Ercan Kumcu

Doğrudan yabancı sermaye nitelik değiştirmeli

15 Şubat 2008
EKONOMİK büyüme devam ettiği sürece cari işlemler açığı (döviz açığı) vermeye devam edeceğiz. Kısa-orta dönemde, döviz açığı vermeden ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek mümkün görünmüyor. Bu açıdan, döviz açığı finansmanın kalitesi ve sürekliliği Türkiye ekonomisi açısından hayati bir öneme sahiptir.

Son yıllarda, cari işlemler açığı finansmanının kalitesi yükseldi. Geçmişte, döviz açıklarımızın neredeyse tamamını borçlanarak finanse ederken, son yıllarda doğrudan yabancı sermaye akımlarının artmasıyla döviz açığının finansmanında yurt dışı borçlanmaların payı önemli ölçüde azaldı.

SÜRDÜRÜLEBİLİR FİNANSMAN

Ödemeler dengesi verilerine göre, cari işlemler açığımız 2005 yılında 22.8 milyar dolarken, Türkiye’ye giren net doğrudan yabancı yatırımlar 9.8 milyar dolar oldu. Aynı şekilde, 2006 yılında 32.9 milyar dolar cari işlemler açığına karşı 19.9 milyar dolar net doğrudan yabancı sermaye çekebildik. Geçen yılın ilk on bir ayı itibariyle, cari işlemler açığımız 32.8 milyar dolar oldu. Buna karşılık, net doğrudan yabancı sermaye girişi 17 milyar dolar oldu.

Bu noktadan sonra, doğrudan yabancı sermaye çekmek kadar, gelen doğrudan yabancı sermaye akımlarının sürdürülebilirliği de önemli olacak. Çünkü, son yıllarda gözlenen doğrudan yabancı sermaye akımlarının neredeyse tümü yabancılara gayrimenkul satışları ve sahibi yerleşik olan şirketlerin yabancılara satışıyla sağlanabildi.

2006 yılında gelen brüt doğrudan yabancı sermaye miktarının (20.5 milyar dolar) 2.1 milyar doları sanayi sektörüne, 15.5 milyar doları hizmetler sektörüne gelirken, 2.9 milyar doları gayrimenkul satışlarıyla oldu. Sanayide doğrudan yabancı sermaye çeken yıldız sektör gıda-tütün (609 milyon dolar) ve kimya (602 milyon dolar) sektörleri. Hizmetler alanında ise finans (7 milyar dolar) ve haberleşme (6.7 milyar dolar) sektörleri başı çekti.

2007 yılının ilk on bir ayında Türkiye’ye giren brüt doğrudan yabancı sermaye miktarının (16.4 milyar dolar) 4.1 milyar doları sanayi sektörüne, 9.7 milyar doları hizmetler sektörüne gelirken, 2.6 milyar doları gayrimenkul satışları yoluyla gerçekleşti. Sanayi alanında kimya sektörü yine başlarda yer alırken, hizmetler alanında finans sektörüne 8 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girdi.

Sahiplik bazında baktığımızda, Türkiye’ye giren yabancı sermayenin çok büyük bir bölümünün özelleştirme ve Türkiye’de yerleşiklerin yabancılara şirket satışı yoluyla olduğunu görüyoruz. İleriye dönük olarak bu yapıyı sürdürebilmek elbette mümkün değil. Sürdürülebilir doğrudan yabancı sermaye akımı ancak yabancı sermayenin sıfırdan yatırımlara ilgi duymasıyla olabilecektir.

YATIRIM ORTAMI

Türkiye’nin doğrudan yabancı sermaye çekme konusunda göreli olarak yeni olması nedeniyle son yıllarda gözlenen eğilim şaşırtıcı değil
. Öyle de olmalıydı. Bu bir başlangıçtı. Ama, doğrudan yabancı sermaye akımları alanında şimdi yeni bir evreye girmek zorundayız. Sıfırdan yatırımlara yönelik olarak yabancı sermayeyi çekmek zorundayız.

Böyle bir gelişme birkaç açıdan önemlidir. Birincisi, sıfırdan yapılacak yatırımların yeni istihdam boyutu vardır. İkincisi, ileriki yıllarda da yüksek düzeyde devam edeceği anlaşılan cari işlemler açığının sürdürülebilir ve kaliteli finansmanı sağlanabilecektir.

Kısacası, Türkiye yabancı yatırımcıları sıfırdan yatırımlara çekebilecek yatırım ortamını iyileştirici önlemleri zaman kaybetmeden devreye sokmalıdır. Aksi taktirde, sürdürülemeyecek finansman yapısıyla cari işlemler açığı ekonomik büyümenin önünde en büyük kısıt olmaya devam edecektir.
Yazının Devamını Oku

Piyasalar üzerine gözlemler

14 Şubat 2008
MALİ piyasaların günü gününe uymuyor. Geçmişte önemsiz olarak algılanan veriler piyasaları alt-üst ederken, gerçekten çok önemli olmayan bazı veriler piyasaları coşturabiliyor. Yine de, piyasalardaki toz-duman arasında bazı eğilimleri saptamak mümkün. Yabancı yatırımcıların bizim gibi gelişmekte olan piyasalara yönelik eski olumlu havası kalmadı. Daha çok yabancı yatırımcıların yön verdiği İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) bu nedenle sert hareketlere sahne olabiliyor. Yerli yatırımcılar arasında kurumsal yatırımcıların çok fazla olmaması, hisse senedi piyasasında doğal karşılanabilecek İMKB’deki sert hareketleri daha da sertleştirebiliyor. Yerliler de yabancıların arkasından koşmayı seviyor.

FARKLILAŞAN TEPKİLER

Devlet iç borçlanma senetleri piyasasında
(DİBS) ise farklı bir görüntü söz konusu. Bu piyasa, büyük ölçüde yerli ve yabancı kurumsal yatırımcıların piyasası. Geçen yıl, önce ağustos ve kasım aylarında yoğun olmak üzere, IMKB’den olduğu gibi, halá yabancı yatırımcıların DİBS piyasasından çıktığı gözleniyor.

Örneğin, yabancı yatırımcıların satışlarıyla net bazda geçen yılın ağustos ayında 3 milyar dolar civarında, kasım ayında da 4 milyar dolara yakın meblağ DİBS piyasasından çıktı. Bir anlamda, DİBS piyasasında, IMKB’de olmayan bir piyasa yapıcılığı söz konusu oldu. DİBS faizlerinde çok büyük oynamalar olmadı. Çünkü, yerli kurumsal yatırımcılar yabancı yatırımcıların sattığını aldı. Fiyatların büyük boyutlarda oynaması engellenmiş oldu. Bankacılık sektörü bilançosundaki YTL menkul kıymetlerdeki yılın ikinci yarısındaki artış da bir ölçüde bu gelişmeyi yansıtıyor.

Yabancı yatırımcılar göreli olarak yoğun bir biçimde çıktığı halde, DİBS fiyatlarda daha önce görmediğimiz oynaklığı son haftalarda görmeye başladık. Yerli yatırımcılar eskisi kadar fiyatları müdafaa edemiyorlar herhalde. Bu önemli bir gelişme.

Merkez Bankası kısa vadeli faizleri eylül ayından bu yana indirdiği halde, orta vadeli faizler aynı düzeylerde, hatta daha da yüksek. Nedeni ne olursa olsun, son aylarda gözlenen para piyasalarındaki denge Merkez Bankası’nın faiz indirimlerinden beklediği faydayı şimdilik sağlamayı engelliyor. Bu da dikkat edilmesi gereken bir olgu.

DİBS faizlerinde gözlenen oynaklık paralelinde son dönemlerde döviz kurlarındaki oynaklık da arttı. Oynaklığın bir bölümü Dolar/Euro kurundaki oynaklıktan kaynaklansa da, son haftalarda döviz kurları da yatırımcı tercihlerine daha çabuk ve sert tepkiler vermeye başladı. Yurtdışı piyasalardaki sinirlilik hali devam ettiği taktirde, ileriye dönük olarak bu gelişme çok iyi takip edilmeliyiz. Aksi taktirde, 2006 yılı ortasında gördüğümüz film tekrarlanabilir.

LİKİDİTE RİSKİ

Geçen yılın ağustos ayından bu yana uluslararası piyasalarda yaşanan tatsızlıkların, IMKB hariç, Türkiye’deki mali piyasalara aynı ciddiyette yansımamış olması sevindirici. Bunun arkasında Türkiye’deki mali sistemin bu krize hem TL’de hem de dövizde oldukça likit girmesi vardı. Bundan sonraki gelişmeler likidite gereksiniminin boyutuyla yakından alakalı olacak.

Enflasyon tek haneli rakamlara indiği halde, tasarrufçuların vade tercihi çok değişmedi. Bankacılık sisteminde tasarruf mevduatlarının ortalama vadesi üç ayı geçemedi. Buna karşılık, kredi vadeleri oldukça uzadı. Sonuçta, ileriye dönük olarak, giderek artan vade uyumsuzluğu likidite riskini de beraberinde getiriyor. Bir anlamda, mali sistemin likidite yaratma kabiliyeti kısa dönemde sınırlanıyor.

Yurtdışındaki gelişmelerin alacağı boyuta göre, bütün bunlar önemli olacaktır.e
Yazının Devamını Oku

Bu parayla cenneti yaşamadan cehennemi görürüz

13 Şubat 2008
"Faizleri iyice indirin, indirirseniz, ne olur ki?" gibi soru-yorumlar üzerine Merkez Bankası Başkanı "önce kısa bir süre için cennet havası yaratılır, ardından ortalık cehenneme döner" dedi. Fazla iyimser bir yaklaşım sergiledi. Cenneti yaşamadan cehennemi görürüz demek daha gerçekçi olurdu.1 Geçmişi hatırlayalım. 1994 Krizi’nin nasıl çıkarıldığını düşünelim. 1993 yılı sonlarına doğru hükümetin faiz düşürme arzusu iyice depreşmişti. Hazine’nin iç borçlanma senetleri ihaleleri faizler yüksek diye iptal edilip ya da ihtiyaçtan daha az borçlanılıp ekonominin düzlüğe çıkarılacağı düşünülüyordu.

Ne oldu? Cenneti uzaktan bile göremeden kendimizi cehennemin içinde bulduk. Cehennemden çıkabilmek (döviz kurlarındaki artışı engelleyebilmek) için yıllık yüzde 60 faizi çok bulan hükümet üç ay için yüzde 50 faiz ödemek zorunda kaldı. Ekonomi yüzde 6’dan fazla küçüldü. Enflasyon yıllık 100’lere fırladı.

DANDİK PARAYA TALEP

Türkiye ekonomisinde
faizlerin düşürülmesi yönünde dışarıdan yapılan müdahalelerin hepsi faizlerin daha da yükselmesiyle sonuçlanmıştır. Çünkü, dışarıdan yapılan müdahaleler, makro ekonomik gerçeklerden değil, sektör bazında ya da şahsi kaygılardan kaynaklanmıştır. Şimdi de, döviz kurlarının geldiği düzeyi beğenmeyenler faizlerin büyük oranlarda düşürülmesiyle döviz kurlarının yükseleceğini ummaktadır. Doğrudur. Arzulanan doğrultuda hareket edilirse, döviz kurları yükselir. Ama, kurların nerede duracağını kestirmek zordur. 2001 Krizi’nde de döviz kurları yükseldi. Ama, ekonomi yüzde 10 küçüldü. Enflasyon yıllık yüzde 100’lere yaklaştı.

Faizlerin adam akıllı düşürülmesini arzu edenler Türk parasının "dandik" bir para olduğunu göz ardı ediyorlar. Türk Lirası dandik bir para olmasa, neden Türkiye’de yaşayan insanlar Türkiye’deki bankalarda 100 milyar dolar civarında döviz mevduatı tutarlar? Heyecanlanınca, neden bankalardan daha fazla döviz alıp döviz mevduatlarını artırırlar? Türk Lirası üzerinden spekülasyon yapanlar, yabancılar değil, asıl bizleriz.

Türkiye’de faizlerin göreli olarak yüksek olmasının en büyük nedeni dandik bir paranın hálá yerleşikler tarafından kullanılmasını sağlamaya çalışmaktır. Merkez Bankası da doğal olarak kendi bastığı paranın yerleşikler tarafından kullanılmasını istemektedir. Bunun için de, yerleşiklerin Türk Lirası’nı tercih etmelerini sağlayacak bir biçimde, Türk Lirası’nın göreli getirisi döviz tutmanın beklenen getirisinden (yeteri kadar) daha yüksek olması gerekmektedir. İçsel ya da dışsal nedenlerle bu denge kaybolduğunda, cehennemin kapıları ardına kadar açılmaktadır.

"Yeteri kadar" lafı elbette izafi oluyor. Örneğin, 2006 yılının ortasında da faizler in yüksek olduğu söylenirdi. Ama, Türk parası hızla değer kaybettiği için o dönemdeki yüksek faiz yeterli olmamıştı. Merkez Bankası faizleri daha da artırmak zorunda kalmıştı. Yine de, yüzde 7’lere kadar inan enflasyonun çift haneli oluşuna engel olamamıştı.

FİYAT İSTİKRARI

Enflasyon hedeflemesi
, ister sert ister yumuşak olsun, Merkez Bankası’na bir başka kısıt getirmektedir. O kısıt da, Türk parasının dandik bir para olmasına rağmen, her şartta yerleşikler tarafından kullanılmaya değer bulunması zorunluluğudur. Çünkü, kullanılmaya değer bulunmayan bir para cinsinden fiyat istikrarı sağlamak mümkün değildir. Enflasyon şu sıralarda yüzde 8 civarında diye, Türk Lirası’nın dandik para olmaktan çıktığını sanmayalım. Aksine, "enflasyon nasıl olsa buralarda durmaz" mantığı ile Türk Lirası üzerinde spekülasyon yapma olasılığı artmaktadır.

Enflasyon hedeflemesi, bundan sonra Türk Lirası’nın göreli getirisi, döviz tutmanın beklenen getirisinden yeteri kadar yüksek olduğu dönemlerde dahi, faizlerin daha da artırılmasını zorunlu kılabilir. Yani, enflasyon hedeflemesi cehennemin alanını genişletti! Enflasyonun ineceğine inanmamanın maliyeti bundan böyle göreli olarak daha yüksek faizler olarak karşımıza çıkabilecektir.

Yoksa, cennet ile cehennem tanımları farklı kesimler için farklı mı oluyor?
Yazının Devamını Oku

Sanayi üretiminde gelişmeler

12 Şubat 2008
ARALIK ayında imalat sanayi üretimi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 1.6 düştü. Böyle bir düşüş beklenmiyordu. Birçok kesim için şaşırtıcı oldu. Aralık ayı verileri tek başına sanayi üretimindeki eğilimleri ölçmek için iyi bir ay değil. Bayram tatilinin aralık ayına gelmesiyle çalışılan gün sayısı daha azdı. Eğilimleri daha iyi görebilmek için üretimde yıllık ortalamalardaki değişmelere bakmak daha iyi fikir verecektir.

SEKTÖRLER

2007 yılında yıllık imalat sanayi üretimi 2006 yılına göre ortalama yüzde 4.8 arttı
. On iki aylık ortalamalar bazında, imalat sanayi üretimindeki büyüme kademeli olarak düşüyor. Örneğin, imalat sanayindeki üretim artışı 2007 yılı başında ortalama yüzde 7’nin üzerine çıkmıştı.

Ayrıntılar, imalat sanayi üretimindeki eğilimler açısından bazı önemli ipuçları veriyor. Tütün mamulleri üretimi düşüyor. Geçmişte yüzde 20’lerin üzerinde artan tütün mamulleri üretimi 2007 yılında yıllık ortamla bazda yüzde 10’a yakın düşmüş görünüyor. Üretimin dikkat çekici bir biçimde düştüğü diğer alanlar ise büro malzemeleri, mobilya ve TV-radyo üretimleri. Bu üç alanda da üretim büyümeleri geçmişte çok hızlı olmuştu.

Yıllık ortalamalar bazında büro malzemeleri üretimi 2006 yılı sonuna doğru yüzde 100’ün üzerine gelmişti. 2007 yılı sonunda bu sektördeki üretim düşüşü yüzde 35 oldu. Mobilya üretimindeki artış 2005 yılı sonunda yüzde 70’e gelmişken, 2007 yılı sonunda bu sektördeki üretim yüzde 14 düşmüş görünüyor. Aynı şekilde, TV-radyo üretimindeki artış 2004 yılının ortasında yüzde 50’ye gelmişken, 2006 yılı ortasından bu yana bu sektördeki üretim giderek azaldı. 2007 yılı sonunda TV-radyo üretimindeki düşüş yüzde 30’a geldi.

Bu sektörlerin toplam imalat sanayi üretimindeki payları büyük değil. Ama, ekonominin diğer alanları hakkında fikir verebilecek sektörler. Büro malzemeleri ve mobilya üretimindeki düşüşler inşaat sektörü, özel olarak da, yeni konut ve işyeri üretimi hakkında bilgi veriyor. Aynı şekilde, önemli ölçüde ihracata çalışan TV-radyo üretimindeki düşüşler de bu sektörün rekabetçi konumundaki bozulmaya işaret edebilir.

İmalat sanayi üretimi içinde önemli paylara sahip olan gıda ve tekstil sektörlerinin üretimleri 2007 yılında ortalama yüzde 2.3 arttı. Aynı şekilde, kömür ve petrol ürünleri üretimi yüzde 2.1 artarken, metal olmayan ürünlerin üretiminde bir değişim gözlenmedi. Toplam içinde ağırlığı yüksek olup da, üretimi ortalamanın üzerinde artan sektörler yüzde 9.6 ile kimya ve yüzde 10.3 ile taşıt araçları sektörü oldu. İki sektörde de ihracatın payı küçümsenemez.

MİLLİ GELİRE KATKI

Milli gelir açısından, sanayi sektörünün üretimindeki artıştan çok sanayi üretiminin yarattığı katma değer önemlidir
. Üretim arttıkça, yaratılan katma değer de artacaktır. Ama, Türkiye’de, özellikle ihracata yönelik sektörlerde, sanayi üretiminde katma değerin düştüğü gözlenmektedir. Dolayısıyla, sanayi üretimi önemli ölçüde artsa dahi, üretim artışının milli gelire katkısı giderek azalma eğilimi içindedir. Ekonomik büyümenin itici gücü giderek sanayi dışı, özellikle hizmetler sektörüne kayıyor.

NOT: Sanayi üretimi endeksi güncellendi. Bir ay öncesine kadar ilk dokuz aydaki üretim artışı yüzde 5 görünüyordu, şimdi yüzde 5.5’e geldi. Bu güncellemenin milli gelir içinde sanayi üretiminin katkısını ne denli değiştireceğini henüz bilmiyoruz. Ama, güncellemenin etkisi çok fazla olmayabilir.
Yazının Devamını Oku

Enflasyonda yeni kaygılar

11 Şubat 2008
AMERİKA’yı ekonomik durgunluk, Avrupa’yı hem ekonomik durgunluk hem de enflasyon korkusu sardı. Amerika şimdilik gerçekleşen enflasyona ve enflasyon risklerine pek aldırış etmiyor. Bu ülkelerde para politikaları da büyük ölçüde bu korkulara tepki veriyorlar. Amerika’da FED hızla faizleri indiriyor. Avrupa Merkez Bankası (AMB) ise faizleri sabit tutuyor. Kriz çıkmasaydı, belki faizleri daha da yükseltecekti. Kriz AMB’nın faizleri yükseltmesini şimdilik durdurdu. Avrupa’da da faizlerin inmesine yönelik Amerika’dan küçümsenmeyecek bir baskı var. Bu baskı önümüzdeki dönemde bir ölçüde sonuç verebilir.

YAPACAK NE VAR?

Merkez bankaları enflasyon analizi yaparken genellikle enflasyondaki temel eğilimlere bakarlar
. Fiyat endekslerine giren bazı maddelerin fiyatlarının mevsimsel ya da geçici hareketler göstermesi merkez banaklarının mutlaka tepki vermelerini gerektirmez.

Son dönemde, Türkiye’de dahil olmak üzere, birçok ülkede temel enflasyon diye adlandırılan enflasyon rakamı yayınlanan ortalama enflasyondan daha düşük. Çünkü, temel enflasyonun dışında bırakılan gıda ve enerji fiyatlarında ciddi artışlar söz konusu. İşin tatsız tarafı, önceleri geçici olarak düşünülen bu fiyat artışları neredeyse üç yıldır bizimle beraber. Dolayısıyla, bu fiyat artışlarını artık geçici olarak niteleyebilmek de pek mümkün değil. Uzun süren bir göreli fiyat değişmesi yaşıyoruz.

Enerji ve gıda fiyatlarındaki artış ortalama enflasyona yaklaşır beklentisi içindeyken, şimdi, ortalama enflasyonun, daha yüksek gerçekleşmekte olan enerji ve gıda fiyatları enflasyonuna yaklaşabileceğinden korkuluyor. Çünkü, ücret gibi üretim maliyetlerini belirleyen unsurlar temel enflasyonu değil, ortalama enflasyonu hesaba katarak belirleniyor. Ekonomik birimlerin cebini ortalama enflasyon etkiliyor.

Ortalama ile temel enflasyon rakamları uzun süre kopuk gittiğinde para politikasının giderek artan riskler alması söz konusu oluyor. Dolayısıyla, merkez bankalarının "para politikasının etki alanı dışındaki fiyat hareketleri benim kaygım olamaz" yaklaşımı giderek geçerliliğini yitiriyor. AMB Başkanı Trichet geçen hafta para politikası faizlerini değiştirmedikleri son toplantı sonrası bu konuyu vurguladı.

IMF eski Birinci Yardımcısı, şimdi İsrail Merkez Bankası Başkanı Stanley Fisher ayak üzeri yapılan bir sohbet sırasında bizim gibi ülkelerde para politikasının giderek kolaylaştığı konusunda bir espri yaptı. Bir ironi söz konusu. Fiyat endekslerin giren malların bir bölümünün fiyatları (enerji ve gıda gibi) para politikasının etki alanı dışında. Endeksin bir başka bölümü devletin vergi ve fiyatlandırma politikalarından kaynaklanıyor. O konularda da para politikası bir şey yapamaz. Geri kalan kısım malların fiyatları da kur gelişmelerine çok hassas. O halde, dalgalı kur sisteminde merkez bankalarının enflasyonun gidişatı konusunda yapabileceği bir şey kalmamıştır!

DİNAMİKLERİ YÖNETEN

Önümüzdeki dönemde, Türkiye de dahil, tüm ülkelerde ücret gelişmeleri ve ücret artışlarının enflasyon üzerine etkileri çok daha yakından takip edilecektir
. Bizim gibi ülkelerde, enflasyon hedefi ciddiye alınan bir rakam olmaktan çıkıp ücret ayarlamaları hedefe yaklaşmayı tehdit eden bir dönem başlıyor.

Örneğin, Türkiye’de son asgari ücret ayarlaması enflasyon hedefini dikkate alan bir yaklaşımla yapılmamıştır. Aynı şekilde, imalat sanayinde 2007 yılının üçüncü çeyreğinde ortalama aylık kazanç ve saat başına ücret bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 11’in üzerinde artmışlardır. Ekonomik dinamikleri, kur gelişmeleri, enflasyon hedefi ya da temel enflasyon değil, ortalama enflasyon belirlemeye başlamıştır. Şimdi, benzer bir sorun Almanya’da yaşanmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Amerika neden korkuyor

10 Şubat 2008
AMERİKA, her şeyden çok, ekonomik durgunluktan korkuyor. Amerikan ekonomisi için ekonomik durgunluk yalnızca daha fazla işsizlik değil. Ekonomik yapı, durgunlukta işi olanın da kaybettiğinin fazla olduğu bir konuma gelmiş. Amerikan ekonomisi için faizlerin düşük olması çok önemli. Üreticiler düşük faizle yatırım yapsın diye değil, tüketiciler borçlanarak daha fazla harcama yapsın diye Amerika’da faizlerin düşüklüğü önemli.

Şirketlerin çok kár etmesi istenir. Kár edip de daha fazla yatırım yapsınlar diye değil, daha fazla temettü dağıtıp hisse senedi sahiplerinin daha fazla gelir elde etmesi için Amerika’da şirketlerin çok kár etmesi önemli.

KÁR VE İSTİHDAM

Amerika’nın gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 70’i özel kesim tüketim harcamalarına, yüzde 15’i özel kesim yatırım harcamalarına ve yüzde 18-19’u devlet tüketim ve yatırımlarına gider. Bunların toplamının 100’den farkı da eksi ya da artı net dış ticaretin GSYİH’ya katkısıdır. Özel kesimin GSYİH’dan aldığı pay yüzde 85’dir. Bu rakam Türkiye’de de 2006 yılı itibariyle yaklaşık aynı düzeydedir.

Amerika’da milli gelir içinde tarım, madencilik ve imalat sanayinin toplam payı yüzde 15 civarındadır. Milli gelirin yüzde 7’si inşaat sektöründen gelir. Geri kalan gelir en geniş anlamıyla hizmetler sektöründe oluşur. Dolayısıyla, hizmetler sektörünün üretimi gelir açısından çok önemlidir. Geçenlerde hizmetler sektöründeki üretim endeksindeki düşüşün "tamam ekonomik durgunluk başladı" şeklinde yorumlanması da buradan kaynaklanmaktadır. Ekonominin en büyük bölümü alarm vermeye başlamıştır.

Milli gelir içinde, çalışanların ücretlerinden sonra en önemli gelir türü şirketlerin kárlarıdır (toplamın yüzde 10’u civarı). Normal bir yılda, şirketler yıl içinde elde ettikleri kárların yarısından fazlasını temettü olarak hisse senedi yatırımcılarına verir. Amerika’da şirket kárlarının düşmesi kişisel gelirlerin düşmesi anlamına gelir.

Hizmetler sektörü istihdam açısından da önemlidir. 2006 yılında toplam 144.4 milyon istihdam edilen kişilerin yalnızca 9.4 milyonu (mavi yakalı) mal üretimde çalışmıştır. En büyük istihdam alanı 23 milyon kişiyle hizmetler sektörü (mavi yakalı), 36 milyon kişiyle satış elemanları, 9 milyon kişiyle inşaat sektörü ve 29 milyon kişiyle doktor, avukat, bilgisayar uzmanı, mimar ve mühendis gibi profesyonel alanlardır.

2006 yılı itibariyle Amerika’da işsizlik oranı yüzde 4.6 oldu. İşsizliğin en yüksek olduğu alan ise yüzde 6.7 ile inşaat sektörü. İşsizliğin en düşük olduğu alan finans sektörüydü. Son gelişmeler bu iki sektörü de derinden etkileyebilecek.

FAİZLER

Amerika’da faizler yalnızca işverenleri değil, çalışanları da çok yakından ilgilendiriyor
. Çünkü, Amerika’da hane halkı borçluluğu yüksek. 2006 yılı itibariyle tüketici kredileri toplamı 2.4 trilyon dolar olmuş. İstihdam edilen başına düşen tüketici kredisi (konut hariç) ortalama 17 bin dolara yakın. 2007 yılı sonu itibariyle bu rakam Türkiye’de tahminen 2 bin 500 YTL.

Amerika’da ailelerin yüzde 68’i ev sahibi. 2007 yılı ortası itibariyle, ortalama bir ailenin aldığı konut kredisi için ödediği anapara ve faiz tutarı ayda 1.128 dolar. Bu rakam, ortalama bir ailenin aylık net gelirinin yüzde 23’ünü konut sahibi olmaya (finansmanına) harcadığını gösteriyor. Bunun içinde konutlara yapılan diğer harcamalar yok.

Amerikan ekonomisi bir bütün olarak faize duyarlı. Hizmetler sektörü ekonominin çok büyük bölümü. Şimdiye kadar faizleri yükseltir diye enflasyondan biraz korkulurdu. Bundan sonraki aşamada, Amerikan ekonomisinde enflasyon da eskiye göre çok daha önemli olmaya başlayacak. Çünkü, sabit gelirli yaşlı nüfus giderek artıyor. 2006 yılında 65 yaş üzeri nüfusun toplam nüfus içindeki payının yüzde 12’nin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. 2050 yılında bu rakamın yüzde 22’yi geçeceği tahmin ediliyor.
Yazının Devamını Oku

Karanlıkta yol bulmak

8 Şubat 2008
ENFLASYON hedeflemesi çok teknik bir konu. Konunun teknik tarafını bir kenara bıraksak da, enflasyon hedeflemesinin bir grup bilginin derlenip Merkez Bankası’nın bu bilgiler doğrultusunda hedeflenen enflasyona göre kendini konumlandırması gereği her halde çok fazla açıklamaya muhtaç değil. Enflasyon hedeflemesi açısından, fiyat istatistikleri doğal olarak en önemli veri setlerinden biri. Bu konuda Türkiye’de fazla bir sorun olduğunu iddia etmek fazla anlamlı değil. Çeşitli ayrıntılarda fiyat istatistikleri var. Elbette, daha da ayrıntıya girilebilir.

TARIM VE HİZMETLER SEKTÖRÜ

Diğer ekonomik faaliyetlerdeki eğilimleri yeteri kadar sıklıkta ölçme konusunda ise veri eksikliğinden söz etmek mümkün
. Aylık bazda sanayi üretim endeksi yayınlanıyor. Ama, Türkiye ekonomisinin ancak dörtte birinden azı sanayi sektöründen oluşuyor. Ekonominin yüzde 75’inden fazlası tarım ve hizmetler sektöründen oluşuyor. Üç ayda bir yayınlanan milli gelir istatistikleri dışında toplam ekonomik faaliyetlerin yüzde 75’i hakkında daha sık bilgi edinmek şimdilik çok mümkün değil. Bu durum düzelmeli.

Ekonomik faaliyetlerdeki eğilimler konusunda toplam ihracat ve toplam ithalat verileri ile bunların alt kalemleri sınırlı bilgiler içeriyor. Örneğin, tüketim malları ithalatının artması iç talepte bir artışa işaret edebilir. Ara malları ithalatının artması üretimin arttığına işaret eder. İhracatın belli mallarda artması o sektörlerdeki üretim artışının bir işareti olarak alınabilir. Bunların hepsi daha çok imalat sanayi konusunda bazı fikirler verse de, tarım ve hizmetler sektöründeki gelişmeler konusunda genellikle fazla bilgi alınamıyor.

İleriye dönük enflasyonun ve enflasyon beklentilerinin en önemli belirleyicilerinden biri farklı sektörlerdeki ortalama nominal ücretlerdeki gelişmelerdir. Türkiye İstatistik Kurumu üç ayda bir imalat sanayinde ortalama nominal ücretleri, kazanç istatistiklerini yayınlamaktadır. Ama, enflasyon hedeflemesine soyunmuş bir merkez bankası açısından bu veriler yeterli olmaktan çok uzaktır.

Enflasyonun kalıcı bir biçimde belini kırmaya çalışmaya başlandığından bu yana çok sık olarak hizmetler sektöründeki fiyat katılıklarından söz edilmektedir. Hizmetler sektöründe ücretlerin nasıl bir eğilim içinde olduğu hakkında ise hiç kimsenin bir fikri yoktur. Hizmetler sektöründeki fiyat eğilimlerini kabul edilebilir bir veri seti ile tahmin edebilme kabiliyeti oldukça sınırlıdır. Bu fiyatlardaki geçmişe göre oluşabilecek farklı eğilimler herkes için "sürpriz" niteliğindedir.

YAPILABİLİR

Bu konular gündeme geldiğinde, Türkiye ekonomisinin çok büyük bir bölümünün kayıt dışında olmasının işleri zorlaştığı iddia edilir. Büyük ölçüde bu iddia doğrudur. Ama, bütün zorluklarına rağmen, üç ayda bir milli gelir istatistikleri üretilebiliyorsa, ekonomik faaliyetleri daha yakından takip etmeyi kolaylaştıracak verileri daha sık aralıklarla üretmek de herkesin acil gündeminde olmalıdır. Sorun, öncelikler ve kaynak sorunudur.

Kabul edilebilir güven aralığında veri toplayıp kullanıcıların amaçlarına uygun biçimlerde verileri toplulaştırmak kolay bir iş değildir. Ama, ekonomik istatistikler üreten kurumlarımız bu alanlarda çalışmalıdır. Aksi taktirde, itibarını ortaya koyarak enflasyon hedeflemesine soyunan bir merkez bankası açısından içinde yaşanan durum çok kısıtlı bir veri seti ile karanlıkta doğru yolu bulmaya çalışmaktan farksızdır.
Yazının Devamını Oku

Merkez bankalarına gel-gel güçleniyor

7 Şubat 2008
AMERİKA’da ekonomi politika yapıcıları piyasalara yaranamıyor. Birinci neden, uygulanmaya çalışılan politikalar derde deva olmaktan uzak. İkinci neden, politika yapıcılarının itibarı giderek eriyor. Üçüncü neden ise, son beş yıldır finans piyasalarında elde edilen çok yüksek kárların kaybedilmesinden korkulup yatırımlardan çıkmak, durup seyretmeye göre çok daha fazla tercih ediliyor. Piyasa dinamikleri olumsuz.

Amerikan Merkez Bankası (FED) kısa vadeli faizleri herkesi şaşırtan boyutlarda indiriyor. Piyasalar bir-iki gün durulup yeniden karışıyorlar. Bush İdaresi, belki de tarihlerinin en büyük "ekonomik büyümeyi uyarma" paketini uygulamaya koyacak. Piyasalar buna da aldırmıyorlar.

Bir ay öncesinin verilerine bakarak durumun çok daha vahim olduğu düşünülüyor. Uygulamaya konması planlanan ekonomiyi uyarma paketinin hem içerik olarak hem de büyüklük olarak yetersiz olacağı düşünülüyor.

SIRA AVRUPA’DA

Amerikan ekonomisinin neredeyse dörtte üçü hizmetler sektörü
. Hizmetler sektörü üretiminde sert bir düşüş yaşanmakta olduğu haberi herkesin moralini daha da bozdu. Ekonomik sorunun inşaat ve finans sektörü ile sınırlı kalmadığı, yayıldığı izlenimi güçlendi. Bütün bunların üzerine, FED’in piyasalara olukla para aktarmasına rağmen, bankaların birbirlerine ve müşterilerine kredi vermeye yanaşmadığına yönelik göstergeler de ekonomik durgunluğun giderek derinleştiği kaygısını güçlendiriyor.

Son yirmi gün içinde kısa vadeli faizleri iki aşamada 125 puan indiren FED’in mart ayındaki toplantısında faizleri bir kez daha 50 puan indirme olasılığının yüzde 100 olduğu konuşuluyor. Piyasalar için bir ay çok uzun bir zaman. Alışkanlık yaptığından olacak, FED’in olağanüstü bir toplantıyla faiz indirimini erkene çekeceği yönündeki beklentiler de giderek güçleniyor. FED’e her zamanki gibi gel-gel yapılıyor.

FED’in piyasaların elinde oyuncak durumuna düşmesi Avrupa Merkez Bankası’ndan (AMB) beklentileri artırdı. Piyasalar şimdi AMB’na gel-gel yapmaya başladılar. AMB’nın da kısa vadeli faizleri indirmesini istiyorlar. Faizlerin Avrupa’da ineceği yönünde kumar oynayanlar sayesinde son günlerde dolar Euro’ya karşı değer kazanmaya başladı.

AMB faiz kararını bugün açıklayacak. Avrupa’da artan enflasyon karşısında AMB’nın sıkı durması kimseyi şaşırtmamalı. Faizleri indirse dahi, indirimin 25 puandan fazla olması AMB’nı piyasalar gözünde FED’e döndürür. Euro’nun geleceği açısından AMB’nın böyle bir tuzağa düşme olasılığı yok denecek kadar azdır.

BİZE YÖNELİK RİSKLER

Krizin sektörler arası yaygınlaşıp giderek derinleştiği anlaşılıyor. Alışılmışın üzerinde bir enflasyon yaşamadan Amerika’nın bu karışıklıktan çıkması zor görünüyor. Küresel düzeyde ekonomik durgunluktan değil, finans piyasalarında yaşanan karışıklıkların Türkiye ekonomisini etkilemesini doğal karşılamalıyız.

Bize yönelik riskler, yalnızca bizden değil, uluslararası piyasalar tarafından bizimle aynı kaba konan diğer gelişmekte olan ülkelerdeki riskler dolayısıyla dolaylı yoldan da kaynaklanabilir.

Bunca karışıklığın ortasında petrol ve diğer hammadde fiyatlarının yüksek kalması aslında başta Rusya olmak üzere petrol ve hammadde zengini gelişmekte olan ülkeleri daha dayanıklı hale getiriyor. Dolaysıyla, bize yönelik dolaylı riskler göreli olarak azalıyor. Bu açıdan, petrol fiyatlarının hızla düşmesi bizi çok farklı risklerin içine atabilecektir.
Yazının Devamını Oku