Ercan Kumcu

Çin ile rekabet ücretlerden başlıyor

8 Nisan 2005
SON yıllarda herkes Çin ekonomisinden konuşuyor. Özellikle Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesiyle Çin’de üretilen malların dünyada daha serbestçe dolaşması herkesi tedirgin ediyor.Düne kadar Türk müteşebbisleri Amerika başta olmak üzere kotaların kalkmasını savunurlardı. Şimdi, kotaların kalkmaması için lobi yamak durumunda kalıyoruz. Çünkü, kotalar kalktığında, en fazla Çin malları serbest ticaretten yararlanacak.Çin ekonomisinin ihracatı 1980 yılından bu yana endeks bazında 100’den 2500’e geldi. İthalatı da aynı paralelde artarak 100’den 2000’e geldi. İthalat ve ihracattaki artış son on yıldır artarak devam ediyor. KÜÇÜK SORUNLARÇin ekonomisinin de sorunları var. Yüksek ekonomik büyümeye rağmen, 1990’ların başında neredeyse dengede olan bütçeleri milli gelirlerinin yüzde 4’üne varan açıklar vermeye başladı. İstikrar önlemleriyle, bütçe açıklarını milli gelirlerinin yüzde 2.5’ine indirmeyi başardılar.Çin’in kamu borçları 1990’ların ilk yarısında milli gelirlerinin yüzde 7’si düzeyinde istikrarlı bir seyir izliyordu. 1995 yılında 1998 yılına kadar üç yıllık kısa bir sürede kamu borçları milli gelirlerinin yüzde 30’una geldi. Kamu borçlarını bu düzeylerde istikrara kavuşturmaya çalışıyorlar.Çin’de enflasyon yok denebilir. Geçen yıl, petrol ve hammadde fiyatlarındaki artışa para arzındaki ortalamanın üzerindeki artış da eklenince enflasyon artış eğilimine girdi. Sonuçta, Çin Merkez Bankası faizleri artırma ihtiyacını duydu.Çin, kelimenin tek anlamıyla ihracat ile büyüyen bir ekonomidir. Toplam milli gelir büyümesinin büyük bir bölümü ihracattan gelirken, yatırım ve tüketimden gelen milli gelir büyümesi ihracattan gelen katkının yarısı kadardır. Çin ekonomisinin üretimdeki göreli avantajı ile nasıl mücadele edilebileceği henüz çok konuşulmuyor. Çünkü, mücadelenin en can alıcı noktası ücretlerin göreli düzeyidir. ÜRETİM MALİYETİABN-AMRO Bankası’nın bu yılın başında Çin ekonomisine ilişkin yayınladığı rapora göre, Dünya Bankası rakamlarıyla, imalat sanayinde bir çalışanın 1995-1999 yılları arasında ortalama toplam yıllık maliyeti Çin’de 600 dolar civarında. Aynı bazda, bir çalışanın yıllık maliyeti Türkiye’de 7,500 doların üzerinde. Ücretler üzerindeki vergi ve benzeri yükleri artırmak bu çeşit olumsuzlukları daha da artırıyor.Endonezya, Hindistan, Rusya, Polonya, Mısır, Tayland ve Macaristan gibi ülkelerde bir çalışanın yıllık maliyeti 3,000 doların altında. Aynı dönemde, Brezilya, Kore ve Güney Afrika’da bir çalışanın yıllık maliyeti bizden daha yüksek. Çin’deki ortalama çalışan maliyeti ile hiçbir ülkenin kolaylıkla rekabetçi olabilmesi mümkün değildir. Sonuçta da, Çin dünyanın üretim merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. Japonya, Avrupa ve Amerika’dan üretim teknolojisi ve makineler alıp dünyanın diğer köşelerinden aldığı hammaddeleri ucuz işçiliği ile birleştirip üretimini dünyanın her köşesine satıyor.Kısa dönemde, Çin ekonomisiyle mücadele edebilmenin tek yolu Çin’de üretim yapmaktır. Orta ve uzun dönemde ise, Çin’deki çalışan maliyetinin düşüklüğü diğer ülkelerdeki çalışan maliyetlerinin düşmesine neden olabilecektir.
Yazının Devamını Oku

Yatırım ve üretim

7 Nisan 2005
<B>GEÇEN </B>yıl, yatırım, üretim ve tüketimin çok hızlı arttığı bir yıl oldu. Sonuçta, <B>ekonomi reel olarak yüzde 9.9 büyüdü</B>. Ekonomi büyürken küçümsenmeyecek boyutlarda üretim kapasitesi de arttı. Milli gelir istatistiklerine göre, 2004 yılının tümünde özel sektör yatırımları yüzde 45 arttı. Yatırım malı talebindeki artış yüzde 60’larda gerçekleşirken yatırıma yönelik inşaat harcamaları yüzde 15 civarında arttı. Sermaye malları ithalatı 2004 yılının tümünde yüzde 53 arttı. Özel sektör tüketim artışı da yüzde 10 civarında gerçekleşti.

2005 yılında ne olacak?

YATIRIMLARDA AZALMA

Tüm dış şartların aynı kalması durumunda, ekonomik büyüme bu yıl da devam edecektir
. Üretim kapasitesinin geçen yıl hızla artmasından sonra bu yıl aynı hızda üretim kapasitesinin artmasını beklemek çok gerçekçi değildir. Büyük bir olasılıkla, yatırım harcamalarındaki artış bu yıl yavaşlayacaktır.

Yatırımlardaki yavaşlama üretimde yavaşlama anlamına gelmeyebilir. Aksine, yaratılmış ek üretim kapasitesiyle, iç talep canlı kaldığı sürece, tüketime yönelik üretim artışı devam edecektir.

Üretim ve yatırımın öncü göstergelerinden biri daha çabuk yayınlanan dış ticaret istatistikleridir. Bu yılın ilk iki ayında yatırım malları ithalatındaki artışın yavaşladığını, buna karşılık, ara malları ithalatındaki artışın geçen yılın aynı düzeyinde olduğunu görüyoruz. Motorlu araç ithalinin önemli bir payı olduğu tüketim malları ithalatındaki artışta da dikkat çekici bir düşme söz konusudur.

Geçen yıl, yatırım malları ithalatı ortalama yüzde 70-80 civarında artarken, bu yılın ilk iki ayındaki artış yüzde 10.7 olmuştur. Buna karşılık, ara malları ithalatındaki artış aynı dönemde yüzde 29.4 olarak gerçekleşmiştir. Yatırım harcamaları artışı zayıflarken, üretim artışı devam etmektedir.

Geçen yıl motorlu taşıtlar üzerindeki vergilerin çeşitli yollarla artırılması sonucunda otomotiv sektöründe iç piyasa geçen yılın ikinci yarısında göreli bir durgunluğa girmiştir. Piyasadaki durgunluk doğal olarak ithalata da yansımıştır. Dolayısıyla, geçen yıl yüzde 90’ın üzerinde artan tüketim harcamalarındaki artış bu yılın ilk iki ayında yüzde 3’ün biraz üzerinde gerçekleşmiştir.

Üretim açısından ise, iç piyasanın daralmasıyla motorlu taşıtlar ihracatındaki artış dikkat çekicidir. Kara taşıtları ihracatı ilk iki ayda 1.5 milyar dolara yaklaşarak aynı dönemdeki toplam ihracatımızın yüzde 15’ine ulaşmıştır.

Bu veriler, diğer tüm etkenler aynı kaldığı varsayımıyla, büyümenin devam edeceğini göstermektedir. Bir şok yaşanmadığı taktirde, bu yıl milli gelir büyümesinin, yüzde 10’a gelemese de, yüzde 6-8 arasında gerçekleşmesi beklenmelidir.

Büyümenin elbette finansman boyutu büyük ölçüde yine dış borçlanma olacaktır. Dolayısıyla, bugün gözlenen eğilimler ışığında, uluslararası sermaye akımları hacminde bir daralmaya tahammülümüzün olmadığı açıktır.
Yazının Devamını Oku

Enflasyon artık her şeye duyarlı

6 Nisan 2005
<B>MART </B>ayında gerçekleşen üretici fiyatları enflasyonu birçok kişiyi şaşırttı. Enflasyon yüzde 0.5 civarında beklenirken yüzde 1’in üzerinde çıktı. Şaşırmanın nedeni enflasyonun duyarlı olduğu etkenlerin göz ardı edilmesiydi.

Dünyada petrol fiyatlarının artmasıyla Türkiye’de enflasyonun olumsuz etkilendiği yönünde hakim bir görüş ortaya çıktı. Halbuki, geçen yıl petrol fiyatları çok daha hızlı arttığı halde, Türkiye’de enflasyon düşmeye devam etmişti. Aydan aya da, petrol fiyatları nedeniyle enflasyonda şaşırtıcı bir oynaklık gözlenmemişti.

ÜFE DE ÖNEMLİ

Mart ayında ne oldu? Yeni üretici fiyatları endeksi (ÜFE) eski toptan eşya fiyatları endeksine (TEFE) göre petrol fiyatına çok daha mı duyarlı? Yoksa, mart ayında gözlenen kur artışı mı üretici fiyatlarındaki beklenmedik artışın nedeniydi?

Bir aylık veriye bakarak bu soruların yanıtlarını bulmak mümkün değil. Ama, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 2003 ve 2004 yılları için aylık yayınladığı üretici fiyatları endeksinin kur değişmelerine çok daha duyarlı olduğu yönünde çok ciddi işaretler var. Mart ayı enflasyonunun yüksek çıkmasının arkasında da yükselen kurların etkisinin petrol fiyatlarındaki artışa göre daha fazla olduğunu düşünmek abartılı olmayacaktır.

Kurlardaki istikrarın enflasyon gelişmeleri üzerindeki etkisi artık çok daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor. Enflasyon hedeflemesinin parametresi tüketici fiyatlarıdır. Bugün için çok fazla bilgimiz olmayan konu üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki geçiştir. Yani, üretici fiyatlarındaki değişmeler tüketici fiyatlarında hangi boyutta ve hangi zaman aralığında etkilemektedir?

Bu sorunun yanıtını bugün bilemesek de, iki fiyat seti arasında ciddi bir ilişki olması beklenmelidir. Yani, üretici fiyatlarındaki artışlar belli bir zaman diliminde az ya da çok tüketici fiyatlarını etkileyecektir. Ters etki de söz konusu olacaktır. Bu açıdan, üretici fiyatlarındaki beklenmedik artış tüketici fiyatlarına göre oluşturulan enflasyon hedeflemesi açısından kayıtsız kalınacak bir gelişme değildir.

KUR VEYA İSTİKRAR

Düşük enflasyon düzeyinde, fiyat istatistikleri ekonomideki her türlü beklenmedik gelişmelere karşı duyarlı hale gelmiştir. Örneğin, her ay enflasyonun yüzde 0.1 puan (yüzde 1’ün onda biri) kadar fazla artması yıllık bazda enflasyonun yüzde 1.21 fazla olması anlamına gelmektedir. Yani, enflasyon yıllık bazda enflasyon yüzde 8.79 olacağına yüzde 10 olacaktır. Düşük enflasyon düzeylerinde bu fark ihmal edilebilir değildir.

Tüketici fiyatları endeksine bakarak bu yıl sonu için hedeflenen yüzde 8’lik enflasyon hedefini tutturmak sorun olmayacak denebilir. Hatta, olumlu şartlar devam edip bir şok yaşanmadığı taktirde, enflasyon yüzde 5’lere kadar gerileyebilir. Ama, böyle bir tabloyu yaratmak için döviz kurlarındaki istikrar ‘olmazsa olmaz’ şartlardan biridir.

Son günlerde döviz kurlarının hangi düzeyde olması gerektiği konusunda fikir beyan edenlerin sayısı arttı. Döviz kurlarının artması için lobi yapılırken, enflasyon hedefini de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Döviz kurlarının yükselmesi daha önemli bulunuyorsa, o taktirde, enflasyon hedefinin ciddiye alınmadığı ortaya çıkmaktadır. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu ve düşük enflasyon düzeylerinde ‘enflasyon kadar devalüasyon’ beklemek hiç gerçekçi değildir. Hatta, bu yaklaşım hedef şaşırtmaktır.

Enflasyon düştükçe, fiyat istikrarı yanlıları ile ihracatı döviz kuru yoluyla teşvik etmeyi önemli bulanlar daha iyi ayrışacaktır. Ama, fiyat istikrarının, ekonomideki diğer fiyatlarda istikrar olmadan gerçekleşemeyeceği unutulmamalıdır.
Yazının Devamını Oku

Büyümenin sürekliliği

5 Nisan 2005
<B>TÜRKİYE </B>ekonomisi geçen yıl ortalama olarak yüzde 9.9 büyüdü. Bu performans hiçbir biçimde küçümsenemez. Ama, <B>yüksek düzeyde büyümenin sürekli olacağı da uzun süre beklenmemelidir</B>. Geçen yılın hedeflerine göre, ekonomik büyüme yüzde 5, cari işlemler açığı 8 milyar doların altında ve yıl sonu enflasyonu yüzde 12 olmalıydı. Gerçekleşmelere göre, ekonomik büyüme ve cari işlemler açığı hedefleri ikiye katladı. Enflasyon hedeflenenin altında kaldı. Demek ki, bir yerlerde yanlış yapıldı. Ya da, ekonomik büyüme ve cari işlemler dengesi hedefleri hiçbir zaman ciddiye alınmadı.

KISA DÖNEMDE BAŞARI

Yüksek ekonomik büyümeyi hükümet kendi başarısı olarak takdim ediyor. Haksız değiller. Çünkü, büyümenin arkasında, piyasaların ekonomi politikalarına güveni, bu güvenden kaynaklanan nominal faizlerin aşağı çekilmesini olanaklı kılan ortam ve döviz kurlarının göreli istikrarı gibi etkenler var.

Ama, yüksek ekonomik büyümeyi yalnız bu etkenlerle açıklayamayız. Bu etkenlerin oluşturduğu beklentilerle, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, uluslararası sermaye akımının ülkemize cömert davranması yüksek büyümenin küçümsenmeyecek motoru oldu.

Aynı şartlar devam ettiği taktirde, ekonomik büyüme konusunda bu yıl da benzer bir performans göstermek mümkündür. IMF ile programlanan çerçevede yapısal reformların hızla uygulamaya konması güveni artırıcı bir unsur olacaktır. Özelleştirmeler yoluyla ciddi boyutlarda yabancı sermaye çekilebilecektir. Artan güvene paralel olarak döviz kurlarındaki istikrar devam edecektir. Hatta, Merkez Bankası müdahale etse dahi, döviz kurları daha da düşecektir.

Uluslararası sermaye akımlarının hacminde olağanüstü bir daralma olmadığı taktirde, ithalatımız artmaya devam edecektir. Sonuçta, daha da artan cari işlemler açığı ile beraber enflasyonun yüzde 5’lere düşmesi, büyümenin yüzde 8’in üzerinde olması mümkündür. Kısa dönemde böyle bir performans başarıdır. Ama, orta dönemde ciddi riskler vardır.

İÇ TALEP KONTROLÜ

Yüksek büyümenin gerçekleştirilebilir olması mutlaka istenen bir olgu değildir. Çünkü, bizim dışımızda oluşacak şartlar genel ekonomik havayı bozabilecektir. Örneğin, uluslararası sermaye akımları hacmindeki bir daralma Türkiye ekonomisinin yurt dışından borçlanabilme olanaklarını kısacaktır. Faizler yükselebilecektir. Döviz kurları artıp ileriye dönük beklentiler olumsuza dönebilecektir.

Bu olasılıkları hesaba katmayıp büyüdükçe büyümeyi arzulayan bir ekonomi politikası uygulaması istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Yüksekten düşmek acı verir.

Olumlu rakamlara bakıp sanki bir başka seçeneğimiz yokmuş gibi düşünmek yanlıştır. Uluslararası sermaye hacmindeki artışa bakıp yabancı finans sermayesinin girmesini bir biçimde engellemek de yanlıştır.

Doğru olan, Türkiye ekonomisinin toplam borçluluğunu ve dış borçlanma ihtiyacını azaltmaya çalışmaktır. Yani, çözüm, iç talebin kontrolünden geçmektedir. Aksi taktirde, Türkiye ekonomisinin performansı uluslararası gelişmelere endekslenmiş olacaktır. Milli gelir verilerine göre, iç talep artışı yılın son çeyreğinde yeniden hızlanmıştır.

İç talep kontrolü kamu finansman açıklarının daha hızlı kapatılmasından geçmektedir. Dünya ölçeğinde, yüksek faiz dışı fazla verdiğimiz doğrudur. Ama, faiz dışı fazla borç dinamiğinin bir parametresidir. Bu aşamada önemli olan kamu kesiminin toplam finansman açıklarıdır.

Ancak bu şekilde büyümeyi sürekli hale getirebiliriz.
Yazının Devamını Oku

Büyümenin sürekliliği

5 Nisan 2005
TÜRKİYE ekonomisi geçen yıl ortalama olarak yüzde 9.9 büyüdü. Bu performans hiçbir biçimde küçümsenemez. Ama, yüksek düzeyde büyümenin sürekli olacağı da uzun süre beklenmemelidir.Geçen yılın hedeflerine göre, ekonomik büyüme yüzde 5, cari işlemler açığı 8 milyar doların altında ve yıl sonu enflasyonu yüzde 12 olmalıydı. Gerçekleşmelere göre, ekonomik büyüme ve cari işlemler açığı hedefleri ikiye katladı. Enflasyon hedeflenenin altında kaldı. Demek ki, bir yerlerde yanlış yapıldı. Ya da, ekonomik büyüme ve cari işlemler dengesi hedefleri hiçbir zaman ciddiye alınmadı.KISA DÖNEMDE BAŞARIYüksek ekonomik büyümeyi hükümet kendi başarısı olarak takdim ediyor. Haksız değiller. Çünkü, büyümenin arkasında, piyasaların ekonomi politikalarına güveni, bu güvenden kaynaklanan nominal faizlerin aşağı çekilmesini olanaklı kılan ortam ve döviz kurlarının göreli istikrarı gibi etkenler var. Ama, yüksek ekonomik büyümeyi yalnız bu etkenlerle açıklayamayız. Bu etkenlerin oluşturduğu beklentilerle, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, uluslararası sermaye akımının ülkemize cömert davranması yüksek büyümenin küçümsenmeyecek motoru oldu.Aynı şartlar devam ettiği taktirde, ekonomik büyüme konusunda bu yıl da benzer bir performans göstermek mümkündür. IMF ile programlanan çerçevede yapısal reformların hızla uygulamaya konması güveni artırıcı bir unsur olacaktır. Özelleştirmeler yoluyla ciddi boyutlarda yabancı sermaye çekilebilecektir. Artan güvene paralel olarak döviz kurlarındaki istikrar devam edecektir. Hatta, Merkez Bankası müdahale etse dahi, döviz kurları daha da düşecektir. Uluslararası sermaye akımlarının hacminde olağanüstü bir daralma olmadığı taktirde, ithalatımız artmaya devam edecektir. Sonuçta, daha da artan cari işlemler açığı ile beraber enflasyonun yüzde 5’lere düşmesi, büyümenin yüzde 8’in üzerinde olması mümkündür. Kısa dönemde böyle bir performans başarıdır. Ama, orta dönemde ciddi riskler vardır.İÇ TALEP KONTROLÜYüksek büyümenin gerçekleştirilebilir olması mutlaka istenen bir olgu değildir. Çünkü, bizim dışımızda oluşacak şartlar genel ekonomik havayı bozabilecektir. Örneğin, uluslararası sermaye akımları hacmindeki bir daralma Türkiye ekonomisinin yurt dışından borçlanabilme olanaklarını kısacaktır. Faizler yükselebilecektir. Döviz kurları artıp ileriye dönük beklentiler olumsuza dönebilecektir. Bu olasılıkları hesaba katmayıp büyüdükçe büyümeyi arzulayan bir ekonomi politikası uygulaması istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Yüksekten düşmek acı verir. Olumlu rakamlara bakıp sanki bir başka seçeneğimiz yokmuş gibi düşünmek yanlıştır. Uluslararası sermaye hacmindeki artışa bakıp yabancı finans sermayesinin girmesini bir biçimde engellemek de yanlıştır. Doğru olan, Türkiye ekonomisinin toplam borçluluğunu ve dış borçlanma ihtiyacını azaltmaya çalışmaktır. Yani, çözüm, iç talebin kontrolünden geçmektedir. Aksi taktirde, Türkiye ekonomisinin performansı uluslararası gelişmelere endekslenmiş olacaktır. Milli gelir verilerine göre, iç talep artışı yılın son çeyreğinde yeniden hızlanmıştır. İç talep kontrolü kamu finansman açıklarının daha hızlı kapatılmasından geçmektedir. Dünya ölçeğinde, yüksek faiz dışı fazla verdiğimiz doğrudur. Ama, faiz dışı fazla borç dinamiğinin bir parametresidir. Bu aşamada önemli olan kamu kesiminin toplam finansman açıklarıdır. Ancak bu şekilde büyümeyi sürekli hale getirebiliriz.
Yazının Devamını Oku

Riskler artarken temkinli olmak

4 Nisan 2005
<B>GELİŞMEKTE </B>olan ülkelere giden uluslararası sermayenin 2004 yılında <B>300 milyar</B> dolar olduğu, bir şok yaşanmadığı taktirde, 2005 yılında bu miktarın daha da artacağı tahmin ediliyor. Uluslararası sermaye girişleriyle gelişmekte olan ülkeler düşük enflasyon altında büyümeyi başarıyorlar.

Avrupa ekonomileri ve Japonya bocalıyor. Amerika ekonomisi tehlike sinyalleri veriyor. Petrol ve diğer hammadde fiyatları yükseldi, ama ekonomik büyüme olumsuz etkilenmedi. Faizler düşük. Bir anlamda, dünya ekonomilerinin önemli bir bölümünde inanılmazı zor, ama çok olumlu bir dönem yaşanıyor.

KIRILGAN DENGELER

Çok olumlu gelişmeler riskleri de beraberinde getiriyor. Bir yerlerde balonlar şişiyor. Patlamanın ne zaman gerçekleşeceği ise bilinemiyor. Yumuşak iniş olasılığı giderek azalıyormuş gibi görünüyor. İktisatçılar dünya ekonomileri hakkında genelde kaygılı.

IMF’nin eski baş iktisatçısı Michael Mussa’ya göre, Amerikan ekonomisi her yıl potansiyelinin yüzde 0.5 üzerinde büyüyor. Dolayısıyla, Amerika’da enflasyon baskısı giderek artıyor. Amerika’da iç talep büyümesi kaçınılmaz olarak faizlerin giderek daha yüksek düzeylere gitmesini gerektiriyor. İç talep kontrolü şart görünüyor. Ama, işin kötü tarafı iç talep büyümesi giderek faizlere duyarsız hale geliyor.

Mussa’ya göre, Amerikan ekonomisi, şimdiki dengeleri, zorda olsa belki birkaç yıl daha koruyabilse de, daha uzun süre şimdiki dengelerle yaşayabilmesi olanaksızdır. O halde, Amerikan ekonomisinden kaynaklanabilecek riskler ihmal edilemez.

Avrupa’nın lafı dinlenen iktisatçılarından Norbert Walter’a göre Avrupa ekonomileri için ileri dönük çok fazla umut yok. Giderek yaşlanan Avrupa ekonomileri yapısal reformlarda gecikmelerle kendilerini daha da zor durumlara sokuyorlar.

Çin, dünya ekonomileri içinde yıldızlaşan bir ülke durumunda. Çin, dünyanın dört bir tarafından makine ve hammadde ithal edip üretimini yine dünyanın dört bir tarafına satıyor. Biraz abartılı da olsa, Çin dünyanın üretim merkezi olma yolunda hızla ilerliyor.

Pamuk ipliğine bağlı dünya dengesi uluslararası sermaye girişlerine alışmış gelişmekte olan ülkeler açısından çok ciddi riskler oluşturuyor. Bu riskler karşısında, gelişmekte olan ülkeler ekonomi politikalarında çok daha disiplin içinde olmak zorundalar. Çünkü, dünyada ekonomik dengeler çok daha fazla kırılgan hale gelmiştir. Disiplin içinde makro ekonomik politikaları uygulamaktan başka yapılacak bir şey görünmüyor.

DAYANIKLILIK

Böyle bir ortamda, Brezilya’nın IMF ile orta dönemli bir program yapmadan kaçınıp her şey yolundaymış gibi bir hava yaratması aslında gereksiz riskler almaktan başka bir şey değildir. Brezilya ekonomisi iç ve dış şoklara karşı şimdi çok daha duyarlı hale gelmiştir. Gelecek yılki seçimleri düşünüp Brezilya’nın efelik yapmaya çalışmasının maliyeti çok yüksek olabilir.

Buna karşılık, Türkiye’nin, biraz gecikmeyle dahi olsa, IMF ile üç yıllık yeni bir program yapma yolunda ilerlemesi çok olumlu bir adımdır. Şoklara karşı IMF ile bir program içinde olmak elbette yeterli bir sigorta değildir. Ama, Brezilya ile karşılaştırıldığında, IMF destekli orta dönemli bir programla Türkiye ekonomik istikrar açısından çok daha güvenilir bir konuma gelmiş olacaktır.

Açıklamalara göre, IMF heyeti bugün Türkiye yetkilileriyle görüşmelere başlıyor. Bu görüşmeler hızlı bir biçimde sonuçlandırılmalı ve gerekli ön şartlar tamamlanarak program yürürlüğe girmelidir.

IMF desteğinin lafı dahi iç ve dış yatırımcıların beklentilerini olumlu yönde değiştirmiştir. Programın yürürlüğe girmiş olması dünya ekonomilerindeki olası olumsuzluklara karşı Türkiye ekonomisini çok daha dayanıklı hale getirecektir.
Yazının Devamını Oku

Buna da alışacağız

29 Mart 2005
<B>REFORMLARIN </B>bazen ne anlama geldiği ya da sonuçları çok iyi anlaşılamıyor. Alışılsa dahi, hazmetmesi zor oluyor. Merkez Bankası’nın 2001 yılında yasasında yapılan bazı değişikliklerle fiyat istikrarına kilitlenmesi ve bağımsızlaştırılması da ne anlama geldiği fazla anlaşılamayan ve hazmetmesi zor bir reformdur.

Merkez Bankası’nın muhatabı değişmiştir ve çok daha belirgin bir hale gelmiştir. Geçmişte, Merkez Bankası’nın en önemli muhatabı hükümetti. Çünkü, en büyük müşterisi devletti. O dönemde, bazen hükümetle beraber bazen de hükümete rağmen finans piyasalarında göreli istikrarın korunmasına çalışılırdı.

Şimdi, Merkez Bankası’nın en önemli muhatabı finans piyasalarıdır ve ekonominin tüm birimleridir. Amaç, fiyat istikrarını tesis etmek ve kollamaktır. Fiyatların oluşma sürecinde ekonomide arz ve talep taraflarında rol alan ekonomik birimlerin fiyat istikrarının korunacağı yönünde ikna edilmesi söz konusudur. Yani, tüm ekonomik birimler artık Merkez Bankası’nın muhatabıdırlar.

GÜVEN ARTIRICI

Merkez Bankası tüm ekonomik birimlerle diyalog içinde olmak zorundadır
. Ek olarak, Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını koruyabileceği konusunda muktedir olduğu yönünde ekonomik birimlerin gözünde bir itibarı olmalıdır. Yılların oluşturduğu toplumsal alışkanlıklarla bütün bunları yapmak kolay değildir. Merkez Bankası’nın başarısı için para basıp devlete kredi vermeyi durdurmak şarttır, ama hiçbir zaman yeterli değildir.

Fiyat istikrarını korumak ve kollamak konusunda Merkez Bankası ehil olmalıdır, uyanık kalmak zorundadır. Piyasalarla samimi bir diyalog içinde olmalıdır. Çünkü, artık Merkez Bankası’nın en büyük destekçisi üst yönetiminin atadığı siyasi otorite değil, mal, hizmet ve para piyasalarıdır.

Merkez Bankası’nın misyonunu başarıyla yerine getirebilmesi için piyasaların desteğine ihtiyacı vardır. İhtiyacı olduğu desteği kazanabilmek ve koruyabilmek için kaygılarını ve düşüncelerini piyasa ile paylaşmak durumundadır. Aksi taktirde, kapalı kapılar ardında tartışılan kaygıların gerçekleşmesi durumunda Merkez Bankası piyasaları aldatmış olacaktır.

Merkez Bankası Başkanı’nın geçen hafta Financial Times gazetesinde çıkan değerlendirmeleri Merkez Bankası’nın duyması gereken sorumluluğun bir parçasıdır. Zamanlaması da, içeriği de çok yerindedir. Merkez Bankası’nın bu çeşit değerlendirmeleri Türkiye’de istikrarı ön planda tutan bir kurumun işbaşında olduğu izlenimini yaygınlaştıracaktır. Türkiye ekonomisine güveni artıracaktır.

KOLAY OLMAYACAK

Bizler için alışılmamış bir durumdur
. Kimileri, bu çeşit çıkışları hükümete muhalefet, kimileri de kasıtlı bir yıpratma planının parçası olarak görebilirler. Hatta, uluslararası ekonomik tedirginliğin olduğu bir ortamda, kimileri Merkez Bankası Başkanı’nın sözlerini vatan hainliğine kadar götürebilirler.

Halbuki, tam aksine, Merkez Bankası’nın konumu, bazı şartların sağlanması durumunda, Türkiye’nin uluslararası ekonomik çalkantılardan en az etkilenebilecek bir hale gelebileceğinin teminatıdır. Yani, hükümetin alkış tutması gereken bir durumdur.

Merkez Bankası ileride de bu çeşit uyarılar yapacaktır. Bazıları çok sert uyarılar da olacaktır. İşinin ve konumunun gereği budur. Kolay olmayacak. Bunlara alışacağız, alışmaya çalışacağız. Fiyat istikrarı bedava gelip kolay korunabilen bir olgu değildir.

Bir seyahatim nedeniyle yazılarıma gelecek pazartesi gününe kadar ara veriyorum.
Yazının Devamını Oku

Dışarıda riskler artarken

28 Mart 2005
<B>AMERİKAN Merkez Bankası (FED) </B>faizleri bir kez daha yüzde 0.25 kadar artırdı. <B>FED’in tonu gittikçe sertleşiyor</B>. Amerika’da faiz artırımları devam edecek. Hatta, yüzde 0.25 yetmeyip daha güçlü sinyal vermek üzere bir defada yüzde 0.5 artırım dahi çok yakında gündeme gelecektir.

FED açısından ekonomik büyüme şu anda ikinci hatta üçüncü planda kalmıştır. Amerika’daki artan bütçe açıkları ve enflasyonist baskılar FED’in en çok kaygı duyduğu gelişmelerdir. Amerikan dış politikası setleştikçe, Amerika’nın bütçe açıkları konusunda iyimser olmak giderek zorlaşmaktadır.

AVRUPA

Avrupa Birliği
’nde (AB) tek paraya geçişin en önemli parametrelerinden olan mali disiplin zayıflama sinyalleri vermektedir. Almanya ve Fransa diğer AB ülkelerine bir anlamda meydan okuyarak bütçe açıklarını Topluluk normlarına getirmek yerine, topluluk normlarını kendi bütçe açıkları doğrultusunda değiştirmeyi tercih ettiler.

Fiyat istikrarından sorumlu Avrupa Merkez Bankası (AMB) çok zor durumda kaldı. Kurulduğundan bu yana Alman Merkez Bankası Bundesbank’ın saygınlığına gelemeyen AMB bu gelişmelere nasıl tepki vereceğini bilemiyor.

Batılı bankacılar, AMB için, merkez bankası değil, görüş birliği platformu (concensus board) diyorlar. AMB ile açıkça alay edilmeye başlandı. Bir aşamada, AMB da faizleri artırmak zorunda kalabilir. Bu zayıf haliyle dahi, bunun işaretlerini şimdiden vermeye başladı.

Dünyanın lider ekonomilerinde faizlerin artması tek başına korkulacak bir olgu değildir. Ama, kısa dönemde, gelişmiş ülkelerde faizlerin artması, faizlerin düşük olması nedeniyle gelişmekte olan ülkelere akan sermaye akımını sınırlayacaktır. En az risk seven yatırımcıların dahi gelişmekte olan ülkelere yatırım yapma iştahı bir ölçüde azalacaktır.

Sürü psikolojisi içinde hareket eden uluslararası finans piyasaları 2005 yılında dalgalanmalara çok açık olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde son iki yıldır yaşanan ‘kolay dış borçlanma’ olanakları azalabilecektir. Bu gelişmelerin gelişmekte olan ülkelerdeki, büyüme, kur ve borsa üzerinde ciddi boyutlarda etkileri olacaktır.

TÜRKİYE

Bu görünüm içinde, Türkiye ekonomisindeki olası dalgalanmaları asgaride tutabilmek için iç ve dış yatırımcıların güvenini devam ettirecek önlemler almak zorundayız. Ne yaparsak yapalım, dış yatırımcıların portföy tercihlerinden kaynaklanan dalgalanmalar Türkiye piyasalarına da yansıyacaktır. Bu aşamada, önemli olan dış yatırımcıların portföy tercihlerindeki değişmenin yurt içindeki yatırımcılara sirayet etmemesine çalışılmasıdır. Yani, iç ve dış yatırımcılara güven verici bir tutum içinde olmak zorundayız..

Türkiye ekonomisinin yalpalamaya ve kararsızlığa tahammülü yoktur. IMF ile üç yıllık program zaman kaybedilmeden uygulamaya geçmelidir. Yapısal reformlar tamamlanmalıdır. Özelleştirme bugünkü ortamda bir kez daha olumsuz bir sürece girmiştir. Buna rağmen, özelleştirme programından ödün verilmemelidir. Mali disiplinin bozulabileceği yönünde izlenim veren uygulamalardan vazgeçilmelidir.

Dış risklerin içeride yaratacağı dalgalanmaların sonuçları kurların yatırımcıları rahatsız edecek bir biçimde artması ve bu yolla iç talep daralmasıdır. Kurlar yoluyla iç talep daralması kamu maliyesini olumsuz etkileyen önemli etkenlerden biri olacaktır.
Yazının Devamını Oku