Ercan Kumcu

Enflasyonda hoş sürpriz

6 Şubat 2008
ELEKTRİK fiyatlarına yüklüce bir zammın yapıldığı ocak ayında aylık tüketici enflasyonu yüzde 0.8 oldu. Geçekleşme, beklentilerin oldukça altındaydı. Dolayısıyla, hoş bir sürpriz oldu. Merkez Bankası’nın açıkladığına göre, elektrik zammının aylık enflasyona katkısı yüzde 0.6 civarında. O halde, elektrik fiyatları artırılmasıydı, ocak ayı enflasyonu yüzde 0.2 çıkacaktı. Doğal gaz zammını da eklersek, aylık enflasyon daha da düşük olabilecekti. Yeni tüketici fiyatları endeksi yayınlandığından bu yana, bu rakam en düşük ocak ayı enflasyonu oluyor. Bundan önce, 2006 yılının ocak ayında tüketici enflasyonu yüzde 0.22 olmuştu.

GIDA BASKISI

Enflasyon rakamlarının ayrıntılarında da bazı sevindirici gelişmeler var. Örneğin, Merkez Bankası’nın yakından izlediği (H) endeksi (çoğunlukla para politikasının etkileme gücü olduğu fiyatlardan oluşan endeks) ocak ayında yüzde 0.53 düştü. Bu endeksler yayınlığından bu yana, bu rakam en büyük düşüşe işaret ediyor. Bundan önceki ocak aylarında (H) endeksindeki düşüş 2007 yılında yüzde 0.34, 2006 yılında yüzde 0.02 olmuştu.

Bazı çok hoş olmayan gelişmeler de var. Örneğin, bu yılın ocak ayında mevsimsel fiyat dalgalanmalarının oldukça güçlü olduğu anlaşılıyor. Mevsimsel ürünlerden arındırılmış tüketici fiyatları endeksindeki aylık artış bu yılın ocak ayında yüzde 1.56 olmuş. Elektrik fiyatlarındaki ayarlamalarını dışarıda bırakırsak, mevsimsel ürünlerden arındırılmış tüketici fiyatlarındaki artışın yüzde 1’e yaklaştığı anlaşılıyor. Bu rakam da 2006 ocak ayından sonra en yüksek ocak rakamı oluyor. 2006 yılının ocak ayında mevsimsel ürünlerden arındırılmış tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 1.23 olmuştu.

Ocak ayında kiralardaki artış dikkat çekicidir. En yüksek aylık artış kiralarda yaşanmıştır. Toptan eşya fiyat endeksine giren tarım mallarındaki aylık artış ocak ayında yüzde 1.58 olurken, yıllık artış hala yüzde 15 düzeyinde gerçekleşmektedir. Enflasyon üzerine gıda fiyatlarından gelen baskı devam etmektedir.

ENFLASYONDA KIRILMA

Altışar aylık enflasyon bazında bakıldığında, enflasyonun geleneksel eğilimi içinde olduğu görülüyor. Grafikten de görüldüğü gibi, yılın ilk yarısında düşen altı aylık enflasyon yılın ikinci yarısında çıkıyor. 2006 yılının nisan ayından sonra yaşanan ve 2007 yılının başına kadar devam eden genel eğilimden farklı olan gelişmeler büyük ölçüde 2006 yılı ortasında yaşanan döviz kuru hareketlerinin fiyatlara yansımasından kaynaklandı. Şimdi, enflasyon yine geleneksel eğilime geri dönmüş gibi görünüyor.

Son altı aylık enflasyon 2005 ve 2006 yılı başlarındaki azami noktaya çok yakın. Dolayısıyla, enflasyondaki katılığın kırıldığı yönünde elimizde henüz inandırıcı bir kanıt yok. Hatta, bu yıl şubat ayı enflasyonu geçen yılın aynısı (yüzde 0.42) çıksa dahi, altı aylık enflasyonda yeni fiyat istatistiklerinin yayınlanmaya başladığından bu yana yeni bir rekor kırılabilir.

Kısacası, ocak ayı enflasyonu beklentilerin altında gerçekleştiği için sevindiricidir. Ama, tek haneli düzeylerde "enflasyonun beli kırılmaktadır" demek de mümkün değildir.
Yazının Devamını Oku

Üç Merkez Bankası’nın hikayesi

5 Şubat 2008
HER ülkede merkez bankaları farklı hareket edebiliyor. Belki, hepsinin amaçları arasında fiyat istikrarı var. Ama farklı ülkelerde, farklı merkez bankaları fıyat istikrarı hedefine farklı ağırlıklar veriyor. "Para politikası, çok teknik bir iş olması yanında aynı zamanda sanattır da" denir. Hedef aynı olsa dahi, işin sanat tarafı farklı ülkelerde farklı olabiliyor. Merkez bankalarının üzerindeki çeşitli kesimlerden gelen baskılar farklı olabiliyor. Her şeyden önemlisi, belki merkez bankaları tarafından denegeler farklı okunabiliyor.

AMERİKA VE AVRUPA

Amerikan Merkez Bankası
’nı (FED) ele alalım. Hedefleri arasında hem fiyat isitkrarını korumak hem de ekonomik büyümeyi gözetmek var. Geçen yılın eylül ayına kadar ekonomiyi biraz yavaşlatıp enflasyon baskısını hafifletmek için faizleri indiriyordu. Ekonomik yavaşlamanın tahminlerinde ötesinde olabileceği kaygısına kapılınca FED faizleri aceleyle yeniden düşürmeye başladı.

FED’in tepkisi biraz panik havasını aldı. Piyasaların bir anlamda esiri oldu. Bu arada fiyat istikrarı en azından kısa dönem için unutulmuş gibi görünüyor. Tüketici fiyatları enflasyonu yıllık yüzde 4’ün üzerine geldi. Son yayınlanan milli gelir hesaplarında gayrisafi yurtiçi hasıla deflatörü (milli gelir içine giren ürünlerin ağırlıklı ortalama fiyatındaki artış) üçüncü çeyrekte yıllık yüzde 1.3 kadarken dördüncü çeyrekte yüzde 2.9’a fırladı. Üretici fiyatlarındaki yıllık artış yüzde 6’nın üzerinde. Ama, FED’in bu gelişmelere baktığını iddia etmek çok zor. FED şimdi ekonomik büyümeye odaklanmış durumda.

Alman Merkez Bankası (Bundesbank) ekolünden esinlenerek kurulan Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) temel misyonu Euro Bölgesi’nde fiyat istikrarını korumak. AMB da enflasyon baskılarının arttığı gerekçesiyle kısa vadeli faizleri arttırmaya başlamıştı. FED rota değiştirince genel kanı AMB’nın da rota değiştireceği idi. Geçen yılın eylül ayı öncesinde dolar ve Euro faizleri arasında doların lehine 125 puanalık fark varken şimdi Euro lehine 100 puanlık bir fark var.

Euro dolara karşı değer kazanıyor. Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkeler Euro’nun değer kazanması üzerine acıklı çığlıklar atıyorlar. AMB uyguladıkları para politikasının temel amacının fiyat isatikrarını korumak ve bu yöndeki enflasyon beklentilerini şekillendirmek olduğunu iddia ederek çığlıklara pek kulak asmıyor. Euro Bölegesinde de enflasyon artma eğiliminde. AMB kurulduğundan bu yana ilk kez enflasyon yıllık yüzde 3.2’ye geldi. Daha öce AMB’nın rota değiştireceğini düşünenler şimdi AMB’nin faizleri bu hafta da düşürmeyebileceğini konuşuyor.

TÜRKİYE

T.C. Merkez Bankası
’nın da temel hedefi fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek. Diğerlerinden farklı olarak, bizim Merkez Bankası’nın açık bir enflasyon hedefi var. Hedef yıl sonu enflasyonu üzerinde konsa da, Merkez Bankası bunu orta dönemli hedef olarak yorumlamak istiyor.

Merkez Bankası geçen yılın eylül ayında bu yılın sonu için enflasyon tahminlerinin yüzde 4.1 olduğunu açıklamıştı. Hatta, bu yıl sonunda enflasyonun hedefin dahi altında kalabileceği olasılığından söz ederek eylül ayında kısa vadeli faizleri indirmeye başladı. Her toplantı da kısa vadeli faizler indi. Hedef yüzde 4 olduğu halde, geçen yıl sonu enflasyonu yüzde 8.4 olmuştu.

Son yapılan açıklamaya göre, Merkez Bankası bu yıl sonu için yaptığı enflasyon tahminini yüzde 5.5’e çekti. Tahmin aralığının alt sınırı dahi hedeflenen yüzde 4’ün üzerinde. Belli ki, geçen eylül ayında yapılan tahminler geçerliliğini yitirmiş. Bir anlamda, geriye doğru bakıldığında, Merkez Bankası kısa vadeli faizleri bu denli indirdiği için, hedef göz önüne alındığında, yanlış yapmış dahi denebilir.

İşte üç farklı merkez bankası, üç farklı yaklaşım. Ama, hepsinin bir bahanesi var.
Yazının Devamını Oku

Eskiye dönüş dünya ekonomilerini kurtarır mı

4 Şubat 2008
BİR yandan, FED kısa vadeli faizleri indirerek piyasaların isteği doğrultusunda hareket ediyor. Diğer yandan, Amerikan İdaresi vergi iadesi vererek iç tüketimi artırmaya çabalıyor. Bütün bunlardan amaçlanan iki yıl öncesine geri gidebilmek. Ne oluyordu iki yıl önce?

ENFLASYONA DAVETİYE

Reel faizler negatifti. Varlık fiyatları artıyordu. Dünya ekonomileri ortalama yüzde 5’in üzerinde, Amerikan ekonomisi yüzde 4 civarında büyüyordu. Amerika, patlayan tüketim harcamalarını borçlanarak finanse diyordu. Dünyanın geri kalan kısmı da Amerika için üretip Amerika’ya borç veriyordu. Fiyat istikrarı vardı. Amerika’nın cari işlemler açığı hızla artıyordu. Daha önce görülmemiş boyutlarda likidite bolluğu vardı. Para ucuzdu.

Enflasyon baskılarının artmasıyla dünyanın belli başlı merkez bankaları kısa vadeli faizleri artırmaya başladılar. Bir noktadan sonra, artan faizler balona batırılmış iğne gibi oldu. Balon patladı. Meğerse balonun içinde hava değil, vıcık vıcık çamur varmış. Çamur herkesin üzerine sıçradı. Gelişmiş ülkelerde finans sistemi dağıldı. İki yıl önce faizleri indirerek dünya ekonomilerini sürdürülebilir bir dengeye getirmek isteyenler bunu hiç düşünmemişlerdi. "Elleme bozarsın" teorisi bir kez daha doğrulandı gibi bir hava oldu.

Şimdi, iki yıl önceki sürdürülemez diye düşünülen dengelerin daha tercih edilir olduğu düşünülüyor. Geriye o denli kolay dönülebilir mi? Tüpten çıkan diş macununun tüpe geri konulamayacağı gibi, dünya ekonomilerini eski dengelere yaklaştırmak da çok mümkün görünmüyor.

Her şeyden önce, dünya ekonomilerinde risk algılaması radikal bir biçimde değişti. Kısa dönemde, şimdi milyarlarca dolar zarar eden finans kurumlarının hiçbir şey olmamış gibi yeniden göreli olarak düşük getirili, ama yüksek riskli yatırımlara girmesi zor görünüyor. Halbuki, iki yıl önceki dengelerin en önemli unsurunun riskleri yanlış fiyatlamak olduğunu daha şimdi öğreniyoruz. Dolayısıyla, iki yıl öncesinin önemli parametrelerinden biri olan sermayenin maliyetinin sıfıra yakın olma olgusunu uzun bir süre bir daha yaşayamayacağız gibi görünüyor.

Buna karşılık, gevşek para politikası ve genişlemeci maliye politikaları ile ekonomik büyümeden fedakarlık edilmeyeceği beklentisi oluşturulmaya çalışılıyor. Bu çabalar petrol gibi bir çok hammadde ve mineral fiyatlarının yüksek kalmasına, hatta daha da yükselmesine neden oluyor. Bir başka deyişle, dünya ekonomilerinin kurtarıcı olabilecek hammadde fiyatlarının düşmesi bir anlamda engelleniyor. Ama, enflasyon davet ediliyor.

İTİBARI OLMAYAN POLİTİKALAR

FED makro ekonomiye bakarak değil, piyasalara bakarak para politikasına yön veriyor
. Amerikan İdaresi, popülaritesi tarihi düşüklükteki bir Başkan ile "ne isterseniz yaparım, ne olur beni sevin" dercesine bir maliye politikası uygulaması içinde.

Piyasalar ekonomi politikalarının iki aktörüne de alkış tutuyor. Çünkü, faizler düşerse ve talep artarsa, piyasaların hem zararları azalacak hem de yeni kar alanları yaratılacak. Bu arada, politika yapıcıları giderek itibar kaybediyorlar. Dikkat edilirse, politika yapıcıları piyasaların arzuları doğrultusunda hareket ettikleri halde, piyasalar politika yapıcılarının arzuladıkları doğrultuda hareket etmiyorlar.

Makro ekonomik açıdan ise durum çok farklı. Dünya ekonomileri çok daha düşük bir büyüme (belki de küçülme) ve daha yüksek bir enflasyon ortamına hızla ilerliyor.
Yazının Devamını Oku

Borsa endeksi neden önemli

3 Şubat 2008
AMERİKA’da para ve maliye politikaları New York Borsası endeksine endekslenmiş görünüyor. Borsa düştükçe, para politikası gevşetiliyor. Bütçe açıklarının daha da artırılması gündeme geliyor.

FED Başkanı bu nedenle eleştirilmeye başlandı. Bush’un popülaritesi giderek düştüğünden, giderayak popülaritesinin artması için yapmayacağı şey yok diyerek eleştiriliyor. Aslında, Amerika’da politika yapıcılar çok ciddi bir itibar krizi yaşıyorlar. Uygulamadaki politikaların arzulanan sonuçları doğurmamasının bir nedeni de bu.

New York Borsası endeksi (DJ30) neden bu derece önemli?

TÜM TOPLUMU İLGİLENDİRİYOR

Gelişmiş ülkelerde borsa endeksleri önemlidir
. Çünkü, endeksteki gelişmeler çok büyük ölçüde ekonomik birimlerin ileriye dönük beklentilerini yansıtır. Her piyasada olduğu gibi, hisse senedi piyasasında da spekülatörler vardır. Ama, borsa endeksindeki genel eğilimleri genellikle kurumsal yatırımcıların tavırları belirler. Çalkantının bol olduğu dönemlerde ise genellikle kurumsal yatırımcılar kenara çekilirler. Meydan spekülatörlere kalır. Bugünlerde de böyle bir dönemden geçiliyor.

Amerika’da en büyük hisse senedi piyasası New York Borsası. Bu borsada günlük işlem hacmi 100 milyar doların üzerinde. New York Borsası’nda hisse senetleri alınıp satılan en büyük on şirketin 2007 yılı ortası itibariyle piyasa değeri 3 trilyon dolar civarında. Bu borsada hisseleri işlem gören şirketlerin 2006 yılı sonu piyasa değerleri ise 25 katrilyon dolar (milli gelirlerinin iki katı). İkinci büyük hisse senedi piyasası olan Nasdaq’da işlem gören hisse senetleri işlem gören şirketlerin 2006 yılı sonu itibariyle piyasa değeri 4.1 katrilyon dolar.

Amerika için hisse senedi piyasası çok önemli. Çünkü, Amerika’daki hane halklarının yüzde 50’sine yakın kısmı doğrudan ya da yatırım fonları yoluyla hisse senedi sahibi (hane halkı başına ortalama 25 bin dolar). Yaşı 55-64 arasında olanların yüzde 60’ından fazlasının doğrudan ya da dolaylı hisse senedi yatırımları var (hane halkı başına ortalama 60 bin dolar). Amerika’da hane halklarının toplam finansal varlıklarının yüzde 18’i doğrudan hisse senetlerinde değerlendiriliyor.

Amerika’da hisse senedine yatırımların önemli bir bölümü yatırım fonları yoluyla yapılıyor.2005 yılı verilerine göre, yatırım fonları almış kişilerin ortalama yaşı 48, hane halklarının ortalama yıllık geliri 70 bin dolara yakın, ortalama finansal varlıkları 125 bin dolar civarında. Bu aileler ortalama dört yatırım fonunda varlıklarını değerlendiriyorlar.

Varlıklarının bir bölümünü yatırım fonlarında değerlendiren hane halklarının yüzde 80’inin hisse senetleri fonlarında yatırımları var. 2006 yılında 55 milyon hane halkının yatırım fonlarında yatırımları olduğu biliniyor.

SES GETİRİYOR

Kısacası, Amerika’da hisse senetleri piyasası çok geniş bir halk kitlesinin varlıklarını değerlendirdiği bir piyasa. Orta yaş ve orta gelirlilerin varlıklarının önemli bir bölümünü değerlendirdiği yer hisse senedi piyasası. Doğal olarak, hisse sendi piyasasındaki gelişmeler çok geniş kitleleri ilgilendiriyor. Politikacılar, ekonomik sonuçları bir tarafa, bu nedenle hisse senedi piyasasındaki gelişmelere kayıtsız kalamıyorlar.

Genelde bakıldığında, yılbaşından bu yana en fazla düşen hisse senedi piyasası Amerikan piyasası değil. Örneğin, yılbaşından ocak ayı sonuna kadar Euro Bölgesi’nde hisse senedi piyasası yüzde 13, Fransa’da yüzde 13, Almanya’da yüzde 15 düşerken, Amerika’da yüzde 5 düştü. Ama, en fazla sesi Amerikan piyasası getiriyor.
Yazının Devamını Oku

Bize bir şey olmaz edebiyatı

1 Şubat 2008
Ne zaman uluslararası piyasalar karışsa, birileri ortaya çıkıp "bize bir şey olmaz" diyerek ne anlama geldiği pek belli olmayan laflar ediyor. Eskiden, döviz kurları fırladığında, "dövize dokunanın eli yanar" gibi laflar edilirdi. O dönemlerde, dövize dokunanlar büyük paralar kazanırdı. Galiba, geçmiş deneyimlerden yola çıkarsak, "bize bir şey olmaz" derken, bize bir şeylerin olabileceğinden korkuluyor.

DIŞA AÇIKLIK

Türkiye ekonomisinin beş-altı yıl öncesine göre çok daha iyi bir konumda olduğu doğrudur
. Ama, uluslararası çalkantılara karşı Türkiye ekonomisinin çok daha fazla hassas olduğu da bir gerçektir. Yurt dışında oluşabilecek ciddi bir kriz, ki olaylar o yönde gelişiyor, Türkiye ekonomisini öldürmez, ama epey yaralar. Çünkü, Türkiye ekonomisi eskiye göre çok daha fazla dışa açılmış durumdadır. Yurt dışındaki ekonomik birimler yurtiçindeki ekonomik birimlerle neredeyse bütünleşmiştir. Hem finans piyasalarında hem de mal piyasalarında yurt dışı ile ciddi boyutlarda bir entegrasyon söz konusudur.

Bu konuların iyi anlaşılmasında fayda vardır. Yanıltıcı beyanlar yerine, Türkiye’deki ekonomik birimler, mümkün olabildiğince kendilerini korumaya alacak önlemleri düşünmeye teşvik edilmelidir. Ancak, o takdirde, uluslararası düzeyde oluşabilecek ciddi bir çalkantının olası tahribatı içeride asgaride tutulabilir.

EKONOMİK YAPI

Türkiye ekonomisinin yurtdışına hassas olduğu alanları sıralayalım:

1. Yurtdışı olası çalkantı alanını Amerika ve Avrupa Birliği (AB) diye düşünürsek, 2007 yılı ocak-kasım döneminde Türkiye’nin ihracatının yüzde 57’si AB’ye, yüzde 4.3’ü Kuzey Amerika’ya oldu. Aynı dönemde, ithalatımızın da yüzde 40’ı AB’den, yüzde 5.3’ü Kuzey Amerika’dan yapıldı. Geçmiş deneyimlerden, bu bölgelerde yaşanacak ekonomik durgunluk Türkiye’nin ihracatını o denli vurmayabileceği söylenebilir. Ama, bu bölgelerde enflasyonun artması Türkiye için ithalatın pahalılaşıp enflasyon ithalatı anlamına gelebilecektir.

2. Yurtdışında yerleşiklerin ellerinde bulunan Hazine tahvil ve bonoların tutarı 18 ocak itibariyle 38 milyar YTL’yi geçmiştir. Bu miktar, Türkiye’deki bankacılık kesimi dışında tutulan devlet iç borçlanma senetlerinin yarısından fazladır. Hazine’nin piyasada nakit karşılığı çıkardığı devlet iç borçlanma senetlerinin yaklaşık yüzde 17’si yurtdışındaki ekonomik birimler tarafından tutulmaktadır.

3. Türkiye’nin dış borcu 2007 yılının eylül ayı itibariyle 237 milyar dolardı. Kısa vadeli (vadesi bir yıldan az) dış borçlarımızın toplamı 40 milyar dolar. Yalnızca özel sektörün dış borcu, 36 milyar doları kısa vadeli olmak üzere 148 milyar dolar civarındadır.

4. Türkiye ekonomisinin cari işlemler açığı 2007 yılı sonu itibariyle tahminen 36-37 milyar dolar civarındadır. Bunun anlamı, bugünkü ekonomik faaliyetler düzeyinde Türkiye’nin yılda asgari 40 milyar dolar civarında taze dış kaynak bulması gerektiğidir.

5. İstanbul Menkul Kıymetler Piyasası’nda işlem gören toplam hisselerin yüzde 60’ından fazlası yurtdışı yerleşiklere aittir. Yurtdışı yerleşiklerin günlük işlem hacmindeki payı ortalama yüzde 20 civarındadır.

6. Türkiye’de enflasyon hala kur gelişmelerine duyarlıdır. Özellikle, döviz kurlarının aniden fırlaması enflasyon üzerinde olumsuz yönde çok daha fazla etki yapmaktadır.

Böyle bir yapıda, "gelişmiş ülkelerde yaşanan çalkantılar Türkiye ekonomisini etkilemez" diyebilmek ancak aldatmaca olur. Kaldı ki, bu yapıyı kısa dönemde değiştirebilmek de mümkün değildir.

Şiddetli bir rüzgarda Türkiye ekonomisi yıkılmaz, ama hasar görebilir. Ekonomik politikalarda ciddiyeti elden bırakmadığımızda, zararı asgaride tutabilmek de mümkündür. Zaman, tüm ekonomik birimler açısından hem YTL’de hem de dövizde likit kalma zamanıdır.
Yazının Devamını Oku

Çifte standart

31 Ocak 2008
ELİNİZ zayıf olduğunda, karşınızdaki ile pazarlık gücünüz ya hiç olmuyor ya da çok az oluyor. İktisadi alanda Türkiye bu olguyu hep yaşadı. IMF’nin kapısını çalmak durumunda kaldığımız dönemlerde doğal olarak hep zayıf taraftık. Duvara toslamıştık. Ne denirse yapmak durumunda kaldık. Yaptıklarımızın uzun, orta ya da kısa dönemli sonuçlarını tartışacak durumumuz hiç olmadı. Olduysa da, zayıflıktan gelen pazarlık yapma psikolojisiyle, yeterince ikna edici olamadık. Hep kitaplarda yazdığı doğrultuda hareket etmek zorunda kaldık.

ONLAR NELER YAPIYORLAR?

Dünya ekonomilerinde son altı aydır yaşananlar ve gelişmelere politika tepkileri ibret verici boyutlara geldi
. Geçmişte bizde yaşanan olaylara benzer gelişmeler oluyor. Ama, şimdi onlar bizden çok farklı politika tepkileri veriyorlar. Biz krizi kısa dönemde daha da derinleştirici politika tepkileri vermeye zorlandık. İlkeler öne çıktı. Pratik gerekçeler rafa kaldırıldı. Şimdi, onlar krizden bir an evvel çıkmanın yollarını arıyorlar.

Geriye doğru baktığımızda, ilkeler doğrultusunda hareket etmemiz belki daha iyi oldu. Biz kazandık. Ama, uluslararası kuruluşlarının 2001 yılında bizi zorladıkları yol ile şimdi Avrupa ve Amerika’nın tepkilerine alkış tutmaları ilkesizliğin en iyi örneklerini oluşturuyor. Bunu görmezden gelemeyiz.

Yaz aylarında, İngiltere Merkez Bankası Başkanı (dün beş yıllığına yeniden atandı) "aldıkları yanlış kararlarla finans sisteminde zarar edenlerin para politikası yoluyla kurtarılmaları söz konusu olamaz" anlamına gelen bir şeyler söyledi. Söylediği, ders kitaplarında yazan merkez bankacılığıydı. Önce, bravo dendi. Aradan bir hafta geçtikten sonra İngiltere Merkez Bankası zarar eden finans kurumlarının içine düştükleri likidite sıkıntısından kurtulmaları için olukla para akıttı. Ardından, FED ve Avrupa Merkez Bankası da kervana katıldı. Söylev değişti. Merkez Bankaları açısından likidite en önemli parametre haline geldi.

2000 yılının kasım ayında Türkiye’de likidite krizi çıktı. Bazı bankalar devletleştirildi. Ama, Merkez Bankası’nın o dönemde piyasaya likidite vermesi engellendi. Daha büyük bir krizin tohumları atıldı.

2001 yılının şubat ayında, bir gün sonra Hazine iç borç itfasıyla piyasada zaten likidite bolluğu olacakken, aldıkları paralarla döviz alacaklar diye bir gün önceden Merkez Bankası’nın bankalara likidite vermesi önlendi. Bankalarımız bazı dış yükümlülüklerini geç yerine getirmek zorunda kaldılar. Kitapta yazılanlara sadık kalındı. Merkez Bankası Başkanı istifa etti.

Üç ay önce IMF’nin yeni başkanı dünya ekonomilerini tehdit eden enflasyon baskısı ve büyümedeki düşme eğilimleri karşısında mali disiplini korumanın hayati önemde olduğunu vurgulamıştı. Geçenlerde, o da rota değiştirdi. Amerika’nın herkesin cebine para koyup ekonomiyi canlandırma planlarını açıkladığı bir dönemde, ekonomik durgunluğun yalnızca gevşek para politikasıyla önlenemeyeceğini ve mali (fiskal) önlemlerin de devreye alınması gerektiğini söyledi. Yani, Amerika’nın aldığı kararlara alkış tuttu. Bu ne ilkeli davranıştır!

2001 yılında kur rejimini değiştirip Türk Lirası serbest düşüşe bırakıldığında, bunun ekonomik faaliyetleri ciddi boyutlarda daraltacağı çok tartışıldı. O dönemde, kitaba sadık kalındı. Türk Lirası serbest düşüşe bırakıldı. Mali disiplin daha da sıkılaştırıldı. Türkiye ekonomisi 2001 yılı sonunda bir yıl önceye göre reel olarak yüzde 9.5 küçüldü. Acaba, bir başka yaklaşımla ekonomik küçülmenin bu denli derin olması önlenemez miydi?

GÖRELİM AMA KIZMAYALIM

Çifte standardı bize kötülük diye almak da doğru değil
. Aksine, biz, Batı ülkelerinin de arkasında durduğu uluslararası kuruluşların zorlamasıyla kitaba bağlı kalarak çok şey kazandık. Hem ekonomik olarak kazandık, hem de itibar kazandık.

Böyle şeyler gözden kaçmıyor. Şimdi, Batı’nın ekonomi politika yapıcıları hızla itibar kaybediyorlar. Sonuçlarını ekonomik olarak da ödemeleri olasılığı çok yüksek. Çifte standardı görsek de, kitaba bağlı kalmanın orta dönemde sağladığı faydaları göz ardı edemeyiz.
Yazının Devamını Oku

Herkes aynı yere bakıyor

30 Ocak 2008
ULUSAL ekonomiler bir kenara bırakıldı. Amerikan ekonomisi takip ediliyor. Takip edilen gösterge New York Borsası endeksi (Dow Jones Industrial-DJ30). Takip edilen borsa endeksi otuz sanayi şirketinin hisse senedi fiyatlarından oluşan bir endeks. Arttığında, işler iyi gidiyor demek oluyor. Amerika’da bono faizleri artıyor. Çünkü, yatırımcılar bonoları satıp hisse senedine giriyorlar. Bono fiyatları düşüyor, faizler yükseliyor.

Endeks düştüğünde, moraller bozuluyor. Hisse senetlerini satanlar bono alıyorlar. Bono fiyatları artıyor, faizler düşüyor. Hisse senedi ile bono piyasaları arasındaki giriş-çıkışlar herkes tarafından yakından takip ediliyor. Arzulanan, hisse senetlerinin fiyatının artması. Nasıl olsa, FED faizleri indirmeye devam edecek.

GÖRÜNTÜ VE SES NET DEĞİL

Arada bir Amerikan ekonomisine yönelik veriler açıklanıyor. Piyasalar her veriye az ya da çok tepki veriyorlar. Krizin başlangıcı konut kredileri olduğundan, yeni konut satışları yakından takip ediliyor. Aynı piyasada, toplam konut satışları ya da satılık yeni ve toplam konut stoku da ilgi çeken verilerden. Anketler yapılıp bu veriler üzerindeki beklentiler ölçülmeye çalışılıyor. Konut satışları beklentilerin altında kaldığında, "eyvah işer kötü" denip DJ30 düşmeye başlıyor.

Takip edilen bir diğer veri seti ekonominin durgunluğa girip girmediğine yönelik

bilgi verebilecek büyüklükler. Örneğin, işsizlik müracaatları önemli bir gösterge. Anketlerle bu hafta ne kadar işsizlik baş vurusu yapılabileceği yönünde beklentiler ölçülüyor. İşsizlik başvurusu anket ortalamalarının altındaysa, düğün-bayram oluyor. İşsizlik başvuruları anket ortalamalarının üzerinde gelirse, ekonomi durgunluğa giriyor diye karamsar olunuyor.

Ekonominin gerçekten durgunluğa girip girmediğini gösterecek veriler üç ayda bir yayınlandığından, piyasalar ancak kendilerini çok daha sık aralıklarla yayınlanan verilerle meşgul edip kendilerine yön çizmeye çalışıyorlar.

Kısa aralıklarla yayınlanan verilerin asıl ulaşılmak istenen verileri (milli gelir hesapları) önceden tahmin edebilme gücü ise oldukça zayıf. Kaldı ki, bu veriler gerçekten ölçtüğü düşünülen büyüklükleri de ölçmede çoğu zaman yersiz kalabiliyorlar. Bu nedenle çok ciddi revizyona tabi olabiliyorlar. Kısacası, ekranda görüntü ve ses çok cızırtılı olduğu halde, herkes sis içinde yolunu bulmaya çalışıyor.

Böyle durumlarda piyasadan uzun vadeli yatırımcılar çıkar. Piyasa spekülatörlerin eline kalır. İşin kötü tarafı, politika yapıcıları da cızırtılı sesler çıkaran, görüntüsü devamlı kayan bir ekran karşısında gördükleri ve duyduklarıyla politika tespit etmeye çalışıyorlar. Örneğin, eylül ayında FED ekonomik durgunluk korkusuyla faizleri indirmeye başladığında, üçüncü üç aylık milli gelir büyümesi son bir yıldaki üç aylık dönemler içinde rekor kırmıştı. Politika yapıcıları da cızırtılı seslere kulak vererek yön bulmaya çalışıyorlar.

ENDEKSLİ POLİTİKALAR

Görüntü kaysa da, ses cızırtılı da çıksa, elde edilen izlenimler ekonomik birimlerin ileriye dönük beklentilerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor
. Dolayısıyla, ekonomi durgunluğa sürüklenmese de, yaratılan hava ile oluşan olumsuz beklentiler sonunda ekonomiyi durgunluğa itebilecektir. En azından, ekonomide fazladan oynaklıklar yaratabilecektir.

Son dönemde, Amerikan ekonomisinde ekonomi politikaları DJ30’un yükselmesini hedefliyor. FED faiz indiriyor. DJ30 fırlıyor. Bir-iki gün sonra bir başka kaygı faiz indiriminin yarattığı şenlik havasını dağıtıyor. İdare ve Kongre maliye politikalarında genişleyici bir tavır alacağını ilan ediyor. DJ30 yeniden fırlıyor. İki gün sonra her şey eskiye döner gibi oluyor. Makro politikalar DJ30’a endekslenmiş durumda. Ama, çalkantıların daha nerelere gidebileceği konusunda hiç kimsenin bir fikri yok.

Günlük bir endekse endekslenmiş makro ekonomik politikalardan daha fazlasını beklemek de zaten çok fazla şey istemek olurdu.
Yazının Devamını Oku

Açık finansman politikası

29 Ocak 2008
AMERİKA’da Bush İdaresi ve Kongre ekonomiyi uyarma paketi üzerinde anlaştı. Zaten, evrensel olarak politikacıların üzerinde en kolay anlaştıkları konu bütçe açıklarını büyütme politikasıdır. Üzerinde basarak söylendiğine göre, ekonomiyi uyarma paketi zamanlı olmalı, amaca hizmet etmeli ve geçici olmalı. Paket, orta ve düşük gelirli vergi mükelleflerine bir kereye mahsus vergi iadesi ile şirketlere yönelik yatırım indirimi sağlıyor. Devlet 160 milyar dolara yakın vergi gelirlerinden bu yıl feragat ediyor. Bu miktar, milli gelirlerinin yüzde 1’inden biraz fazla ve toplam bütçe gelirlerinin yüzde 6’sının üzerinde. Kısacası, az bir paradan söz edilmiyor.

Bu şartlarda, 2008 yılında milli gelirlerinin yüzde 1.6’sı kadar bütçe açığı vermeyi planlayan Amerikan İdaresi bütçe açığını milli gelirlerinin yüzde 3’üne yaklaştıracak.

SONUÇ DA GEÇİCİ OLUR

Ekonomik büyüme açısından, korkulan gelişme Amerika’da tüketim eğiliminin azalması. Faizlerin artmasıyla başlayan konut kredileri sorunu orta-düşük gelirli ailelerin konut finansmanını ödeme güçlerinin ötesinde pahalılaştırdı. Kimileri borçlarını ödeyemiyorlar. Kimileri borçlarını ödeyebilmek için diğer harcamalarını kesmek zorunda kalıyorlar.

Finans piyasası açısından, konut kredilerinin ödenmemesi bu alanda risk almış finans şirketlerinin zararları demek oluyor. Bir noktada batan kredi krediler karşılığında el konulan evler satılsa dahi, düşen konut fiyatlarıyla batıkların tümünü karşılamak mümkün olamayabilecek. Kaldı ki, finans şirketleri tarafından konutların satışa konu edilmesi konut fiyatlarını daha da düşürebilecek.

Vergi iadesi yoluyla orta-düşük gelirli bir ailenin cebine bir kereye mahsus olmak üzere en fazla 1,200 dolar konacak. Yani, bu ailelere piyangodan para çıkmış gibi bir şey olacak. Konut borçlarını ödeyemeyenler için bu para en fazla bir ya da iki aylık borç taksitini ödemeye yetecek. Yani, devletten gelen bu para ailelerin tüketim harcamalarının artmasına değil, borçlarının ödenmesine bir süre yardım edecek. Problem daha sonra devam edecek.

Konut kredisiyle sorunları olmayan aileler açısından, devletten gelen para bir kereye mahsus olduğu için, yani kalıcı gelirlerinin bir parçası olmadığı için, olduğu gibi tüketime gitmeyecek. Aksine, bu gelen paranın daha fazlası büyük bir olasılıkla tasarrufa gidecek.

PAKETTE BOMBA VAR

Konuya bu şekilde bakıldığında, ekonomik büyümeyi uyarma paketi finans şirketlerinin zararlarının bir bölümünün oluşmamasına yardım edebileceği söylenebilir. Paketin amaçlanan doğrultuda iç talebi uyarması çok sınırlı kalabilecek. Sorun bir süre erteleniyor olacak, ama ekonomik istikrarsızlığın da tohumları atılmış olacak.

Devletin borçlanma ihtiyacının artması ve gevşek para politikası enflasyonist baskıları artıracak. Daha ilerde faizlerin artması olasılığını yükseltecek. Artan belirsizliklerle, vergi iadesi ekonomiyi uyaran bir işlev değil, ekonomik durgunluğu körükleyen bir rol oynayabilecek. Paket açılırken, bir de ileriye dönük bomba yerleştirildi.

Yapılan açıklamalarda, bu paket yetmezse, yenileri de gelir dendi. Son dört aydır piyasalar FED’e faizleri indirmeye devam etmesi yönünde küçümsenmeyecek boyutlarda sürekli baskı yapıyor. FED bu baskılara boyun eğmek zorunda kaldı. Şimdi, benzer bir baskı da maliye politikası üzerine gelebilir. Bir süre sonra piyasalar zararlarını karşılayana kadar devletten yeni paketler açmasını talep edebilir. Böyle bir eğilim oluşmaya başladığında, küresel düzeyde ekonomik istikrarsızlık asıl o zaman başlayacaktır.
Yazının Devamını Oku