1 Mayıs 2007
FARKLI kesimler farklı bakış açılarından erken seçim istiyorlar. Tartışma siyasi platformda gerçekleşiyor. Aslında, iktisadi açıdan da, mümkün olabildiğince erken yapılabilecek genel seçimler bu ve gelecek yılları kurtaracaktır. Ne denirse densin, seçimler hükümetlerin ellerini bağlayan; gelen taleplere "hayır" diyebilme kabiliyetlerini azaltan, hatta yok eden; siyasi olarak hükümetleri zayıflatan olgulardır. Doğal olarak, seçimler kamu finansmanındaki disiplini bozucu yönde etki yaparlar. Seçim dönemlerinde, talepleri karşılamak, makro ekonomik dengelerin korunmasının önüne geçer.
KAMU FİNANSMANI
Genel seçimlerin kasım ayında yapılması tüm 2007 yılında kamu finansmanının giderek bozulacağı anlamına gelir. Üstüne üstlük, 2008 yılı bütçesini hazırlayacak zaman yoktur. Yeni bütçe, yeni hükümeti bekleyecektir. 2008 yılının ilk ayları geçici bütçe ile idare edilecektir. Yeni bütçe ancak nisan ayından sonra yürürlüğe girebilecektir. Bu arada, son 8-10 ayda yapılmış tahribat önlenmeye çalışılacaktır.
Genel seçimlerin kasım ayı yerine yazın yapılması birçok açıdan olası tahribatı asgaride tutacaktır. Yılın ikinci yarısında iş başına gelecek hükümetin kamu finansmanında ciddiyeti yeniden ele alması söz konusu olacaktır.
Önünde yeni bir beş yıllık ufuk görecek olan yeni hükümet 2008 yılına yönelik olarak ciddi bir bütçe hazırlama olanağına kavuşacaktır. Rafa kaldırılan yapısal reformlar daha çabuk ve daha kolay devreye sokulabilecektir. Kısacası, genel seçimlerin kaçınılmaz olarak hükümetlere getirdiği atalet çok daha çabuk geçiştirilebilecektir.
Ekonomik dengelerin korunması ve enflasyonun hedeflenen doğrultuda düşürülebilmesi açısından kamu finansmanında ciddiyetin korunması son derece önemlidir. Bir yıl için dahi olsa, kamu finansmanında olası bir gevşeme (ki şimdiden bu yönde bazı işaretler vardır) "kar topu etkisi" yoluyla ilerideki yıllarda tamiri zaman alacak tahribatlara yol açabilecektir.
Örneğin, faizler yükselecek ve Hazine’nin borçlanma maliyeti artacaktır. Diğer harcamalarda belli bir disiplin getirilse dahi, bütçede faiz harcamaları artış eğilimine girecektir. Bütçe dengesini tutturabilmek için yeni gelir kaynakları (vergi artışları) aranacaktır.
Kamu finansmanının bozulma eğilimine girip faizlerin yükselmesi ileriye dönük beklentileri bozacaktır. Enflasyonun hedeflenen doğrultuda inmesi daha da gecikecektir. Bu arada, dış kaynaklı şokların gerçekleşmesi konuyu daha da karmaşık hale getirecektir.
BIÇAK SIRTI
İktisadi açıdan genel seçimlerin yaz ayları içinde yapılması iktisadi açıdan çok yararlı görünmektedir. Siyasi belirsizliklerin zaman kaybetmeden ortadan kaldırılması, uluslararası yatırımcılar gözünde, Türkiye ekonomisinin diğer gelişmekte olan ekonomilerden ayrıştırılmasını önleyecektir.
Büyük bir olasılıkla, bugünkü hükümet de bu görüşlerin tümünü paylaşmaktadır. Ama, erken seçim isteklerinin farklı güdülerle farklı kesimlerce bugünlerde çok fazla gündeme gelmesi hükümetin bu kesimlerle inatlaşma olasılığını da artırmaktadır. Halbuki, makro ekonomik hedefler göz önüne alındığında, ekonomik dengeler inatlaşmayı kaldırmayacak kadar bıçak sırtındadır.
Yazının Devamını Oku 30 Nisan 2007
İKİNCİ Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan dünya ödemeler sisteminde döviz rezervi biriktirmek önemli bir olguydu. Sabit kur rejimi altında, döviz rezervi bol olan ülkelerin sabit döviz kurlarını sürdürebilme olasılığı daha fazlaydı. 1970’lerin başında dalgalı kur sistemine geçildi. Döviz rezervleri önemini kaybetmedi. Bu kez de, döviz kurlarının çok fazla dalgalanmasını önlemeye yönelik olarak döviz rezervleri önemli oldu.
Bir anlamda, döviz rezervleri bir ülkenin "kefen parası" niteliğindedir. Başkalarına muhtaç olmayı önler ya da geciktirir. Başı sıkıştığında, ülkelerin kullanabilecekleri bir kaynaktır. En azından, döviz rezervlerinin önemi okullarda böyle öğretilir.
TEORİ
1960 ve 1970’li yıllarda bir ülkenin döviz rezervlerinin ne düzeyde olması gerektiği konusunda oldukça fazla akademik çalışma yapılmıştır. Anlatması ve anlaşılması en kolay yaklaşım döviz rezervlerinin bir ülkenin kısa vadeli dış borçlarının belli bir oranı olmasıdır. Bu yaklaşımda, kısa vadeli borçların yeni borçlarla çevrilememesi durumunda döviz rezervleri kullanılarak dış borçları ödeyememek gibi bir durumun önlenmesi gözetilmektedir.
Döviz rezervi iki şekilde biriktirilebilir. Birincisi, Merkez Bankası’nın döviz borçlanması yoluyla döviz biriktirmesidir. İkinci yol Merkez Bankası’nın kendi bastığı parayı piyasaya sürerek piyasadan döviz satın almasıdır. İki yolun ortak yanı döviz rezervi biriktirmenin Merkez Bankası bilançosunu büyütmesidir. Bir anlamda, döviz rezervi biriktirmek, başkaca bir önlem alınmadığı taktirde, enflasyonisttir. Bir başka anlamda, döviz rezervi biriktirmek biriktirilen dövizi basan ülkeye borç vermektir.
Son iki cümleden döviz rezervi biriktirmenin kötü bir şey olduğu anlaşılmasın. Aksine, döviz rezervleri bir takım başka olumsuzlukları önlemeye yönelik biriktiriliyorsa, bazı yan etkilerle mücadele etmek de işin bir parçasıdır.
Son yıllarda IMF Türkiye’nin döviz rezervi biriktirmesi konusunda oldukça ısrarlı bir tavır sergiliyor. Yazılan her raporda, Türkiye’nin IMF’ye verdiği her niyet mektubunda, para politikası başlığı altında Merkez Bankası’nın, şartlar uygun olduğu sürece, döviz rezervleri biriktirmesine ağırlık vereceği ya da vermesi gerektiği vurgulanıyor. Neden?
Merkez Bankası’nın 60 milyar dolar civarında döviz rezervleri var. Türkiye’nin de kısa vadeli dış borçları geçen yıl sonu itibariyle yaklaşık 42 milyar dolar civarında. Vadesine bir yıldan az kalmış borçlar mutlaka daha fazladır. Ama, Türkiye’nin döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borçlara bakarak yetersiz olduğunu iddia etmek zordur.
Bir diğer bakış açısıyla, yalnızca kısa vadeli dış borçların değerine değil, tabiatı icabı kısa vadeli olabilecek sermaye akımları göz önüne alınabilir. Sermaye piyasalarına yatırım yapmış yabancı yatırımcıların getirdikleri meblağ (popüler deyimiyle sıcak para) kısa vadeli dış borçların çok üzerindedir. Bu yatırımlar çıkma eğilimine girdiğinde, döviz rezervlerine ihtiyaç duyulabilir. Bu yaklaşım ciddiye alınmalıdır.
UYGULAMA
Uygulamaya bakıldığında, IMF döviz rezervlerinin hiçbir biçimde kullanılması taraftarı değildir. Geçen yılın ortasında yaşanan son çalkantı da görüldüğü gibi, IMF sermaye çıkışlarını kurlara baskı yapmadan gerçekleştirmek amacıyla Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini kullanmasına sıcak bakmamaktadır. Yani, döviz rezervleri düzeyini kısa vadeli dış borçlara ve ülkeye giren kısa vadeli olabilecek sermaye hareketlerine endeksleyeceğiz, ama bu alanlardan gelebilecek olumsuzlukları yok etmek için döviz rezervlerini kullanmayacağız!
O halde, döviz rezervi biriktirmek bir para politikası olmaktan çıkmakta, Amerika ve diğer gelişmiş ülkelere borç verme operasyonuna dönüşmektedir.
Yazının Devamını Oku 29 Nisan 2007
ÇEŞİTLİ makro ekonomik değişkenler arasındaki ilişki kadar, ekonomik birimlerin ileriye dönük beklentileri de ekonomik dengelerin nerede oluşacağının en önemli karar vericilerinden biridir. Örneğin, faiz oranlarının yatırım talebini etkileyerek ekonomik büyüme üzerine ne denli etki yapabileceği önemlidir. Ama, aynı faiz düzeyinde, ekonomik birimlerin ileriye dönük beklentilerine göre yatırım talebinin farklılaşabileceği de bir gerçektir. Dolayısıyla, iktisadi beklentileri hesaba katmayan bir ekonomik analiz çok anlamlı sonuçlar doğurmayabilecektir.
BEKLENTİLERİ ÖLÇME
İktisadi düşüncede beklentilerin önemi çok uzun zamandır vurgulanmaktadır. Ama, iktisadi analizlerin bir parçası olarak iktisadi beklentilerin yoğun bir biçimde kullanılması son otuz yılda gerçekleşmiştir denebilir.
Beklentilerin önemi, beklentilerin ölçülebilir olup olmadığı, ölçülebilirlerse nasıl sorularını da beraberinde getirmiştir. İktisadi beklentileri ölçmede en çok kullanılan ve en kaba yöntem anketler yoluyla ekonomik birimlere iktisadi beklentilerini sormak olmuştur. Bu yöntemin analizleri anlamlı sonuçlara ulaştırabilme olasılılığı yoktur. Çünkü, iktisadi analizde önemli olan ekonomik birimlerin ağızlarından çıkan beklentiler değil, aldıkları iktisadi kararların bir bazı olarak kullandıkları beklentilerdir. Bu ikisinin aynı olması olasılığı sıfır ya da sıfıra çok yakındır.
Bu nedenle de, iktisadi beklenti anketleri sonuçlarına bakıldığında çeşitli çelişkiler göze çarpmaktadır. Halbuki, ekonomik birimlerin aldıkları iktisadi kararlarda çelişkili bir dünya görüşünün baz edildiğini iddia etmek zordur. Ekonomik birimler cahil olabilirler, yanılabilirler, ama aptal değildirler.
TAHMİNLER
Londra adresli Consensus Economics kuruluşunun Doğu Avrupa ülkelerine yönelik yayınladığı iktisadi beklenti (tahmin) anketleri Türkiye’yi de içeriyor. Türkiye’deki çeşitli finans kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının çeşitli makro ekonomik büyüklükler üzerine beklentileri toplanıyor. Bu anketlerden çarpıcı sonuçlar çıkıyor.
Ekonomik büyümenin bu yıl ortalama yüzde 4.6, gelecek yıl yüzde 5.7 olacağı bekleniyor. Ama, cari işlemler açığının bu ve gelecek yıl 30 milyar dolar civarında (geçen yılın altında) sabit kalacağı bekleniyor. Geçmiş verilere bakıldığında, beklentiler çelişkili görünüyor.Aynı şekilde, geçen yıla göre daha az ya da aynı düzeyde fob bazında dış ticaret açıkları vererek yılda yüzde 5 civarında reel ekonomik büyümenin sağlanabileceği düşünülüyor.
Enflasyonun bu yıl sonu yüzde 6.9, gelecek yıl sonunda yüzde 5.5 olacağı bekleniyor. Merkez Bankası faizlerinin bu yılın ortasına kadar değişmeyeceği, gelecek yıl mart ayı sonuna kadar 2 puan düşeceği düşünülüyor. Sabit yatırımların artış hızının düşeceği, buna karşılık özel sektör tüketim artışının yaklaşık aynı kalacağı bekleniyor.Ankette kur beklentileri verilmemiş. Ama, verilseydi, herhalde beklentiler kurların daha da düşeceği içerecekti.
Bu çeşit anketlere "beklenti ya da tahmin anketi" denmesi yerine ekonomik birimlerin "gönlünden geçen rakamlar" demek daha doğru olacaktır.
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2007
DÜNYA ekonomileri özellikle son yıllarda çok daha fazla birbirine bağımlı hale geldi. Karşılıklı bağımlılık küresel riskleri her zamankinden daha fazla artırmış durumda. Amerika bu denli tüketmese, başta Çin olmak üzere bir çok gelişmekte olan ülkenin ekonomik büyümesi olumsuz etkilenecek. Onlar üretiyorlar, Amerika tüketiyor. Hammadde fiyatları yüksek seyrediyor.
Kazara başka nedenlerle gelişmekte olan ülkeler bu denli üretmese, Amerika bu düzeydeki tüketimini çok daha pahalıya devam ettirebilecek. Kısacası, tüm ülkeler birbirlerine göbekten bağlanmış durumda. Bu zincirin kopması dünya refahını çok olumsuz etkileyebilecek.
BULAŞICILIK
Finans piyasaları da artık eskiye göre çok daha fazla birbirine bağımlı hale geldi. Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) politikaları yalnızca Amerikalıları değil, tüm dünyayı ilgilendiriyor. Avrupa Merkez Bankası’nın politikaları da aynı şekilde herkesi ilgilendiriyor. Amerika’daki enflasyon riskleri yalnızca FED’i değil, diğer merkez bankaların da izlediği bir olgu. Biri hapşırınca, diğerleri kırıklık hissediyor.
Finans kuruluşları giderek büyüyor. Büyümelerini güçlendirmek için birleşiyorlar. Birleşmeler yalnızca bir ülkenin farklı kuruluşları arasında değil, farklı ülkelerin kuruluşları arasında da oluyor. Satın almalar yalnızca gelişmiş ülkelerdeki kuruluşların gelişmekte olan ülkelerdeki kuruluşlarını bünyelerine katmakla sınırlı değil. Gelişmiş bir ülkedeki bir finans kuruluşu diğer bir gelişmiş ülkedeki finans kuruluşunu alıyor. Ulusal markalar yavaş yavaş tarih oluyor.
Ekonomilerin giderek birbirlerine bağımlı hale gelmeleri doğal olarak milliyetçi tepkileri güçlendiriyor. Yalnızca bizim ülkemizde değil, Amerika da dahil olmak üzere, her yerde milliyetçi tepkiler artmaya başladı. Korumacılık öne çıkıyor. Uluslararası işbirlikleri eskiye göre zayıflamaya başladı. Bunun en iyi örneklerinden biri de dünya ticaretini daha da serbestleşmesine yönelik başlayan Daho Görüşmeleri’nin henüz olumlu bir sonuca ulaştırılamamış olmasıdır. IMF’ye ek yeni bir misyon oluşturma konusunda ülkeler giderek daha fazla isteksiz görünüyorlar.
Finans ürünlerinin milliyeti kalmadı. Türev enstrümanlar denen farklı finans araçlarının paketlenmesiyle ortaya çıkan yeni araçların bir milliyeti olduğu söylenemez. Fransa’daki bir dişçi kendi bankasından, kendi bankasının kurup işlettiği bir yatırım fonu alıyor. Aldığı yatırım fonu yoluyla bilemediği riskler alıyor. Haritada yerini dahi gösteremeyeceği ülkelere finansman sağlıyor.
Tarihsel deneyimlerle ulusal düzeydeki kurallar hem gelişti hem de derinleşti. Serbest piyasa ekonomisi içinde gözetim ve denetimin önemi kavrandı. Ama, aynı yaklaşımın uluslararası düzeyde varlığından söz edemeyiz. Halbuki, riskler giderek küreselleşti. Dünyanın bir ucunda oluşabilecek bir olumsuzluğun küresel düzeyde bulaşıcı olma olasılığı bugün her zamankinden daha fazladır.
ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ
1990’lı yılların ikinci ayrısında yaşanan Asya ve Rusya krizleri birçok gelişmiş ülkedeki finans kurumlarını zor durumlara soktu. Birçok kurum çok ciddi zararlar yazmak zorunda kaldılar. Tepki olarak, gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerdeki finans sistemindeki gözetim ve denetimin artırılmasını talep ettiler. Talepler yerindeydi. Ama, bugün gelinen noktada, bütün bunlar yetersiz hale geldi.
Herkesin herkesten korkması gereken bir ortam oluştu. Bu ortamın milliyetçi tepkiler çekmesiyle, olası korumacılık eğilimleri aslında "toplu intihar" anlamına gelmektedir. Daha akılcı bir yol, küreselleşen ekonomide, kuralların, gözetim ve denetimin de küreselleşmesidir. Milliyetçi dürtülerle bu konu göz ardı edildiğinde, dünya ekonomileri çok büyük risklere açık olacaktır.
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2007
YILLARDIR yüksek enflasyon yaşamış bir ülkede zaman ve fiyat değişimleri ilişkisi doğal olarak birbirinden kopmaktadır. Aynı malı üç ay sonra yüzde 40 daha pahalı almak yıların verdiği alışkanlıklarla normal sayılabilmektedir.
Enflasyon çok daha makul düzeylere geldiğinde, ekonomik birimler doğal olarak alışmakta zorlanmaktadır. Zorlanma, genellikle fiyat artışlarına karşı duyarsızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Fiyat artışları anormal görülmemektedir.
Bütçemiz içinde ağırlık tutan malların fiyatlarına karşı çok daha duyarlı oluyoruz, ama çok sık almadığımız ve bütçemiz içinde çok yer kapsamayan mallardaki fiyat artışlarına çok daha az duyarlı oluyoruz. Bu çeşit mallarda satıcıların fiyat ayarlamaları çok daha kolay olmaktadır.
GÖRGÜSÜZLÜK
YAPIN
Fiyat artışlarının önüne geçmenin yolu elbette makro ekonomik politikalardır. Ama, geçiş dönemlerinde, tüketici davranışları da önemli olmaktadır. İlk gördüğünüz fiyattan malı almaya kalktığınızda, "fiyat illüzyonu" yoluyla satıcıların sizi kandırmaları çok daha kolay olmaktadır. Çünkü, eski alışkanlıklarla, ya o malın fiyatı hakkında fazla bir bilginiz yoktur ya da fiyat artışını normal karşılama eğilimindesiniz.
Bunun en iyi örneklerinden biri lokantacılık sektöründe yaşanmaktadır. Türkiye’de çok az lokantada fiyatları da içeren yemek listesi verilir. Genellikle yemeklerin ne olduğu söylenir. Müşteriler hangi yemeğin ne fiyattan satıldığını sormadan beğendiklerini ısmarlarlar. Yediğiniz yemeğin kaça çıktığını hesabı istediğinizde öğrenirsiniz.
Hesabın ayrıntılarına dikkatle bakmak neredeyse ayıp sayılır. Hesap pusulası ikiye katlanıp arkasına toplam meblağ yazılır. Müşteri de ikiye katlanmış hesap pusulasına bakmadan hesabı öder. Aksi takdirde, görgüsüz damgası yiyecektir.
Ekonomik ilişkilerde görgüsüzlük diye bir kavram yoktur. Alıcı, alacağı mal hakkında tüm ayrıntıları öğrenmek hakkına sahiptir. Satıcı da, sattığı mal hakkında tüm ayrıntıları müşterileriyle paylaşmak zorundadır. Beğenmediğiniz malı almazsınız. Pahalı bulduğunuz yemeği ısmarlamazsınız. Bunun görgüsüzlükle hiçbir alakası yoktur.
FİYAT
DUYARLILIĞI
Tüketici piyasa araştırması yapmak zorundadır. Neyin, nerede daha ucuza satıldığını öğrenmek tüketiciye başlangıçta maliyetli de gelse, daha sonra piyasa araştırmasıyla yüklenilen maliyet geri alınacaktır. Fiyatların daha az arttığı ortamlarda bu araştırma hem daha kolay hem de daha az masraflı olmaktadır.
Lokantada balığın fiyatını sormadan ısmarlamayın. Ana yemek öncesi gelen meze türü yemeklerin fiyatlarını sormadan masanıza koydurmayın. Yemek fiyatları düşündüğünüzden fazlaysa, oturduğunuz gibi, kalkın gidin o lokantadan. Masaya otururken fiyatları da içeren yemek listesini isteyin. Böyle bir liste yok derlerse, o lokantada yemek yemeyin. Mali durumunuz ne denli iyi olursa olsun, her türlü fiyata duyarlı olun. Aksi taktirde, kandırılmaktan kurtulamazsınız.
Satıcıları ancak tüketiciler terbiye edebilir. Yüksek enflasyondan düşük enflasyona geçişte tüketici davranışları önemli bir rol oynamaktadır. Bu rol iyi oynanmadığında, belli sektörlerde fiyat katılıkları da çok olağan hale gelmektedir. Düşük enflasyona geçiş daha uzun sürmektedir.
Yazının Devamını Oku 25 Nisan 2007
SON altı yıldır takip edilen ekonomik gündem belli başarıları getirdi. Şimdi, elde edilen kazanımları kalıcı hale getirip ekonomik istikrarı pekiştirmek gerekiyor. Alınan yol küçümsenemez. Ama, alınması gereken yolun çok daha çetin olacağından da kimsenin şüphesi olmasın. Gündemdeki reformların çoğunun uygulamaya konup kendilerinden beklenen sonuçların alınması zaman alacaktır. Sabır gerekmektedir. Birçok reformun olumsuz etkileri hemen görülecek, ama rahatlatma etkilerinin görülmesi hemen olmayacaktır. Bu aşamada, "reform yorgunu" düşmememiz gerekmektedir.
IMF İLE DEVAM
Gerek yurt içindeki ekonomik birimler gerekse yurt dışı piyasalar reformların planlanıp uygulamaya konulması aşamalarında ikna edilmeye ihtiyaç duyacaklardır. Çok fazla düşmeyecek olan cari işlemler açığının finansmanı için yurt dışı yatırımcıların Türkiye ekonomisine güven duymaları sağlanacaktır. Bütün bunlar için sağlam bir "çapa" gerekmektedir.
Avrupa Birliği (AB) çapası iki yıl öncesine göre zayıfladı. Zayıflaması felaket anlamına gelmiyor. Aslında, AB çapasından iktisadi anlamda bu aşamada sağlanacak faydalar sağlandı ve sağlanmaya devam ediyor. Çok büyük bir yanlış yapılmadığı taktirde, bu faydaların devam etmemesi için hiçbir neden bulunmuyor.
2008 yılında IMF ile yapılan standby düzenlemesi bitiyor. Yani, gerek iç gerek dış ekonomik birimleri rahatlatan "IMF çapası" son bulmuş olacak. Türkiye, siyasi prim yapma uğruna "IMF’den kurtulduk" sloganları atacağına, önümüzdeki üç-beş yıl süresince "IMF çapası" ile yaşamaya devam etmelidir. Bu takdirde, gündemdeki reformları uygulamaya koymak hem kolaylaşacak hem de daha az maliyetli olacaktır. Aynı zamanda, dış finansman kaynaklarının olabildiğince kesintisiz devamı mümkün olacaktır.
Daha açık bir ifadeyle, yılda 40 milyar dolardan fazla çeşitli yollarla dış finansman sağlamak durumunda olan bir ülkenin yanlış yapma lüksü kalmamıştır. Çapasız yola devam edecek olursak, yol kazalarına uğrama olasılığını çok artırmış oluruz. Ne olduğu belli olmayacak siyasi kazanımlar için böyle risk almaya değmez. Kaldı ki, seçimlerden sonra iş başına gelecek bir hükümet için daha işin başında bu yönde bir karar almak çok daha kolay olacaktır.
BÜYÜME VE REFAHIN DAĞILIMI
IMF ile yeni bir üç yıllık program yapmak mutlaka IMF’den kaynak kullanmak, yani borç almak anlamına gelmez. IMF belli bir meblağı belli aralıklarla serbest bırakıp Türkiye’nin kullanımına sunar. Ama, Türkiye serbest kalan IMF kaynağını mutlaka kullanmak zorunda değildir. Zaten, Türkiye’nin böyle bir kaynağa ihtiyacı olmayacağından, kullanmamalıdır da. Önemli olan para değil, ekonomik birimlerin reformların sürdürüleceğine olan inancıdır. Para, zaten uluslararası piyasada makul fiyatlarla bolca var.
Sloganlardan kurtulup gerçekçi olmak zorundayız. Önümüzde önemli bir fırsat var. Önünde beş yıllık bir ufku olan bir hükümet ve olumlu piyasa şartlarıyla ekonomiyi rekabetçi kılacak reformlara sarılmış ekonomik istikrarı gözeten bir Türkiye’nin hızla büyüyerek refahı daha geniş kitlelere yayabilme şansı her zamankinden daha fazladır.
Yazının Devamını Oku 24 Nisan 2007
DUVARA çarptıktan sonra aklımız başımıza geldi. Ekonomide son altı yılda küçümsenmeyecek bir mesafe alındı. Ekonomik büyümenin rekorlar kırdığı bir dönemde, göreli olarak kısa bir sürede enflasyon yüzde 10 düzeyine geriledi. Kamu finansman dengesi ekonomik istikrarı yakalayabilecek düzeylere geldi. Kamu borç stokunun milli gelir içindeki payı düştü. Kamu sektörünün iç borç stokunun döviz kurlarına hassasiyeti azaldı. Para politikası enflasyonu makul düzeylere getirmeye odaklandı. Özelleştirme hızlanarak kamu gelirlerinin artmasına katkı sağlandı.
Daha birçok şey yapıldı. Ama, kalıcı ekonomik istikrar için daha yapılacak çok iş var.
KONULAR
Ekonomide büyük başarılar belli ölçüde bazı risklerin de artmasıyla elde edilebiliyor. Türkiye’de de böyle oluyor. Birçok makro ekonomik veri şapka çıkarılacak düzeye geldi, ama birçok yapısal bozukluklar ya yaratıldı ya da eskiler olduğu yerde duruyorlar.
Önümüzdeki dönemde vergi tabanının genişletilmesi kalıcı ekonomik istikrar için kaçınılmazdır. Gelirden fedakarlık etmeden, vergi gelirlerinin ağırlığı dolaylı vergilerden (KDV ve ÖTV gibi) doğrudan vergilere (gelir ve kurumlar vergisi gibi) doğru kaydırılmalıdır.
Kamu harcamalarına esneklik kazandırmaya yönelik olarak sosyal güvenlik ve personel reformları artık daha fazla geciktirilmemelidir. Genel seçimlerden sonra iktidara gelecek hükümetin ekonomideki öncelikli hedefi bu reformları uygulamaya koymak olmalıdır. Aksi taktirde, kamu finansman dengesinde elde edilen başarılar geçici olacaktır.
Kamunun borç stoku göreli olarak düşmüştür, ama, ortalama borç vadesi göz önüne alındığında, hala yüksektir. Kamu borç stokunun milli gelir içindeki payı düşmeye devam etmelidir. İç borç stokunun vadesi yedi yıl önceye göre uzamıştır, ama mutlak anlamda hala çok kısadır. Önümüzdeki dönemde, özellikle genel seçimlerden sonra, iç borç stokunun ortalama vadesinin uzatılması için yoğun bir çaba gösterilmelidir.
Cari işlemler açığı yüksektir ve önümüzdeki dönemde de yüksek kalacak gibi görünmektedir. Dolayısıyla, bugün yüksek gibi görünen cari işlemler açığının sürdürülebilir olabilmesi için dış finansman kaynaklarının kesintiye uğramaması önemlidir. Sürdürülebilir ekonomik büyüme açısından da bu konu önemlidir.
Aynı düzeydeki ekonomik büyümenin daha fazla istihdam yaratması önümüzdeki üç-beş yılın en önemli ve öncelikli konularındandır. Emek piyasasındaki katılıkların kaldırılması ya da en azından yumuşatılması rekabetçi ekonomi açısından kaçınılmazdır. İstihdam üzerindeki ücret dışı mali yüklerin hafifletilmesi sıkça dile getirip de savsakladığımız konun bir başka boyutudur.
ÇAPA GEREĞİ
Daha geniş bir perspektifte, Türkiye "rekabetçi ekonomi" alanında bir dizi mikro reformları devreye sokmak zorundadır. Bu reformlar emek piyasasından mal piyasalarına, sermaye ve finans piyasalarından (aracılık ve borçlanma maliyetlerinin azaltılması gibi) hizmet üretimine kadar geniş bir alanı kapsayacaktır.
Bunların hiçbiri bilinmeyen ya da daha önce söylenmemiş şeyler değildir. Kim hükümet olursa olsun, istikrar içinde sürdürülebilir büyümenin sağlanabilmesi için önümüzdeki üç-beş yılda ekonomi alanında hükümetin öncelikli gündemi bunlardır. Bu gündeme sahip çıkıp uygulama aşamasına geldiğimizde, son altı yıldır olduğu gibi, tutunacak "çapa" gerekmektedir. Gündemin ciddiye alınması için inandırıcı olmak önemlidir.
Yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 23 Nisan 2007
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda çocuklarımızın eğitimi üzerine eleştirisel bir bakış açısıyla biraz kafa yormamızın faydalı olacağını düşünüyorum. Nasıl bir nesil yetiştirip bu nesle hedefe uygun nasıl bir eğitim olanağı sunulması gerektiği yalnız bizim değil, tüm ülkelerin önemli sorunlarından biridir. O nedenle "eğitim reformu" her ülkede konuşulur. Hiçbir ülke "ben doğruyu buldum ve uyguluyorum" diyecek durumda değildir. Çünkü, konu hem karmaşıktır hem de konunun zaman içinde değişime açık dinamik bir tarafı vardır.
NASIL BİR NESİL
Her şeyden önce, çocuklarımızın eğitimini küresel bir boyutta düşünmemiz gerekiyor. Çocuklarımız ileride yalnızca kendi ülkesindeki arkadaşlarıyla değil, tüm dünyadaki meslektaşlarıyla yarışacak. İşgücü giderek akışkan oluyor. Çinli Amerika’da çalışıyor. Amerikalı Hindistan’da görev alıyor. Türkler Londra piyasasını istila edebiliyor. Yabancıların ülkemizde çalışmalarına çocuklarımızın iş olanaklarını azaltıyor diye bakamayız. Çünkü, bizim çocuklarımız da başka bir milletin çocuklarını işlerinden edebiliyor.
Çocuklarımız artık yalnızca bir değil, birden fazla yabancı dil konuşmak zorunda. Bir yabancı dil bildiğinizde, küresel piyasada yabancı dil bilmiyormuş gibi hissedilmeye başlandı. İngilizce, Fransızca, Almanca gibi geçmişin popüler dilleri değil, Çince, Rusça, Japonca ve İspanyolca gibi diller yaygınlaşmaya başladı.
Artık, içine kapalı, kendi ülkesinden başka dünyayı tanımayan katı milliyetçi eğitim yaklaşımı geçersiz olmaya başladı. Kendi ülkesini bilmek yanında, dünyayı tanıyan, dünya sorunlarını tartışabilen, dünyada olup bitenleri takip edebilen nesiller yetiştirmek zorundayız. Ezberci değil, analiz yeteneği gelişmiş insanların başarı şansları var.
Doğru olarak kabul edilenleri sorgulayabilme yeteneği olan, ama sloganlara sarılmış bir nesil değil, düşüncelerini ve yaklaşımlarını bilgi ile destekleyebilen öz güveni gelişmiş, bilgisayar teknolojisinden yararlanmayı günlük hayatının bir parçası yapabilmiş bir nesil yetiştirmek zorundayız. Aksi taktirde, bizim çocuklarımız, kendi ülkesinde başkaları tarafından iş piyasasından kovulacaklar, ama başka ülkelerde başkalarının çocuklarını işlerinden edemeyeceklerdir.
Kendini yazılı ve sözlü olarak ifade edebilen bir nesil yetiştirmek gerekiyor. İletişim küresel ekonominin en önemli öğelerinden biri haline geldi. Topluluk önünde konuşma yeteneği gelişmiş, düşüncelerini en kısa yoldan anlaşılır ve kısa bir biçimde yazılı ve sözlü olarak ifade edebilen bir nesil hedeflemeliyiz. Okuma alışkanlığı edinmiş, okumayı televizyonlarda anlamsız dizileri seyretmeye tercih eden insanlara ihtiyacımız var.
ATAMIZIN VİZYONU
Çok iyi matematik öğretebiliriz. Tarih, coğrafya ve fen derslerinde çok başarılı öğrencilerimiz olabilir. Bunların hepsi gerekli olabilir, ama hiçbir biçimde yeterli değillerdir.
Çocuklarımızı okullarda bu açılardan değerlendirmemiz gerekiyor. Çoktan seçmeli sorular yoluyla değerlendirip çocuklarımızı liselere ve üniversitelere yerleştirmeye çalıştığımız sürece 21nci yüzyılın talep ettiği insan gücünü yetiştirebilmemiz mümkün değildir. Bu değerlendirme yöntemleri nesilleri yanlış yönlendirmek anlamına gelir.
Böyle bir nesil yetiştiremediğimizde, doğal olarak korumacılık eğilimleri güçlenecek ve milliyetçi söylevlerle kendimizi dış dünyaya kapatmanın daha ehven olacağını düşünmeye başlayacağız. Bu olasılık gerçekleşme yoluna girdiğinde, bu büyük günü çocuklarımıza adayan bir neslin vizyonunu ıskalamış olacağız.
Bayramımız hepimize kutlu olsun.
Yazının Devamını Oku