AVAM Kamarası’nda dönemin iktisadi politikalarına yönelik eleştirilerden sıkılan zamanın Başbakan’ı Winston Churchill eleştirilere cevap vermek için ayağa kalkar. "Para ve kur sorunlarını tartışmakta gösterdiği yapay zeka ve bilgiçliği, insanoğlu başka hiçbir alanda bu denli kolay sergileyemez" der ve oturur.
Bugünlerde herkes ya faizlerden ya kurlardan ya da ikisinden birden şikayetçi. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde durum böyle. Şikayetlerin önemli bir bölümü, ekonomik durumun kötü olduğundan değil, durumun kötüleşmesinden korkulduğu için yapılıyor. Anlayan ya da anlamayan genelde para politikasından şikayetçi. Parasal otoritelerin duruşları (kıvırtmaları) tedirginlikleri daha da artırıyor.
BÜYÜME
Aslında, dünya ekonomileri, Türkiye de dahil, 1970’lerden bu yana en iyi dönemlerinden birini yaşıyorlar. Özellikle gelişmekte olan ülkeler kesintisiz bir büyüme süreci içindeler. Uluslararası yatırımcıların dönemsel olarak gazabına uğrasalar da, gelişmekte olan ülkeler daha önce hiç bu denli hızlı büyüyüp fiyat istikrarı içinde bir ödemeler dengesi sorunu ile karşılaşmadan yaşamamışlardı.
Amerika’da faizlerin artmaya başladığı dönemde enflasyon da artmaya başladı. Enflasyon yüzde 4’ün üzerine çıktıktan sonra düşmeye başladı. Son verilere göre, Amerika’da on iki aylık tüketici enflasyonu yüzde 2.4. Enerji ve gıda maddelerini dışarıda bırakan tüketici enflasyonu (çekirdek enflasyon) ise on iki aylık bazda yüzde 2.7 civarında. Çekirdek enflasyon son bir yılda yüzde 2’den yüzde 3’e yaklaştı. İnmekte direniyor.
Ortalama tüketici enflasyonunun düşmesi Amerika’da faizlerin düşürülmeye başlanacağı beklentilerini güçlendirdi. Ama, her toplantıdan sonra FED enflasyonun ne önemli kaygıları olduğunu vurgulamaya devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki, Amerikan ekonomisi tartışmasız bir biçimde ekonomik durgunluğa girmediği sürece FED faizleri indirmeye yanaşmayacak. Ekonomik büyümeyi açıkça baltalamadığı sürece, FED kısa vadeli faizleri erken indirerek enflasyon konusunda ters köşeye yatmak istemiyor.
Merkez bankalarının "hata payını asgaride tutmak" gibi bir stratejileri var. Bizim Merkez Bankası için de belki aynı şey söylenebilir. Hata payını asgaride tutmak isteyen bir diğer para otoritesi Avrupa Merkez Bankası. Onlar da, hazır büyük Avrupa ülkeleri büyüme sürecine girmiş gibi görünürken, faizleri yavaşça artırarak enflasyon konusunda bir hata yapmak istemiyorlar. Avrupa’da zaten geç kalmış ekonomik büyümenin başlamış gibi görünmesine sevinenler Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artışlarını durdurması gerektiğini savunuyorlar. Euro’nun patronu bu tavsiyelere pek aldırış etmiyormuş gibi görünüyor.
Japonya’da farklı değil. Ekonomik büyüme kıpırdar gibi olunca "sıfır faiz" politikasını bıraktılar. Sıkça faizlerin artırılması gerektiğini vurguluyorlar. Japon iş alemi ise tam tersini düşünüyor.
FAİZLERİN DÜŞMESİ
Fiyat istikrarını kendine tek hedef olarak almış merkez bankaları için içkili partinin en neşeli anında masadaki içki şişelerini kaldıran kuruluş tanımlaması yapılır. Farklı ülkelerdeki para politikaları tartışılırken hep aynı hata yapılıyor. Tüm kesimler partinin devam edip daha fazla sarhoş olmak istiyor. Birileri de ayık kalmalı ki, sarhoşların istenmeyen davranışlarını önleyebilsin. İlk önlem olarak da içki şişeleri masadan kaldırılıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, dünyada ekonomik büyüme devam ettiği sürece "enflasyon kaygısı" hep ön planda kalacak. Dünyada faizlerin eski düzeylerine gelme olasılığı azalacak. Bu gelişmelerden doğal olarak Türkiye de nasibini alacak.