MAKRO ekonomik gelişmeler çarpıcı. Çarpıcı oldukları kadar da düşündürücü.
Ekonomide son yıllarda dile getirilen şikayetleri de gülünç hale sokan bir denge gözleniyor. Nabza göre şerbet sunan bir ekonomik denge söz konusu.
Yüksek reel faizlerden şikayetçi olunuyor, ama ekonomi hızla büyüyor. Türk Lirası’nın aşırı değerlenip yurt içinde üretilen malların uluslararası rekabetçi konumunun kaybolduğu vurgulanıyor, ama ihracat artışı rekorlar kırıyor. Merkez Bankası faizleri artırıyor, ekonomik büyüme hiç aldırmıyor. Özel kesimin talep büyümesi düşüyor, ama onun da geçici mi yoksa kalıcı mı olduğu yönünde şüpheler var.
NEDEN ŞİKAYETÇİLER?
Sanayici reel faizden şikayet edip üretimi artırıyor. Örneğin faizlerin (hem reel hem de nominal) göreli olarak düşük olduğu 2006 yılının ilk yarısında (mayıs ayı itibariyle) yıllık ortalama imalat sanayi üretimi büyümesi yüzde 4.9 idi. Yılın ikinci yarısında Merkez Bankası faizleri artırdı ve bu yılın şubat ayı itibariyle aynı bazda imalat sanayi üretimi büyümesi yüzde 7.2 oldu. Sanayici YTL değil, döviz borçlanıyor, dövizin de faizi zaten negatif diyorsak, yani, YTL faizleri üretim için önemsizse, neden şikayet ediyoruz?
İhracatçı paramızın değerlenmesinden şikayetçi. Her fırsatta, enflasyon kadar artmayan döviz kurlarının sanki sorumlusu Merkez Bankası imiş gibi, kur ve para politikasına küfür ediyorlar. Buna karşılık ihracat artmaya devam ediyor. 2003 yılı sonunda ihracatımız yıllık 47.2 milyar dolarken geçen yıl sonunda 86.3 milyar dolar oldu. Bu yılın şubat atı itibariyle de on iki aylık ihracat 90 milyar dolara dayandı. İhracat dolar bazında yıllık ortalama yüzde 22’nin üzerinde büyüyor.
"Para kazanmıyoruz" şikayetleri gerçekçi değildir. Hiçbir işadamı son beş yıldır zarar ettiği halde daha fazla ihracat yapmaya çalışmaz. Yoksa, ihracat hayali mi denmek isteniyor? Değilse, demek ki, döviz kurlarından gelen rekabetçi konumun kaybı üretimde verimlilik artışlarıyla kapatılabiliyor. Bunun aksi bir iddianın hiçbir iktisadi temeli olamaz.
Milli gelir istatistiklerine göre, özel kesimden gelen iç talep büyümesi durmuş görünüyor. Özel kesimin iç talebini frenlemesi Merkez Bankası’nın faiz artırımından mı kaynaklandı, yoksa geçen yılın haziran ayında yaşanan yarı kriz havasından mı?
GEÇİCİ Mİ?
Bu ayırım önemlidir. Faizlerin geldiği düzey nedeniyle değil de, faizlerin artmış olmasının "haber" değeri nedeniyle iç talep büyümesinin kesilmiş olması ileride bu faizlerde dahi iç talebin yeniden canlanabileceği anlamına gelebilir. Çünkü, çalkantı bitmiştir. Yeniden olumlu rüzgarlar esmektedir.
Milli gelir verilerinde inşaat sektöründeki büyümenin yüksek düzeylerde devam ediyor olması ilginçtir. Verilere göre, inşaat sektörü geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 21.3, son çeyreğinde ise yüzde 16.1 büyümüştür. Yıllık ortalama yüzde 19.4 olmuştur.
Aynı şekilde, yılbaşından mart ayının son üçüncü haftasına kadar konut kredilerindeki artışın yüzde 4.3 olarak gerçekleşmesi de ilgi çekicidir. Son beş buçuk aydaki tüketici kredilerindeki artış yüzde 11’i geçmiştir. Bir başka ifadeyle, geçen yıl ortasında artan faizlerin "şok" etkisinin giderek kaybolmakta olduğu yönünde şüpheler uyanmaktadır.
Bu şüpheler gerçekten doğru çıkarsa, Merkez Bankası’nın işi zordur. Yılın ortasına doğru iç talep büyümesinin enflasyon üzerine olumsuz etkileri ortaya çıkmaya başlayabilecektir.