Ercan Kumcu

Hukukla dalga geçmek

8 Şubat 2006
DEVLETİN bir organı ya da bir kuruluşu bir tasarrufta bulunuyor. Genel kural olarak, devletin yaptığı işlemlere hukuk yoluyla itiraz etmek mümkün. İtiraz yapılıyor. Hukuk itiraz konusunda "yürütmeyi durdurma" kararı veriyor. Çok geç olduğu savıyla yürütme durdurulup yapılan tasarruf geriye döndürülemiyor. O halde, yürütmeyi durdurmanın ne anlamı kalıyor? Olayın içeriği önemli değil. Geriye dönüş olanaksızsa, hukukun "yürütmeyi durdurun" demesinin pratik hiçbir anlamı kalmıyor. Hukuk, neden sonucu olmayacak bir karar vermek durumunda bırakılıyor?

SONUÇSUZ KARARLAR

Üniversite
’de okurken hocamız Vakur Versan bir hikaye anlatmıştı. Üniversite’nin birinci ya da ikinci sınıfında okuyan bir öğrenci not ortalamasını tutturamadığından, üniversitenin kuralları gereği okuldan atılması gerekiyormuş. Kurallar uygulanmış ve öğrencinin okul ile ilişkisi kesilmiş.

Öğrenci hukuki itiraz etme hakkını kullanarak Danıştay’a müracaat etmiş. Danıştay "yürütmeyi durdurma" kararı verip kararı okula tebliğ etmiş. Durum karşısında şaşıran üniversite yönetimi konuyu Vakur Versan’a danışmışlar. Hocadan "hukuk geçerliyse, çocuğu okula geri almak durumundasınız" cevabı alan okul yönetimi öğrenciyi geri çağırmış. Yani, yürütme durdurulmuş.

Öğrenci işin şakaya gelir tarafı olmadığını anlayıp başlamış çalışmaya. Not ortalamasını düzeltmiş. Hatta, başarılı öğrencilerden biri olmuş. Sonunda, üniversiteden mezun olup diplomasını alıp gitmiş. Mezuniyetten birkaç ay sonra Danıştay kesin kararını vermiş: "Öğrencinin itirazı kabul edilmemiştir. Okuldan atılması kurallara uygundur." Çocuk alıp diplomayı gitmiş bile. Kararın uygulanması olanaksız. Yürütmeyi durduran otorite hukuku uygulatabilme şansını yitirmiş.

Danıştay gibi bir üst mahkeme hem kendini küçültüyor hem de toplum tarafından çocuk oyuncağına çevriliyor. Son kararı verme konumuna oturtuluyor. Ardından, aldığı kararların uygulanmasının mümkün olmadığı ortaya çıkıyor. Danıştay uygulanamayacak kararları alma konumuna getirilip anlamsızlaştırılıyor. Danıştay anlamsızlaşırken, hukuk alay konusu oluyor. Böyle bir yapıda, "hukuk devleti" ya da "hukukun üstünlüğü" gibi kavramları ağzımıza dolayıp gülünç duruma düşüyoruz. Bu konuda hukuku yapan da sorumlu hukuku uygulayan da sorumlu oluyor.

HUKUKSUZLUĞUN TEŞVİKİ

Hukuku yapan bizleriz
. O halde, hukuku, alay konusu olmayacak, küçük düşürmeyecek bir biçimde yeniden yapılandırıp sonucu olmayan bir olgu olmaktan çıkarmak durumundayız. Aksi taktirde, bir taraftan hukuku anlamsızlaştırırken, diğer taraftan devletin tasarruflarının hukuka uygunluğunu yargılamak durumunda olan biri kurumu gülünç hale sokarak devletin tasarruflarının hukuk dışına kaymasını da teşvik etmiş oluyoruz.

Tüpraş’ın özelleştirmesinde yaşanmakta olan durum traji-komik bir olaydır. Yaşanan gülünçlüklerin iktisadi boyutu da önemlidir. Tüpraş’ı alanın ekonomik kayıpları söz konusu olabilecektir. Ama, en önemlisi, buna benzer olayların geçmişte de yaşanmasına rağmen, hukuku işlevsel kılacak adımların hala atılmamış olmasıdır. Ya Danıştay gibi bir kurumu kaldıralım ya da Danıştay kararlarının uygulanabileceği bir ortam oluşturalım. Galiba, ikincisi daha mantıklı olacaktır.

İşimize geldiği zaman hukuku yok sayıp işimize geldiği zaman aynı hukukun arkasına sığınarak hukukun üstünlüğüne dayanan bir toplum yapısını oluşturabilmemiz mümkün değildir.
Yazının Devamını Oku

Kar ekonomisi

7 Şubat 2006
KIŞ şartları giderek ağırlaşıyor. Eskiden İstanbul bu denli kar almazdı. Son yıllarda, kar yağışları ekonomik faaliyetlerin yavaşlamasına neden olabilecek kadar arttı. O halde, eskisi kadar kar yağışlarına duyarsız olmamamız gerekiyor. Yılda bir hafta kar yağacak diye karla mücadele için büyük yatırımlara girmek iktisadi olarak çok anlamlı görünmeyebilir. Böyle bir savın haklı yanları haksız yanlarından daha çok olabilir. Ama, fazla yatırımın iktisadi yanının çok anlamlı olmaması kadar, kar yağışlarının ekonomik faaliyetleri yavaşlamasına izin vermek de bir başka gayri iktisadi yaklaşımdır. Normalde 20 dakikada gidilecek bir uzaklığa kar yağdı diye 2.5 saatte gidebilmenin anlamlı bir bahanesi olamaz.

EKONOMİK KAYIP

Türkiye’nin yıllık milli geliri 360 milyar dolar civarına gelmiştir
. İş günü başına üretilen milli gelir yaklaşık 1.5 milyar dolara yaklaşmıştır. Kar yüzünden günde 1 milyar dolar kaybetmek çok büyük bir kayıptır. Bir yılda iki hafta kar yüzünden ekonomi yavaşlasa, 10 milyar dolara yakın bir kayıp söz konusu olacaktır.

Bu beklentiyle milyarlarca dolarlık karla mücadele makineleri alınması gerçekçi görünmeyebilir. Daha geçici önlemlerle mücadele edilebilir.

İki hafta önceki kar yağışında kamu servisleri açısından geçmişe göre İstanbul’da başarılı bir sınav verilmiştir. Ama, ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması önlenememiştir. Her şeyden önce, bir hafta okullar kapalı tutulmuştur. Bu haftanın önemli bir bölümünde birçok yörede okullar büyük bir olasılıkla kapalı tutulacaktır. Dün, çocuklar okullara gönderildikten sonra okullar yine tatil edilmiştir. Bu da yanlıştır. Karlı havalar günlük yaşantının doğal bir parçası olması gerekir.

Makine ve ekipman parkı belli bir ölçüde genişletilmeye ihtiyaç duymaktadır. Dün birçok yoldaki kar temizlenmemişti. Ana arterleri temizlemenin anlamı Boğaz Köprüleri’ni temiz tutmakla sınırlandırılamaz. Her iki yılda bir sokakların kaldırım taşlarını yeniden döşeyeceğimize, kış şartlarıyla mücadele edebilecek makine ve ekipman parkını takviye etmek daha akılcı görünmektedir. İstiklal Caddesi’ni eski halinde bırakıp itina gösterilmeden döşenmiş garip taşlara harcanan parayla herhalde üç-beş makine ve ekipman alınabilirdi. Kaldı ki, İstiklal Caddesi de daha güzel kalırdı.

DENETİM

Sorunun önemli bir kısmı da sürücülerin kurallara uymamasından kaynaklanmaktadır. Duyarlı sürücülerin karda arabalarını sürebilmek için aldığı önlemler yeterli değildir. Duyarsız sürücüler trafikteki duyarlı sürücüleri engellemektedirler
. Kurallar topyekun herkesçe uygulanmak zorundadır. Denetim şarttır.

Kuru havada dahi tehlikeli olabilecek kabak lastiklerle karda ilerlemeye çalışan arabalar trafiği alt-üst etmektedir. Ön camı hariç arabasındaki karları temizlemeden trafikte ilerlemeye çalışan sürücüye trafiğe çıkması için izin verilmektedir. Polisler olayı seyretmekte, hatta bu çeşit duyarsız sürücülerin birkaç adım daha ileri gidebilmeleri için polisler yardım etmektedirler. Vatandaşı mağdur etmemek için kurallara uymayan arabaları trafikten men etme diye bir kavramı herhalde uygulamıyoruz!

Dün, Beykoz-Levent arasında bir tane polis arabasına rastladım. O da kabak lastikli bir arabayı kardan kurtarmaya çalışıyordu. Kurallar doğrultusunda arabaların trafiğe çıkıp çıkmadığını kontrol eden hiç kimse yoktu. Kuralların uygulanmadığı ancak kaza olduğunda ya da araba daha fazla ilerleyemediğinde ortaya çıkıyordu.

Kuralların uygulanmadığı yerde sorunun çözümü elbette makine ve ekipmanla da olmayacaktır. Her ikisi bir arada olmak zorundadır. Denetim temizlemeyi kolaylaştıracaktır. Temizleme ancak denetimle işe yarayacaktır. Bunu başaramadığımızda, kar yüzünden oluşacak ekonomik kayıplarımız giderek artacak gibi görünmektedir.
Yazının Devamını Oku

Ekonomide bir dönem daha kapanıyor

6 Şubat 2006
YÜKSEK kamu açıkları, yüksek enflasyon ve yüksek reel faizler döneminde bankalarımız Hazine bonosu işinden çok büyük paralar kazandılar. Kamuoyunun genel kanısının aksine, Hazine bonosundan kazanılan tüm paralar bankaların bilançolarına kar olarak yansımadı. Kazanılan paralar çar-çur edildi denebilir.

Hazine bonosu işinden kazanılan paralar bankalarımızın batık kredilerini, başka alanlardaki verimsizliklerini ve piyasa paylarını artırmak için verdikleri her hizmetin neredeyse ücretsiz olmasını finanse etti. Bir anlamda, bankalarımız Hazine bonosu kazançlarını cömertçe yediler. Aldıkları kur risklerinin 2001 yılında gerçekleşmesiyle de ellerindeki avuçlarında kalanları da kaybettiler.

ESKİ OYUN BİTİYOR

2001 yılından
sonra ekonomik istikrar yolunda ilerlerken, bankalarımız için bir başka oyun başladı. Enflasyon düşme eğilimine girip faizlerde düşmeye başladı. Bu kez de bankalarımız Hazine bonosu alıp düşen faizlerle "sermaye kazançları" elde etmeye başladılar. Yani, vadesinde 100 YTL ödenecek Hazine bonosunu ıskonto yoluyla 80 YTL’ye alıp birikmiş faiz dışında fiyat 90 YTL’ye çıktığında, havadan da 10 YTL kar yazdılar. Oyun, faizlerin inmesi üzerine oynanmaya başlandı.

Geçtiğimiz yıllarda, kısa vadeli faizlerin Merkez Bankası tarafından düşürüldüğünde finans sektörü tarafından alkışlanmasının nedeni büyük ölçüde buydu. Faizler düşürülmediğinde de, hoşnutsuzluk bu nedenden kaynaklanıyordu. Yani, oyun, Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri düşürmesine ve bunun zamanlanmasına odaklanmıştı.

Bu dönemin de sonuna gelindi gibi görünüyor. Para politikasında açık bir biçimde enflasyon hedeflemesine geçilmesiyle beraber, yapılan hesaplamalar bugünkü şartlarda faizlerin eskisi gibi düşürülmesinin fazla olası olmadığını göstermektedir. Hatta, bugünkü faiz düzeyinin orta dönemli enflasyon hedefiyle çok daha tutarlı olduğu konusunda işaretler vardır. Geçen hafta Merkez Bankası’nın açıkladığı enflasyon raporunda da bu yönde izlenimler alınmaktadır.

Kısa vadeli faizlerin belli bir süre sonra tedricen düşürülmesi bu yıl sonu için hedeflenen yüzde 5 enflasyon hedefini tutturmanın göreli olasılığını düşürmektedir. Bunun üzerine kontrol edilemeyen riskler de hesaba katıldığında, "kısa vadeli faizlerin düşmesi yoluyla para kazanmayı amaçlayan oyunun sonuna gelinmiştir" denebilir. En azından, bu yolla para kazanma olasılığı giderek azalmaktadır. Hatta, bir süre sonra, faizlerin artma olasılığı güçlendikçe, para kaybetme riski para kazanma olasılığının önüne dahi geçebilecektir. Yani, oyun artık tek taraflı olmayacaktır.

DERİNLEŞME

Böyle bir döneme girilmiş olmasının finans piyasalarının yaygınlaşması ve derinleşmesi açısından sayısız yararları vardır
. Piyasaya yön verecek olan temel dinamikler spekülatif olmaktan giderek uzaklaşacaklardır. Uzun vadeli stratejiler daha fazla ağırlık kazanacaktır. Dolayısıyla, Hazine bonosu piyasasının daha uzun vadelere kayma olasılığı artacaktır. Faizlerin değişme aralığı daraldıkça, faizlere de bir ölçüde istikrar geldikçe, kısa vadeli faizlerin ilerideki enflasyon üzerindeki etkisi de daha güçlü olacaktır.

Ekonomik istikrar, fiyat istikrarını da kapsayıp ekonomideki diğer fiyatlarda yaygınlaştıkça, ekonomik büyümenin kalıcılığı olasılığı artacaktır. Olası dışsal şoklar ise, her zaman gözümüzü açık tutmamız risklerdendir.
Yazının Devamını Oku

İnançlar ve Değerler Aile ve toplum

5 Şubat 2006
AVRUPA Birliği’nin de desteklediği İnançlar ve Değerler çalışmasının özetlerini vermeye devam ediyorum. Bu kez konu aile ve toplum.

Bu alandaki soruların önemli bir bölümü 1990 yılı çalışmasında bulunmadığından ya da bu sorulara cevap alınamadığından, 1990 yılı ile 2000 yılı arasındaki değişmeler verilemiyor. Ama, Türkiye’den alınan cevapların diğer ülkelerle karşılaştırılması yine de ilginç olacaktır diye düşünüyorum.

Özetlersek,

Türkiye "aile" konusunda göreli olarak tutucu sayılabilir. Çocuk sayısında ise Türkiye’nin orta, üst gelirli ülkelere paralel bir görüşü var. İlerideki nüfus artışının kontrolü açısından sevindirici bir tespit.

Türkiye’de evliliğin başarısında gelir, tatminkar seks, sosyal statü, din birliği gibi konular önemli görünüyor.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’de şirketler

3 Şubat 2006
MERKEZ Bankası 1990 yılından bu yana her yıl şirketlerin mali tablolarına dayanan sektör analizi çalışması yapıp bulgularını kamuoyu ile paylaşıyor. Bu çalışmanın 2004 yılına ait verileri geçenlerde yayınlandı. Çalışma 6 bin 632 kamu ve özel sektör şirketini kapsamaktadır. Bunlardan 6 bin 628 adedi özel sektör şirketidir. Özel sektör şirketlerinin yüzde 51’i imalat sanayinde, yüzde 22’si ticaret sektöründe ve yüzde 10’u inşaat sektöründe faaliyet göstermektedirler.

Çalışma ekonominin yapısını anlamaya yönelik olarak ilginç bulgulara ulaşıyor. Kimi bulgular tahminlere paralel rakamsal değerler verirken, kimi bulgular ise birçok kişi için yeni sayılabilecek nitelikteler.

DEĞİŞEN YAPI

Daha ayrıntılı yorumları daha sonra yapmak üzere bazı sonuçları satır başlarıyla özetlemekte fayda var:

Şirketlerin dövizde açık pozisyonu
(döviz yükümlülükleri ile döviz varlıkları arasındaki fark) dolar olarak da, yurt dışı satışları içindeki pay olarak da artıyor. Çalışmada kapsanan şirketlerin dövizdeki açık pozisyonu 2003 yılında 2 milyar doların altındayken, 2004 yılında 3.5 milyar dolar civarına gelmiş. 2004 yılında şirketlerin dövizdeki açık pozisyon toplam yurt dışı satışlarının yüzde 29’una yaklaşmış.

Çalışmanın kapsadığı özel sektör şirketlerinin 2004 yılında toplam banka borçlarının yüzde 37’si kısa vadeli, yüzde 63’ü uzun vadeli kredilerden oluşuyor. Bu dağılım şaşırtıcı. Ayrıntılara girildikçe, şirketlerin banka borçlarının yüzde 76’sının yabancı para kredilerden olduğunu öğreniyoruz. Yani, şirketlerimiz TL kredisi fazla kullanmıyorlar. Kullandıkları TL kredilerinin yüzde 80’i kısa vadeli kredilerden oluşuyor.

Toplam banka kredilerinin yüzde 59’una yakın bir bölümünü imalat sanayindeki şirketler kullanıyor. İmalat sanayi içinde banka kredilerinden en fazla pay alan alt sektör ise tekstil. Tekstil sektörünün bankalardan kullandıkları kredilerin yüzde 85’i döviz kredileri. Ama, döviz kredilerinin ancak yüzde 37’si uzun vadeli krediler. Bu sektördeki TL kredilerinin ise yüzde 12’si uzun vadeli. Kısacası, tekstil sektörü döviz kredilerine yaslanmış durumda, ama kredilerin vadeleri tüm ekonomiye göre daha kısa. Tekstil sektöründeki bu dağılım şirketlerin büyüklüğüne göre de çok radikal bir farklılık göstermiyor.

İmalat sanayindeki yapı değişmesini şirketler bazında yapılan çalışmada da görmek mümkün. Çalışmada kapsanan şirketlerin toplam yurt dışı satışlardan aldıkları paylar sektörlere göre ciddi boyutta farklılıklar gösteriyor. Örneğin, toplam yurt dışı satışlardan aldıkları pay tekstil sektöründe 2002 yılında yüzde 28.7 iken, 2004 yılında yüzde 21.1’ düşmüş. Buna karşılık, bu pay ulaşım araçları sektöründe aynı dönemde yüzde 20.9’dan yüzde 27’ye fırlamış.

ÖLÇEK EKONOMİSİ

Genelde ekonomik faaliyetler büyük ölçekli şirketlere doğru kaymaktadır
. Büyük ölçekli şirketler kredi piyasasından daha fazla pay alabilmekte, tedarikçilerine ödeme şartlarını kabul ettirebilmekte ve satışlarını küçük ve orta ölçekli şirketlere göre daha fazla artırıp daha kárlı olarak çalışabilmektedirler.

Bu konulara gelecek hafta yer vereceğim.
Yazının Devamını Oku

Dış ticaret ve ekonomik büyüme

2 Şubat 2006
GEÇENLERDE yayınlanan dış ticaret istatistikleri 2005 yılının dış ticarette rekorlar yılı olduğunu gösterdi. Yıllık bazda, ihracat yüzde 16’ya yakın artıp 73 milyar dolar olurken, ithalat yüzde 19 artarak 116 milyar dolar oldu. Dış ticaret açığı 2004 yılına göre yüzde 25’e yakın artarak 43 milyar dolara dayandı. Dış ticaret hacmimiz (ithalat artı ihracat) 189 milyar doları geçti. Daha 2003 yılının başında dış ticaret hacmi bunun yarısı kadardı.

Makro ekonomik şartlar karşısında ihracatın dikkat çekici bir biçimde artmasına rağmen, dış ticaret açığının rekorlar kırmasının arkasında durdurulamayan ithalat artışı vardır. İthalat artışının ana kalemleri de yatırım /images/100/0x0/55eb1db6f018fbb8f8ac2a39ve ara mallar ithalatıdır. Bu iki kalem de ekonomik büyüme ile yakından ilgilidir.

İTHALAT

Son üç yıldır ara malları ithalatı ile imalat sanayi üretimindeki büyüme arasındaki ilişki çarpıcı bir gelişme gösterdi
. Aynı düzeyde imalat sanayi üretimindeki artış için daha fazla ara malları ithalatı söz konusu oldu. Bu konuyu bir başka yazıda işlemiştim.

Fiyat artışları nedeniyle petrol ithalatını dışarıda bıraksak da, geçmiş deneyimlerle karşılaştırıldığında, petrol hariç ara malları ithalatı imalat sanayi üretiminden çok daha hızlı büyüdü. Bir başka ifadeyle, üretimde ithal ara mallarının payı büyüdü. Yerli ara mallar yerine daha fazla ithal ara mallar kullanılmaya başlandı. Bunun arkasında imalat sanayi üretiminin yapısındaki değişiklik de küçümsenmeyecek bir rol oynadı.

Grafikte bu ilişki çok rahat bir biçimde görülmektedir. 2005 yılının son çeyreğinde değişen bu ilişkide de /images/100/0x0/55eb1db6f018fbb8f8ac2a3byeniden bir kırılma işareti vardır. Aylık verilerden yola çıkarak yıllık baza getirilmiş imalat sanayi üretimindeki ortalama artışlar devam ederken dolar bazında petrol hariç ara malları ithalatının artış hızı hafif kesilmiş gibi görünmektedir.

Önümüzdeki dönemde ithalat artışının ekonomik büyümeye göre göreli olarak daha az artacakmış gibi bir işaret elbette sevindiricidir. Aynı ekonomik büyüme düzeyinde ithalat artışının daha yavaş olması dış ticaret açığındaki artışın hızını düşürecektir. Ama, dış ticaret açığındaki artış devam edecektir.

BÜYÜME

İkinci grafik milli gelir
(Gayri Safi Milli Hasıla) ile ithalat arasındaki yakın ilişkiyi göstermektedir. Üçer aylık dönemler itibariyle dolar bazındaki milli gelir (sol eksen) ile yine dolar bazında toplam ithalat (sağ eksen) arasındaki ilişki çarpıcıdır. Grafikte 2005 yılının son çeyreğindeki ithalat yayınlanan verilerden alınırken, dolar bazındaki milli gelir, iki verinin son üç ayda çakışacağı şekilde tahmin edilmiştir. Aslında, değişme işaretleri veren büyüme-ithalat ilişkisi göz önüne alınırsa, bu çeşit bir tahmin tutucu olarak nitelendirilebilir. Yine de sonuç ilginçtir.

Ekonomik büyümenin tüm 2005 yılı için yüzde 6’yı geçmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır. 2006 yılı için ekonomik büyüme konusunda küçümsenmeyecek bir ivme gözlenmektedir. Dolayısıyla, bu yıl dış ticaret açığı ve enflasyonun kontrolü açısından önemli zorluklar ve riskler söz konusudur.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik istikrarın faturası kadınlara mı çıkıyor

1 Şubat 2006
EKONOMİDE hiçbir şey maliyetsiz değildir. Fiyat istikrarının bozulmasının da maliyeti vardır. Fiyat istikrarını yeniden kalıcı olarak tesis etmenin de küçümsenmeyecek bir maliyeti olacaktır.

Bu maliyeti ödemeye razı olduğumuz sürece fiyat istikrarını tesis etmekte başarılı olacağız. Fiyat istikrarını kalıcı olarak tesis ettiğimizde, ödediğimiz maliyetlerin getirisini uzun dönemli sürdürülebilir büyümeyi sağlayarak daha fazla almaya başlayacağız.

Fiyat istikrarına giden yolda en önemli maliyetlerden biri istihdam üzerinedir. Enflasyonun düşmesiyle yüksek enflasyon altında ekonomide edinilen hantallıklar azalacaktır. Verimlilik artışları ön plana çıkacaktır. Verimlilik artışı ve maliyetleri kontrol etmenin önemli bir parametresi de istihdamdan tasarruf olarak karşımıza çıkmaktadır.

KADINLARDAN TASARRUF

Toplulaştırılmış işgücü verilerde
bu eğilimi çok açık bir biçimde görüyoruz. Grafiklerde sol eksende reel milli gelirin (Gayri Safi Milli Hasıla) üçer aylık dönemlerde yıllık hareketli toplamları verilmektedir. Sağ eksende ise üçer aylık istihdamın yılık hareketli ortalamaları gösterilmektedir.

Reel olarak ölçülen milli gelir ile toplam istihdam aynı grafikte gösterildiğinde, milli gelir-istihdam ilişkisinin 2002 yılı sonunda bozulduğunu, milli gelir arttığı halde, toplam istihdamın önce düştüğünü görüyoruz. 2004 yılının başından itibaren istihdam artışı milli gelir artışını yakalama eğilimine giriyor. Ancak son dönemlerde, istihdam-milli gelir ilişkisi 2002 yılının sonlarındaki göreli düzeyine gelebiliyor.

İstihdam verilerinin ayrıntılarına girildiğinde ilginç eğilimler gözlenmektedir. Aslında, erkeklerin istihdamı milli gelir artışı yönünde artmıştır. Yine de, erkeklerin istihdamında belli bir tasarruf da yapılmıştır. 2002 yılının son çeyreğindeki bir yıllık ortalama erkek istihdamına göre, 2005 yılının üçüncü çeyreğindeki bir yıllık istidam yüzde 7 civarında artmıştır. Halbuki, aynı dönemde milli gelir artışı yüzde 20’yi geçmiştir.

Kadınların istihdamı çok daha vahim bir durum arz etmiştir. Ekonomi büyürken, kadınların istihdamı mutlak olarak düşmüştür. Aynı dönemde, kadınların istihdamındaki düşüş yüzde 7.4 olmuştur.

Ekonomik istikrarın maliyetinin önemli bir bölümü istihdam üzerine çıkmıştır. Ama, maliyetin göreli ağırlığı kadınların üzerine daha fazla yıkılmış gibi görünmektedir.

Son dönemdeki istihdam artışının önemli bir bölümünün inşaat sektöründen geldiği düşünülürse, önümüzdeki dönemde de maliyetin önemli bir bölümünün kadınların üzerinde kalacağını tahmin etmek çok zor değildir.







Yazının Devamını Oku

Hazine, Merkez Bankası’na değil, piyasaya borçlu olmalı

31 Ocak 2006
MERKEZ Bankası bilançosunun irdelenmesinde Hazine’nin geçmişten kalan borçlarının bilançoyu katılaştırdığı vurgulanmıştı. Bilançosunu daha fazla büyütmeden Merkez Bankası’nın daha fazla döviz alabilmesinin ancak Hazine’nin Merkez Bankası’na olan borçlarını programlanandan evvel ödemesiyle mümkün olabileceği gösterilmişti.

Geçen hafta ortası itibariyle, Hazine’nin belli bir ödeme planına bağlanmış Merkez Bankası’na olan borçları 19.5 milyar (14.8 milyar dolar) YTL’dir. Borçların ilk ana para ödemesi bu yıl başlayacak ve 2010 yılına kadar devam edecek. Hazine bu borca yılda bir kez tüketici fiyatlarındaki enflasyon kadar faiz ödemektedir.

SEÇENEKLER

Seçenek I
: Hazine Merkez Bankası’na olan geçmişten kalan borçlarını erken ödemek istediği taktirde, bu meblağı piyasadan yeni iç borçlanma yaparak karşılayabilecektir. Hazine’nin piyasadan belli bir sürede bu denli ek borçlanması doğal olarak faizlerin artmasına neden olabilecektir. O halde, Merkez Bankası’nın Hazine tarafından elinin rahatlatılması faizleri olumsuz etkileyecektir.

Seçenek II: Hazine enflasyona endeksli (yani reel faizi sıfır olan) uzun vadeli iç borçlanma senetleri yerine, Merkez Bankası’na daha kısa vadeli, getirisi piyasa faizlerine endeksli piyasada alımı ve satımı yapılabilecek menkul kıymetler verebilir. Bu durumda, Merkez Bankası elindeki piyasada işlem görebilecek nitelikteki menkul kıymetleri bilanço idaresinin gerektirdiği biçim ve zamanlarda elden çıkarabilir.

Bu seçenekte, Hazine’nin kısa bir sürede yüklü bir biçimde piyasadan borçlanması gereği ortadan kalkmaktadır. Ama, Merkez Bankası’nın bilanço idaresinde gerekli gördüğü taktirde elindeki piyasada satılabilecek menkul kıymetleri piyasaya satmasıyla faizler yine olumsuz etkilenebilecektir.

Seçenek III: Hazine Merkez Bankası’na olan borçlarını ödemek için dış borçlanma da yapabilir. Bu şekilde, döviz üzerinden borçlarını dövizle, YTL üzerinden olan borçlarını dış borçlanmadan elde ettiği dövizleri Merkez Bankası’na satarak da ödeyebilir.

Bu durumda, Merkez Bankası bilançosunun aktif kısmında "iç varlıklar" ödenen borç kadar azalacak, aynı miktarda "dış varlıklar" artacaktır. Yani, bilançonun toplam büyüklüğü değişmeyecektir. Aktiflerin yapısı değişecektir.

O halde, Merkez Bankası’nın elini rahatlatmak ve bilanço kontrolünü artırıp daha fazla döviz alabilme konumuna getirmek için Hazine’nin dış borçlanma yoluyla Merkez Bankası’na olan borçlarını ödemesi bir seçenek değildir.

YENİDEN YAPILANDIRMA

Bir işlevi olacak seçenekler I ya da II’dir. İkinci seçenekteki piyasada alımı satımı yapılabilecek menkul kıymetlerin Merkez Bankası’na verilmesi Hazine’nin işine gelmez. Çünkü, Hazine kendince piyasada borçlanma faizlerini ayarlamaya çalışırken, bir başka kurumun Hazine’nin borçlanma maliyetini etkileme gücü yaratılacaktır. Hazine, bundan hoşlanmaz. Zaten faizleri yüksek tuttuğu iddia edilen Merkez Bankası piyasada yapacağı operasyonlarla daha fazla tenkit alacaktır.

Birinci seçenek daha uygulanabilir bir seçenek gibi görünmektedir. Tüm borcun bir anda ödenmesi yerine, 2006 yılında 2010 yılına kadar uzanan vade daha kısaltılabilir. Örneğin, Hazine’nin Merkez Bankası’na olan tüm borçları 2006 ve 2007 yılında ödenmesi, yani borçların vade açısından yeniden yapılandırılması düşünülebilir.

Ancak, bu şekilde, Merkez Bankası’nın eli rahatlatılmış olur. Döviz kuru gelişmelerine göre, enflasyon hedeflemesinden ödün vermeden, Merkez Bankası’nın daha fazla döviz alabilmesinin önü açılmış olur. Bu çeşit yollarla Merkez Bankası’nın eli rahatlatılmadan Merkez Bankası’nın döviz kurlarına duyarsız kaldığı şekilde eleştirilmesi çok anlamlı değildir.
Yazının Devamını Oku