Ercan Kumcu

Herkes faizlerden şikáyetçi

12 Nisan 2007
AVAM Kamarası’nda dönemin iktisadi politikalarına yönelik eleştirilerden sıkılan zamanın Başbakan’ı Winston Churchill eleştirilere cevap vermek için ayağa kalkar. "Para ve kur sorunlarını tartışmakta gösterdiği yapay zeka ve bilgiçliği, insanoğlu başka hiçbir alanda bu denli kolay sergileyemez" der ve oturur. Bugünlerde herkes ya faizlerden ya kurlardan ya da ikisinden birden şikayetçi. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde durum böyle. Şikayetlerin önemli bir bölümü, ekonomik durumun kötü olduğundan değil, durumun kötüleşmesinden korkulduğu için yapılıyor. Anlayan ya da anlamayan genelde para politikasından şikayetçi. Parasal otoritelerin duruşları (kıvırtmaları) tedirginlikleri daha da artırıyor.

BÜYÜME

Aslında, dünya ekonomileri, Türkiye de dahil, 1970’lerden bu yana en iyi dönemlerinden birini yaşıyorlar
. Özellikle gelişmekte olan ülkeler kesintisiz bir büyüme süreci içindeler. Uluslararası yatırımcıların dönemsel olarak gazabına uğrasalar da, gelişmekte olan ülkeler daha önce hiç bu denli hızlı büyüyüp fiyat istikrarı içinde bir ödemeler dengesi sorunu ile karşılaşmadan yaşamamışlardı.

Amerika’da faizlerin artmaya başladığı dönemde enflasyon da artmaya başladı. Enflasyon yüzde 4’ün üzerine çıktıktan sonra düşmeye başladı. Son verilere göre, Amerika’da on iki aylık tüketici enflasyonu yüzde 2.4. Enerji ve gıda maddelerini dışarıda bırakan tüketici enflasyonu (çekirdek enflasyon) ise on iki aylık bazda yüzde 2.7 civarında. Çekirdek enflasyon son bir yılda yüzde 2’den yüzde 3’e yaklaştı. İnmekte direniyor.

Ortalama tüketici enflasyonunun düşmesi Amerika’da faizlerin düşürülmeye başlanacağı beklentilerini güçlendirdi. Ama, her toplantıdan sonra FED enflasyonun ne önemli kaygıları olduğunu vurgulamaya devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki, Amerikan ekonomisi tartışmasız bir biçimde ekonomik durgunluğa girmediği sürece FED faizleri indirmeye yanaşmayacak. Ekonomik büyümeyi açıkça baltalamadığı sürece, FED kısa vadeli faizleri erken indirerek enflasyon konusunda ters köşeye yatmak istemiyor.

Merkez bankalarının "hata payını asgaride tutmak" gibi bir stratejileri var. Bizim Merkez Bankası için de belki aynı şey söylenebilir. Hata payını asgaride tutmak isteyen bir diğer para otoritesi Avrupa Merkez Bankası. Onlar da, hazır büyük Avrupa ülkeleri büyüme sürecine girmiş gibi görünürken, faizleri yavaşça artırarak enflasyon konusunda bir hata yapmak istemiyorlar. Avrupa’da zaten geç kalmış ekonomik büyümenin başlamış gibi görünmesine sevinenler Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artışlarını durdurması gerektiğini savunuyorlar. Euro’nun patronu bu tavsiyelere pek aldırış etmiyormuş gibi görünüyor.

Japonya’da farklı değil. Ekonomik büyüme kıpırdar gibi olunca "sıfır faiz" politikasını bıraktılar. Sıkça faizlerin artırılması gerektiğini vurguluyorlar. Japon iş alemi ise tam tersini düşünüyor.

FAİZLERİN DÜŞMESİ

Fiyat istikrarını kendine tek hedef olarak almış merkez bankaları için içkili partinin en neşeli anında masadaki içki şişelerini kaldıran kuruluş tanımlaması yapılır
. Farklı ülkelerdeki para politikaları tartışılırken hep aynı hata yapılıyor. Tüm kesimler partinin devam edip daha fazla sarhoş olmak istiyor. Birileri de ayık kalmalı ki, sarhoşların istenmeyen davranışlarını önleyebilsin. İlk önlem olarak da içki şişeleri masadan kaldırılıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, dünyada ekonomik büyüme devam ettiği sürece "enflasyon kaygısı" hep ön planda kalacak. Dünyada faizlerin eski düzeylerine gelme olasılığı azalacak. Bu gelişmelerden doğal olarak Türkiye de nasibini alacak.
Yazının Devamını Oku

TUİK çok şeffaf olmalı

11 Nisan 2007
NEDENİ ne olursa olsun, kamuoyu beklentilerine ya da gözlemlerine ters gelen verilerin açıklanması verileri açıklayan kurumun itibarını sorgulatır. Uzun süredir Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) bu süreci yaşıyor. TUİK’in itibarının zedelenmesi yalnızca TUİK’ ilgilendiren bir konu değil, hükümeti de, TUİK’in verilerini baz alıp ekonomi politikalarını oluşturan Merkez Bankası gibi kurumları da, verilerden yola çıkıp strateji tespit eden tüm ekonomik bürümleri çok yakından ilgilendirir. TUİK’in bir devlet kuruluşu olması itibar zedelenmesinin faturasını hükümetlere çıkarır. Dolayısıyla TUİK çok nazik bir konumdadır. TUİK ne hükümetlere yük olmalıdır ne de hükümetlerin memuru durumuna düşmelidir.

TUİK’in itibarı yalnızca kurumun yaptığı işler nedeniyle değil, kuruma veri sağlayan birimlerce de risk altında olabilir. Ama, fatura hep TUİK’e ve hükümetlere çıkacaktır. Masum yanlışlar, şaşırtıcı veriler, beklenmeyen güncellemeler, teknik nedenleri olsa da, hep hükümetlerin gerçeği çarpıtmaları olarak algılanacaktır.

MİLLİ GELİR

Bütün bunların üstesinden gelmenin tek yolu istatistik toplama, derleme ve yayınlama aşamalarında şeffaflığı artırmaktır
. Örneğin, sabit telefon ücret ayarlamalarının enflasyon üzerine olası etkilerinin kamuoyunda hararetle tartışıldığında, TUİK neredeydi?

TUİK Başkanı’na göre, ücreti düşen telefon görüşmeleri de fiyat endeksinin içindeydi, ama fiyatları değişmediği için bir etkisi yoktu. Yapılan, iletişim alt sektöründe ağırlıkların 2006 yılı rakamlarıyla güncellenmesinden başka bir şey değildi. Merkez Bankası eski ağırlıklarla hesaplarını yapmıştı. Madem öyleydi de, TUİK kamuoyu önünde Merkez Bankası’nın yanlış ve yanıltıcı izlenimler bırakmasına neden izin verdi? Amiyane bir yaklaşımla, çocuk 3 nisan günü fiyat endekslerinin yayınlanmasıyla doğdu, ama annenin hamileliğini gören bilen yok gibi bir durum oldu. Doğal olarak, anneden şüphelenildi.

TUİK kamuoyuna ekonomik istatistikleri yayınlamak yanında, bazı önemli gelişmeler konusunda kamuoyunu hazırlamakla da görevlidir. Örneğin, yakın bir gelecekte yeni milli gelir serisi yayınlanacaktır. Yeni seri geçen yılın başında yayınlanmaya başlanacaktı. Anlaşılan, teknik nedenlerle geç kalındı. Türkiye’nin milli geliri belki yüzde 10, belki yüzde 20, belki de yüzde 40 artmış görünecek. Kamuoyu rakamların düzmece olduğunu, siyasi nedenlerle rakamların TUİK eliyle şişirildiğini tartışacak. Böyle bir ortam yaratılmadan, TUİK kamuoyuna doyurucu bilgilileri rakamlar açıklanmadan önce sunabilmelidir. Kamuoyunu çeşitli açılardan yeni milli gelir serisinin ayrıntılarına hazırlanmalıdır.

NÜFUS

İlk kez modern bir yöntemle nüfus istatistikleri üretilmeye başlandı. Daha çok kamu kaynağı çekebilmek için yerel yönetimlerin nüfusu şişirmeleri olanağı ortadan kalktı ya da çok azaldı. İstatistikler yayınlandığında, Türkiye’nin nüfusunun düştüğünü dahi görebiliriz. Böyle olursa, yüksek nüfusumuzla övünen bir ülke olarak TUİK’in doğruyu söyleyip söylemediği yeniden tartışılacaktır. Kişi başına milli gelir zıplayacağından, yayınlanan istatistiklerin siyasi kaygılarla şişirildiği izlenimi doğacaktır. Çalışmalar ne denli bilimsel olursa olsun, siyasi otoritenin de güvenilirliği sarsılacaktır.

İtibarı kaybetmek hem kolaydır hem de çabuk gerçekleşir. İtibarı yeniden kazanmak çok zor ve uzun zaman alan bir süreçtir. TUİK son dönemde tokuş aşağı gitmiştir. Bu eğilimi tersine çevirip itibar kazanması için TUİK’in çok çalışması gerekmektedir.
Yazının Devamını Oku

İşte bu olmadı TÜİK

10 Nisan 2007
TÜRKİYE İstatistik Kurumu (TÜİK) tüketici fiyat endeksinde kapsanan bazı maddeleri değiştirmiş. Eskiden olmayan, ama fiyatı düşen hizmetler eklenmiş. Aynı kategoride, fiyatı artan bir başka hizmetteki fiyat artışının ortalama fiyatlara olan olumsuz etkisi düşürülmüş. Mart ayı başında şehir içi telefon görüşmelerinin birim fiyatı arttı. Şehirler arası ve yurt dışı telefon görüşmelerinin birim fiyatı düştü. Fiyat endekslerinde sabit hattan cep telefonu görüşmeleri, şehirlerarası ve yurt dışı telefon görüşmeleri ücretleri daha önce dahil edilmemişken, mart ayında fiyatları düştüğü için dahil edildiler. Bu yolla, iletişimde yaşanan fiyat artışı törpülenmiş oldu. Bunun adına da "dramatik fiyat düşüşlerini enflasyona yansıttık" oldu.

Bir fiyat endeksinin yapısı gelişigüzel bir zamanda değiştirilmiştir. Yanlıştır.

DURUMA GÖRE ENDEKS

İktisatta endeksleme, rakamlarla ifade edilen bir veri serisinin belli bir zaman, mekan ya da ortalama olarak sabit bir baza getirilmesidir
. Endeksleme yoluyla zaman ya da örnek bazında karşılaştırmaların kolaylaşması hedeflenmektedir. Önemli olan seçilen bazdır. Endeksteki oynamalar endeksin yapısını değiştirmeyi hiçbir zaman haklı kılmaz.

Bir örnek verelim. Diyelim ki, ortalama bir aile günde ortalama iki ekmek, bir kilo sebze ve yarım kilo et yiyerek karnını doyuruyor. Bu besin sepetine "günlük gıda sepeti" diyelim. Ekmek göreli olarak standart bir madde. Sebze olarak yeşil fasulye kabul edilsin, et olarak da dana kıyma. Günlük ya da aylık fiyatlara bakarak günlük gıda sepetinin ortalama maliyeti bulunabilir. Her gün ya da her ay aynı malların fiyatları izlenerek aynı miktarlarla çarpılarak gıda sepeti maliyetine ulaşılır. Zaman içinde belli bir sepetle tanımlanan gıda maliyetinin ne yönde değiştiği tespit edilir.

Konuyu çarpıtmak istiyorsanız, dana kıyması fiyatlarının çok arttığı bir dönemde dana kıyması fiyatını bırakıp günlük gıda sepetinde fiyatı artmamış olan koyun kıyması kullanabilirsiniz. Bu şekilde, günlük gıda sepetinin maliyetinin hiç artmamış olduğunu söyleyebilirsiniz. Maliyetini ölçtüğünüz sepetin adı hala "günlük gıda sepeti" olarak kalmıştır ama ölçülen sepet aynı sepet değildir. Başka bir sepetin maliyeti ölçülmüştür. Elma ile armut birbirine karıştırılmıştır. O sepetin de geçmişteki maliyetleri hakkında hiçbir fikriniz yoktur. Çünkü, onu daha önce ölçmüyordunuz.

TÜİK’in yaptığı bundan farklı bir şey değildir. Aldatmacadır.

Fiyat ya da başka endekslere giren malların endeks içindeki ağırlıklarının zaman içinde değiştirilmesi ya da endekse giren malların çeşitlendirilmesi olağandır. Çünkü, zamanla ekonomik yapı değişmekte, tüketim kalıpları farklılaşmakta, yeni ürünler oluşabilmektedir. Ama, bu değişiklikler hem çok sık yapılmaz hem de belli bir araştırmaya dayanarak yapılırlar. Yani, endeksin yapısındaki değişiklikler gelişigüzel olmaz.

TUİK her yıl fiyat endekslerinde bazı değişikliklere gidiyor. Aslında, endekslerde her yıl değişikliğe gidilmesi doğru bir yaklaşım değil. Ama, Türkiye ekonomisinin dinamik yapısı göz önüne alınarak belki bu yaklaşım kabul edilebilir. Yine de, endekslerin yapısında, yıl içinde her hangi bir ayda fiyat oynamaları bahane edilerek yapılan değişikliklerin haklı gösterilecek hiçbir tarafı yoktur.

MERKEZ BANKASI’NIN DURUMU

TÜİK çok büyük bir yanlış yapmıştır
. Ürettiği istatistiklerin güvenilirliğinin önemini hiçe sayıp kurumsal itibarını zedelemiştir. "Fiyat istatistiklerinde bunu yapan, başka verilerde acaba ne yapar?" sorusunu sordurtmaya başlamıştır. Yazık olmuştur.

Merkez Bankası’na da yazık olmuştur. Merkez Bankası da, neyi ölçtüğü belli olmayan bir endeksi hedefleyen bir para otoritesi durumuna düşmüştür.

Merkez Bankası açısından, tutarlı fiyat endeksleri yoluyla hesaplanan enflasyon hedefinin ıskalanması, düzmece endeksler yoluyla ortaya çıkan enflasyon hedefini tutturmaktan çok daha fazla tercih edilecek bir durumdur. Çünkü, merkez bankaları açısından itibar her şeyin üzerindedir. TÜİK bugün vardır, yarın olmayabilir. Ama, Merkez Bankası hep burada olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Enflasyon görünümü

9 Nisan 2007
Nedenleri ne olursa olsun, yılın ilk üç ayında enflasyonun gidişatı, hedefle karşılaştırıldığında, sevindirici değil. Hedefin oldukça üzerinde bir enflasyonla yaşıyoruz. Son on iki aylık enflasyon yüzde 11’in biraz altında gerçekleşti. Son dört yıllık enflasyon verileri ile karşılaştırıldığında, tabloda özetlendiği gibi, hedefin en düşük olduğu bu yılda son dört yılın en yüksek üç aylık enflasyonun gerçekleştiğini görüyoruz. Yılın ilk üç ayında yıllık hedefin yarısı aşıldı. Bundan sonrası için enflasyon konusunda bazı iyi gelişmeler varken, bazı riskler de mevcuttur.

PARASAL GENİŞLEME

Parasal genişleme yavaşladı
. Geçen yılın ortalarında en yüksek değerine ulaşan Merkez Bankası Parası para politikasındaki sıkılaştırmayla yılın üçüncü çeyreğinde 50 milyar YTL düzeyinden 40 milyar YTL düzeyine düştü. Ama, sıkılaştırma orada kaldı.
/images/100/0x0/55eab23bf018fbb8f890e177
Bu dönemde (haziran 2006-mart 2007 arasında aylık ortalamalar bazında) gözlenen en ilginç gelişme döviz işlemleri yoluyla Merkez Bankası Parası azaltılırken, YTL işlemleri yoluyla Merkez Bankası parası yaratılmasıdır. Merkez Bankası Parası içinde döviz işlemleri 44 milyar YTL’den 27 milyar YTL’ye kadar düşmüş, buna karşılık döviz işlemleri 5 milyar YTL’nin biraz altından 15 milyar YTL’ye kadar çıkmıştır.

Parasal genişlemede belli bir yavaşlama söz konusudur. Örneğin, grafikten de görüldüğü gibi, Merkez Bankası bilançosu geçen yıl ortalarına kadar yılda yüzde 40’ın üzerinde büyürken, mart ayı itibariyle bilanço büyümesinin hızı aynı bazda 7.6’ya gerilemiştir. Kısacası, parasal genişleme açısından bir "sıkı duruş" söz konusudur. Sıkılığın yeterli olup olmayacağı ileriye dönük risklerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ile ilgilidir.
/images/100/0x0/55eab23bf018fbb8f890e179
RİSKLER

Önümüzdeki dönemdeki en önemli risklerden biri kamu finansmanının alacağı şekildir
. Siyasi kaygılarla bozulabilecek kamu finansman dengesi parasal alanda alınan önlemlerin enflasyon üzerindeki olumlu etkilerini silebilecektir. O taktirde, enflasyon hedefi ciddiye alınıyorsa, "sıkı duruş" konumunun daha da sıkılaştırılması kaçınılmaz olabilecektir.

Uluslararası piyasalardaki dalgalanmalar devam edecek gibi görünmektedir. Küresel riskler belki de artarak devam etmektedir. Gelişmiş ülkelerde uygulanan para politikaları konusundaki belirsizlikler ve genelde yabancı yatırımcıların sinir bozukluğu, geçen yılın ortasında yaşandığı gibi, yukarı yönde döviz kurları oynamaları ile enflasyon arasındaki mekanizmayı yeniden devreye sokabilecektir. Böyle bir gelişme olduğu taktirde, Merkez Bankası’nın döviz piyasasında daha aktif ve zamanında rol alması enflasyondaki eğilimlerin değişmemesi açısından önemli olacaktır.

Bazı kamu zamlarının yapılması gündemdedir. Siyasi kaygılarla gerekli zamlar ertelenebilir. Zamlar ertelenseler de, ilerideki bir tarihte yapıldıklarında, enflasyon görünümü bozulacaktır. Aynı şekilde, kamu harcamalarındaki artışın dolaylı vergiler yoluyla finanse edilmeye çalışılması da enflasyon görünümünü bozabilecek gelişmelerdendir. Bu çeşit dışsal etkenler enflasyon beklentilerini bozmaktadır.

Bir diğer risk, geçen yılın ikinci yarısında hız kesen özel kesim talebinin şu sıralarda yeniden canlanmaya başlamasıdır. Hem kamu hem de özel sektörden gelen talebin artması durumunda, yılın ikinci yarısında enflasyonda sürprizler yaşayabiliriz.

Enflasyona yönelik risklerin gerçekleşmediği bir ortamda, geçen yılın nisan ayında başlayan yüksek aylık enflasyon rakamlarının on iki aylık değişmelerin dışında kalmasıyla yıllık enflasyon yaz aylarında yüzde 10’un altına inecektir. Ama, bütün bunlara rağmen, 2007 yılı için tespit edilen enflasyon hedefi yakalanabilecek bir hedef olmaktan çok uzaktır. Dolayısıyla, enflasyon hedeflemesinde başarıdan söz etmek bu yıl da mümkün olmayacakmış gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Emek piyasasında yapı değişikliği

8 Nisan 2007
TÜRKİYE’de resmi istatistiklere göre işsizlik yüzde 10 civarında. Dünya standardında yüksek bir işsizlik oranına sahibiz denebilir. Ama, işsizliğin yüksek olduğu Fransa ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde de işsizlik yüzde 10’a yakındır. Rakamlar birbirine yakın diye bizdeki ve Batı Avrupa’daki işsizliğin benzer olduğu anlamı çıkarılmamalıdır.

İşgücü verileri anketler yoluyla elde edilir. Dolayısıyla, işgücü verilerinde çalışanın kayıt içinde olup olmadığı sonuçları değiştirmez. Sonuçları değiştirebilecek en önemli unsurlardan biri çalışmayıp kendini işgücü piyasasında görmeyen kitlenin yanlış tahmin edilmesidir. Ama, anket metodolojisinden daha iyi bir ölçüm yolu da yoktur. Uluslararası İşçi Teşkilatı (ILO) tarafından benimsenen anket metodolojisiyle işgücü anketleri yapılmaktadır. Bu açıdan, bizdeki anket metodolojisi dünya standardındadır.

GİZLİ İŞSİZLER

Türkiye ekonomisinin gelişmiş ülkelere göre önemli yapısal farklılıkları vardır. Örneğin, Türkiye’de tarım sektöründeki nüfusun toplam içindeki oranı oldukça büyüktür. Tarımda çalışanların önemli bir bölümü üretime tam katkı yapacak kadar çalışmazken, çalışıyor olarak kabul edilmesi çok doğal olmaktadır. Aslında, tarım kesimindeki verim düşüklüğünün bir boyutu çalışmasa da olacakların çalışıyor gibi yapmasıdır. Belli bir ölçüde, başta kamu sektöründe olmak üzere, başka sektörlerde de bu olgu yaşanmaktadır. Kısacası, Türkiye’de gizli işsizlik önemli boyutlardadır.

Ekonomik şartlar değiştikçe istihdamın yapısı da değişmektedir. Örneğin, aynı tarım geliri büyük bir aileyi geçindiremedikçe, aileler küçülmekte ve tarımsal kesimden kentlere göç olmaktadır. İstatistiklerde, belki geçmişte tarımda istihdam ediliyormuş ya da işgücüne dahil değilmiş gibi görünen bir grup nüfus kentlerde işsiz sınıfına dahil olmaktadır. Dolayısıyla, tarımsal gelirin geçindiremediği nüfusun yer değişmesiyle işgücü istatistikleri de ciddi boyutlarda değişikliğe uğrayabilecektir.

Türkiye gibi ülkelerde aslında üretime katkı yapmayıp çalışıyormuş gibi görünen nüfus göreli olarak fazladır. Marjinal sektör olarak adlandırılabilecek işlerde çalışanların gerçekten istihdam edilip edilmediği tartışma konusudur. Örneğin, trafik sıkıştığında, su ve mendil satanlar ya da arabaların camlarını yıkamaya çalışanlar gerçekten işgücü piyasasında mıdırlar? Bu kişiler işgücü piyasasındaysalar, işsiz mi yoksa istihdam edilmiş mi sayılmaktadırlar? Bütün bu bilgilerin anketler yoluyla tespiti doğal olarak önemli hatalar içermektedir.

KADINLAR

Türkiye ekonomisine özgü bir diğer konu kadın nüfusu içinde istihdam oranının çok düşük olmasıdır
. İstihdam oranı, istihdam edilenlerin 15-64 yaş grubundaki nüfusa bölünmesiyle bulunmaktadır. Türkiye’de kadın nüfusun istihdam oranı yüzde 23.8 görünmektedir. Ama, kadın nüfusunda işsizlik oranı yüzde 12 civarındadır. İşsizlik oranının, istihdam oranı göz önüne alındığında, göreli olarak küçük çıkması iş gücü piyasasındaki kadın nüfusun göreli olarak az olmasıyla açıklanmaktadır. Gerçekten böyle midir?

Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinde kadın nüfusun ortalama istihdam oranı yüzde 56’dır. Yani, yaklaşık bizim iki katımızdır. Ekonomik yapı değişip kadınlar da daha çok iş gücü piyasasına girdikçe bizdeki oran da AB ortalamasına yaklaşacaktır. Bunun anlamı, bugünkü rakamlarla, 5 milyondan fazla kadının işgücü piyasasına girip iş aramaya başlamasıdır. Sorun, iktisadi olmanın yanında, sosyal bir boyut kazanabilecektir.

Türkiye’de işsizlik yüksektir. Yapısal özellikler göz önüne alındığında, gerçek işsizliğin aslında çok daha yüksek olabileceği konusunda oldukça ciddi kanıtlar vardır. Bunun da ötesinde, yapısal değişiklikler iş arayanların sayısında ileride çok daha büyük artışlar yaşanabileceği izlenimi vermektedir.

Bu açılardan bakıldığında, Türkiye’de kesintisiz ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin (azami ekonomik büyüme değil) gerçekleştirilmesinin önemi çok daha fazla öne çıkmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Son ekonomik veriler üzerine çeşitlemeler

6 Nisan 2007
MAKRO ekonomik gelişmeler çarpıcı. Çarpıcı oldukları kadar da düşündürücü. Ekonomide son yıllarda dile getirilen şikayetleri de gülünç hale sokan bir denge gözleniyor. Nabza göre şerbet sunan bir ekonomik denge söz konusu.

Yüksek reel faizlerden şikayetçi olunuyor, ama ekonomi hızla büyüyor. Türk Lirası’nın aşırı değerlenip yurt içinde üretilen malların uluslararası rekabetçi konumunun kaybolduğu vurgulanıyor, ama ihracat artışı rekorlar kırıyor. Merkez Bankası faizleri artırıyor, ekonomik büyüme hiç aldırmıyor. Özel kesimin talep büyümesi düşüyor, ama onun da geçici mi yoksa kalıcı mı olduğu yönünde şüpheler var.

NEDEN ŞİKAYETÇİLER?

Sanayici reel faizden şikayet edip üretimi artırıyor
. Örneğin faizlerin (hem reel hem de nominal) göreli olarak düşük olduğu 2006 yılının ilk yarısında (mayıs ayı itibariyle) yıllık ortalama imalat sanayi üretimi büyümesi yüzde 4.9 idi. Yılın ikinci yarısında Merkez Bankası faizleri artırdı ve bu yılın şubat ayı itibariyle aynı bazda imalat sanayi üretimi büyümesi yüzde 7.2 oldu. Sanayici YTL değil, döviz borçlanıyor, dövizin de faizi zaten negatif diyorsak, yani, YTL faizleri üretim için önemsizse, neden şikayet ediyoruz?

İhracatçı paramızın değerlenmesinden şikayetçi. Her fırsatta, enflasyon kadar artmayan döviz kurlarının sanki sorumlusu Merkez Bankası imiş gibi, kur ve para politikasına küfür ediyorlar. Buna karşılık ihracat artmaya devam ediyor. 2003 yılı sonunda ihracatımız yıllık 47.2 milyar dolarken geçen yıl sonunda 86.3 milyar dolar oldu. Bu yılın şubat atı itibariyle de on iki aylık ihracat 90 milyar dolara dayandı. İhracat dolar bazında yıllık ortalama yüzde 22’nin üzerinde büyüyor.

"Para kazanmıyoruz" şikayetleri gerçekçi değildir. Hiçbir işadamı son beş yıldır zarar ettiği halde daha fazla ihracat yapmaya çalışmaz. Yoksa, ihracat hayali mi denmek isteniyor? Değilse, demek ki, döviz kurlarından gelen rekabetçi konumun kaybı üretimde verimlilik artışlarıyla kapatılabiliyor. Bunun aksi bir iddianın hiçbir iktisadi temeli olamaz.

Milli gelir istatistiklerine göre, özel kesimden gelen iç talep büyümesi durmuş görünüyor. Özel kesimin iç talebini frenlemesi Merkez Bankası’nın faiz artırımından mı kaynaklandı, yoksa geçen yılın haziran ayında yaşanan yarı kriz havasından mı?

GEÇİCİ Mİ?

Bu ayırım önemlidir. Faizlerin geldiği düzey nedeniyle değil de, faizlerin artmış olmasının "haber" değeri nedeniyle iç talep büyümesinin kesilmiş olması ileride bu faizlerde dahi iç talebin yeniden canlanabileceği anlamına gelebilir. Çünkü, çalkantı bitmiştir. Yeniden olumlu rüzgarlar esmektedir.

Milli gelir verilerinde inşaat sektöründeki büyümenin yüksek düzeylerde devam ediyor olması ilginçtir. Verilere göre, inşaat sektörü geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 21.3, son çeyreğinde ise yüzde 16.1 büyümüştür. Yıllık ortalama yüzde 19.4 olmuştur.

Aynı şekilde, yılbaşından mart ayının son üçüncü haftasına kadar konut kredilerindeki artışın yüzde 4.3 olarak gerçekleşmesi de ilgi çekicidir. Son beş buçuk aydaki tüketici kredilerindeki artış yüzde 11’i geçmiştir. Bir başka ifadeyle, geçen yıl ortasında artan faizlerin "şok" etkisinin giderek kaybolmakta olduğu yönünde şüpheler uyanmaktadır.

Bu şüpheler gerçekten doğru çıkarsa, Merkez Bankası’nın işi zordur. Yılın ortasına doğru iç talep büyümesinin enflasyon üzerine olumsuz etkileri ortaya çıkmaya başlayabilecektir.
Yazının Devamını Oku

Dış ticaret açığı artık eskisi kadar artmıyor

5 Nisan 2007
TÜRKİYE ekonomisinin sürdürülebilir büyüme açısından en önemli risklerinden biri artan dış ticaret açığı ve buna paralel giden cari işlemler açığıdır. Son verilere göre, on iki aylık dış ticaret açığı bu yılın şubat ayı itibariyle 52 milyar dolar olmuştur. Bu yılın ocak ve şubat aylarında dış ticaret açığı yıllık bazda aynı kaldı.

Milli gelir rakamları özel kesimden gelen iç talepteki artışın durma noktasına geldiğine işaret etmektedir. Bir anlamda, dış ticaret verileri de bu gelişmeyi desteklemektedir. Yatırım malları ithalatındaki artış geçen yılın ortasından bu yana düşmektedir. Bu yılın ilk iki ayındaki toplam yatırım malları ithalatı geçen yılın aynı dönemine göre yalnızca yüzde 2.8 artmıştır. Bu oran geçen yıl aynı dönemde yüzde 21 civarındaydı./images/100/0x0/55eb396ef018fbb8f8b372d7

Toplam ithalat içinde yüzde 10 civarında yer tutsa da, tüketim malları ithalatındaki artışta da bir yavaşlama söz konusudur. Geçen yılın başlarında yüzde 40’ı geçen tüketim malı ithalatındaki artış bu yılın ilk iki ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0.4 artmıştır. Kısacası, özel kesim talebinin düşmesi alt kalemlerde ithalat talebine de yansımış görünmektedir.

Ara malları ithalatındaki artış ise hız kesmiş görünmemektedir. Hatta, geçen yılın ilk yarısında yüzde 20’nin altında artan ara malları ithalatı yılın ikinci yarısında yüzde 20’nin üzerinde artmaya devam etmiştir. Bu yılın ilk iki ayındaki ara malları ithalatındaki toplam artış geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 29’a yaklaşmıştır. On iki aylık bazda geçen yılın ortasında yüzde 15 civarında artan petrol dışı ara malları ithalatı bu yılın şubat ayında yüzde 20’yi geçmiştir.

Özel kesim iç talep büyümesini kesmiştir. Ekonomi milli gelir bazında uzun dönemli eğilimlerin üzerinde büyümeye devam etmektedir. Ara malları ithalatı da aynı paralelde artmaya devam etmiştir. Dış ticaret açığındaki artışta durma büyük ölçüde ihracatın artışı ile ara malları dışındaki ithalat artışının durması dolayısıyla gerçekleşmiştir.

EĞİLİMLER

2003 yılı sonundan 2006 yılı sonuna kadar on iki aylık ortalama imalat sanayi üretimi ile on iki aylık petrol hariç ara malları ithalatı aylık olarak grafikte gösterilmektedir. Son yıllarda, imalat sanayi üretim endeksindeki bir puan artış için dolar bazında daha fazla petrol hariç ara malları ithalatı gereksinimi gözlenmektedir. Buna karşılık benzer bir eğilim milli gelir büyümesi ile ara malları ithalatı arasında a denli keskin bir biçimde görünmemektedir. Bir başka grafik on iki aylık tarım dışı ihracat ile petrol dışı ithalatın zaman içinde aylık gelişmesini gösteriyor. Petrol dışı ithalatın tarım dışı ihracattan daha hızlı bir eğilim içinde olduğu görünüyor.

Çok kaba olarak şu sonuçları sıralayabiliriz. İmalat sanayi üretimi ara malları ithalatına giderek daha fazla bağımlı hale gelmektedir. Aynı zamanda, önemli bir bölümü imalat sanayi üretimi olan ihracatta da benzer bir eğilim söz konusudur. Ama, milli gelir büyümesi imalat sanayi dışındaki sektörlerdeki büyümeyi de içerdiğinden benzer bir eğilimi o denli keskin göstermemektedir.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik büyüme hızla devam ediyor

4 Nisan 2007
GEÇENLERDE yayınlanan milli gelir rakamları yine şaşırttı. Yılın ilk dokuz ayına ait verilere bakılarak reel olarak tüm yılda yüzde 5, hatta altında beklenen milli gelir büyümesi yüzde 6 oldu. Ekonomi hızla büyümeye devam ediyor.

Birçok veride gözlenen önemli revizyonlar milli gelir verilerinde de yapıldı. 2006 yılının ikinci çeyreğinde (nisan-haziran) yüzde 8.77 olarak açıklanan yıllık milli gelir büyümesi şimdi revize edilip yüzde 9.26 olarak açıklandı. Aynı şekilde, yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 3.02 olduğu söylenen büyüme yüzde 4.33 olarak revize edildi.

Verilerin şaşırıcılığı burada bitmiyor. Geçen yılın sonlarına doğru tarım sektörü kaynaklı fiyat artışları kuraklığa ve tarımsal üretimin düşüklüğüne bağlanmıştı. Milli gelir verilerine göre, tarım sektörü yılın son çeyreğinde (ekim-aralık) geçen yılın aynı dönemine göre reel olarak yüzde 10’a yakın büyümüş görünüyor.

ÖZEL KESİM FRENE BASTI/images/100/0x0/55eb6ceaf018fbb8f8c046aa

Ekonomik büyüme iktisadi açıdan elbette güzel bir gelişmedir
. Türkiye ekonomisinin 2001 yılı sonundan bu yana kesintisiz olarak uzun dönemli ortalamanın oldukça üzerinde büyümesi sevindiricidir. Grafikte on iki aylık bazda üç ayda bir hesaplanan milli gelir verileri verilmektedir. Milli gelirin yıllık büyümesi 17 çeyrektir yüzde 5’in altına gelmemiştir. Kişi başına gelir 5,500 dolara yaklaşmıştır. 2001 yılı sonundan bu yana toplam milli gelir artışı reel olarak yüzde 43’ü aşmıştır (yılda ortalama yüzde 7.4’ün üzerindedir).

Geçen yılın ortasında finans sektöründe yaşanan çalkantının ekonomiyi yavaşlattığı düşünülmüştü. Faizlerin yüzde 13’lerden gelip yüzde 20’yi aşması, döviz kurlarının aniden sıçraması, kısacası beklentilerin bozulmasının iç talep büyümesini yavaşlatacağı beklentisini güçlendirdi. İç talep konusundaki beklentiler özel kesime yönelik olarak gerçekleşti denebilir.

2006 yılının ilk yarısında reel olarak yüzde 9.9 büyüyen özel kesim tüketimi yılın ikinci yarısında bir önceki yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 1.3 arttı. Son çeyrekte ise özel kesim tüketimi bir önceki yılın aynı dönemine göre reel olarak neredeyse aynı kaldı. Veriler yılın ikinci yarısındaki talep genişlemesinin büyük ölçüde dış dünyadan ve devlet harcamalarından kaynaklandığını söylüyor. Özel kesim frene basmış görünüyor.

BÜYÜME DEVAM EDEBİLİR

Son yayınlanan milli gelir verileri bir anlamda arzulanan gelişmelerin gerçekleşmesi olarak nitelendirilebilir
. İç talep büyümesi yavaşlamıştır. Yurt içinde üretilen mallara olan talep yurt dışından gelmeye başlamıştır. Alışılmış ifadeyle, son dönemdeki büyüme önemli ölçüde ihracata dayalı olarak gerçekleşmiştir.

Mal ve hizmet ihracatı, mal ve hizmet ithalatının üzerinde arttığı sürece dış talep kaynaklı talep büyümesi devam edecektir. Özel kesim talep büyümesinin kesilmesi ise ekonomik büyümeye olumsuz etki yapacaktır. Bu yılın seçim yılı olması nedeniyle, kamu sektörü talebinin devam edeceği, hatta geçmiş yıllara göre daha da artacağı beklenebilir. Dolayısıyla, bu yıl da ekonomik büyümenin yüzde 5’ler civarında gerçekleşmesi sürpriz olmayabilecektir.

Yarın gelişmeleri dış ticaret açığı yönünden irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku