TÜRKİYE ekonomisinin en temel yapısal sorunlarından biri ekonominin büyüklüğüne göre mali sektörün ve özellikle bankacılık sektörünün çok küçük olmasıdır. Bu sorunun aşılması zaman alacaktır. Ama, sorun mutlaka aşılmalıdır.
Ekonominin büyümesi için dış kaynağa ihtiyaç duyulması yalnızca üretimin ithalata dayalı olmasından değildir. Aynı zamanda, ekonomik büyüme için gerekli finans kaynaklarının yurt içinde üretilememesi de kısıtlardan biridir. Bu sorun, bankalarımızın ve diğer ekonomik birimlerin dış borçlanma yoluyla yurt içindeki faaliyetlerine mali kaynak yaratması yoluyla aşılmaya çalışılmaktadır.
Finans sektörünün büyümesi yakın zamanlara kadar Merkez Bankası’nın büyümesi olarak algılandı. Halbuki, Merkez Bankası’nın büyümesi yoluyla finans sektörünün büyümesi nominal olarak gerçekleşti. Yaratılan enflasyon sayesinde, sektörün reel olarak büyümesi neredeyse hiç mümkün olmadı. Artık, kurallar değişti. Finans sektörü, Merkez Bankası büyümeden büyümek durumundadır.
CÜCE SİSTEM
Finans sektörünün büyümesi ekonomik birimlerin finans sektörü aracılığı ile borçlanmaları yoluyla olacaktır. Ekonomik birimler daha fazla borçlandıkça, sistemde mevduatlar artacak, mevduatlar attıkça, sistem daha fazla kredi verebilme durumuna gelecektir. Bu nedenle, borç-alacak ilişkisinde kurallar önemlidir.
Bu kurallar duruma göre değişmemelidir. Borçlu da, alacaklı da kuralları baştan bilmelidirler. Kurallar rasgele değiştirildiğinde, ya borçlu alacaklıyı kandıracaktır ya da alacaklı borçluyu sömürecektir. Borçlanma ihtiyacı içindekiler borçlanmak istemeyecekler, borç verebilme durumunda olanlar ise borç vermekten kaçınacaklardır.
Euro Bölgesi’nde bankaların verdikleri iç kredilerin toplamı bölgenin milli gelirinin neredeyse 1.5 katıdır. Türkiye’de bu oran yüzde 30’un altındadır. Avrupa Birliği’nin ilk on beş ülkesinde bankacılık sisteminin büyüklüğü milli gelirlerinin ortalama 2.5 katıdır. Bu oran Türkiye’de yüzde 80 civarındadır. Avrupa’da büyük bir bankanın bilançosu Türkiye bankacılık sisteminin tümünden daha büyüktür.
Kısacası, Türkiye’de mali sistem cüce kalmıştır. Sistemin cüceliğinin bir nedeni uzun yıllar boğuştuğumuz enflasyonsa, bir diğer nedeni borç-alacak ilişkisini doğru temellere oturtamamış olmamız nedeniyle sitemde yaratılan güvensizliktir.
EĞİLİMLER
Durum, yavaş da olsa, değişme eğilimindedir. Bankalarımızın açtığı toplam kredilerin milli gelire oranı 2002 yılında yüzde 19 iken 2005 yılı sonuna doğru yüzde 30’a yaklaşmıştır. Milli gelire oranı olarak kurumsal krediler çok fazla artmazken, aynı dönemde bireysel kredilerin milli gelire oranı yüzde 3’lerden yüzde 9’a çıkmıştır. Aynı şekilde, bireysel kredilerin toplam tasarruf mevduatlarına oranı yüzde 7’den yüzde 30’a çıkmıştır.
Türkiye’de bireyler yalnızca mali tasarruf yapan ekonomik birimler olmaktan çıkıp aynı zamanda borçlanan ekonomik birimler olmaya dönüşmektedirler. Konunun bu yönü olumlu bir gelişmedir. Türkiye’deki finans sisteminin potansiyeli de burada yatmaktadır. Bu gelişmeyi bozabilecek, borçlu-alacaklı ilişkisini zedeleyebilecek girişimlerden kaçınılmalıdır.
Konunun bir diğer yönü bu dönüşümün iç talep büyümesi üzerinde yapabileceği baskıdır. Dolayısıyla, doğru yönde gelişen sürecin tamamlanması belli bir zaman alacaktır.