4 Kasım 2007
’PARA’ denen olgu insanlığın üzerinde en yoğun kafa yorduğu kavramlardan biridir. Para üzerine çeşitli güzel sözler söylenmiştir. Kimileri "para" kavramını refahla bir görmüşler. Kimileri de "para" ile "ahlak" arasında ilişki bulmaya çalışmışlar. İktisatçılar açısından, para, bir değişim aracı, bir servet saklama aracı ve bir muhasebe birimidir. Her mal ve hizmet gibi, paranın da zaman içinde değişebilen talebi vardır. Paranın da piyasadaki arzını değiştirebilen üreticisi vardır.
Asırlar boyunca, insanlık "para idaresi" üzerine yoğun kafa yordu. Önceleri, kavimlerin, şehir devletlerinin, ulusların yöneticileri para üretimine soyundu. Paraya itibar kazandırmak için para kıymetli madenlerden yapıldı.
Daha sonra kağıt paraya (banknot) geçildi. Ama, kağıt paranın arkasına bir varlık kondu. Adına "altın standardı" denilen sistem kağıt paranın altın karşılığında çıkarılması ilkesine dayandı. Paranın üreticisi, şah, padişah, kral ya da onların hazineleri olmaktan çıkarılıp ayrı bir kurum meydana getirildi.
İTİBARIN KAYNAĞI
Bu evrimin arkasında hep paraya itibar kazandırma güdüsü vardı. Çünkü, zaman içinde öğrenildi ki, ekonomik birimler tarafından itibarlı görülmeyen ama adına "para" denilen nesne değişim aracı da, servet saklama aracı da, muhasebe birimi de olamayabiliyor.
1970’li yılların başından itibaren, dünya ekonomileri insanların değer verdiği bir varlık tarafından desteklenmeyen para sistemine geçti. Paranın arkasında altın gibi kıymetli bir maden yoktu. Dolayısıyla, üretimine kısıt getirebilecek doğal bir mekanizma da ortadan kalmıştı. Bundan böyle, paranın değeri, arkasındaki varlıktan değil, kendi itibarından kaynaklanmaya başladı. İtibarı oluşturmanın yolu olarak da siyasetten bağımsız para otoritelerinin oluşturulması gereği ortaya çıktı. Para üretiminin aç-kapa düğmesi siyasetin dışına çıkarılmaya çalışıldı.
Paranın değerine birbirinden çok da bağımsız olmayan iki açıdan bakabiliriz: paranın iç ve dış değeri. Paranın iç değeri, paranın mal ve hizmetler karşısındaki değeridir. Mal ve hizmetlerin zaman içinde sürekli olarak fiyatlarının artması paranın iç değerinin düşmesi anlamına gelir. Paranın dış değeri ise diğer paralar karşısındaki değeridir. Bir başka ülkenin parasını alabilmek için daha fazla kendi paranızı vermek zorunda kalıyorsanız, paranızın dış değeri düşüyor demektir.
Arkasında hiç bir değer ifade etmeyen bir paranın iç ve dış değerinin oluşması ve itibarı o paranın üreticisinin itibarı ile çok yakından ilgilidir. Ürettiği paranın değerini korumaya azimli bir para üreticisi paranın itibarının en önemli kaynaklarından biridir. Dolayısıyla, itibarı olmayan para otoritesinin parasının da itibarı olamaz. Onun da arkasında, para basma yetkisini veren devletin kendi itibarı önemlidir. İtibarı olmayan paranın değerini korumak da olanaksızlaşır. İtibarını yitiren para değerini de yitirir.
VARLIK FİYATLARI ENFLASYONU
İtibar da tek başına yeterli değildir. Madem ki, paranın arkasında değer ifade eden bir varlık yoktur. O halde, paranın getirisi diğer varlıkların getirileriyle üç aşağı, beş yukarı paralel olmalıdır. Faizi diğer varlıkların getirileriyle uyumlu olmayan para da değer yitirmeye mahkumdur.
Avrupa’da ve Amerika’da yıllarca uygulamada olan negatif reel faiz son dönemde paralar üzerindeki en büyük darbeyi yapmışlardır. Yatırımcılar sağlam diye düşünülen, ama negatif reel getirisi olan paralardan çıkıp diğer varlıklara ve gelişmiş ülke piyasalarına hücum ettiler. Varlık fiyatları arttı. Paraların varlıklar karşısındaki değeri düştü. Şimdi, sıra paranın iç değerindeki düşmeye (enflasyon) geldi. Bu olasılık dünya ekonomilerini tehdit etmeye başladı.
Yazının Devamını Oku 2 Kasım 2007
PETROL fiyatları varil başına 100 dolara yaklaşıyor. Artan petrol fiyatlarının dünya ekonomilerinde arz yönlü bir şok yaratma olasılığı giderek artıyor.
Arz yönlü şok dışsal etkilerle bir birim üretimin daha pahalıya mal olması olarak alınabilir. Böyle bir şokun beklenen sonucu daha az ürerim ve daha yüksek fiyatlardır.
Şimdiye kadar dünya ekonomileri artan petrol fiyatlarını diğer fiyatlara yansıtmadan içine sindirebilmiş görünüyordu. Bir anlamda, arz yönlü şokun beklenen etkisi gerçekleşmedi. Yapılan araştırmalar bu noktadan sonra dünya ekonomilerinde artan petrol fiyatlarını ürün fiyatlarına yansıtmama olasılığının giderek azaldığını gösteriyor.
FATURA ARTIYOR
Türkiye açısında da gelişmeler hoş değil. Ekonomik büyümeye paralel olarak petrol tüketimi zaten artıyor. Artan petrol tüketimini artan fiyatlarla karşılamak Türkiye’nin ödediği petrol faturasını doğal olarak artırıyor. Örneğin, 2000 yılında 4.2 milyar dolar olan ithal ham petrol faturası 2006 yılında 10.7 milyar dolara fırladı. Buna karşılık, aynı dönemde yıllık ham petrol ithalatı 21.4 milyon tondan 23.8 milyon tona çıktı. 2001 yılından bu yana yıllık ham petrol ithalatı 23-24 milyon ton arasında oynuyor. Artan faturanın çok önemli bir bölümü fiyat artışlarından kaynaklanıyor.
Petrol fiyatları son on yıllık dönemde ilk çıkışını 1999 yılının mart ayında yapmaya başladı. Mart 1999 ile eylül 2000 arasında Brent petrolün varil fiyatı 10 dolardan 37 dolara fırladı. 2000 yılının eylül ayı orasından 2003 yılının mayıs ayına kadar petrol fiyatları 23-37 dolar bandında salındı.
Grafikten de görüldüğü gibi,
2003 yılının mayıs ayından sonra petrol fiyatlarının ikinci tırmanışı başladı. 2006 yılının ağustos ayı başlarında Brent petrolün varil fiyatı 78 dolara kadar çıktı. Bu yılın ocak ayında 50 dolara kadar düşen petrol fiyatları yeniden tırmanışa geçti. Şimdi 90 doların üzerinde seyrediyor.
Petrol fiyatlarındaki dalgalanmanın doların uluslararası piyasalardaki değeri ile yakından ilgili olduğu biliniyor. Ama, doların değerinin dışında, petrol fiyatları diğer paralar cinsinden de ciddi boyutlarda artıyor.
Örneğin, 2003 yılında ortalama 25 Euro olan Brent petrolün varil fiyatı bu yılın ilk on ayında ortalama 51 Euro’ya yükseldi.SPEKÜLASYON
Piyasa uzmanları petrol fiyatındaki bu artışın dünya ekonomilerinin büyümesinden kaynaklanan talep patlamasından çok, spekülatif talebin şişmesinden kaynaklandığını söylüyorlar.
Petroldeki spekülatif hareketler makul düzeylere gelinceye kadar petrol fiyatlarındaki artışın kaçınılmaz olduğu vurgulanıyor. Spekülasyon genellikle Amerika ve Çin gibi dünya ekonomilerinin büyümesine katkı yapan ülkelerdeki büyüme beklentileri ile yakından ilgili gibi görünüyor.
Son veriler Amerika’daki büyümedeki düşmenin o denli hızlı olmayacağı ve Çin gibi ekonomilerin büyümeye devam edeceği beklentisinin hakim olmasına neden oldu. Dolayısıyla, petrol fiyatları da yeniden uçuşa geçti.
Bu gelişmeler dünya ekonomilerinde artan enflasyonla ekonomik durgunluğun bir arada oluşma olasılığını artırıyor.Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2007
TEMEL enflasyona bakarak para politikasının şekillenmesi büyük ölçüde doğrudur. Ama, temel enflasyon ile ortalama enflasyon (headline enflasyon) arasındaki fark birden fazla yılı kapsayacak bir biçimde birbirlerinden farklılaştığında, ortada bir sorun var demektir. Para otoriteleri, gıda ve enerji gibi temel fiyat endeksinin dışarıda bıraktığı mal ve hizmet fiyatlarındaki oynamaların geçici olduğunu varsayarak ortalama enflasyonun küçük oynamalarla orta dönemde temel enflasyon civarında oluşacağını kabul ederler. Bu kabul son beş yıldır gözlenen gelişmeler karşısında sorgulanmaya başlamıştır.
TEMEL DİNAMİKLER
Petrol fiyatları dünyada giderek artmaya devam etmektedir. Yani, bir defaya mahsus bir artış yaşanıp durmamıştır. Aynı şekilde, 2-3 yıldır gıda fiyatlarında da devamlılık gösteren artışlar söz konusudur. İki malın da tüketim sepetinde vazgeçilemez olmaları bu mallardaki fiyat artışlarının ekonomik birimlerce çok daha fazla hissedilmesine yol açmaktadır. Şikayetlerin bir bölümü buradan kaynaklanmaktadır.
Ekonomi politikası açısından çok daha önemli olan konu temel enflasyon ile ortalama enflasyonun birbirlerinden uzaklaştığı dönemlerde, temel enflasyonun da ortalama enflasyona yaklaşma eğiliminin ne denli güçlü olduğudur. Örneğin, enerji fiyatlarındaki artış diğer mal ve hizmet fiyatlarındaki artışlarda ne derece önemlidir? Yani, petrol ve gıda fiyatlarındaki artışların ikincil etkilerinin ne derece güçlü olduğu önemlidir.
Dünya ekonomilerinde bugüne kadar petrol fiyatlarındaki artış ortalama enflasyonu korkulduğu kadar olumsuz etkilememiştir. Ama, bu konuda yolun sonuna gelindiğine yönelik tezler ortaya atılmaktadır. Petrol fiyatlarındaki artışı sindirecek yer kalmamıştır. Bundan sonraki petrol fiyatlarındaki artış diğer mal ve hizmet fiyatlarına da yansıyabilecektir. İkincil etki güçlenecektir.
Ekonomik birimler kararlarını temel enflasyona göre değil, ortalama enflasyona bakarak vermektedirler. Örneğin, ücret müzakerelerinde çalışanların alım gücünü korumaya çalışan sendikalar işverenlerle temel enflasyon üzerinden değil, ortalama enflasyon üzerinden pazarlık ediyorlar. Hatta, ortalama enflasyonla da yetinmeyip daha hızlı artan gıda fiyatları enflasyonu pazarlıklarda öne çıkabilmektedir. Diğer kontratlarda da göz önüne alınan enflasyon genellikle ortalama enflasyondur.
Para politikasının göreli olan düşük seyreden temel enflasyona kilitlenip ücret ve diğer hizmet fiyatları artışlarının, temel enflasyona göre daha yüksek olduğu bir ekonomide orta dönemde para politikasının amacına ulaşabilmesi mümkün değildir. Para politikasının baktığı temel enflasyon da bir süre sonra yoldan çıkacaktır.
İŞLER ZORLAŞIYOR
Bu olgu, bizim gibi "enflasyon hedeflemesi" çerçevesinde para politikası oluşturan ülkelerde çok daha önemli olmaktadır. Çünkü, para politikasının dönemler itibariyle başarısı, herkese göre değişebilecek "temel enflasyon" gibi bir kavram üzerinden değil, "ortalama enflasyon" üzerinden ölçülecektir. Bu alanda, fiyat istatistiklerinin alt kalemleri değil, manşet olan enflasyon rakamı önemlidir.
Bu anlamda, para politikasının, toplum kesimleri tarafından hesabı ortalama enflasyona bakarak kesilir. Diğer tüm enflasyon rakamları tatmin edici olmaktan uzaktır. Bu nedenle de, kendilerine göre "temel enflasyon" gibi bir kavramın arkasına sığınma eğiliminde olsalar da, para otoritelerinin ortalama enflasyonu gözden uzak tutmak gibi bir lüksleri yoktur.
Son yıllarda, bu olguyu giderek daha yoğun yaşıyoruz. Önümüzdeki yıllarda da yaşamaya devam edecek gibiyiz. Kısacası, merkez bankalarının işi zaten zordu, şimdi daha da zorlaşmaktadır.
Yazının Devamını Oku 31 Ekim 2007
EKONOMİNİN tümündeki ortalama eğilimleri hesaba katarak bir fiyat endeksi oluşturuluyor. O endeksteki yüzde değişmeler ekonomideki ortalama fiyat artışlarını veriyor. Ortalama fiyat endeksinin içine birçok mal ve hizmet giriyor. Bazılarımız fiyat endeksi içine giren malları hiç kullanmıyoruz. Bazılarımız ise, endeks içine giren bazı malları ekonomideki ortalama kullanımın ya çok üzerinde ya da çok altında kullanıyoruz. Dolayısıyla, bizim davranışlarımız ortalamadan ne denli sapıyorsa, yayınlanan fiyat istatistikleri de bizim yüz yüze geldiğimiz fiyatların ortalamalarından o denli sapacaktır.
Her ekonomik birim ya da grup için ayrı fiyat endeksleri üretip ekonomik kararları bireyler düzeyinde vermek elbette olanaksız. "Hangi fiyat endeksi?" ya da "hangi enflasyon?" sorusunun çok daha anlamlı olduğu alan fiyat istikrarının tanımında karşımıza çıkıyor.
TEMEL ENFLASYON
Fiyat istikrarı önceden belirlenen bir fiyat endeksinin zaman içinde yıllık yüzde 2 civarında artması olarak tanımlanabilir. Bu tanımda kullanılan genel kabul görmüş fiyat endeksi tüketici fiyatları endeksidir. Çünkü, toplumun tüm kesimlerinin yüz yüze geldiği fiyatlar tüketici fiyatlarıdır.
Para otoriteleri "fiyat istikrarı" kavramı içinde ortalama tüketici fiyatlarının yalnızca bir yılda yüzde 2 civarında artmasını değil, uzun bir dönem içinde yüzde 2 civarında artmasını hedeflerler. Dolayısıyla, yalnızca bir yılda enflasyonun yüzde 2 olması fiyat istikrarının oluştuğu anlamına gelmez. Aynı, şekilde, yıllardır yüzde 2 civarında giden enflasyonun her hangi bir yılda yüzde 3’e fırlaması fiyat istikrarının bozulduğu anlamına gelmez.
Bir yıldan daha uzun bir zaman aralığında fiyat gelişmelerinin fiyat istikrarı ile uyumlu gidip gitmediğini anlayabilmek için fiyatları makro ekonomik dengelerin dışında değişebilen bazı malların fiyatları dışarıda bırakılarak hazırlanan başka fiyat endeksleri enflasyondaki temel eğilimleri daha iyi yansıtabilir.
Kabul görmüş yaklaşıma göre, enerji ve gıda fiyatlarının oynak olmasından yola çıkarak bu malları dışarıda bırakan bir endekse "temel fiyat endeksi" deniyor. Bizde de, Türkiye İstatistik Kurumu’nun her ay yayınladığı tüketici fiyat endeksinin bir alt kalemi olan (H) endeksi Merkez Bankası tarafından "temel fiyat endeksi" olarak kabul ediliyor.
Gıda ve enerji fiyatları bütün ülkelerde zaman içinde çok oynaklık gösteriyorlar. Bir yıl kuraklığın olmasıyla artan gıda fiyatları ortalama enflasyonun mutlaka artma eğiliminde olduğunu göstermiyor. Aynı şekilde, tarım kesimindeki bolluk nedeniyle düşen gıda fiyatları da mutlaka ortalama enflasyonun düşme eğilimi içine girdiği anlamına gelmiyor. Bu fiyatlar bazı dönemlerde ortalamanın üzerinde, bazı dönemlerde ortalamanın altında artış gösterebilirler. Para otoriteleri açısından, önemli olan uzun dönemde ortalama enflasyonun yüzde 2 civarında seyredip kalıcı fiyat istikrarının yakalanması ve sürdürülmesidir.
RAHATSIZLIKLAR
Dünyadaki merkez bankalarının bakış açısı budur. Bu bakış açısı yanlış değildir. Ama, bazı dönemlerde bu bakış açısı birkaç açıdan toplumda fiyat istikrarı kavramının ve dolayısıyla para otoritelerinin başarılarının sorgulanmasına neden olmaktadır.
Temel enflasyon yüzde 2 civarında gerçekleştiği halde, ortalama enflasyonun birkaç yıl üst üste yüzde 3-4 civarında gerçekleşmesi ekonomik birimleri doğal olarak rahatsız etmektedir. Toplum kesimleri arasında tüketim eğilimlerinin radikal farklılıklar gösterdiği ortamlar da benzer rahatsızlar yaşanabilmektedir. Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 30 Ekim 2007
2007 yılının ilk dokuz ayında bütçe açığı 12.2 milyar YTL oldu. Geçen yılın tümünde bütçe açığı 3 milyar YTL civarındaydı. Bu verilere bakarak bütçedeki bozulmanın boyutunu küçümsemek mümkün değil.
Programa göre bu yıl bütçe açığı 16.8 milyar YTL olacaktı. Daha sonra programlanan açık revize edildi. Alınan ve alınacak önlemelerle,
bütçe açığının 8.5 milyar YTL civarında tutulacağının hedeflendiği açıklandı. Revize edilen hedefe yılın yarısında ulaşılınca, "
bütçeyi kim revize etmişti, bunun resmiyeti yok" diye yılın başında yapılan revizyon inkar edildi.
GELİR KAYIPLARI
Gerçekleşmeler gerçekten de bütçedeki bozulmanın tahminlerin çok ötesine geçtiğini gösterdi. Tüm harcamalar enflasyonun yaklaşık 10 puan üzerinde artarken, yılın ilk dokuz ayında bütçe gelirleri ortalama enflasyonun yüzde 1.6 üzerinde artmış görünüyor. Tablo’da ayrıntılı rakamlar veriliyor.
Yılın ilk dokuz ayında ortalama enflasyon yüzde 8.96 oldu. Aynı dönemde, geçen yılın ilk dokuz ayına göre,
devletin faiz dışı harcamaları yüzde 21.1 arttı. Buna karşılık, aynı dönemde
vergi gelirleri yüzde 9.5, toplam gelirler de yüzde 10.7 arttı.
Normal olarak vergi gelirleri ülkenin milli geliri ve ortalama enflasyon doğrultusunda artma eğilimindedir. İlk dokuz aylık milli gelir büyümesinin tahminen yüzde 5.1 olduğunu düşünürsek, vergi gelirlerindeki büyümenin yüzde 14.5 olması gerektiği ortaya çıkıyor.
Vergi kaybı bu yıl gerçekten de önemli boyutlara gelmiş durumda.
Dahilde alınan katma değer vergisindeki (KDV) artış yılın ilk dokuz ayında yalnızca 1.8 oldu. Özel tüketim vergisi (ÖTV) tahsilatındaki artış ise aynı dönemde yüzde 4 olarak gerçekleşti. Zaten,
sorunun önemli bir bölümü zaten KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergi tahsilatındaki zayıflıktan kaynaklanıyor. Gelir ve kurumlar vergisindeki tahsilat ise enflasyonun ve büyümenin oldukça üzerinde gerçekleşiyor. Ama,
toplam vergi gelirlerinin neredeyse üçte ikisi gelir ve kurumlar vergileri değil, KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden geliyor.
Bu veriler 1999 yılından bu yana dolaylı vergi oranlarını artırarak vergi tahsilatını artırmaya çalışan Gelir İdaresi’nin işinin bundan sonra zor olduğunu gösteriyor.
Dolaylı vergi oranları öyle bir noktaya gelmiş ki, oranları artırmak tahsilatı artırmıyor, aksine düşürüyor. Önümüzdeki dönemde, özellikle 2008 yılında, vergi gelirlerinin artırılması ihtiyacı karşısında KDV ve ÖTV oranlarının artırılmasının beklenen yararı sağlama olasılığı giderek düşüyor.
BÜTÇE AÇIĞI
Bu yılın sonunda, Maliye Bakanlığı’nın tahminlerine göre, bütçe açığı 14.9 milyar YTL olacak. Daha gerçekçi tahminler bütçe açığının 18-19 milyar YTL civarında olacağına işaret ediyor. Yani,
revize edilmiş hedefin iki katından fazla, ilk tahminlerin yüzde 20 üzerinde bir açıkla bu yılı bitirecek gibi görünüyoruz.
2002 yılından bu yana ilk kez bütçe tahminleri geleneksel konumuna geri döndü. 2002 yılından bu yana bütçe açığı hedefinin hep altında kalındı.
Daha önceleri ise bütçe açığı hedefinin gerçekleşmelerle hiçbir alakası kalmamıştı. Bu yıl da böyle oldu. Yazık oldu.
Kamu finansmanında 2007 yılını kaybettik. 2008 yılını çok zor bir yıl haline getirdik.
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2007
KAMU finansman dengesi bu yıl kötü gitti. Bütçe açığı ilk tahminler doğrultusunda gelişiyor izlenimi verse de, göreli olarak kamu finansmanı geçen yılın performansından olumsuz yönde çok uzaklaştı. Kötüleşmenin bir nedeni bu yılın seçim yılı olmasıydı. Bir başka neden, kamu finansmanını doğrudan ilgilendiren yapısal reformların savsaklanmasıydı. Üçüncü neden ise, daha önceki yıllarda kamu finansman dengesinin düzelmesine yardım eden dinamiklerin bu yıl ortadan kalmasıydı.
GEVŞEME
IMF ile yapılan istikrar programının başından bu yana faiz dışı fazlanın milli gelirin yüzde 6.5’i kadar olacağı hedeflendi. Geçmiş yıllarda bu hedef büyük ölçüde yakalandı. Hatta, bazı yıllar hedef aşıldı dahi. Kamu finansmanındaki göreli hızlı iyileşme enflasyonla mücadeleyi büyük ölçüde kolaylaştırdı.
Son yapılan tahminlere göre, kamu finansmanında faiz dışı fazla milli gelirin yüzde 4’ünün biraz üzerinde gerçekleşecek. Kısacası, kamu finansmanındaki bozulma bu yıl çok ciddi boyutlara vardı.
Bu yılki gerçekleşmeler gelecek yılın programını da esir almış durumda. Öyle ki, gelecek yıl için faiz dışı fazlanın milli gelirin yüzde 5.5’i kadar hedeflenmesi dahi kamu finansmanında küçümsenmeyecek bir daralmaya işaret ediyor. Bir anlamda, faiz dışı fazlanın milli gelirin yüzde 6.5’i olacak gibi hedeflenmesi gerçekçi olmaktan çıktı. Dolayısıyla, gelecek yıl için bütçedeki faiz dışı fazlanın milli gelire oranının yüzde 4.5 olarak hedeflenmesi söz konusu. Geri kalan yüzde 1’in de önlemler alınarak (fiyat artırımlarıyla) diğer kamu teşebbüslerinden gelmesi bekleniyor.
Bu yıl vergi gelirleri göreli olarak düştü. Ekonomik büyüme hedeflenen doğrultuda geliştiği halde, vergi gelirleri beklenenin altında gerçekleşiyor. Vergi gelirlerindeki gelişmeler vergiden kaçınmanın ve vergi kaçaklarının arttığına işaret ediyor. Yarın bu konudaki ayrıntılara gireceğim.
Gelecek yıl faiz dışı fazlanın hedeflenen doğrultuda gerçekleşebilmesi için hem gelirlerde hem de harcamalarda ciddi boyutlarda önlemler gerekiyor. Yani, katma değer ve özel tüketim vergilerinde seçici artışların yapılması bir çözümmüş gibi görülüyor.
Kamu kurumlarının ürettiği mal ve hizmetlerde küçümsenmeyecek fiyat ayarlamaları söz konusu olacak. Harcamalar tarafında çok köklü tasarruflar yapmanın olanağı ise çok fazla görülmüyor.
KARARLILIK
Gelişmekte olan ülkeler içinde kamu sektörünün göreli olarak en borçlu olduğu ülkelerden biri Türkiye olmaya devam ediyor. Latin Amerika’da kamu sektörünün ortalama borçluluğu milli gelir içinde yüzde 44’e geriledi. Çok riskli olarak algılanan Venezüella’da bu oran yüzde 23 iken, Arjantin’de yüzde 64’e geriledi. Kamu sektörü borçluluğunda AB normlarına yakınlaşsak da, göreli durumumuz risk profilini de olumsuz etkiliyor.
Kamu finansman dengesinin bozulması kamu sektörünün borçluluğunu artıran doğrudan etkenlerden biri. Kamu sektörünün borçlanma ihtiyacının artması enflasyon ile mücadeleyi de olumsuz etkileyen önemli bir unsur.
Türkiye, genel konjonktürün de yardımıyla, kamu finansman dengesinde küçümsenmeyecek iyileştirmeler yaptı. Şimdi, iyileşmenin devamı konusunda beklenen zorluklarla karşılaşılıyor. Zorlukları aşmak için kararlılık gerekiyor.
Cumhuriyet Bayramı hepimize kutlu olsun.
Yazının Devamını Oku 28 Ekim 2007
SANATA değer veren bir millet olduğumuzu iddia edemeyiz. Müzelerimiz tarihi kalıntılarla dolu. Ama, yurt dışında sergilenen bizim tarihimizin kalıntıları yurt içindekilerden çok daha değerli. Sanat eserlerini sergileyen müzelerimiz yok denecek kadar az. Rönesans döneminde Avrupa’da sanatın en büyük destekçisi Saray’dı. Saray kalktı, yerine devlet, kamu kurumları ve özel girişimler geldi. Bugün dahi, dünyanın gelişmiş ülkelerinde sanatın en büyük destekçisi ve eserlerin koruyucusu devlet kurumlarıdır.
YAKLAŞIM
Avrupa’da bir devlet dairesine girdiğinizde, koridorlarda ve ofislerde heykeller, yağlı ya da sulu boya resimler, çizimler görürsünüz. Bizde koridorlar genellikle boştur. Ofislerde Atatürk resminden başka bir şey yoktur. Varsa, o da genellikle güzel bir manzarayı görüntüleyen fotoğraflardır.
Abartıyor olabilirim, ama çok yanıldığımı sanmıyorum. Bir kaymakam yöresinde sanat değeri olan bir tabloyu ya da bir heykeli bütçesini kullanarak alıp ofisinde ya da kaymakamlık binasında sergileyebilir mi diye merak ediyorum. Bütçesinde yeri olmadığından, büyük bir olasılıkla böyle bir şey yapamaz. Belki, birilerinin ancak hediye olarak verdikleri sanat eserlerini demirbaşa geçirebilir.
Diyelim ki, kaymakam bir yolunu buldu sanat eserleri almaya kalktı. Bu kez, sanat değeri olmayan resim ya da heykellerin alımı için çeşitli kesimlerden baskı yapılmaya başlanır. Sanatı desteklemek, sanat değeri olmayan yapımlara para aktarmak anlamına gelmeye başlar. Birçok alanda olduğu gibi, doğru yaklaşım yanlış uygulanınca proje astarı yüzünden pahalı hale gelir.
Batı’da bu işler farklı gelişmiş. Örneğin, bir çok batılı ülkede merkez bankaları sanatın destekçisi ve koruyucusu olmuşlar. İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerde merkez bankaları tarihi yapılarda otururlar. Binalarının içi müze gibidir. İdarecilerinin çalışma odalarının duvarları resim ve heykellerle süslüdür. Özellikle İngiliz Merkez Bankası’na girdiğinizde, bir müzeye girdiğinizi düşünürsünüz.
Almanya’da Bundesbank (merkez bankası) eski eserlerin koruyucu durumundadır. Devletin misafirleri için kullandığı birçok şato Bundesbank’ın malıdır.
Merkez bankaları işlevleri gereği genellikle çok kar ederler. Çünkü, beş kuruşa mal ettikleri banknotların üzerine 100 lira yazarak piyasaya sürerler. Kar marjı çok yüksektir. Karlarını her yılın sonunda Hazine’ye temettü olarak devrederler. Ama, Hazine, Merkez Bankası’ndan alacağı temettü üzerine politika oluşturmaz. Merkez bankalarının karlarının bir bölümünü toplumsal değeri olan sanat eserlerine ya da eski eserlerin alımına tahsis etmesi Batı’da memnuniyetler karşılanır.
UYGULAMA
Bizim Merkez Bankası’nın da çok mütevazı sayılabilecek Türk ressamlarından oluşan bir resim koleksiyonu var. Koleksiyondaki resimler bazı dönemlerde ülkemizin farklı kentlerinde sergileniyor. Kısıtlı da olsa, bu yolla toplum, sanatçısıyla ve sanatıyla buluşuyor.
Geçen hafta sonu Merkez Bankası Koleksiyonu’ndaki 35 kadar resim Amerikan Merkez Bankası’nda (FED) sergilenmeye başladı. Sergi üç ay kadar açık kalacak. Çok gurur verici bir çalışma yapılmış. Buna karar veren idarecilerden tabloları Amerika’ya taşıyanlara kadar tüm Merkez Bankası camiasını kutluyorum. Merkez bankacılığının yalnızca para politikası uygulaması olmadığını hepimize hatırlattılar. Gurur duydum.
Diğer kamu kurumlarının da aynı yaklaşımı benimsemelerini diliyorum. Bütçe ne denli sıkı olursa olsun, bütçede gerçek sanatı destekleyecek daima küçük bir yer olmalıdır.
Yazının Devamını Oku 26 Ekim 2007
Dünyanın belli başlı ekonomilerinde büyüme azalarak devam ediyor. Gelişmekte olan ülkelerde de durum aşağı yukarı aynı. Tarım ve enerji fiyatlarından gelen baskılarla enflasyon birçok ülkede arzulananın üzerinde seyrediyor. Bu fiyatları dışarıda bırakan "temel enflasyon" verileri ise şimdilik iyi gidiyor. Merkez bankaları orta dönemli görünüm açısından "temel enflasyon" verilerine daha fazla itibar ediyorlar.
Ama, ekonomideki uzun dönemli kontratların ortalama enflasyon (headline inflation) üzerinden de yapıldığı göz ardı edilmemeli. Dolayısıyla, temel enflasyon verilerinin şimdilik tatminkar gibi görünmesi para otoritelerini aldatmamalı. Bu konuyu daha sonra irdeleyeceğim.
ASYA VE AVRUPA
Gelişmekte olan ülkelerin çok önemli bir bölümü cari işlemler fazlası veriyorlar. Hammadde ve diğer emtia fiyatlarının yüksekliği birçok gelişmekte olan ülke için çok önemli bir avantaj oldu.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu Avrupa’daki bazı gelişmekte olan ülkeler kaygı verici boyutlarda cari işlemler açığı veriyorlar. Bu yıl için yapılan tahminlere göre, Avrupa’daki gelişmekte olan ülkelerin 45 milyar dolar cari işlemler açığı vermeleri bekleniyor. Yalnızca Türkiye ve Rusya’nın beklenen cari işlemler açığı ise 140 milyar dolar civarında.
Buna karşılık, Asya’dan sonra en hızlı büyüyen gelişmekte olan ülkeler Avrupa’da. Avrupa içinde de en hızlı büyüyen ekonomilerin başında Türkiye geliyor.
Asya ekonomileri, başta Çin olmak üzere, yüksek oranda büyümeye devam ediyorlar. Büyümenin biraz düşmesi bekleniyor. Enflasyon eğilimi ise yukarı yönde. Enflasyonla mücadele ne denli ciddiye alınırsa, gelişmiş ülkelerdeki talep daralmasıyla beraber, ekonomik büyümenin düşmesi bekleniyor. Hızla artan döviz rezervleri bu ülkelerde para politikaları uygulamalarını zorlaştırıyor.
LATİN AMERİKA
Latin Amerika ekonomileri gelişmekte olan ülkeler içinde en iyi performans gösteren grup durumunda. Brezilya’da enflasyon yüzde 4’e kadar düştü. Meksika’da da yüzde 4-5 civarında oynuyor. Ekonomik büyüme yıllar sonra Brezilya’da artış eğilimine girdi. Latin Amerika’daki ülkelerde ortalama büyüme yüzde 5’e kadar çıktı.
Her şeyden önemlisi, hem Brezilya’da hem de Meksika’da kamu kesimi dengesinin ekonomik istikrar için ne denli önemli olduğu idrak edilmiş durumda. Bu yaklaşım uzun vadeli düşünen uluslararası yatırımcıların dikkatini çekiyor. Uluslararası yatırımcılar açısından Brezilya Latin Amerika’nın yeniden gözdesi haline geldi.
Latin Amerika’da Venezüella ve Arjantin kara listede satılır. Her iki ülke de yüzde 8 civarında büyüdüğü halde, enflasyon Arjantin’de yüzde 10’a, Venezüella’da yüzde 20’ye yaklaşmış durumda. Venezüella ekonomisi hakkında genel bir kötümserlik hakim. Bu ülkede bugünkü dengelerin korunabilmesi için petrol fiyatlarının giderek daha da artmasının gerektiği söyleniyor.
Tüm gelişmekte olan ülkelerde özel sektörün dış borçları artış eğiliminde. Paraları reel olarak değer kazanıyor. Döviz rezervleri artıyor. Ama, döviz rezervlerinin kısa vadeli borçları karşılama oranı giderek düşüyor. Bu gelişmeler uluslararası yatırımcıları rahatlatıyor. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkeler yatırımcıların gözdesi olmaya devam ediyor. Hem borçlanma talepleri devam ediyor hem de temel göstergeleri şimdilik olumlu yönde gidiyor.
Yazının Devamını Oku