Ercan Kumcu

Enflasyon hedefi enflasyonda bir kırılmayı gerektiriyor

30 Ocak 2006
GEÇEN hafta Merkez Bankası kendi işlemlerinde kullandığı kısa vadeli faizleri değiştirmeme kararı aldı. Genelde piyasalar faizlerde bir değişme beklemiyorlardı. Yine de, kısa vadeli faizlerin değişmemesi bazı çevrelerce "Merkez Bankası’nın yüksek faiz takıntısı" olmasına bağlandı. Halbuki, bir takım sloganlara sarılmak yerine, Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri indirmesi için yerinin olup olmadığını tartışmak daha faydalı olacaktır.

Önce, Merkez Bankası’nın ana hedefini bir kez daha tanımlayalım: geçen yıl sonunda 12 aylık bazda yüzde 7.7 olan enflasyonu bu yıl sonunda yüzde 7 ile yüzde 3 arasına oturtmak. Bu çaba içinde, enflasyonu yüzde 5 olarak hedeflemek oyunun kuralı olmaktadır.

KIRILMA

Grafikte, 2004 yılında 2005 yılı sonuna kadar üçer aylık dönemlerin sonundaki enflasyon rakamları verilmiştir. 2006 yılına yönelik olarak da nokta hedefi ve artı/eksi 2 puanlık marjlar verilmiştir. Dikkat edilirse, son iki yıldır tüketici fiyatları endeksi bazında ölçülen enflasyon yüzde 7 ile yüzde 9 arasında gidip gelmektedir. Grafikte /images/100/0x0/55eabdb3f018fbb8f893bbe7görünmese de, 2003 yılından 2004 yılına geçerken enflasyonda ciddi bir kırılma yaşanmıştı. Şimdi, grafikte görüldüğü gibi, 2005 yılından 2006 yılına giderken enflasyonda benzer bir kırılma hedeflenmektedir.

2005 yılı boyunca 12 aylık bazdaki enflasyon azami yüzde 9.2 (ocak) ve asgari yüzde 7.5 (ekim) oldu. Nokta hedefi doğrultusunda 2005 yılı sonundaki yüzde 7.7 olan enflasyonu yüzde 5’e çekmek enflasyonun yıllık bazda yüzde 2.7 düşürmeyi gerektirmektedir. Son iki yılki gelişmeler böyle bir düşüşü kırılma olarak nitelendirecek bir eğilimi göstermektedir.

TAKINTI DEĞİL GEREKLİLİK

Enflasyonda 2006 yılında beklenen kırılma içsel dinamiklerle gerçekleştirilemezse, önceden belirlenen artı yüzde 2’lik marjın içinde kalınabileceği açıkça görünmektedir. Yani, bugünkü şartların aynı kalmasıyla bu yıl sonunda enflasyon, kırılma olarak nitelendirilemeyecek bir sınırda, yüzde 6-7 arasında kalabilir. Eğilim buysa, ki şimdilik öyle görünüyor, Merkez Bankası’nın faizlerle aşağı yönde oynamaya çok yeri yok demektir. Enflasyonu etkileyebilecek dışsal şokların riskleri daha büyüktür.

Hatta, dışsal etkenler (Merkez Bankası’nın risk diye sıraladığı etkenler) 12 aylık enflasyonu yüzde 6-7 bandının üzerine taşıyacak olurlarsa, kısa vadeli faizlerin artırılması dahi gündeme gelebilecektir. Bu yaklaşım "yüksek faiz takıntısı" değil, "enflasyon hedefiyle tutarlı para politikası"nın vazgeçilmez bir gereğidir.

Para politikasının şekillendirilmesinde asıl olan Merkez Bankası’nın itibarıdır. Enflasyon hedeflemesinin daha ilk yılında önceden belirlenen sınırları aşan bir enflasyon performansı karşısında durumu yalnızca seyredip gelişmelere bahaneler bulmaya çalışan bir merkez bankasının bundan sonra üreteceği hedefler inandırıcı olmayacaktır.

Faiz kararlarında da, kurların seyri konusunda da Merkez Bankası’nın tavrının eleştirilmesi aşamasında bu bakış açısı gözden kaçırılmamalıdır. Merkez Bankası her zamankinden daha tutucu olmak durumundadır.
Yazının Devamını Oku

İnançlar değerler ve hayata bakış

29 Ocak 2006
AVRUPA Birliği’nin de desteklediği bir dizi çalışmayla çeşitli ülkelerdeki inançların ve değerlerin farklılıkları ve zaman içinde değişmesi ölçülmeye çalışıldı. İlki 1990 yılına ait olan çalışmanın ikincisi 2000 yılına yönelik yapıldı. Son çalışmanın bulguları 1990 yılı ile karşılaştırmalı olarak 2004 yılı ortalarında yayınlandı.

Araştırma, içinde Türkiye’nin de bulunduğu 80’in üzerinde ülkede yapıldı. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 85’i kapsandı. 2000 yılı araştırmasında toplam 118 bin 500 kişiyle konuşuldu. Denek içinde gelire, yaş gruplarına ve cinsiyete göre dengeli bir dağılım gözetilmiş.

İki yıla yakın bir süredir bu çalışmanın sonuçlarını bu köşede sizlerle paylaşmak arzusundaydım. Zaman darlığı ve konu bolluğu nedeniyle fırsat olmadı. Bugünden başlayarak önümüzdeki birkaç pazar günü, bu çalışmanın bulgularını yorum katmadan sizlere aktaracağım. Türkiye’deki bulguları karşılaştırmalı olarak yazacağım. Sonuçlar bana, bazen şaşırtıcı, ama çoğunlukla oldukça ilginç geldi. Yorumunu sizler yapın.

TÜRKİYE DİKKAT ÇEKİYOR

Küreselleşme süreci içinde toplumların inanç ve değerleri çok çabuk değişebiliyor
. Dünya çok hızlı değişiyor. Bu açıdan, 2000 yılına ait bir çalışma "çok eski" olarak nitelendirilebilir. Yine de, bir çok açıdan bu çalışmayı çok yararlı buluyorum.

Çalışmada çeşitli sorular soruluyor. İstenen cevaplar genellikle verilen bir cümle ile aynı fikirde olunup olunmadığına yönelik. Tabloda, verilen cümlelerle aynı fikirde olanların toplam içindeki payı, yüzde olarak verilmektedir. Örneğin, "Hayatta aile önemlidir" cümlesi ile aynı fikirde olanların yüzdesi, Türkiye’de 1990 yılında 87 iken 2000 yılında 97’ye çıkmış. Aynı konuda bu oranın en düşük olduğu ülke yüzde 61 ile Çin, en yüksek olduğu ülke ise yüzde 99 ile Nijerya olmuş. Çalışma yapılan ülkelerin ortalaması da yüzde 89.

Türkiye’de hayata bakıştaki 1990 yılından 2000 yılına olan değişiklikleri özetlersek:

Türkiye’de aile yaşantısında "" daha önemli bir konuma gelmiş;

"Din" daha önemli olmuş, dünya ortalamasının oldukça üzerindeyiz;

Başkalarına hizmet etmeyi düşünen çok yok;

Çocukların daha bağımsız olmasına yönelik çok ciddi bir görüş değişikliği var, ortalamayı geçmişiz;

Uyuşturucu kullananları, çok içenleri, kalabalık aileleri ve Yahudileri komşu olarak çok istemiyoruz, bütün bu kategorilerde dünya ortalamasının oldukça üzerindeyiz;

Yahudilere karşı belli bir çekingenlik var ve artmakta;

İnsanlara güven az, dünya ortalamasının altındayız;

Hayattan tatminimiz azalıyor;

İşimizi önemsiyoruz ve iş güvenliği çok önemli bir hale gelmiş.

Gelecek hafta devam edeceğim./images/100/0x0/55ea509bf018fbb8f877d0ea
Yazının Devamını Oku

Hazine ne kadar borç öderse Merkez Bankası o kadar fazla döviz alır

27 Ocak 2006
İKİ gündür Merkez Bankası Analitik Bilançosu’ndan söz ediyorum. Bilançonun aktif tarafında "dış varlıklar" ve "iç varlıklar" var. İç varlıklar ise, Merkez Bankası’nın nakit karşılığı elde ettiği YTL varlıkları gösteren "nakit işlemler" ile kümülatif bazda döviz pozisyonun yarattığı kar ya da zararları gösteren "değerleme hesabı" denen bir kalemden oluşuyor.

Bilançonun pasif tarafı da döviz üzerinden yükümlülüklerin toplamından oluşan "Dış Yükümlülükler" ile Banka’nın YTL olarak yarattığı yükümlülüklerden oluşan "Merkez Bankası Parası" denen bir büyüklükten oluşuyor.

PARANIN KAYNAKLARI

Bilançonun aktif ve pasif tarafları çift taraflı muhasebe ilkesi içinde birbirlerine eşit olacağına göre
, söz konusu eşitliği bir başka türlü de yazmak mümkündür. Merkez Bankası Parası aslında iki öğeden oluşur: Döviz işlemleri ve YTL işlemleri. Bir başka ifadeyle, Merkez Bankası ya doğrudan YTL işlemleriyle ya da döviz işlemleri yoluyla toplam YTL yükümlülüğü yaratır.

Döviz işlemlerinden yaratılan YTL yükümlülüğü dış varlıklardan dış yükümlülük çıkartılıp değerleme hesabının eklenmesiyle bulunur. YTL işlemleri ise Merkez Bankası bilançosunun aktif tarafında bulunan "Nakit İşlemler" kaleminin kendisidir.

Tabloda 2002 yılından bu yana Merkez Bankası Parası’nın YTL ve döviz işlemlerine bölünmüş değişmelerini vermektedir. Değişmeler dünkü yazıda yayınlanan tablodan hesaplanmıştır. Döviz işlemlerinin dolar karşılığı o yıldaki ortalama dolar kuru kullanılarak hesaplanmıştır.

Tablodan görüldüğü gibi, 2002 yılından bu yana Merkez Bankası Hazine’den alacaklarını tahsil ettiği kadar YTL işlemleri yoluyla YTL yükümlülüklerini azaltmaktadır. Buna karşılık döviz alımları yoluyla (döviz işlemleri) aynı dönemde YTL yükümlüklerini artırmıştır. Ortalama dolar kuruyla, Merkez Bankası 2003 yılında 3.6 milyar dolar, 2004 yılında 3 milyar dolar ve 2005 yılında 13.6 milyar dolar net alış yaparak (net döviz pozisyonunu artırarak) ek YTL yükümlülüğü yaratmıştır.

Geçmiş yıllara göre, Merkez Bankası 2005 yılında oldukça fazla dolar alarak YTL yaratmıştır. Bir anlamda, döviz kuru kaygılarıyla, bu yıl alabileceği dövizlerin önemli bir bölümünü geçen yıl almıştır.

YER KALMADI

Merkez Bankası para politikası işlemlerinde hem Merkez Bankası Parası
hem de toplam bilançosunun büyümesini yakından takip etmek durumundadır. YTL işlemleriyle Merkez Bankası Parası’nı azaltabildiği sürece döviz alımları yoluyla YTL yükümlülüğü yaratabilme söz konusu olacaktır.

Konuya bu açıdan bakıldığında, Merkez Bankası’nın daha fazla döviz alması için olanak sağlanmak isteniyorsa, Hazine’nin Merkez Bankası’na olan borçlarını programlanandan önce ödemesi gerekmektedir. Bu bir kısıttır. Kısıt, fiyat istikrarını oluşturabilmenin bir parçasıdır. Bunun olası yollarını ve sonuçlarını da bir başka yazıda ele alacağım.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası daha fazla döviz alabilir mi

26 Ocak 2006
DÜNKÜ yazıda 2001 Krizi’nden sonra Merkez Bankası’nın bilançosunun zorunlu olarak büyüdüğü vurgulanmıştı. Bilanço 2002 yılından sonra da yavaşlayarak büyümeye devam etti. Son yıllarda Merkez Bankası bilançosunun büyümesi büyük bir ağırlıkla döviz alımları yoluyla piyasaya para çıkarmakla gerçekleştirildi. Merkez Bankası döviz alımları yoluyla piyasaya çıkardığı parayı enflasyon hedefi doğrultusunda yeniden geri çekti. Açık piyasa işlemleri yoluyla yapılan borçlanmalar Merkez Bankası parasını büyüttü. Toplam bilançonun Merkez Bankası’nın döviz karşılığı çıkardığı para kadar büyümemesinin nedeni Hazine’nin Banka’ya olan borçlarının bir kısmını program dahilinde geri ödemesiydi. Bu yarının konusu olacak.

DÖVİZ ALIMLARI

Tabloda bu kez 2002 yılı sonundan bu yana her yılın son cuma günkü (eğer yılın son işgünüyse bir önceki cuma günü) Merkez Bankası Analitik Bilançosu ana kalemleri verilmektedir. Görüldüğü gibi, YTL olarak Merkez Bankası’nın dış varlıkları 2002 yılından bu yana hızla artmakta, buna karşılık dış yükümlülükler düşmektedir
.
/images/100/0x0/55ea0eb6f018fbb8f868457e
İç varlıklar da yıldan yıla düşmektedir. İç varlıkların düşmesi çok büyük ölçüde Hazine borçlarının kısmen tasfiyesinden kaynaklanmaktadır. Kısacası, 2002 yılından sonra bilanço büyümesinde döviz varlıklarının artışı önemli bir etken olmakta, iç varlıklardaki düşüşlerle bilançonun daha fazla büyümesi frenlenmektedir.

Bilançonun pasif kısmında büyüyen Merkez Bankası Parası’dır. Merkez Bankası Parası’ndaki büyüme Rezerv Para büyümesinden ve Açık Piyasa İşlemleri yoluyla Merkez Bankası’nın piyasadan kendi bastığı parayı borçlanmasından kaynaklanmaktadır.

Daha yalın bir ifadeyle, Merkez Bankası piyasadan kendi bastığı para karşılığı yüklüce döviz almakta, aldığı dövizlerin bir bölümüyle döviz üzerinden olan borçlarını kısmen ödemekte ve döviz rezervlerini artırmaktadır. Döviz karşılığı piyasaya çıkardığı paraların bir kısmını piyasada bırakmakta (rezerv para artışı) ve enflasyonu indirme hedefi içinde fazla parayı borçlanarak (açık piyasa işlemleri) geri çekmektedir.

ESNEKLİK

Böyle bir bilanço yapısıyla, döviz kurlarının düşmemesi ya da biraz yükselmesi amacıyla Merkez Bankası’nın daha fazla döviz alması arzulanmaktadır. Yani, Merkez Bankası’nın döviz varlıklarının daha da hızlı artırılması istenmektedir
. Bilanço büyümesinin belli bir noktada tutulabilmesi için Merkez Bankası’nın döviz varlıklarının daha fazla artmasıyla bir başka varlığın (iç varlıkların) aynı oranda olmasa dahi düşürülmesi söz konusu olmalıdır.

İç varlıkların neredeyse tümü Hazine’nin 2001 Krizi sonrası Merkez Bankası’ndan yaptığı borçlanmalardır. Bu borçlar belli vadeye bağlanmıştır. Dolayısıyla, Merkez Bankası’nın iç varlıklarını istediği gibi azaltabilmesi mümkün değildir. Bu konuda esnekliği yoktur.

Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Merkez Bankası bilançosu

25 Ocak 2006
HER şirket gibi Merkez Bankası’nın da bir bilançosu vardır. Bir şirketin bilançosu şirketin mali yapısı hakkında bilgi verir. Para politikasının uygulayıcısı olması açısından, Merkez Bankası bilançosu para politikasının temel unsurları ve gidişatı üzerine önemli bilgiler içerir. Türkiye’de Merkez Bankası bilançosu günlük bazda çıkarılmakta ve internette yayınlanmaktadır. Tabloda Merkez Bankası’nın Analitik bilançosu verilmektedir.

Para politikasını irdeleme amacıyla aktif ve pasifteki bazı kalemler toplulaştırıldığından tablodaki bilanço normal bir şirketin bilançosuna benzememektedir.

ANALİTİK BİLANÇO

Dış Varlıklar
ve Dış Yükümlülükler kalemleri Merkez Bankası’nın döviz üzerinden tuttuğu varlıkları ve döviz üzerinden yaptığı borçlanmaları (Hazine’nin döviz olarak tuttuğu mevduat dahil) içermektedir. İç Varlıklar kalemi Merkez Bankası’nın nakit bazda kamuya ve bankalara verdiği kredilerle döviz değerlemesi nedeniyle aktifleştirilen cari ve geçmişteki kár ya da zararları (artı ise zarar, eksi ise kár) içerir. /images/100/0x0/55ea1596f018fbb8f86a4e43

Merkez Bankası Parası terimi Merkez Bankası’nın kendi bastığı para (YTL) cinsinden olan tüm yükümlülükleri belirtmek için kullanılır. Nakit İşlemler başlığı altında yer alan "Diğer kalemler" Banka’nın sermayesini, geçmişteki ve cari kár ve zararlarını, sahip olduğu sabit kıymetleri ve bunun gibi para politikası açısından önemi fazla olmayan varlık ve yükümlülüklerin toplulaştırılmış büyüklükleri içerir.

Tablo 2001, 2002 ve 2005 yıllarına ait bilanço kalemlerinin günlük verilerinden yıllık ortalamalar alınarak hazırlanmıştır. Örneğin, Merkez Bankası’nın dış varlıkları 2001 yılında ortalama 30.4 milyar YTL iken 2002 yılında ortalama 41.7 milyar YTL’ye yükselmiştir. Aynı şekilde, Banka’nın iç varlıkları 2001 yılında ortalama 12 milyar YTL iken 2002 yılında ortalama 23 milyar YTL’ye yükselmiştir.

2001 yılından 2002 yılına, ortalama olarak analitik bilanço büyüklüğü 42.3 milyar YTL’den 64.7 YTL’ye, yani yüzde 53 büyümüştür. Halbuki, 2002 yılından 2005 yılına olan üç yıllık dönemde ortalama analitik bilanço büyümesi yüzde 21’de (yıllık yüzde 6.5) kalmıştır. 2001-2002 döneminde, Merkez Bankası’nın Hazine’ye kamu bankalarının yeniden yapılanmasına yönelik olarak açtığı krediler yıllık ortalamada 16.8 milyar YTL’den 29.8 milyar YTL’ye yükselmiştir. Belli bir plan içinde Hazine bu borçlarını Merkez Bankasına geri ödemektedir. Örneğin, 2005 yılında Hazine’nin Merkez Bankası’na ortalama borcu 20.6 milyar YTL’ye düşmüştür.

Özetlersek, 2001 Krizi’nin gerektirdiği yeniden yapılanma sonucunda Merkez Bankası Hazine’ye yüklü miktarda bir defaya mahsus olmak üzere kredi açmak durumunda kalmış, bu nedenle de bilançosunu büyütmek zorunda kalmıştır. Bilançonun aktif kısmı Hazine’ye verilen kredilerle büyürken, pasif kısmı ise Merkez Bankası Parası’nın büyümesiyle gerçekleşmiştir. Merkez Bankası Parası’ndaki büyümenin önemli bir kısmı Açık Piyasa İşlemleri yoluyla Merkez Bankası’nın bankalardan borçlanmasıyla oluşmuştur. Yani, önce kredi verilmiş, sonra para borçlanılarak çekilmiştir.

Merkez Bankası’nın bilançosu 2002 yılından sonra da büyümeye devam etmiştir, ama çok farklı nedenlerle.

Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Petrol fiyatları herkesi tedirgin ediyor

24 Ocak 2006
BİR ara duralayan petrol fiyatları yeniden artış eğilimine girdi. Dün petrol fiyatlarının varil başına 70 dolar civarına geldiği konuşuluyordu. Petrolün enerji hammaddesi olması üretimdeki önemini artırıyor. Kısa dönemde alternatif enerji kaynaklarının devreye girememesi petrol tüketiminin fiyata duyarlılığını azaltıyor. Sonuçta, petrol fiyatlarının artması üretim maliyetinin artması anlamına geliyor. Isınma için de petrol ürünlerine bağımlı olduğumuz düşünülürse, petrol fiyatlarının artmasıyla hayat herkes için tüm dünyada pahalılaşıyor.

ARZ-TALEP

Petrol piyasasının uzmanları petrol fiyatlarındaki son artışların, eskiden olduğu gibi bir "arz şoku
" sonucunda değil, bir "talep şoku" nedeniyle gerçekleştiğini iddia ediyorlardı. Petrol fiyatları artarken bir "arz kısıntısı" söz konusu olmadı. Ama, Amerikan ekonomisi ve başta Çin olmak üzere diğer gelişmekte olan ülkelerin büyümelerinin devam etmesi petrol talebini artırdı. Artan taleple beraber petrol fiyatları da artışa geçti. Benzer bir gelişme birçok ana hammadde piyasalarında da yaşandı.

Piyasanın dinamikleri son 2-3 yıldır değişmiş gibi görünüyor. "Talep şoku" ile başlayan petrol fiyatlarındaki artışlar arz kaygılarıyla devam etti. Özellikle, Amerika’nın Irak operasyonundan sonra Irak’ta istikrarın kurulamamış olması petrol piyasasında arz kaygılarını artırdı. Şimdi, her türlü haber petrol piyasasını oynatır oldu.

Amerika’da ya da Rusya’da soğukların artıp enerji talebinin artış eğilimine gireceği beklentisi petrol fiyatlarını artıran etkenlerden biri oldu. Önemli petrol üreticisi durumunda olan ülkelerdeki çalkantılar da petrol piyasasını karıştırıyor. Örneğin, Nijerya’daki siyasi çalkantılar ve İran’ın nükleer programının dünyanın belli başlı ülkelerince onaylanmaması sonucunda oluşan siyasi tansiyon petrol fiyatlarını artıran etkenler arasına girdi.

Kısacası, son aylarda petrol fiyatlarının artması gerçekleşmelerden çok beklentilerden kaynaklanıyor.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporlarına göre, 2005 yılında dünyadaki petrol talebi beklentilerin altında kalarak yüzde 1.3 arttı. Amerika ve Çin’deki talep artışının yeniden hızlanmasıyla toplam petrol talebi artışının 2006 yılında yüzde 2.2 olacağı tahmin ediliyor. Petrol arzı, talebi yakından takip ediyor. Dünyanın belli bölgelerinde petrol ürünleri rezervi düşse de, toplamda kaygı verici bir gelişme gözlenmiyor. Son aylarda Irak ve Nijerya’daki üretim düşüşü ile diğer OPEC ülkelerinin bu ülkelerdeki üretim düşüşünü kısa dönemde kapatamayacakları kaygısı ise fiyatları artıran en büyük etken olarak görülüyor.

BÜYÜME VE ENFLASYON

Dünyanın birçok ülkesinde petrol ürünleri üzerinden alınan vergiler
devletin ihmal edilemeyecek gelirlerinden birini oluşturuyor. Türkiye’de de durum aynı. Petrol fiyatlarının artması tüketicilere önemli bir maliyet unsuru olurken, devletin gelirleri artıyor. Doğrudan ve dolaylı etkilerle ekonomideki ortalama fiyatlar daha hızlı bir atış eğilimine giriyor.

Enflasyonu düşürmeye çalışan Türkiye açısından petrol fiyatlarının artışı önemli bir risk teşkil ediyor. Fiyat istikrarını hedefleyen ülkeler açısından, petrol fiyatlarının artışı kısa dönemde ekonomik büyümeden de fedakarlık anlamına geliyor.

Bu süreci son 2-3 yıldır yaşamadık. Çünkü, petrolden kazanılan paraların da katkısıyla uluslararası sermaye akımları hızlandı. Ama, petrol fiyatlarındaki artışın hızlanması durumunda, hem dünyada hem de Türkiye’de ekonomik büyüme de olumsuz etkilenebilecektir. Uluslararası sermaye akımlarının bu eğilimi daha ne kadar tersine çevirebileceği ise önemli bir bilinmeyendir.
Yazının Devamını Oku

Para talebi ve enflasyon

23 Ocak 2006
İKTİSAT öğretisinde "para" kavramı yalnızca Merkez Bankası’nın basıp piyasaya sürdüğü banknotları değil, bankacılık sistemindeki mevduatları da içerir.

Çünkü, bankalardaki mevduatlar da, aynı cebimizde taşıdığımız banknotlar gibi, ekonomik birimlere alım gücü sağlar. Bu tanımdaki para arzı artışının genellikle enflasyon yarattığı düşünülür.

Para arzı artışı ile enflasyon arasında ekonominin istikrarlı dönemlerinde genellikle düzgün ve doğrusal bir ilişki söz konusudur. Ekonominin istikrarlı dönemi bu anlamda para talebinin de istikrarlı olduğu dönemdir. Yani, para talebinin aynı kalıp para arzının arttığı dönemlerde para arzı yüzde kaç artarsa ortalama fiyatlar da aynı hızda artacaktır.

Para talebinin istikrarlı olmadığı dönemlerde ise "ne kadar para arzı artışı, o kadar enflasyon" formülü geçerli olmamaktadır. Yüksek enflasyon dönemlerinde, servetlerini koruma güdüsüyle para talebi göreli olarak düştüğünden (ekonomik birimler para yerine, servetlerini para dışı varlıklarda tutmak istediklerinden), enflasyon para arzı artışının üzerinde gerçekleşmektedir. Enflasyonun inandırıcı bir biçimde düşüşe geçtiği dönemlerde ise, para talebi arttığından, enflasyon para arzı artışının altında kalmaktadır.

AYNI FİLMEnflasyon dönemlerinde para arzını artıran çoğunlukla Merkez Bankası olmakta, istikrarlı dönemlerde ise para arzı para talebindeki artışa tepki vermektedir. Bu gerçeği iktisatçılar Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın bazı ülkelerinde yaşanan hiperenflasyon sayesinde daha iyi kavradılar.

Yazının Devamını Oku

Eğitimde uluslararası karşılaştırma

22 Ocak 2006
EĞİTİMİN uzun dönemli bir yatırım olduğu daha önce vurgulanmıştı. Çeşitli nedenlerle eğitim sürecinin arz yönünde devletin rolü ve bu rolün nedenleri de açıklanmıştı. Devlet eğitime ne kadar yatırım yapmaktadır? Başkaları bu konuda ne yapmaktadır? Devlet harcamalarını karşılaştırırken yapılabilecek önemli hatalardan biri devlet harcamalarındaki verimliliğin ülkeler arasında aynı olduğunu varsaymaktır. Halbuki, bir ülkede bir dolarlık eğitim yatırımının kalite ve gerçek miktarı bir başka ülkedeki aynı bir dolarlık eğitim yatırımından farklı olabilir. Ama, ayrıntı bilinmediğinden, bu hata yapılmak zorundadır. Bu hatanın varlığını bilerek ülkeler arasında eğitim yatırımlarının bazı göstergelerini irdelemek yine de yön göstericidir.

SONLARDAYIZ

Ardındaki nedenler ne olursa olsun, Türkiye eğitime gerekli önemi vermemektedir. Bu yargı, bulunabilecek tüm göstergelerle de rahatlıkla ispatlanabilmektedir. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin toplam devlet bütçesi içindeki payı 1995-2003 döneminde ancak yüzde 7.66 olabilmiştir. Bu dönemde savunma harcamalarının bütçeden aldığı pay daha büyüktür. Bütçeden eğitime ayrılan pay 2005 yılı kasım ayı itibariyle yüzde 10.45 olmuştur. İlerleme sevindiricidir, ama yeterli değildir./images/100/0x0/55ea5483f018fbb8f878df35

Avrupa’nın küçük ve göreli olarak düşük gelirli ülkeleri arasında milli gelirine göre eğitime en az para harcayan ülkelerden biriyiz. Gelişen piyasalar içindeki Çekler ve Macarlar milli gelirlerinin yaklaşık yüzde 5’ini eğitime para harcarken, Türkiye’de bu rakam yüzde 3.56 dır. 2005 yılında bu rakamın da altında kalınacağı tahmin edilmektedir.

İlkokullarda öğrenci-öğretmen oranının en yüksek olduğu ülke yine Türkiye’dir. Türkiye’de öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 26 civarındayken, bu rakam çevremizdeki Bulgaristan’da 17, Romanya’da 18, Yunanistan’da 12’dir.

Türkiye, karşılaştırılan ülkeler içinde en kalabalık ülkedir. Doğal olarak, okullu çocuk sayısı Türkiye’de en fazladır. Konunun daha da çarpıcı yanı tablodaki Türkiye dışındaki dokuz ülkelerde 22 milyona yalın okullu öğrenci varken, yalnızca Türkiye’deki öğrenci sayısı 16 milyona yakındır. Yani, göreli olarak, eğitime daha az kaynak tahsis ederek daha fazla insanı eğitmeye çalışıyoruz.

KAYNAK SORUNU

Öğrenci başına eğitim harcamalarında yıllık 485 Euro ile listenin sonlarındayız
. Macaristan ve Çek Cumhuriyeti öğrenci başına 2,000 Euro civarında eğitim harcaması yapmaktadırlar. Komşumuz Yunanistan’da bu rakam 3,000 Euro’nun üzerindedir.

Sorunun önemli bir kaynağı elbette budur. Çözüm, eğitime daha fazla kaynak aktarmaktan geçmektedir. Yani, devlet harcamalarında önceliklerimizi değiştirmek zorundayız. Eğitim sistemini değiştirmeye ve daha etkin kılmaya yönelik reform çalışmaları eğitime yapılan yatırımların kalitesini ve üretkenliğini artıracaktır. Ama, eğitime ayrılan kaynaklar artırılamadığında, arzulanan sonuçlara ulaşıp diğer ülkeleri yakalamamız zor olacaktır.
Yazının Devamını Oku