Piyasa mehteran bölüğü gibi, iki ileri bir geri gidiyor... Denize girmeden önce suyu ayak parmakları ile yoklayan nazlı tazeye benziyor.
Aşırı temkinin son örneği dün bono piyasasında yaşandı...
Bir önceki günkü ihalede önceden bilinen sabit satış rakamının üç katından fazla talep gösteren piyasadan ne beklenirdi?
İkinci el piyasada bu bonoya yüksek talep gelmesi ve faizlerin gerilemesi, öyle değil mi... Oysa mekanizma tersine işledi. Sığ piyasada alım yerine satışlar gelince bono fiyatı düştü, faizi az da olsa yükseldi.
Para otoritesinin ihalede düşük satışla yüksek talep yaratıp ikinci el piyasasını canlandırma planı bu kez de tutmadı.
Oysa ihale öncesinde Bankalar Birliği ile temas kuran Hazine yönetimi, ‘‘Eğer bu ihale iyi geçerse IMF karşısında elimiz güçlenir’’ mesajını iletmeyi bile ihmal etmedi.
Hazine'nin ihaleye katılım, düşük faiz/yüksek teklif talebini yerine getiren bankalar, ikinci piyasada alışverişte aynı isteği göstermedi.
* * *
Ekonomi yönetiminin ihale öncesinde piyasalara salladığı havucun ismini artık herkes biliyor: Dalgalı kurda öngörülebilir modele geçiş...
Denilebilir ki, ‘‘Merkez Bankası bir haftadır aktif müdahaleyle zaten kurun seyrinde belirginliği artırdı, IMF izin vermese de devam etsin...’’
Ama kazın ayağı pek öyle değil...
Çünkü dalgalı kurla, kur çıpası modellerini ayıran temel özellik belli... 2000 yılında uygulanan ve 22 Şubat'ta çöpe giren çıpa sisteminde kur savunması gerekirse döviz rezervini eritme pahasına uygulanıyor.
Oysa dalgalı kurda savunma çizgisi olmadığı için döviz rezervini tehlikeye sokacak satışlara gerek duyulmuyor.
Ne var ki Merkez Bankası bir haftadır penceresatışları ile kurda dalga boyunu azaltmak amacıyla rezerv eritiriyor... Ve harcanan rezervin büyük bölümünün IMF'den ‘‘kura müdahale edilmeyeceği’’ ön koşuluyla sağlandığını unutmamak zorunlu...
IMF yüksek döviz rezervinin yabancı yatırımcıya güven aşılayarak sermaye akışını teşvik edeceğini düşünüyor, üstelik haklı da... Aksi yöndeki politikanın, yani kur savunması uğruna rezervin eritilmesinin 2000 yılında olduğu gibi sonunda spekülatif atak körükleyeceğinden korkuyor.
* * *
Açık söyleyelim, piyasaların Stanley Fischer'in ziyaretine endekslenmesini tehlikeli buluyoruz...
Gerek kur çıpası, gerekse dalgalı kur rejiminin mimarı Fischer'in giderayak Türkiye'ye kriz armağan edeceğini sanmıyoruz... IMF ve Ankara'nın melez bir çözümde uzlaşmaları çok muhtemel.
Ne var ki mesele Fischer'i ikna etmekle bitmiyor.
Kasım 2000 krizinde Türkiye'ye kur çıpası sistemini terk etmesi telkininde bulunan Fischer'i dinlemedik, iyi mi oldu?
İtibarın tamamını tükettikten sonra geçilen dalgalı rejimde kurun sadece yukarı doğru hareket etmesi rastlantı mı?
Haydi diyelim ki,Fischer ikna oldu, TL'yi cazip kılmadan sadece döviz satışıyla kuru daha ne kadar tutabiliriz?
El parasıyla kahramanlık daha ne kadar sürer?
Yoksa seçime kadar mı?
* * *
Kur modeliyle ilgili görüşlere devam, son iki gün...
KARŞI GÖRÜŞ-KATKI
‘‘Eğer dalgalı kur olmasaydı Enis Öksüz istifa eder miydi? Kurun yükselmesi bir şeylerin yanlış yapıldığının bir ön göstergesidir. Aksi takdirde yanlışlar birikerek programı/sistemi patlatır. Yarın eğer hükümet bu programı uygulamaktan vazgeçerse ve alternatifim yok diye istifa etmemekte direnirse onu anti-demokratik yollarla mı alaşağı edeceğiz? Dalgalı kur politikacıların rasyonel davranmasını ve programı uygulamasını sağlıyor. İrrasyonel davranışlar hemen kura yansıyor ve tahribat daha da büyümeden düzeltilmesi mümkün oluyor. Hükümet bu programa inandığı ve bu programı harfiyen uygulayacağı konusunda piyasaları inandırırsa zaten kur dalgalanmaları minimal seviyelerde olacaktır. Bu son şansımızı da inşallah çok sulandırarak (S. Fisher-hükümet-TÜSIAD görüşmelerinde) kaçırmayız.’’(Dr. Bilge ÖNEY)
‘‘...Daha önceleri de karşı çıktığınız dalgalı kur sisteminin bizi bir üçüncü krizden kurtardığına inanıyor, bu konudaki görüşlerinize katılmıyorum. Fakat bu mesajı yazmamın esas sebebi Stanley Fischer'i Sayın Derviş'in patronu olarak nitelemeniz. Stanley Fischer Sayın Derviş'in patronu değil, ben de daha önce bir okurunuzun yazdığı gibi Sayın Derviş ile alıp veremediğiniz bir şeyler olduğuna inanmaya başladım artık.’’ (Tanju YORULMAZER)