şimdi, şartlar değişti. Maliye politikalarının para politikası ile uyumlu olması öne çıktı.
Enflasyonu indirme konusunda bugüne kadar maliye politikalarında yapılanlar aslında maliye politikasının fiyat istikrarını hedefleyen para politikasına uyumuna yönelik girişimlerdi. Aynı uyum şimdi ihtiyacımız olan "ince ayar politikalar" için de geçerlidir.
Sorunlarımızın çözümünü para politikasında bulmaya çalışmak fiyat istikrarını hedefleyen ekonomi politikaları manzumesinde konuyu çok basitleştirmek olmaktadır.